Kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2011: Şeker Bayramı



Herkesin bayramını kutlarım. Bazıları için uzun bir tatil, bazıları içinse Pazartesi ve Cuma çalışacakları için işten bir kaç günlük bir uzaklaşma olacak ama öyle veya böyle tatilin kötüsü olmaz.  Herkese iyi tatiller ve/veya iyi dinlenmeler. Bayram boyunca bloğumda mesaj trafiği devam edecek ama ben tatilde olacağım. Gelecek hafta kaldığımız yerden canlı canlı devam edeceğiz.

not: Her sene Şeker Bayramı yazdığım için bir sürü eleştiri geliyor. Aslı veya olması gereken Ramazan Bayramıdır diyorlar.  Bunu bende biliyorum da, bizim buralarda bu bayrama Şeker Bayramı denir. Anladığımız şey aynı olduğuna göre isimler üzerinde fazla durmaya gerek yok... 

Bu Hafta Otomatiğe Bağlıyorum



Bu hafta pek keyifli başlamıyor. Pek keyifli olmayan işlerle uğraşacağımdan dolayı bu hafta otomatiğe bağlanmış şekilde devam etmek zorundayım bloğuma. Bu hafta tüm girişler otomatik olarak yapılacak. Sadece vakit bulursam geçen hafta yaşadığımız bandwidth sorunu ile alakalı bir kaç kelam yazmak istiyorum...

Radyo Babylon Hatırası



Daha önce lise yıllarında radyoculuk oynamıştım. Aradan yıllar geçti sevgili Aydın Eroğlu ile bir kez daha radyoculuk oynama şansı buldum. Bu son deneyimden büyük keyif aldığımı söyleyebilirim. Hatta burada konuyla ilgili bir şeyler karalamıştım.

Sevgili Reha Arcan ile Peter Bröztmann konseri öncesinde müzik sistemini dinlediğimizden burada bahsetmiştim. Hatta bir de konserin olduğu o akşam Reha'nın radyo programı olduğunu ve evde hazırlığını yaptığından bahsetmiştim. Konsere çok az bir vakit kala Radyo Babylon'un yolunu tuttuk. İlk kez metronun Şişhane hattını gördüm ve kullandım bu vesile ile. İstasyon çok güzel olmuş. Göz açıp kapayıncaya kadar kendimizi Pera'da bulduk. Kesinlikle faydalı bir çalışma...

Radyo Babylon benim hayal ettiğim gibi çok büyük bir stüdyoya sahip değilmiş, küçük ama gayet sempatik bir ortam var. Ortalığı incelerken kafamda Reha'nın aynı anda hem radyo programında olup hemde konseri izleyeceği sorusu vardı.. Reha bekle ve gör dedi. Biz radyoya gittiğimizde Türkçe Pop programı yapan Murat Meriç  stüdyodaydı. Kendisi aynı zamanda müzik yazarı olması lazım. Neyse o programını bitirirken Reha ile ben stüdyoya girdik.

Reha cebinden küçücük bir kağıt çıkardı. Bu akşam Peter Brötzmann konseri olduğundan ve programın onunla ilgili olacağından bahsetti. Şarkıları teker teker saydı ve hepsi bu kadar. Bu arada program canlı yayınlanıyor :)

Sanırım tüm zamanların en kısa ve öz radyo programına imza atıldı. Bu arada bende oradaydım :) Yukarıda Radyo Babylon'dan güzel bir anı fotoğrafım var.

Ve artık beklenen an gelmişti. Peter Brötzmann'ı seyretmek...

Güle Güle Altay



Uzun yıllardır bloğuma futbol ile alakalı bir şey yazdığımı hatırlamıyorum. Hatta üniversite döneminden beri futbol ile alakalı bir yazı yazdığımı bile hatırlamıyorum. En son seyrettiğim maçı sakın sormayın. O kadar uzun zaman oldu ki, gerçekten unuttum. Hangi takımı tutuyorsun diye sorduğunuzda ise Altay derim. Doğduğum ve neredeyse 35 sene yaşadığım semtin takımıdır Altay. Maçına bol bol gitmişliğim vardır hatta deplasmanlara bile. İlerleyen yıllarda futboldan soğuyunca ne maça gittim ne de futbol izledim. Sadece bir kaç kez Altay Store'dan bir kaç t-shirt aldım. En azından verebildiğim destek oydu. Benim için öyle bir şeydir işte Altay. Varlığı ile yokluğu bir...

