Plak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Plak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Clockwork Orange Plak



Kubrick'in Clockwork Orange (Otomatik Portakal) filmini çok severim. Sevdiğim filmlerin müziklerini toplamaktan da büyük keyif alırım. Müzikleri dinlerken filmden sahneler aklıma gelir ve bu çok hoşuma gider. Tabii bunları yazmak için Clockwork Orange ne denli doğru bir örnek, bu ciddi bir soru işareti. Özellikle de filmi seyreden çoğu insan unutmaya çalışırken...

Filmin müzikleri elimde plak formatında çok uzun zamandır elimde var. Bendeki plak Fransız baskısıydı. Bir arkadaşımın hediyesi olduğundan benim için ayrıca değerli. Ancak Amerikan baskısına da "denk geldiği taktirde" hayır diyebileceğimi pek düşünmüyordum.



Geçenlerde Sigma Ses'ten gelen bir mesajı sitemizde yayınlamıştık. Tabii ki hemen ilgili sayfaya gidip inceledim. Daha ilk ürün Clockwork Orange plağıydı ve ilk işim sevgili Asım Bey'e bunu bana ayırın demek oldu. Geçen gün plak elime ulaştı ve keyfim son derece yerinde.

Buradan çıkacak sonuç nedir derseniz hemen açıklayayım. Asım Bey, kendi deyimiyle iflah olmaz bir klasik müzik dinleyicisi. Belki bu tarz bir plağın bu sayfalarda denk gelmeyeceğini düşünürsünüz ancak plak meraklılarının bildiği bir şey vardır. En aklınıza gelmeyecek yere bile göz atın, şaşırabilirsiniz.

Zeki Müren Saklı Kayıtlar 2 -1960-1984 Plak


Seçil'in Zeki Müren'i çok sevdiğini artık tüm okuyucularımız biliyorlardır. Plak alışverişlerimizde denk geldikçe Müren'in plaklarını alırız. Hatta geçmişte yani plak fiyatlarının ülkemizde uçmadığı dönemlerde ben çok sağlam bir 45'lik arşivi edinip kenara koymuştum. Son dönemlerde Zeki Müren sevenler bayram ediyorlardır sanırım. Bu basılan 3. Zeki Müren plağı. İki plak Saklı Şarkılar serisi olarak, diğeri ise Gözlerin Doğuyor Gecelerime adıyla farklı bir plak firmasından basılmıştı. Serinin ilk plağını edinip hemen mercek altına almıştık. İsterseniz buradan okuyabilirsiniz. Aradan çok uzun süre geçmeden Bayar Müzik ikinci plağı Türk Sanat Müziği seeverlere sundu. İkinci plağın tam adı Zeki Müren Saklı Kayıtlar 2 -1960-1984. Serinin yeni üyesi, kimsenin hayır diyemeyeceği türden. Bu müziğe gönül veren meraklıların yanında benim gibi sadece rakı sofraları dolayısıyla ucundan köşesinden bir şeyler öğrenenlere hitap edecek bir içerik söz konusu. Seçil sayesinde son bir kaç yıldır hızlandırılmış bir TSM kursu görmemin bildiğim şarkı sayısında bir artışa sebep olduğunu söylemem lazım. Haydi şarkı listesine bir göz atalım.

01.Hicaz Saz Semaisi
02.Bir Bahar Akşamı
03.Enginde Yavaş Yavaş
04.Hicaz Klarnet Taksimi
05.Söyleyemem Derdimi
06. Erkilet Güzeli Bağlar Bozuyor
07.Nihavent Peşrev
08.Bir Demet Yasemen
09.Yıldızların Altında

01.Nihavent Ud Taksimi
02. Huysuz Ve Tatlı Kadın
03.Küçük Suda Gördüm Seni
04. İnleyen Nağmeler
05.Segah Saz Semaisi
06.Tuti Mucize
07. Dil Harab-ı Aşkımın Sesi
08. İndim Havuz Başına
09. Hüzzam Kanun Taksimi
10.Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lambası

Gördüğünüz üzere şarkı listesi son derece keyifli. Benim şahsi favorilerimden birisi olan Enginde Yavaş Yavaş'ı Zeki Müren'in sesinden plaktan dinlemek büyük keyif oldu. Bu kez plağın içeriğinin zengin olmasının yanında, şarkıların sıralaması da başarılı olmuş. Şarkıların dizilimi sayesinde durağanlık azalmış. Ancak sevindirici iki önemli gelişme var.



Bunlardan ilk sevindirici şey şu, serinin ilk plağının eleştirisinde plağın açılır kapaklı olmamasına üzülmüştük. Sanki sesimiz duyulmuş (belki de yazımız okunmuştur) bu kez plak açılır kapaklı. İkinci sevindirici şey, ses kalitesinin ilk plağa kıyasla çok çok iyi olması. Plağı ilk dinleyişimizde sevgili Tolga'da vardı. Üçümüzün de şaşırdığını söylemeliyim. Plağın yeniden baskısı için mastering çalışması son derece başarılı. Kimin emeği geçtiyse ellerine sağlık diyelim.

Albüm fiyatı yaklaşık 30TL'nin biraz üzerinde. Plak tahminen çok adetli basılmamıştır. Hal böyle olunca Zeki Müren ismi, sizin için bir şey ifade ediyor ve plak sahibi iseniz bu plak kesinlikle kaçmamalı. Şiddetle tavsiye edilir.

Bir Plak Fuarından


The Philadelphia Record Exchange sırasında çekilmiş bir fotoğraf. Fotoğraf, Flickr'dan FourthFloor nickli kullanıcıya ait.

Plak ve İğne


Yukarıdaki fotoğrafı bir arkadaşım gönderdi. Flickr'dan Slantsixx isimli bir kullanıcı çekmiş. Çok hoşuma gitti. Sizlerinde böyle fotoğrafları varsa, bana iletişim bölümümüzden gönderebilirsiniz.

Magma - Üdü Wüdü LP


Magma, herhalde Fransız progresif rock toplulukları içerisinde en önemli olanlardan bir tanesidir, hatta belki de en önemlisidir. 1969 yılında kurulan topluluğun kurucusu ve topluluğun beyni Christian Vander'dir. Vander, aslında klasik müzik eğitimi almış bir müzisyen olmasına rağmen, daha çok caz müzikten etkilenmiş. Bu arada Vander, ünlü Fransız piyanist Maurice Vander'in üvey oğlu ve soy ismi ondan geliyor. Vander, genç yaşlarında kafasını gelecek ile bozuyor ve kafasındaki anlatmak için yöntemler arıyor. Ancak kullandığı araç sadece müzik değil.

Bunun için sanal bir evren tasarlamaya başlıyor. Örneğin Lovecraft veya Tolkien gibi. Ben şahsen bu konsepti çok severim ve Lovecraft evreninin özellikle fanatiğiyim diyebilirim. Tabii ki Vander'in yaklaşımı ne Tolien kadar edebi, ne de Lovecrat gibi karmaşık. Hoş tabii ki, Magma yolundan giden sanal evreni son derece genişlettiler bu da bir gerçek.

Vander'in fantazyalarının temelinde, Kobaïa gezegeni var. Gezegenleri yok olan halkın diğer dünyalara yolculukları müziğin temelini oluşturuyor. Tabi Kobaïa'lılar dünyaya yola çıktıklarında insanlarla ve kendi aralarında sorunlar yaşıyorlar ve bu hikayeye giriş 1970 yılında yayınlanan Magma albümünde anlatılıyor. Bu albüm daha sonra Kobaïa olarak yeniden basıldı. Vander, bu hikayeyi daha ilgi çekici kılmak için Kobaïan (Kobaïa'ca diyelim) adında bir dil yaratıyor. Büyük ölçüde Almanca ve Slav dillerinden örnek alınarak ortaya çıkan dilde, müzikal bakış açısından bazı yapı değişiklikleri de yapılmış. Şu an itibarı ile bu dili kullanarak müzik yapan topluluklarında katkıları ile bir dil olmak aşamalarında büyük adımlar atılmış. Mantık, kelime kelime anlatmak yerine Japonca gibi dillerde olduğu gibi belli kelime -hatta heceler- ile bir duygu hali veya düşüncenin anlatılması esasına dayanıyor. Oturup Kobaïa'ca üzerinde araştırmalar yapan delilerde yok değil.