Bu arada muhtemelen Altay'ın bugününe kahrolan çok insan vardır, birisi de Cem Sevinir'dir. Hani dedim ya maçlara hatta deplasmanlara bile gittim diye. Lise döneminde bu dünyaya beni sokan Cem'dir. Bugün bir arkadaşım düşme haberini verdi, üzüldüm. Zaten yapabileceğim başka bir şey de yok!

Geçenlerde Radyoculuk Oynadım

Radyonun sahibi gibi çıkmışım bu fotoğrafta.

Yerel radyoların ortaya çıktığı dönemlerde müziğe meraklı hemen her genç insan gibi benim de küçükte olsa bir radyoculuk deneyimim olmuştu. O dönem bu deneyim hoşuma gitmişti ancak her hafta aynı saatte canlı yayına katılmak fikri beni fena halde sıkmıştı. Hal böyle olunca devamı gelmedi. Çevremde bir çok radyocu insan var. Senelerce bir çoğunun programlarını keyifle dinledim. Ülkenin dinlenir ender radyolarından bir tanesi olan TRT 3'te neden olduğunu tam anlamadığım bir şekilde bütün programlar yayından kaldırıldı. O dönemde bu olaya bir tepki gösterebilmek adına bayağı uğraşmış olsam da, tepkilerimiz cılız kaldı ve bu güzelim radyoda dinlenebilir çok az program kaldı. Bugünlerde de yine bir şeyler oluyor, bazı sesler duyuyoruz ancak tepkiler yine cılız. Tıpkı Blogger'ın yasaklanması gibi...  Bu yazıyı yazarken muhtemelen "şu karar neticesinde filanca falanca site engellenmiştir" yazısını göreceğinizi biliyorum. Adım adım bir yerlere gidiyoruz ya, Allah sonumuzu hayır etsin!


Yazılıp çizilen metinleri düzenlemek başlı başına bir iş oluyor. Benim rahatlığım yukarıdan belli. Arka planda Aydın düzeltmeleri yaparken, bende ne güzelmiş diye seyretmekteyim.

Neyse... Bu hafta son derece tatsız bir hafta olacağını biliyordum. Valide Sultan küçük de olsa bir operasyon geçireceğinden canım son derece sıkkındı. Tam operasyon öncesi Aydın Eroğlu, Radyo Ege Kampüs'te yaptığı programda bu hafta Danilo Rea'nın Schloss Elmau - A Tribute to Fabrizio De André CD'sini çalacağım konuk olsana dediğinde olaya müdahil oldum. Hem moral olur, hemde radyoculukta neler değişmiş onu görürüm diyerek mevzuya balıklama atladım anlayacağınız.


Sesleri kaydetmek, editlemek ve türlü türlü işlem yapmak gayet basit. Her şey bilgisayarlara emanet. Ama farkı yaratan tabii ki gene insan. Bir albümü baştan sona çalmak yerine, şarkı şarkı bilgi vermek çok daha keyifli.

Radyo Ege Kampüs, Ege Üniversitesi Öğrenci Köyünden yayın yapan genç bir radyo kanalı. Özellikle hafta sonu yayınları eski TRT 3'ü özleyenler için ilaç olabilir. Zaten duyacağınız seslerin bir kısmını tanıyacağınıza eminim. Radyo, yayınını öğrenci köyü içerisindeki bir binadan yapıyor. Stüdyolar gayet güzel, ortam keyifli. Her taraf öğrenci dolu. Üniversiteyi bitireli 10 sene geçmiş bu arada! Aydın programı için bant hazırlıyor. Bant derken eski jargonda tabii yoksa her şey dijital.  Biz programın konuşma bölümlerini kaydettik. Sonra bunlar editleniyor. Aralara şarkılar ekleniyor ve program hazır. Olay yazdığım kadar basit değil, bayağı uğraş gerektiriyor. Sanırım benim için canlı yayın daha keyifli olurdu. Ancak bu da pek kolay değil. Aslında TRT'de katıldığım televizyon progamında iyi performans göstermiştim herhalde radyoda da durumu kurtarabilirim ancak o her hafta program yapma zorunluluğu yok mu? Çekilmez...


Soldan sağa. Aydın Eroğlu, bendeniz Hakan Cezayirli, teknik ekipten Taylan (soyismini unuttum valla)

Programın tamamlanmış halini bende yarın dinleyeceğim. Kesin bol bol "ıhh" efekti yapmışımdır. Dinlemek isteyenler yarın FM bandı 100.8 MHz'ten radyolarını açıp "Denizin Sesi" programına odaklanabilirler. Program her Pazar günü ve Aydın Eroğlu tarafından hazırlanıp sunuluyor. Dinlemenizi tavsiye ederim.

Radyo Ege Kampüs'ün web sitesinde yayın akışı bölümü sayfalarını birazcık düzenlemeleri gerekli.  Bizim program saat kaçtaydı acaba diye bakayım dedim, Hafızam beni yanıltmıyorsa Pazar günü 14:00-15:00 arasıydı bizim program. Şimdiden iyi eğlenceler. Arada sırada 100.8'e de kulak kabartmayı unutmayın....

Japonya'da Büyük Deprem?


Japonya'da 8.8 büyüklüğünde bir deprem oldu ve arkasından tsunami geldi. Pasifikte tsunami uyarısı yapıldı. Japon Meteoroloji Ajansı (JMA) üzerinden olaylar takip edilebiliyor. Japonya büyük bir felaket yaşıyor. Ancak insanlar bu felakete rağmen çok sakinler. Daha çocuk yaşlardan itibaren edindikleri eğitim, aldıkları önlemler bunda çok etkili. Geleneksel olarak hep konuşuruz böylesine bir şey ülkemizde yaşansa ne olur diye. Düşünmek bile ürkütücü. İşin acı tarafı Allah korusun demekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.

Tüm Japon dostlara geçmiş olsun!

Şifayı Kaptık Yine :)


Bu aralar acayip bir grip salgını var. Bu seneki salgına keçi gribi sebep olmuş. Onu bunu bilmiyorum da, dün bütün gün yattım, muhtemelen bugünde yatarım. Hatta yarın da.. Aman dikkat edin kendinize, bu seneki girip berbat bir şey!

Nikah Çoşkusu



Geçenlerde nikahta çekilen bir video elime geçti. Youtube'e yüklemişken, bloğuma da ekleyeyim dedim. Videodan gözüktüğü üzere bizde bayağı eğlendik. Evlilik süreçleri genelde can sıkıcı olur derler, ne yalan söyleyeyim biz çok eğlendik. Bu arada kuzene selamlar...

Evlendik Mutluyuz


Biliyorsunuz 3 haftadır banttan yayın yapıyorum. Hatta bu süre boyunca Mecmua'da banttan yayınlandı. Sanırım kısa bir süre sonra tamamen normale döneriz. Banttan yayının sebebi evlilik idi. Eh artık bir kaç fotoğraf eklemek lazım sanırım.


Normal koşullarda nikahlarda gelin-damat pek eğlenmez derler ama nedense biz çok eğlendik. Zaten evliliğe giden prosedür süreci de keyifli geçti doğrusu. Bu duruma ailelerimizin de bizim gibi  -ama bizim kadar değil tabii :) - rahat insanlar olmalarının etkisi büyük galiba. Bu arada bu mutlu günümüzde yanımızda olan tüm dostlarımıza çok teşekkür ederiz. Ayrıca telefon, mesaj ve farklı yollarla iyi dileklerini sunan arkadaşlarımıza, çiçek gönderen (özellikle TEV çelenklerini görmek çok güzeldi) dostlarımıza çok teşekkür ederiz.Kısacası herkese çoooook teşekkürler :) Tabii fotoğrafları çeken Serdar Abiye selamlar.

Haydi bir kaç eğlenceli fotoğraf;


Eski bir gelenek varmış, gelinin ayakkabısının altına evlilik yaşı gelen kızların isimleri yazılırmış. Evliliğe giden süreçte işimize gelen gelenekleri pas geçmediğimizden, bu yazı geleneğini de unutmadık. Okan, tek tek bütün bekar arkadaşlarının listesini yazarken görülüyor. Bu arada tanımayanlar için Okan benim kardeşim!


Sanırım böylesini hiç görmemişsinizdir. Prosedürler bitince kumrucumuz (kumru; bilmeyenler için bir nevi sandviç) Şaban'ın yakınlarda olduğu bilgisi gelince, işi gücü bırakıp, koştuk hemen. Sokak ortasında gelin ve damadın böyle işleri yapması pek normal değil galiba. Sokaktan yaya ve araba ile geçenlerin önce şaşırıp sonra gülümseyip el sallamasından bu durumu anlamak mümkün. Soldan sağa, Tolga İzgür, Hamdi Ünlü, gelin ve damat, kumrucumuz Şaban, Öner Yumukoğlu ve Bruno Manusso. Bu arada Aydın abi erken kaçtığından kumru ekibi tamamlanamamış durumda.