Magma'nın müziğinde vokal bölümlerindeki birinci etki Carl Orff. Özellikle 1973 yılı albümleri "Mekanïk Destruktïw Kommandöh"de kullanılan vokal tarzı ile Magma'nın  ilerleyen albümlerindeki vokal sistemi oturtulur. Orff haricinde "Béla Bartók" ve "Igor Stravinsky" etkilerinden söz etmek mümkün. Ancak asıl etkilenme caz müziğinin önemli ismi John Coltrane'dir. Hatta bazı albümlerde ona atıflara da rastlamak mümkündür. (1)


eBay'den denk gelip aldığım 1976 Tomato baskısı. Normalde 40 Euro civarlarına satılan plağı 6 Euro gibi bir fiyata almak çok önemli bir şans oldu. Allah satıcıdan razı olsun

Gelelim üdü Wüdü albümüne. 1976 yılında yayınlanan albüm bir şekilde basçı Jannick Top'un solo projesi gibi görülebilir. Zaman açısından albümün büyük bölümünü Top'un besteleri kaplar. Özellikle plağın ikinci yüzünü kaplayan "De Futura"ya göz atarsak bu durumu daha iyi anlarız. Albümün şarkı listesi şu şekilde;

A Yüzü
1. "Üdü Wüdü" – 4:10 (Christian Vander)
2. "Weidorje" – 4:30 (Bernard Paganotti; Klaus Blasquiz)
3. "Troller Tanz (Ghost Dance)" – 3:40 (C. Vander)
4. "Soleil d'Ork (Ork' Sun)" – 3:50 (Jannick Top)
5. "Zombies (Ghost Dance)" – 4:10 (C. Vander) (2)

B Yüzü
1. "De Futura" – 18:00 (J. Top)
Meraklısına küçük bir note, Seventh Records tarafından yayınlanan Üdü Wüdü CD baskısında "Ëmëhntëht-Rê" albümünden bir ön izleme de eklenmişti. Özellikle Studio Zünd içeriğinde böyle sürprizlere denk gelmek mümkün.

Şimdiye kadar basılan Üdü Wüdü plaklarının ayrıntılarını sıralamak gerekirse; (Basan plak şirketi - kod - ülke ve baskı yılı)

- RCA FPL1-7332 İngiltere 1976
- Utopia/RCA FL 11730, BUL 1-1730 Almanya 1976
- Tomato 9239-6001 Kanada 1976
- Utopia/RCA BUL 1-1730 Fransa 1976
- Decal LIK 18 UK 1988 Yeniden Baskı
- Tomato TOM-6001 Amerika Baskı Yılı 1976

Albümden bilgilere bir göz atmak gerekirse; ekip; Christian Vander davul, piyano, klayve, perküsyonlar. Jannick Top - bas, üflemeli aranjmanları, vokal ve sintisayzırlar (3) Klaus Blasquiz, vokal, perküsyon. Alain Hatot - saksafon, flüt. Patrick Gauthier - piyano, sintisayzırlar. Bernard Paganotti - bas, vokal. Stella Vander (4) - vokaller. Lisa, Lucille Cullaz ve Catherine Szpira vokaller.

Peki bu albümün bende takıntı olmasının sebebi nedir sorunun cevabını gelirsek. Albümdeki iki şarkı bu noktada ön plana çıkıyor, "Soleil d'Ork" ve "De Futura" De Futura gerçekten önemli bir nokta. Müzik eleştirmeleri tarafından progresif rock ile Zeuhl müzik arasında kurulan önemli bir köprü olmasının yanında bana göre özellikle 1980'lerde ortaya çıkan "Heavy Metal" müzik alt türleri içinde önemli bir yapıtaşı. Hatta çok daha ekstrem müziklere  açılan çok mühim bir kapı olarak addetmek mümkün.


İkinci ilginç konu, olaya hakim gözlerin kapakta görebilecekleri. Yukarıda ayrıntısını gördüğünüz kapakta normal koşullarda melek ve şeytan var diyebilirsiniz. Ancak resmedilenin klasik bir şeytan figürü değil Baphomet olduğunu, çizimin Eliphas Lévi orijinal çizimine asıl alınarak yapıldığını ve "Solve et Coagula" düsturunu simgeleyen el işaretlerinin unutulmamış olmaması meraklı gözlerden kaçmıyor. Magma'nın müziğine dikkatlice baktığınızda "Hermetik Altın Şafak" etkilerini de görebilmek mümkün.

Aşağıdaki videoda "De Futura"nın 1977 yılında Fransız devlet televizyonunda canlı çalınan müthiş bir versiyonunu seyredebilirsiniz.

(1) Örneğin 1974 yılı albümü Köhntarkösz'de "Coltrane Sündïa" şarkısı gibi (2) Magma bu albümden "Zombies" ile Attahk albümünden "Rinde" karışımından "Ëmëhntëhtt-Rê" albümünde bir kompozisyona yer verilmiş. (3) Synthesiser'ın Türkçesini yazınca çok acayip oluyor. (4) Tahmin edebileceğiniz gibi Christian Vander'in eşi.

Stockfish Plak Basım Videoları



 Alman Stockfish firmasının plak basma işlemi ile alakalı hazırlanmış olduğu 2 video. Ne yazık ki videolar Almanca ancak bu dili bilmeseniz bile görüntülerden ne işlemler yapıldığını anlayabilmek çok zor olmuyor. Videolarda kullanılan şarkılar, Paul O'Brien & Uli Kringler Trio. Hoşunuza giderse hem plak hemde SACD formatında albümleri Stockfish'ten yayınlanmış ve ülkemizde bulunabiliyor.

 

01 - 09 Ocak 2011 TOP 10


1- Electric Masada : At The Mountains Of Madness 2xCD (Tzadik Records 7352-2) *
2- Naked City - Naked City CD (Nonesuch 79238) *
3- The Who - A Quick One LP (Classics 593) -yeniden baskı 150Gr-
4- Timuçin Şahin - Bafa CD (AK Müzik – AK 918-2)
5- Steve Lacy - Eric Watson - Spirit Of Mingus CD (Freelance FRL-CD 016)
6- The Jimmy Giuffre 3 - Hollywood & Newport 1957-1958 CD (Fresh Sound Records FSR-CD 354)
7- Dagmar Krause - Supply and Demand: Songs by Brecht/Weill and Eisler LP (Hannibal Records)
8- Magma - Üdü Wüdü CD (Seveth Records Studio Zeuhl Box)
9- Elend - Winds Cycle 3CD (Holy Records Box Set) *
10- E Tu Vivrai Nel Terrore CD (Black Widow Records BWRCD 025-2) *

Bu haftaki liste biraz karman çorman. Her telden çalıyoruz. Sevenlerine Elend'in  Winds Cycle üçlemesi Holy Records tarafından birazcık da olsa indirimle meraklılara sunuldu. Üçleme, Winds Devouring Men, Sunwar the Dead ve A World in Their Screams albümlerinden oluşuyor. Fransa'dan kargo biraz tuzlu ama yapacak bir şey yok.

Magma'nın Üdü Wüdü plağını uzun araştırmalar ve sabırlı bir bekleyişin ardından sonunda satın almayı başardım. İlk baskı hemde:) Plak gelmeden CD'yi bol bol dinledim. De Futura takıntımı bilen biliyordur zaten. Kulaklarının pasını silmek isteyenler buraya buyursun.