Neyse hikayeler bitmez. Yazıyı "şimdilik" geleneksel şekilde bitireyim; biz erdik muradımıza bekarlar çıksın kerevetine*

*Pek başarılı bir uyarlama olmadı çaktırmayın artık.!

Efendim Evlendik Mutluyuz...



Malumunuz dün itibarı ile evlendik. Haliyle tatile çıkıyoruz. Bugün bu yazıyı görünce, adama bak, balayında bile bloğuna yazı yazıyor diyerek hayrete düşebilirsiniz. Hatta önümüzdeki üç hafta boyunca blog'umda devamlı yeni yazılar olacak, şaşırmayın! Merak etmeyin, tatilde bilgisayarımı yanımda götürüp her gün bloğuma yazı yazacak kadar deli değilim..Blogger alt yapısı kullandığımı sanırım biliyorsunuzdur. Bu güzel yazılım ileri tarihlerde yazı yayınlama özelliğine de sahip. Yani önümüzdeki üç hafta boyunca okuyacağınız yazılar aslında çok öncesinden yazıldı. Ama siz yine de çaktırmayın...

Anlayacağınız bu bir nevi bant kaydıdır! Lütfen alıcılarınızın ayarı ile oynamayınız.

Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun 29 Ekim 2010!


Her zaman olduğu gibi 29 Ekim sabahı resmi geçide katılmak üzere yollara koyulduk ailecek. Sabah oldukça soğuktu ancak katılım gayet çoşkuluydu. Resmi geçitten bir kaç fotoğraf ekleyeyim dedim. Tamam tarih öncesinden kalan bir cep telefonum olduğu için fotoğraflar pek başarılı değil ama önemli olan öyle veya böyle 2010 Cumhuriyet Bayramının anısı olması.

Herkesin Cumhuriyet Bayramını kutlarım.

Unicef'e Bağış ve Tivoli


Takip ettiğim bloglardan bir tanesi Onur's World (Tranquillty) bloğu. Deniz aşığı bir insan. Her girdiğimde keyifli yazılar okuyorum. En çok kıskandığım şey ise tekne gezileri. Bloğumu takip edenler bilirler bende arada sırada yelken olayına giriyorum. Ama bu seneyi boş geçtik (Suat kulakların çınladı mı!) Bugün bloğu gezerken bir konu başlığı ilgimi çekti. Konuyu kendi bloğumdan okuyucularımıza da duyurmak istedim. Unicef sitesinde dünyaca meşhur Tivoli radyoları satılıyor. Tüm tutar bağış olarak çocuklara gidiyor. Göz atmak isterseniz sizi hemen buraya alalım.

Blog Tutmak Güzeldir



Bir süredir bloğuma eskisi kadar önem vermediğimi fark ettim. Aslında blog tutmak çok zevkli bir şey. Stereo Mecmuasındaki yazılarım genelde oldukça uzun oluyor. Bunun içinde çok zaman ayırmak gerekiyor. Sanırım 2010'da kendi bloğumu daha sık kullanacağım. Tamam ismini baştan yanlış koydum, hakancezhifi! Olsun yine eskisi gibi odan bundan kısa kısa bahsetmek fena olmayabilir. Haftanın resmi, haftanın videosu, haftanın pikabı. Eski bir sürü güzel şeyi unutmuşum. Haydi bakalım bloglamaya başlayalım tekrar !

Tatil Bitti, Yola Devam!


Bayram tatili boyunca Stereo Mecmuası operasyonları bir miktar seyrekleşti. Aradaki farkı kapatabilmek için bir kaç gün boyunca forumlarımızı, müzik ve hifi haberler bölümlerimizi ciddi bir bombardımana tutacağız. Ancak standart işleyişimize gelecek hafta içerisinde ulaşmayı planlıyoruz. Bir yandan yeni sayımızında hazırlıkları devam ediyor. Hatta belki yeni sayımızdan önce araya mini bir fuar özel sayısı sıkıştırma ihtimalimizde var. Tabii önümüzdeki hafta içerisinde duyurmayı planladığımız bir projemizde var. Şu an sayfa tasarımı aşamasındayız. ben ise kendi işlerimle ilgili yoğunluktan dolayı Türkiye'de İnternet Hifi tarihi yazı dizisini biraz geciktirdim. En kısa zamanda bu bölüme de devam edeceğim. Günler, saatler ve dakikalar yetmiyor ne yazık ki daha fazlasını yapmamıza. Okuyucularımızdan da böyle dönemlerde destek bekliyoruz tabii. Bu hafta akşamları yoğun bir mesai bizleri bekliyor anlaşılan.

Bu oyuncak sadece odyofilleri değil ekonomiyi de sevindirir!


Ülkemizde bu aralar yeni bir reklam kampanyası ilgi çekiyor. Alın verin ekonomiye can verin diye ilginç bir cümle ile tanıtımı yapılan reklam kampanyasında ekonomi ile alakası olan önemli isimler rol almış. Ancak Deniz Gökçe'nin ekonomi yorumlarından pek hayır gelmediği düşünülürse bu sene de krizin etkisi kolayca geçmeyecek anlaşılan. Meraklıların hatırlayacakları gibi Asaf Savaş Akat, Deniz Gökçe ve Mahfi Eğilmez üçlüsünün çizdiği olumlu ekonomik tabloların sonucunda mutlaka bir facia oluyor. Ekonomimiz çok iyi yorumları yaparlarken bir gecede Cumhuriyet tarihinin en büyük develüasyonunu yaşanmış, ülkemizdeki bankacılık sistemi sağlam yorumları yapılırken bir haftada bankaların birer ikişer iflas etmişlerdi. Neyse konuyu uzatmayalım... Ekonomi dergisi değiliz sonuçta!

Ülkemizde müzik sektörü uzun zamandır çöküşte ancak bu sene yaz durgunluğu müzik endüstrimizi ne yazık ki fena vurdu. Bu konuda müzik endüstrisinin de hataları yok değil, devletinde aynı şekilde. Biz müzikseverler krizin etkilerini, günün kötü anlarını ve sorunlarımızı evimize gittiğimizde müzik setimizi açıp CD ve plaklarımızla unutmaya çalışıyoruz. Hazır böylesine bir kampanya başlamışken bizde Eylül banner'larımızda bu kampanyanın Stereo Mecmuası versiyonuna yer verdik. Bu oyuncak sadece odyofilleri değil ekonomiyi de sevindirir!

Eylül ayında da Stereo Mecmuasını izlemeye devam edin!

En büyük kim? Bilmem ben değilim!


Bilmiyorum dikkat ediyor musunuz çevrenize, ülkemizde benzer sektörlerde yayın yaptığımız sitelerde ne kadar iddialı yazılar okuyoruz. Türkiye'nin en iyi web sitesi, en büyük forumu, şuna buna rağmen en aktif sitesi, en bi büyük hifi sitesi... ve çok daha fazlası...

Büyük olmak her zaman önemli midir. Ya da en çok aktif üyeye sahip olmak. Veya ne bileyim en çok reklam almak. En iyi teknik altyapıya sahip olmak ve onlarca diğer böbürlenilebilecek faktör. Galiba bunlar çok önemli ama bizler için değil.

Ben Stereo Mecmuasını kuran adam olarak kendi etki alanım dışında iddialı olmayı seven bir tip değilimdir. Kendi etki alanım dediğim şey tüm değişkenlerin kendi elimde olduğu durumlardır. İnternet ne yazık ki bu türden bir ortam değil. Şekil şemalden tutun, okuyucu alışkanlıkları ve onlarca diğer faktör yaptığınız siteye ilgiyi, yazdığınız yazıya talebi etkiliyor. Ama yaptığım iyi bir şey vardır. Gözlem ve araştırma.

Hayatın bir çok alanında matematik ve ondan türemiş bilimler önemli yer tutar. İnternet dünyasında da her şeyin belli bir mantığı vardır. Sözgelimi siteniz hiç beklenmedik bir gün ziyaretçi akınına uğruyorsa bilin ki internette yapılan aramalar sitenize yönlenmiştir veya bir link aktarımı söz konusudur. Kısa bir araştırma ile bu durumu çözebilirsiniz. Bunu yapmak için arkanızda teknik bir ekibe gerek duymazsınız basit bir google araması ile olayı çok rahat kavrayabilirsiniz. Hemen ardından bir gün sonra ziyaret edilen sayfa sayısını incelersiniz. Eğer ortalam bir civarında ise bilin ki o anahtar kelimeyi arayanlar sitenizde aradıkları şeyi bulamamışlar. Bunlara göre sitenin yapısını düzenlersiniz. Basitçe Google trend analizlerine bakarsınız. Sayfa gösterim sayıları yükselmeye başlar. Tüm bunlar 5 dakikalık bir araştırmanın sonucudur.