Haftanın gaz şarkısı: Satyricon King. Muhtemelen herkesin bilgisayar başında çalışırken gaza gelmek için dinlediği şarkıları vardır. Benim bu haftaki gaz şarkım Satyricon'dan King oldu. Evde biraz zor dinlerim ama, sadece iş için!

bonus: Son House - Father of the Delta Blues 2 adet LP Bu plağı seneler önce dinlemiştim ancak satın almak 2011'de mümkün oldu. Pure Pleasure, öyle bir baskı yapmış ki, söylenebilecek hiç bir şey yok. Gelecek günlerde ayrıntıları bloğuma yazarım.
*işaretli albümler her bünyenin kaldıracağı türden değil. Aman dikkat!

Dagmar Krause ve Weimar Şarkıları


Dagmar Krause, benim tanışır tanışmaz çok sevdiğim ve keyifle dinlediğim Alman bir şarkıcı. 1950'de doğan Krauze muhtemelen en çok  Slapp Happy, Henry Cow ve Art Bears gibi avant-rock'larında yaptığı çalışmalarla tanınıyordur. Zaten bu isimlere Stereo Mecmuası'nda da, kendi bloğumda da fırsat buldukça yer vermeye çalışıyorum. Onun diskografisini inceledikçe solo çalışmaları benim çok ilgimi çekti ve bu çalışmaların peşine düştüm. Nasıl ilgi çekmesin ki, solo çalışmalarında; Bertolt Brecht, Kurt Weill ve Hanns Eisler gibi isimlerin şarkılarını yorumlamıştı.

Dagmar Krause, Hamburg'ta doğmuş. Çok erken sayılabilecek bir yaşta (14) çeşitli kulüplerde şarkı söylemeye başlamış. 1968 yılında o dönemin özgürlük rüzgarlarının da etkisiyle protest gruplarda yer almaya başlamış. Bu dönemler Almanya için çok zor günler. Soğuk savaşın en yoğun şekilde hissedildiği, 2 Almanya'nın ayrı olduğu bir dönem. Daha 1970'lere gelinmeden kendisi gibi şarkıcı olan Inga Rumpf ile birlikte bir plak yaparlar. Bu plağın da peşindeyim. Bir yüzünde Krauze diğer yüzünde ise Inga Rumpf ağırlıklı olarak şarkı söylüyor. Plağın adı I.D. Company, isminden anlaşılacağı gibi Inga ve Dagmar'ın isimlerinin ilk harflerinden oluşuyor. Bu plağın en önemli özelliği Dagmar'ın avant-garde sahnesine girişini sağlamasıdır. Bu plak çeşitli açık arttırma sitelerinde 100 Euro'nun üzerinde fiyatlarla bulunabiliyor. Pahalı ancak her zaman denk gelmenin bir yolu vardır.


Uzun süren arayışından ardından edindiğim Henry Cow In Praise Of Learning plağı

Hamburg, 60'larda ve 1970'lerde Avrupa müziği için çok önemli bir kent. Hem son derece özgür bir kent hemde her açıdan bir sürü imkan var yani bulunamayacak hiç bir şey yok. Karışık bir cümle oldu ama ne anlatmaya çalıştığımı eminim ki, çoğunuz anlamışsınızdır. Hal böyle olunca her türden en deneysel en uçuk müzisyenler ve hatta sanatın her dalı ile ilgilenenler Hamburg'ta dünya üzerindeki cennette gibiler. Dagmar'ın hayatı İngiliz müzisyen "Anthony Moore" ile evlendiğinde değişiyor. Damar, Moore ve Amerikalı arkadaşları Peter Blegvad ile beraber "Slapp Happy"i kuruyorlar. Slapp Happy'nin müziği son derece karmaşıktır. İçerisinde her türden karmaşa bulunuyor. Sözler son derece sembolisttir, müzik ise bunun tam tersine pop öğeleri içerir. Yani değişik bir karışımdır. İlk iki albümleri olan "Sort Of" ve "Slapp Happy", Alman Polydor firmasından yayınlanmıştı. Bu iki albümü edinmek biraz zor. Ancak "Recommended Records" daha sonraki dönemdeki plaklarını bastığından edinmek biraz daha kolay. Yine de standart bir plak ve CD'ye göre en az 4-5 kat fazla para vermek zorundasınız.

Neyse 1974 yılında Slapp Happy, yine arkadaşları olan Henry Cow ile birleşir. Ortaya çıkan karışım -anlayana- son derece sert politik söylemleri olan avant-rock müziğidir. Birlikte iki albüm yayınlarlar, "Desperate Straights" (1974) ve benim çok sevdiğim "In Praise of Learning" (1975) Bu noktada İşler karışır, Anthony Moore ve Peter Blegvad, Henry Cow bünyesine katılmaktan pek mutlu değillerdir. Ayrılmaya karar verirler. Tam bu esnada Krause çok önemli bir karar verir ve müzik yaşamına Henry Cow ile devam eder. Bence de bu durum çok hayırlı olmuştur.

Krause'nin Henry Cow ile devam etmesi, topluluğun müziğini bir çıta yükseltir. Bu kombinasyın Avrupa dinleyicisinden de iyi tepkiler alır ve sonu gelmeyen turlar başlar. 1977 yılında turlar sırasında hastalanan Krause, artık yeter der ve Henry Cow'dan da ayrılır. Ancak tur sonrasında "Hopes and Fears" albümde yine vokalleri o yapacaktır. (2)


Tank Battles: The Songs of Hanns Eisler CD'si. Voiceprint Records baskısı.

Her işte bir hayır vardır deriz ya, tam anlamı ile böyle bir olaydır Dagmar'ın Henry Cow'u terk etmesi. Krause bu dönemde Weimar Dönemi kabare dünyasına el atar. Weimar Dönemi veya daha doğru bir tabirle Weimar Cumhuriyeti 1919'da Almanya'da monarşi (İmparatorluk) dönemi idare tarzından cumhuriyete geçis dönemi için kullanılır. 1919'da ilk Dünya Savaşında yenilen Almanya'da yaşanan bir nevi devrimdir. Weimar Cuhuriyeti, 1933'lere kadar yaşar. Bu dönemde Adolf Hitler ve onun NSDAP partisi iktidara geçince tarihçiler Weimar Cumhuriyetini sonlandırırlar. İsterseniz bu konuya fazla girmeyeyim. Beni yakından tanıyanlar bu konuyu sayfalarca yazacağımı biliyorlar. Konuyu dağıtmadan devam edeyim.

Weimar Cumhuriyeti döneminde Bertolt Brecht çok önemli bir isim. Bertolt Brecht tam ismiyle Eugen Berthold Friedrich Brecht, çok önemli bir şair, tiyatro yönetmeni ve oyun yazarı. Onu günümüzde de çok önemli kılan şey aynı zamanda hem çok dramatik hemde oyunculuk ve seyir zevki açısında çok gösterişli oyunlara imza atabilmesidir. Muhtemelen 20 yüzyıl tiyatrosuna en önemli katkıları yapmış isimlerden bir tanesidir. Çalışmlarında ise müzik konusunda "Kurt Weill" ve "Hanns Eisler" ile birlikte çalışmıştır. O dönemlerde bu birliktelikten doğan bir çok şarkı Almanca'nın yanında farklı dillerde seslendirilmiştir. İşte bu dönem Krauze'nin ilgisini çekmiştir. Bu gayet normal, bir yanda Bertolt Brecht şiirleri, diğer yanda Weill ve Eisler besteleri. Tabii Weill ve Eisler'in kendi şiirleri de var. Bence bir çoğu inanılmaz sözlere ve müziklere sahip. Zaten uzun zamandır bu şarkıları dinleme sebebim bu. Krause'nin bir yanda politik duruşu, müthiş sesi, diğer yanda harika şiir ve besteler. Bundan daha iyi bir kombinasyon sanırım bulmak zor.


Dagmar Krause - Supply and Demand CD'si. Voiceprint Records baskısı.

Dagmar'ın kendi iki solo albümü var. Bu albümlerin iki farklı baskısı var. Göz atmak gerekirse;

- Supply and Demand: Songs by Brecht/Weill and Eisler (1986, LP, Hannibal Records)
- Angebot und Nachfrage (1986, LP, Hannibal Records) – Supply and Demand ile birebir olsa da tüm şiiler Almancadır.
-Tank Battles: The Songs of Hanns Eisler (1988, LP, Island Records)
- Panzerschlacht: Die Lieder von Hanns Eisler (1988, LP, Island Records) – Tank Battles içeriğinin orijinal Almanca seslendirilmiş hali.


Uzun zamandır arkasından koştuğum bir plak, Dagmar Krause - Supply and Demand: Songs by Brecht/Weill and Eisler. 2010'un benim için en iyi alışverişi oldu, hem fiyat uygundu hemde plak sealed idi. Bunu en iyi plak meraklıları anlar

Yukarıdaki plaklar inanılmaz yüksek tutarlara satılıyorlar. Hele Almanca olanlarını bulabilmek çok güç. Ben 2010 senesini kapatırken Supply and Demand'ın plağına son derece makul bir fiyata denk geldim ve satın aldım. Benim için 2010 senesinde satın aldığım en değerli şeylerden bir tanesi Supply and Demand'ın plağıdır. Bunun en önemi sebebi plağın "sealed" olmasıydı yani açılmamış. 1986'dan bugüne geçen 24 yıl sonra ilk kez plağın jelatini ben açtım. Bunun için çok daha fazlasını ödemeye hazır bir sürü insan olduğuna eminim ama plak merakı işte böyle bir şeydir, bol bol şans gerekir. (3) Yazdığım gibi plakların Almanca versiyonlarını edinmek çok çok zor. Tabii ki bir çözüm var. Voiceprint Records her iki albümün Almanca ve İngilizce içeriklerini birarada sunan CD'leri basmıştı. Ancak firmanın el değiştirmesi sebebi ile CD'lerde son derece zor bulunuyorlar ve oldukça pahalılar. Bu durumda 4 albümü plak formatında almaktansa 2 CD almak daha ucuza denk geliyor. Ancak 2 CD'nin tutarı nakliye ücreti ile birlikte yaklaşık 100 Euro'nun üzerine çıkabilir. Ne yazık ki büyük tutarlardan bahsettiğimin farkındayım ancak tüm dünyada az sayıda dinleyicisi olan müzik tarzlarında bu durum çok sık yaşanıyor. Bu arada CD'nin koleksiyonu olmaz diyenlere de bir selam gönderelim. Popüler müziğin tabii ki koleksiyonu olmaz ama nadir basılan veya plak şirketleri batmış albümlerin değerlerine bakarsak onları birer koleksiyon metası olarak değerlendirebilmek mümkün.

Bu senenin (2011)  ilk yazısını sonlandırmak için güzel bir video seçtim. Dagmar Krause bir Weill bestesini seslendiriyor,  "Surabaya Johnny"


(1) Haydi bir ipucu. Amerikalı plak satıcıları, bazen ellerinde çok plak olduğundan hiç beklenmedik plakları hiç beklenmedik fiyatlara satabiliyorlar. O yüzden Avrupa kaynaklı nadir albümler için okyanusun öbür tarafına dikkatli şeklide bakmak gereklidir.
(2) Henry Cow diskografisini edinmek isteyen okuyucularım Recommended Records tarafından yayınlanan "40th Anniversary Box Set"lere göz atabilirler. Tüm albümler ve single'ları içeren 3 kutudan oluşan setin her bir kutusu 100 Dolar civarında. Toplamda 300 Dolar gibi bir tutar ortaya çıkıyor ancak bunları plak olarak almak isteyen bir kişi bunun 10 katı fazlasını ödemek zorunda kalabilir. Bazı Henry Cow albümleri çok ciddi paralara el değiştiriyor. (3) Seçkin'in kulakları çınlasın. Alım operasyonundaki desteğin için çok teşekkürler.

Elektron Mikroskop Altında Plak İzleri


Yukarıdaki fotoğraf nedir? Haydi tahmin edin, ay yüzeyi filan değil :) Yukarıdaki fotoğraf, bir plak izi. Rochester Üniversitesinde araştırmacı olarak çalışan Chris Supranowitz elektron mikroskobu altında bir plak yüzeyini 1.000 kez büyüterek, kendi geliştirdiği yazılımla görüntüyü keskinleştirmiş. Bu arada yukarıdaki izler Led Zeppelin IV plağından!

Cidade de Deus (Tanrı Kent) Soundtrack Plak


Hayatım boyunca monitör karşısında olduğumdan, kendi özel zamanlarımda ekrandan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışırım. Bir film seyredeceğim zaman uzun uzun araştırır, seveceğimden mutlaka emin olduğumda seyrederim. Bu durumu bütn gün bilgisayar karşısında çalışan okuyucularımız varsa çok iyi anlayacaklardır. City Of God (orijinal adı Cidade de Deus- Tanrı Kent) filminin konusunu okuduğumda tam benim sevdiğim tarz bir film diyerek DVD'sini almıştım. Gerçekten yükselen Güney Amerika sinemasının güzel örneklerinden bir tanesi bana göre. Ancak konusu pek yenilir yutulur değil.

Brezilya'nın meşhur Rio de Janeiro kentini güzelleştirmek ve suç oranını düşürmek için kentin dış semtlerinin yeni alanlara taşımak gibi son derece zeka ürünü bir proje başlatılıyor. "Cidade de Deus" oluşturulan gettolardan bir tanesi. Zaman içerisinde her türlü suçun, uyuşturucunun merkezi haline gelen bu getto'lar ilerleyen yıllarda Rio de Janeiro büyüdükçe, kentin sınırları içerisine dahil olmuş. Bu mahallede yaşanan iktidar hikayesini ana konu olaral anlatan film, bir çok alt parçada karakterlerin özel yaşamlarından kesitler sunuyor. Filmin en önemli özelliği bence senarist de dahil olmak üzere, oyuncularında bu bölgenin insanı olmaları. Film, bir iktidar mücadelesini anlatınca, haliyle şiddet filmin ana konusu haline geliyor. Bu yüzden alıp mutlaka seyredin diyemiyorum, herkesin özellikle de çocuklu ailelerin seyretmekten hoşlanacağı türden bir film değil. Bu arada bir not; geçtiğim ay içerisinde Brezilya ordusu (bakın polisi demiyorum) benzer semtleri temizlemek için tanklar ve helikopterlerin desteği ile bir operasyon başlattı. Sokak sokak süren çatışmalar sırasında dökülen kanın yanında helikopter bile düşürülmüş olması bu gettoların günümüzde ne durumda olduğunu gösteriyor.

Filmin müzikleri ise konuya son derece tezat. Seçilen şarkıların bir çoğu benim hoşlandığım müzik tarzlardan olmasa bile, müziği dinlerken filmden aklıma sahneler geldiğinden yine de keyifle dinliyorum. Geçtiğimiz aylarda EMI'nin Türkiye'ye yeniden plak getirme kararı alması ile birlikte filmin soundtrack albümüne denk gelince hemen satın aldım.Sonuç olarak tam anlamıyla meraklısına diyebileceğimiz bir albüm.