Ama nedense ülkemizdeki anlayış bu araştırmaları yapmak yerine kendimizi kandırmaktadır. Örneğin bir forumumuz varsa görüntülenme oranı ile böbürleniriz. Eh bu görüntülenme oranlarının içerisinde arama robotlarından tutun, gerçek olmayan bir sürü internet programcığı vardır. Tek bir mesaj yazıp bir hafta sonra 150 kişi görüntülemiş diye kendi kendinize sevinme şansınız her zaman vardır. Hemen ardından sarılırsınız klavyeye en büyük biziz diye yazılar yazarsınız. Ama trend bültenleri ve istatistikler tam aksini söyler. Tabii ki bu durumdan zevk alanlar için ufak bir daha mutlu olma yöntemi söyleyeyim. Google web crawl oranını değiştirin. Daha fazla robot hiti ile daha mutlu olursunuz. Ufak bir not yazmak gerekirse Mecmua Forumlarında görüntülenme oranlarında robotlar gözükmez. Böylelikle forumdaşların takip ettikleri veya hoşlanmadıkları konuları daha rahat biliriz. Bu sayede moderatörler yeni konu açma olayında dikkat edecekleri faktörleri öğrenirler.

Ara sıra bu şekilde yazılarıma devam edeceğim. Bu yazımı çok sevdiğim bir söz ile bitirmek isterim. Charles Manson'ın hayatı boyunca ettiği tek güzel laf;
Eğer bana yukardan bakarsan aşağılık bir adam görürsün.
Aşağıdan bakarsan bir tanrı görürsün.
Karşıdan bakarsan kendini görürsün.

İşte olay budur..

İstanbul Gezi Notları Bölüm 1



İstanbul'a gelmeyeli 2 sene olmuş. İki senede bir çok değiştiğini görmek insana garip geliyor. Bu değişikliklerin bir kısmı iyi yönde bir kısmı da oldukça kötü yönde olmuş.

Belki ekonomik krizinde etkisiyle bir sürü kitapçı, plakçı ve sahaf kapanmak zorunda kalmış. Daha bilindik ve ana caddelerin üzerinde yer alan kitap ve müzik mağazalarının kalabalık caddelere bakan bölümleri şık café'lere döndürülmüş. Yaşayabilmek için popüler kültürün bir parçası haline gelmek zorunda kalmışlar. Müzik marketlerin ürün yelpazeleri ise oldukça yaralı durumda. Zaten çoğu müzik markette asıl ağırlık DVD bölümlerine verilmiş. Nasıl verilmesin ki, DVD fiyatları öyle düştü ki, makul fiyatlara harika filmler alabilme şansınız var. Müzikte ise durum vahim, bırakın ucuzlamayı bazı ürünlerde ciddi fiyat artışları var. Her ne kadar çeşitli firmaların mantıklı fiyatlandırılmış promosyon ürünleri olsa da, bu yeterli olmuyor belli. Müzik satışlarındaki erime yanında müzik marketleri de götürüyor anlaşılan.

Nişantaşı gibi göreceli zengin ve alım gücü zengin insanların yaşadığı semtlerdeki müzik mağazalarının durumu da yukarıda anlattığımdan farklı değil. Zaten görebildiğim kadarı ile Nişantaşı eski şatafatlı günlerinden yavaş yavaş uzaklaşıyor. 15 senedir belirli aralıklarla geldiğim Nişantaşı ilk kez bu kadar boş dükkan ve neşesiz esnafla karşıladı beni. Ekonomik kriz tıpkı İzmir gibi İstanbul'u da fena vurmuş. Orada konuştuğum bir çok insanın söylediğine göre insanlar Nişantaşı gibi semtlerdeki evlerini satışa çıkartıp Anadolu yakasındaki daha ucuz semtlere yöneliyorlar. Bir arkadaşım karşı tarafta şu an 500 TL'ye sıfır evler kiralanabildiğini söyledi. Benzer bir evin Nişantaşı'ndaki muadili ise neredeyse 10 kat daha pahalı bir kiraya sahip. Bu işin sonu nereye gider bilemiyorum tabii. Allah herkese yardım etsin!

Avrupa yakasındaki ara sokaklardaki ve viran mekanlardaki bir çok plakçı ise yerlerini başka başka mağazalara bırakmış. 2 senede bu kadar değişim beklemiyordum doğrusu. 10 senedir alışveriş yaptığım bir eskici ile sohbetimiz sırasında anlattıkları çok ilgimi çekti. Satır başlarını aktarayım sizlere;

Artık plak satışlarını popüler olan mekanlar yapabiliyor. Bizler gibi esnaflar yine plak toplamaya devam ediyoruz ama fazla kar olmadan popüler yerlere satıyoruz. Onlar internetten satış yapıyorlar. Peki siz neden internette satış yapmıyorsunuz dediğimde eski satışların olmadığını, insanların hep belli şeyleri aradıklarını söylediler. Eski Türkçe 45'likler bir anda inanılmaz fiyatlardan el değiştirmeye başlamış ama müşterisini bulabilirseniz. O müşterilerde belli yerlerden alışveriş yapıyor olunca seyyar plaklçıların ve bilinmedik yerlerdeki satıcıların işleri iyi gitmiyor haliyle. Çok çarpıcı bir örnek verdi bir satıcı. Geçenlerde trend haline gelen 45'liklerden bir tanesini bir plakçıya götürmüş ve oradaki satıcı 50 TL'den satın almış. Sonra duyduğuna göre aynı plağı 150 TL'den satmışlar. Bizde nasiplendik ama asıl nasiplenenler kendi deyimiyle "lüküs plakçılar"

Peki ya Issız Adam, etkisi olmadı mı hiç?

Aslında etkisi olmuş. Filmin gösterime girdiği ilk zamanlarda piyasa acayip hareketlendi diyorlar. Kendi deyimleri ile çöpleri bile satmışlar hemde ne fiyatlardan. Elde ne kadar hurda pikap, berbat plak varsa sattık her şeyin fiyatı bir kaç kat arttı ancak bu dönemde gerçek müşterilerimizi küstürdük. Şimdi Issız Adam modası bitti ama eski müşterilerde geri gelmiyor diyor sigarasını kederli şekilde ciğerlerine çekerken.

Issız Adam modasının bittiğini Akmerkez Mudo Concept'te de anladım. 2.222 adet basıldığı söylenen plaklardan bahsi geçen mağazada bol bol var. Hoş internet sitelerinden aynı plağı 150 TL'ye alan insanlarda var. Gözü kapalı alış veriş eden vatandaşlarımızı bu ekonomik krizde paralarını savurarak ekonomiye fayda sağlamalarından dolayı tebrik ederim. Tabii ki 2.222 adet plak basılıp hızla tükenince yeni bir parti de satışa sunulmuş olabilir. Bildiğim kadarı ile 500'lük veya 1.000'lik partiler şeklinde basım yapılıyor. Ama ben söylenilen adetten fazlasının basıldığını düşünmüyorum. Yalnız bu kadar modaya ve yükselen rüzgara rağmen 2.222 adet plak satılmadıysa memleketin hali vahim demektir müzik adına.

Bu noktada bana sorarsanız sen aldın mı diye. Hayır almadım. Filmi seyrettim ve bana hitap ettiğini söyleyemem aynı durum müzikler içinde geçerli. Eşimde de aynı durum söz konusu olunca plağı almaya gerek kalmadı. Zaten gördüğüm kadarı ile erkekler eşlerinin baskısı ile bu plakları almışlar.

Neyse devamı gelecek!

Pikaplarla alakam nasıl başladı


Kendi kendimle hifi sohbeti. Hi-fi ye ne zaman gönül verdiniz?