Plak ülkemizde son derece makul bir fiyattan satıldı. Kayıt kalitesi  de hiç fena değil. Albümde Antonio Pinto ve Ed Córtes tarafından hazırlanan şarkılar var. Ayrıca filmde kullanılan müziklerden bir bölümü  de plağa eklenmiş. Plağın içeriği şu şekilde;

1. Meu nome e Ze - Antonio Pinto, Ed Cortes
2. Vida de otario - Antonio Pinto, Ed Cortes
3. Funk da virada - Antonio Pinto, Ed Cortes
4. Estoria da boca - Antonio Pinto, Ed Cortes
5. Na rua, na chuva, na fazenda - Hyldon
6. A Transa - Antonio Pinto, Ed Cortes
7. Metamorfose ambulante - Raul Seixas
8. Nem vem que nao tem - Wilson Simonal
9. Preciso me encontrar - Cartola
10. Alvorada - Cartola
11. Convite para Vida - Antonio Pinto, Ed Cortes
12. No caminho do bem - Tim Maia
13. Morte ze pequeno - Antonio Pinto, Ed Cortes
14. Batucada remix - Antonio Pinto, Ed Cortes

Filmin genelinde kullanılan müziklerin listesinde ise Brezilyalı yerel isimlere ağırlık verilmiş. İlk bakışta bir çok insan için tek tanındık isim James Brown olsa da, ayrıntılara girdiğinizde kulak kabartılması gereken isimlere denk geliyorsunuz. Filmde kullanılan şarkıların bir kısmına dediğim gibi plakta yer verilmiş ancak  tam listeye göz atmak için Wikipedia'dan alıntı yapalım,

* Alvorada - Beste: Cartola / Carlos Cachaça / Hermínio B. Carvalho - Yorum: Cartola
* Azul da Cor do Mar - Beste ve yorum: Tim Maia
* Dance Across the Floor - Beste: Harry Wayne Casey / Ronald Finch - Yorum: Jimmy Bo Horne
* Get Up I Feel Like Being Like (Sex Machine) - Beste: James Brown / Bobby Byrd / Ronald R. Lenhoff - Yorum: James Brown
* Hold Back the Water - Beste: Randy Bachman / Robin Bachman / Charles Tuner - Yorum: Bachman-Turner Overdrive
* Hot Pants Road - Beste: Charles A. Bobbit / James Brown / St. Clair Jr. Pinckney - Yorum: JB's
* Kung Fu Fighting - Beste ve yorum : Carl Douglas
* Magrelinha - Beste ve yorum: Luiz Melodia
* Metamorfose Ambulante - Beste ve yorum: Raul Seixas
* Na Rua, Na Chuva, Na Fazenda (Casinha de Sapê) - Beste ve yorum: Hyldon
* Nem Vem Que Não Tem - Beste: Carlos Imperial - Yorum: Wilson Simonal
* O Caminho Do Bem - Beste: Sergio / Beto / Paulo - Yorum: Tim Maia
* Preciso Me Encontrar - Beste ve yorum: Candeia
* So Very Hard to Go - Beste: Emilio Castillo / Stephen M. Kupka - Yorum: Tower of Power


Filmin en meşhur sahnelerinden birisi. Tüm bunların yaşandığını düşünmek bile ürkütücü!

Angenor de Oliveira, veya tanındığı ismiyle Cartola (1908 – 1980) çok önemli bir müzisyen. Brezilyalı olan müzisyenin şair yönü de var ancak sambanın gelişmesindeki katkılarından dolayı oldukça saygın bir ismi var. Rio de Janeiro, doğumlu müzisyenin gençlik yılları fakirlik içerisinde geçmiş. İlerleyen yıllarda şansın da yardımıyla Breizlya müziğinin en önemli ismi haline gelmiş.

Tim Maia (1942 – 1998), gerçek adıyla Sebastião Rodrigues Maia, Brezilyalı bir müzisyen. Rio de Janeiro doğumlu müzisyen hemen her tarzda şarkı söylemiş. Soul, funk, bossa nova tarzı hareketli şarkılarla liste başarıları da elde eden müzisyen için yazılan çizilenlere göre son derece nüktedan şarkı sözleri, bu başarısında önemli role sahip.

Jimmy "Bo" Horne gerçek ismiyle Jimmie Horace Horne, Jr. 1949 doğumlu Amerikalı bir müzisyen. R&B tarzına yakın bir müzik yapıyor. Günümüzde de son derece popüler olan Horne'un müziklerine her alanda rastlamak mümkün. Son derece garip bir oyun olan Grand Theft Auto'da bile rastlayabilmek mümkün.
Bachman–Turner Overdrive (veya bilindik adıyla BTO) Kanadalı bir rock topluluğu. 1970'lerde son derece popüler olan topluluğun "Let It Ride", "You Ain't Seen Nothing Yet", "Takin' Care of Business" gibi şarkıları rock müzik çalan radyolardan en çok istek alan parçalar arasında.

"Carl Douglas" 1942 doğumlu Jamaikalı şarkıcı. Aslında son derece eğlenceli bir müzisyen. En bilnen şarkısı olan "Kung Fu Fighting" dünya çapında önemli bir hit. Kendisi de dövüş sanatları ilgilendiğinden bir çok filmde müzikleri kullanılmış. Kendisi de amatör olarak bazı filmlerde boy göstermiş. Jamaikalı olup, Uzakdoğu dövüş sanatları ile ilgilenme fikri nasıl ortaya çıkmış bilmiyorum ama Jamaika'lı olduğunu bildiğimizden kafası iyiyken karar vermiştir dersek belki yanlış olmaz. Günümüzde önemli rap müzisyenleri şarkılarının remikslerini söylüyorlar(mış)

Luiz Melodia, veya Luiz Carlos dos Santos 1951 doğumlu Brezilyalı müzisyen ve besteci. MPB (1) türündeki şarkıları ile meşhur olmuş. .1960'larda kulüplerde şarkı söyleyerek başlayan müzik kariyeri 1970'lerde önemli müzisyenlerle birlikte kurdukları "Os Instantâneos" topluluğu ile yükselişe geçip, dünya çapında popülerlik kazanmışlar.

Raul Santos Seixas (1945 –  1989), Brezilyalı rock müzisyeni ve besteci. Ölümünden sonra bile kendisine çok bağlı bir dinleyici ve hayran grubu vardır. Hatta doğumgününde Sao Paolo'da bir geçit töreni düzenlenir. Simyacının yazarı "Paulo Coelho" ile 1970'lerde tanışıp, ezoterik bir grup kurmaya karar vermişler. Daha sonraları Seixas, yüzünü bu konularla alakalı her mantıklı insan gibi "Aleister Crowley"e çevirmiş (2) Hayal ettiği topluluğu kurmayı başarmış. Anarşist yapıya sahip bu topluluk tabii ki, bizimki gibi darbeleri ile meşhur Breizlya'da askeri yönetimin ilgisini çekmiş hem Seixas hem de Coelho, işkenceden nasiplerine düşeni almışlardır. (3)

Wilson Simonal de Castro, Brezilyalı müzisyen. (1939-2000) Özellikle 1960'da ve 1970'lerin başında son derece popüler olmuş. 1970'lerde Brezilya'da hüküm süren darbe hükümetleri ile işbirliği yaptığı dedikoduları yüzünden önce müzik kariyeri inişe geçmiş. Albüm yapmaya devam etmiş ama 1960'lardaki başarısını bir daha asla kazanamamış. Gerçekliğini buralardan takip etmek güç ama sol kanat müzisyenleri tarafından sevilmediğini görmek için Brezilyalı olmaya pek gerek yok:)

"Tower of Power" ise Amerikalı bir topluluk. R&B, soul ve funk esintileri taşıyan bir müzik yapıyorlar. Topluluğun çok uzun süren müzik yaşamı boyunca en dikkat çekici özelliği orkestranın üflemeli bölümü. Zaman içerisinde Monkees, Santana, Elkie Brooks, Cat Stevens, Elton John, John Lee Hooker, Rufus, Rod Stewart, Jefferson Starship gibi isimlerle çalışmışlar. Tower of Power'ı bir bakıma büyük orkestralar sınıfına sokanlarda mevcut.
(1) Música Popular Brasileira, Brezilya Popüler Müziği

(2) Bu topluluk Crowley'in "Liber AL vel Legis" yani Kanun kitabına uygun şekilde kurulmuş. Kitap ile alakalı ayrıntılı okumalar için -ki pek tavsiye etmem- internetten faydalanabilirsiniz. Kitap elektronik olarak bulunabiliyor.Bu arada kitabın 1920'lerde basılan örneklerinin fiyatları inanılmaz. Plak toplamak, kitap koleksiyonculuğunun yanında gerçekten ucuz bir uğraş :)


(3) Raul Santos Seixas'dan bahsederken, "Ney Matogrosso" ismi aklıma geldi. Son derece acayip bir ses rengine (sopranino) sahip olan Brezilyalı müzisyeni bundan seneler önce son derece ilginç müzik bloglarını takip ederken tanımıştım. Özellikle 1970'lerde Brezilyalı "Secos e Molhados" topluluğunda vokalist olduğu dönem ve topluluktan ayrıldığı dönemde yaptığı albümler muhtemelen dünyanın dört bir tarafındaki rock özellikle de glam severler için kutsal kase niteliğinde. Acayip kıyafetleri ve İngilizce çevirilere göre son derece garip sözleriyle, garip Güney Amerika müziklerine ilgi duyanlar varsa, mutlaka göz atılması gereken bir isim. Bu arada uzun zamandır bahsettiğim bloglara göz atmıyorum, umarım kapanmamışlardır.



King Crimson - In The Court of the Crimson King 200 GramSuper-Heavyweight Faciası



Geçtiğimiz günlerde King Crimson'ın efsanevi albümü "In The Court of the Crimson King"in yeniden baskısından burada bahsetmiştim.  Muhtemelen İngiliz rock müziği denildiğinde ilk akla gelen albümlerden bir tanesi olan bu önemli albüm tam 10 günde hazırlanmıştı. Özel baskı plağın remaster aşaması, toplululuğun gitaristi ve bir nevi beyni diyebileceğimiz Robert Fripp gözetiminde, orijinal analog bantlardan yapılmıştı. Dünya çapında 12.000 adet basılan özel baskı 200 Gram Super-Heavyweight Vinyl'e basılmıştı. Buraya kadar her şey yolunda.

Bende kendi elimdeki baskıyı değiştirmek amacı ile özel baskı plağı almayı planlıyordum ki, sağolsun Cihangir Mendi benim içinde Amerika'dan bir kopya getirtmiş. Plağı bana verirken, baskı da bir sorun var sanki, belki benim pikabımdan kaynaklanıyordur dediğinde olayın üzerinde hiç durmadım. Ancak dediği gibi baskı tam anlamıyla facia. Bu kadar önemli bir albümün, bu denli özel baskısından beklemeyeceğiniz kadar kötü. ADA plak şirketi tam anlamıyla batırmış. 2 farklı pikapta dinlediğim albümü, neredeyse ezbere bildiğimden eski baskılarına göre durum vehametini anlamak için "altın kulak" olmaya gerek yok!

Albümü plak formatında almak isteyenler 200Gr Super-Heavyweight Limited Edition'dan kesin ve kati uzak dursunlar. Albümün plak versiyonunu edindiğinize sevinemediğiniz gibi, remaster işlemini yapanlara da küçük çaplı bir serzenişte bulunacağınıza eminim. Plağa verilen ve nakliyesi için ödenen paraya yazık. Ben üzerime düşeni yapıp, uyarımı yapmış olayım...

Jeff Buckley Hayatı, Grace Albümü, Music On Vinyl Baskısı Plakİncelemesi, Kısacası Bir Jeff Buckley Hikayesi.


Bu yazımda Jeff Buckley'in Grace albümüne Music On Viny plak firmasının yaptığı baskıyı incelemek istiyordum. Ancak Jeff Buckley çok sevilen bir müzisyen olmasına rağmen, dilimizde çok kapsamlı bir biyografisi bulunmadığından, ilk önce yaşamından bahsetmek istiyorum. Yazı biraz uzun olabilir ama keyifle okuyacağınızı umuyorum. Lafı uzatmadan olaya girelim.

Jeff Buckley veya tam adıyla Jeffrey Scott Jeff Buckley 1966'da doğup, 1997'de ölen Amerikalı şarkı sözü yazarı, şarkıcı ve gitarist. Müzik kariyerine Scotty Moorhead başlayarak daha sonra kendi adıyla tanındı. babası "Tim Buckley", çok iyi tanınan önemli bir müzisyendir (1) Tim Buckley'de erken yaşında, 28 yaşında öldü ne yazık ki. Buckley ailesinin kaderi bu belki de, kim bilir?

Buckley'in müziğine baktığımızda, normal yaşantısı olan bir insanın yapabileceği tarzda olmadığını söylemek mümkün. Bu yüzden ailesine biraz yakından bakmalıyız. Buckley'in babasının zaten tanınan bir müzisyen olduğunu söylemiştik ancak annesi de bir göz atmalıyız. Kökenleri Panama kanalı bölgesine dayanan "Mary Guiber", Yunan, Amerikan, Fransız ve Panama kanı taşıyor. Buckley, annesi ve üvey babası tarafından yetiştirilmiş. Üvey babasının ismi Ron Moorhead. Bu birliktelikten bir de kardeşi var, Corey Moorhead. Yazılıp çizilen biyografilerde bu durumun Jeff Buckley'i olumsuz etkilediği anlaşılıyor. O dönemlerde aile California'da yaşıyor ancak sık sık Orange County'e kaçıyormuş. Bu gidip gelmelerin onun ruhunun derinliklerine verdiği zararı tahmin etmek güç. Aile içerisinde ona Scotty ismi verilmiş. O yüzden müzik kariyerine aile içerisindeki ismi ve üvey babasının soy ismi ile başlıyor. Biyolojik babası "Tim Buckley" ile ancak 8 yaşındayken tanışıyor. Bir çocuğun küçük dünyasında bunun nasıl bir travma yaratacağını hemen herkes anlayacaktır.

“Tim Buckley” ile “Mary Guibert”in tanışmalarında okul arkadaşlığının etkisi büyük. 1965'de yüksek okulda okurken Fransızca dersinde tanışırlar. Mary ondan bir sınıf küçüktür. Tim için, Mary karmaşık aile yaşamından kurtuluşu simgelemektedir. Tim Buckley'in babası yani Jeff Buckley'in dedesi, II Dünya Savaşı gazisidir ve savaş sırasında başından ciddi şekilde yaralanmıştır. Yaşı ilerledikçe akıl sağlığında bozulmalar olur, saldırgan, kızgın yani son derece dengesiz ve ruh sağlığı bozuktur. Tim, Mary ile birlikteliği sayesinde evdeki bu kötü ortamdan kurtulabileceğini düşünür. Aslında birliktelik bir şekilde devam etmektedir ancak Mary'nin hamile kalması sonucunda evlilik kararı alırlar. Bu evlilik kararı her ikisinin aileleri ile kavga etmesine sebep olur. Hatta biyografilere bakılırsa evlilik töreninin yapıldığı kilisede bile tatsızlık sürmüştür. Evliliğin hemen ardından Mary'nin hamile olduğu anlaşılır. Bu durumu histerik hamilelik olarak açıklıyorlar. Aslında hamile olmayıp, hamile olduğunu zannetmek şeklinde açıklamak mümkün.

Jeff Buckley'in biyolojik anne ve babasının sorunlarla başlayan evlilikleri, sorunlarla devam eder. Yaşanan kavgaların sonu gelmez. Bu arada Mary, gerçekten hamile kalır; Jeff Buckley'e hamiledir. Gelmekte olan çocuk aileyi kurtarmaz. Artık evler ayrılmıştır ve çift birbirini nadiren görebilir. Yazılan çizilenlere göre Tim Buckley, müzik kariyerinde adım adım ilerledikçe evlilikten nefret eder hale gelir. Evliliğin yaşamını değiştireceğini kabul edemez. Bu kadar fırtınalı bir evlilik sadece 1 sene sürer ve Jeff Buckley doğduktan tam 1 ay sonra çift ayrılır. Tim Buckley, kendi öz oğlunu tam 8 yıl boyunca görmeyecektir. Mary Guiber ise kendisine yeni bir yaşam kurar.