(Hifiyi bilmiyorum ama pikaplara çocukluğumda gönül vermişim) kaynak cihazınız (pikap): Mavi renk çanta tipi Grundig-bunu bozunca babam Dual HS serisi bir pikap almış ama modeli hatırlamıyorum-Eski HS'yi bozunca babamlardan güzel bir fırça yesem de sonunda yeni bir pikap gelmişti eve; Dual HS130 hala çok severim. -Amcamdan ödünç alarak asla geri vermediğim Dual 1215 -Marantz TT-351 eskiciden alıp düzeltip kullanmıştım, ilk kapsamlı modifikasyonlarımı bu pikapta yaptım-Bir dönem herkeste olan Technics hastalığı bana da geçmişti. 1210 alamayınca Technics SL-D21 almıştım hala 1210 içimde uhdedir. İstanbul'da gittiğim tanıdık klüplerde kurcalamama izin verilince hala çok mutlu olurum, birde forumdan Hakansm'ın pikabına yaptığım modifikasyonlar sayesinde biraz kurtlarımı döktüm sayılır -Babamın bana aldıkları hariç hiç sıfır pikabım olmadı diyerekten aldığım Sony PS-LX 76 ne yazık ki çok basit bir pikaptı kısa bir süre kullanıp bir arkadaşıma hediye ettim. Bu pikaptan ülkemize 80 adedin ithal edilmesinde azda olsa benimde katkım olmuştur herhalde Sony'nin başının etini yiyerek. O dönemin Sony Eurasia hifi bölümü müdürü Türk vatandaşı bir abimizdi. Başta o ve buradaki bir kaç müdür sayesinde çok fazla insan çok ucuz fiyata basitte olsa sıfır pikap alabilmişti.- Sansui P-1000 elimden 5 tane kadar geçti, hala bir tanesi duruyor, pikaplar konusunda öğrendiğim bir çok şeyi bu ucuz pikaba borçluyum.-Yine eskicide görüp aldığım bir Pioneer PLL-720 bir süre kullanıp tamamen dağıtıp yeniden toplamıştım. Hayatına Direkt Drive olarak başlayıp Belt Drive olarak devam ediyor ve bir arkadaşımda müzik hayatına devam ediyor- Sonra yine sıfır bir pikap almak isteğim depreşip bu defa ProJect Debut II almıştım, gerçekten çok güzel günlerimin geçtiği bir pikaptı, kendi pikabımı yapınca satmaya karar vermiştim ama sonra müstakbel eşime verdim, yakında yine eve geri dönüyor, pardon evimize geliyor- İlk pikap denemem Kybélé Mark I, çok zor ayar tutan büyük ölçüde gimbal sayılabilecek şimdi bakınca nasıl çalıştığına benim bile hayret ettiğim absürd kolu ve daha sonraları problem çıkartan motoruna rağmen ilk göz ağrım idi-Şu an kullandığım Michell Gyrodek Bronze Edition ve SME Series V, herhalde yeni pikabımı alsam bile uzun zaman bende kalacak- Michell geldikten sonra eski Kybélé projesinin daha gelişmiş bir versiyonunu yaptım. Bu defa kendi yapmaya çalıştığım kolun yerine tamamen elden geçmiş SME 3009 M.II ve büyük ölçüde özgün modifikasyona sahip SME Series III kullanarak 2 kola sahip, motor problemini bir şekilde çözdüğüm (iki farklı pikap motoru ile ayrı bir wheel kullanarak platter'ı döndürerek daha stabil ama 3 kat gürültülü bir motor elde ettim. Aslında bunu VPI HRX'ten arakladığımı açıkca yazmalıyım herhalde) eski versiyonda çıkma olarak kullandığım platter'ın yerine bu defa cam bir platter kullandım ve eski bearing yerine Gyrodeck'in eski bearing'ini kullanıyorum, doğrusu ses performansı fena değil ama bunda pikaptan ziyade kullandığım kolların etkisi olduğunu söylemeliyim.-Son olarak yaklaşık 3 senedir üzerinde bir şekilde çalıştığım son pikap projem var. Pikabın yapımı bir şekilde durdu, kullanmayı planladığım ve bir sürü probleminin çözülmesi gereken diy tanjansiyel kolun yapımına ara vermek durumunda kaldık şu an sadece standart bir RB-300'ün gövdesi ve armtube'ünü kullandığım ve Michell'in modifikasyonuna benzer bir çalışma yaptığım proje devam ediyor, muhtemelen bu pikabın bitmesi istediğim pikabı almamdan daha zor bir olasılık-Tabii bunlar haricinde satın almadığım ama gerek tamir gerekse de modifikasyon amaçlı bir sürü pikap geçti elimden. Binbir çeşit Dual ve onların türevleri, Sondek LP-12'ler, çeşitli Michell'ler, bir sürü ProJect, Rega ve daha başkaları. Dolayısıyla bir sürü kol ve diğer ıvır zıvırlar.

En basitinden en pahalısına çok güzel cihazlar bunlar ve insanı gerçekten çok mutlu ediyorlar tabii bunu Dual yada o dönemin diğer markalarının pikaplarının mekanikleri ile uğraşırken söylemek çok zor ama... Hızımı alamayıp bu kadar yazdım ama ben hifi'dan çok pikapları seviyorum galiba.