Peki, Jeff Buckley neden müzik kariyerine başladığı Scotty Moorhead ismiyle devam etmez. Biyografilerde yazılanlara göre babasının 1975 yılında uyuşturucu overdose'ından ölmesinin ardından ona bir atıfta bulunmak için doğum sertifikasındaki orijinal ismi ile kariyerine devam etme kararı alır. Bazı biyografilerde Buckley soy isminin ona müzik dünyasında bazı kapıları açabileceğini düşündüğünden babasının soy ismini aldığını yazar. Ancak bu durumun pek böyle olmadığını düşünüyorum. Zaten önemli biyografilerde bu durumla alakalı bir bilgiye de rastlamadım. Çocukluk ve gençlik dönemi son derece sorunlu geçen bir gencin, hayatını değiştirebilmek için neredeyse hiç tanımadığı bir yaşamın parçası olup, yeniden başlangıç yapmaya çalışması son derece alışılagelmiş bir durumdur. Buckley'in hayatına baktığımızda yeniden başlamak istediğini son derece kolaylıkla anlamak mümkün. Biraz önce yazdığım cümle için de kendimi tebrik etmek isterim. Neyse isterseniz şimdi Jeff Buckley'in müzik kariyerinin kökenlerine bir göz atalım.

Jeff Buckley'in müzik ile tanışması hiç zor olmamış. Annesi, cello ve piyano çalabilen ve klasik müzik eğitimi almış bir insandı. Babası Tim'in de müziğini etkilediği söylenir. Ancak Jeff'in müzik hayatında en etkili kişi, üvey babasıdır. Ona erken yaşlarında Led Zeppelin, Jimi Hendrix, The Who, ve Pink Floyd gibi önemli toplulukları dinletir. Buckley, röportajlarında o yaşlarını evin içerisinde müzik sesi eksik olmazdı diye anlatır. Anneannesinin dolabında bulduğu bir gitarı çalmaya başladığında yaşı daha 5'tir. Üvey babasının ona hediye ettiği ilk albüm Led Zeppelin'in Physical Graffiti albümüdür. 10'lu yaşlarının başlarında ne olmak istediğini biliyordur; müzisyen. 12 yaşında ailesi ona ilk elektro gitarını alır. Gibson Les Paul'ün imitasyonudur ama o gitarın siyah renginden çok etkilenir. Tıpkı annesi ve biyolojik babası Tim gibi Loara High School'a gider ve oklun caz grubunda gitar çalar. Gibson Les Paul çakması gitarını aldığı dönemlerde KISS hayranı olmuştur, okulda ile Rush, Genesis ve Yes gibi progresif rock topluluklarına merak salar.


Okul sonrasında Hollywood'a taşınır ve müzik enstitüsünde müzik teorisi eğitimi alır. Daha sonraki yıllarda röportajlarında bunun tam anlamı ile saçmalık olduğunu, bir yılını boşuna geçirdiğini söyler. Boş işlerle uğraşmak yerine Ellington veya Bartók'un müziğini anlamaya çalışmak daha mantıklı olur demiştir. Müziğin içerisindeki armonik yapı belli ki, ilk gençliğinde Jeff'i çok etkilemişti. Tam altı yıl boyunca çeşitli, üçüncü sınıf mekanlarda gitar çalar, çeşitli topluluklarla konserler verir hatta bir reggae müzisyeni ile tura çıkar. Bazı plaklarda stüdyo müzisyeni olarak çalışır. Funk, reggae, caz, rock ve hatta heavy metal, tam bir karmaşa anlayacağınız.

1990'ların hemen başında Hollywood'da tutunamayıp, New York City' a taşınır. İşte bu dönemden itibaren hayatı değişmeye başlar. Qawwali müzğinin en önemli ismi Nusrat Fateh Ali Khan (2) ile tanışır. Qawwali, veya bizdeki ismiyle kavvali, eski geniş Hindistan (müslüman kısmı Pakistan olarak isimlendiriliyor bildiğiniz gibi) topraklarında Sufi Müslümanların müziğidir. Müslüman Türk-Moğol topluluklarının Hindistan'a akınlarla düzenlemelerinin ardından Hindistan'da Gazne Devleti gibi her alanda son derece ileri de devletler kurmuşlardır. İşte bu dönemde ortaya çıkan bu dini müzik tarzı neredeyse 700 yıllık bir geleneğe sahiptir. Bu yazımda bir değişiklik yapıp tarih konusuna çok girmesem iyi olur, yoksa yazı sayfalarca sürecek. Hızımızı biraz arttıralım isterseniz!

Buckley, müzik kariyerine devam edebilmek için bir albüm yapması gerektiğini artık bilmektedir. Babasının ilk dönemlerde menajerliğini yapan Herb Cohen'i bulur ve ilk demosunu onun yardımı ile yapar. Babylon Dungeon Sessions isimli demo, 4 şarkıdan oluşan bir kasettir. "Eternal Life", "Unforgiven" (daha sonra ismi "Last Goodbye" olarak değiştirilir), "Strawberry Street" ve "Radio" şarkılarından oluşan demonun plak şirketlerinin ilgisini çekmesini dilemekten başka yapılabilecek bir şey yoktur. Demo'nun hemen ardından New York'a geri dönen Jeff, babası için düzenlenen bir konserde yeni şarkılarının prömiyerini yapar. Tüm kariyeri boyunca şarkı söylemekten kaçınan Jeff, ilk kez şarkı söylemeye başlamıştır. Performansı konseri düzenleyen Hal Willner'ın ilgisini çeker. Babasının hayatına en ufak bir etkisi olmamıştır, en iyi en kötü günlerinde onunla birlikte olmamış, birbirlerini tanıma hatta bırakın tanımayı konuşma şansları olmamıştır. Ancak babası için düzenlenen bir konserde Jeff profesyonel kariyerinin ilk adımını atar. Ne garip değil mi?

1990'ların başındaki New York günlerinde Gary Lucas ile işbirliği ile "Grace" ve "Mojo Pin" gibi önemli şarkıları yazarlar. Bu arada “Gods and Monsters” topluluğu ile müzik yapmaya devam etmektedir. Bu topluluk Gary Lucas'ın projesidir. Topluluk ile uzun zaman takılan Jeff, ilk albümlerinin yayınlanmasının ardından topluluğu terk eder. Başladığı yere dönen Jeff, yine cafelerde, kulüplerde müzik yapmaya devam eder. Repertuvarı çaldığı kafeye göre değişir, folk, rock, Rythm and Soul, blues, caz ve aklınıza ne gelirse. Bu dönemde Nina Simone, Billie Holiday, Van Morrison, ve Judy Garland gibi önemli vokalistleri keşfettikçe vokal tekniğinde önemli dönüşümler yaşanır. Vokalistlere iyice kafayı takar, Nusrat Fateh Ali Khan, Bob Dylan, Édith Piaf, Elton John, The Smiths, Bad Brains, Leonard Cohen, Robert Johnson, Siouxsie Sioux akılınıza gelebilecek hemen her müzik tarzından önemli isimleri dinler. Jeff Buckley'in farklı dönemlerde yayınlanmış konser performanslarına dikkat ederseniz, yıllar geçtikçe oluşan farklılıkları görebilmeniz daha kolay olur. Sonunda plak şirketlerinden bir tanesinin ilgisini çekmeyi başarır. Columbia Records'tan Clive Davis onunla görüşür, anlaşırlar ve 1992'de el sıkışırlar. 1993'te ilk kayıtlar yapılır ve ilk EP'si, hemen ardından da 1994'de Grace yayınlanır. Evet sonunda Grace'e gelebildik


Grace, 23 Ağustos 1994'de yayınlandı. İlk yayınlandığı dönemlerde çok az ilgi gördü ancak zaman içerisinde önemli bir satış başarısı yakaldı. Albümün 10. yılı dolayısıyla 2004'de "Legacy Edition" denilen uzatılmış bir versiyonu yayınlandı. Bildiğim kadarı ile Legacy Edition plak formatında basılmadı. Sadece 2004'de “Forget Her” EP'si remaster plağa eklenerek limited edition olarak piyasaya sürüldü. Meraklısına plak baskılarının seceresi şu şekilde;

1994 ilk baskı Columbia 57528 (Avrupa'da CBS aynı kodu kullanarak)
2004 Sony Music 92881 “Forget Her” 45'liği ile birlikte (meraklılar çeşitli açık arttırma sitelerinden 50 Doların azıcık aşağısına fiyatlara bulabilirler)
2008 Columbia 9726950 Bu baskı plakların piyasada tükenmesi üzerine yeniden baskıdır. Ancak remaster edilmiştir.
2009 Music on Vinyl MOVLP 007 Remaster edilerek 180Gr plak formatında piyasaya sürüldü.
2009 Grace Eps Music on Vinyl MOVLP026 5 adet 180Gr'lık plak. Bir nevi Legacy versiyonu gibi düşünebilirsiniz. Albüm çıkmadan önceki EP'lerin toplanmış hali. Şu an içinde elimde yok ama yakında alırım!
2010 Sony Music Entertainment 8869777983 180gr remaster edilmiş baskı.

Albüm için şarkıları teker teker ele alıp yorum yazmak istemiyorum açıkçası. O konuya girdiğinde çıkabilmem pek mümkün değil. O yüzden Ekinoks Müzik tarafından ülkemize yeni getirilmeye başlanan Music on Vinyl baskısından bahsetmek istiyorum. Albümle alakalı olarak aşağıya eklediğim videoyu seyretmek sanırım yeterli olacaktır. Yani bugüne kadar bu albümü edinmediyseniz, hemen almanızda fayda var. Music On Vinyl, albümü baskıya hazırlamadan önce tamamen elden geçirmiş. 2008 baskısı ile karşılaştırma yapıldığında aradaki farklardan anlaşılabileceği gibi, özellikle detay seviyesinde fark hemen dikkat çekiyor. Grace yapısı itibarı ile içsel bir albüm ve aranjmanların yapısı dolayısıyla sessizliğin önemli olduğu bir albüm. Çıtırdama istemediğim albümlerden bir tanesi.

Şarkılara girmeyeyim dedim ama dayanamadım ne yazık ki. "Mojo Pin" ve "Grace" yukarıda yazdığım gibi New York günleri bestesi. Jeff Buckley ve Gary Lucas ortak yapımı olan 2 şarkı. Albümün açılış parçası Mojo Pin, son derece sakin yapılı, vokalin ve gitarın tonlarının ön planda olduğu bir şarkı.  "Last Goodbye"ın ardından gelen  "Lilac Wine" gerçekten çok güzel bir şarkıdır. James Shelton tarafından bestenen şarkı çok sayıda müzisyen tarafından seslendirilmiştir. Jeff Buckley, Nina Simone versiyonunu tekrar ele alarak aranjman yapmış. "So Real" bir Jeff Buckley-Michael Tighe ortak çalışması. Michael Tighe, tıpkı Jeff gibi söz yazarı ve şarkıcı. 1990'larda New York'ta tanışan ikili, daha sonra birlikte bazı şarkılar yapmışlar. Daha sonra yayınlanan materyallerde Michael Tighe ismine rastlamak mümkün.  "Hallelujah" ise albümün neredeyse en bilinen şarkısı. Leonard Cohen'in bestesine Jeff Buckley mükemmel bir aranjman yapmış. "Lover, You Should've Come Over" benim çok sevdiğim bir parçadır. Sözlerine özellikle dikkat.  "Corpus Christi Carol" anonim bir beste ancak düzenlemede İngiliz besteci Benjamin Britten'a sadık kalınmış. 16. yüzyıldan beri bilinen şarkı, bir yanıyla kutsal kase efsanesinin İngiltere ayağına dayanıyor. Tabii bu konuya hiç girmeyeyim malum bu konuda yazmaya başladığımda en az 4-5 sayfa yazıyorum "Eternal Life"ın ardından gelen "Dream Brother" ise (Jeff Buckley'in yanında albümde basları çalan Mick Grondahl ve perküsyoncu Matt Johnson'ın ortak bestesi.

Geçtiğimiz senelerde  Grace albümü ülkemize ithal edilmişti. Tabii ki gelen plaklar kısa bir süre içerisinde tükendi. Hollandalı Music On Vinyl firmasının yaptığı baskı, hazır ülkemize gelmişken ve makul fiyata satılıyorken (3) albüm de elinizde yok ise mutlaka edinin. Albümdeki şarkılara, söyleniş tarzına baktığınızda sanki Jeff Buckley, öleceğini hissetmiş de albümü o şekilde, o duygu haliyle kaydetmiş diyeceğiniz, karmaşık bir yaşam öyküsünün yansıması olan son derece etkileyici bir albüm. Plak baskısı son derece başarılı. tavsiye edilir. Aşağıdaki videoyu seyretmeyi unutmayın!

(1) Tim Buckley'in kendi adını taşıyan ilk albümü ve "Goodbye and Hello" folk etkisinin yoğun olduğu albümler. Ancak 1970'lere gelindiğinde çok önemli bir evrim geçirir ve müziğinin içine psycodelic öğeler daha fazla girer. Müzikseverler bu albümleri aman gözden kaçırmasınlar. Ancak "Greetings from L.A." ve "Sefronia and Look at the Fool" albümleri için aynı şeyi söyleyebilmem güç. Ben olsam uzak dururdum. (2)  Nusrat Fateh Ali Khan'ın Realworld'ten (biliyorsunuz Peter Gabriel'in plak şirketi)  yayınlanan Love Songs albümünü şiddetle tavsiye ederim. (RWMCD3) Tabii buradaki aşk, yaradana duyulan aşk. Romantik albüm diye satın alıp, kızmayın sonra bana :) (3) Son yıllarda aynı albümü birden fazla plak şirketi basabiliyor. Çoğu kapak orijinal olarak basıldığından, plak kapaklarından hangi plak şirketinin baskısı olduğunu anlamak çok zor. Hangi plağı kimin bastığını bulmanın en iyi yolu barkoda bakmak. Böylelikle hangi plak şirketinin baskısı olduğunu anlayabilirsiniz.

Sizi Magali Noël İle Tanıştırayım


Magali Noël ismini daha önce duydunuz mu? Belki çok çok fanatik bir sinema meraklısıysanız cevabınız evet olacaktır. Müzik meraklısı iseniz özellikle de Fransız müziği ilgi alanınıza giriyor ise cevabınızın düşük olasılık bile olsa evet olması mümkün. Aslına bakarsanız Magali Noël'i bende tanımıyordum. Elime 45'likleri geçtiğinde tanıma şansım oldu, sonra hızlıca eksiklerimi tamamladım. Tabii bunlar çok seneler önce oluyor. Neyse aklıma geldi ve bu pek duymadığımız ismi okuyucularımla paylaşmak istedim. Çünkü nereden nereye denilebilecek bir hikayesi var.

Magali Noël veya asıl adıyla Magali Noëlle Guiffray; 27 Haziran 1932'de doğmuş. Şimdi sıkı durun, doğum yeri İzmir. Çocukluğu da İzmir'de geçmiş. Daha sonra Fransa'ya göç etmiş. Herhalde expatirié (1) olarak 1940'larda Türkiye'de yaşamak oldukça zordu. Bilemiyorum.

1950'lerde sinemada boy göstermeye başlamış. Bu yıllarda bazı çok önemli yönetmenlerle çalışma fırsatı bulmuş. Costa Gavras, Jean Renoir, ve Jules Dassin bunlardan sadece bir kaçı. Ancak asıl önemli olan ise Federico Fellini. Noël, Fellini'nin La Dolce Vita (1961), Satyricon (1970) ve Amarcord (1974) filmlerinde oynamış. Yazılan çizilenlere göre Noël, Fellini'nin o çok iyi bilinen takıntılı derecede sevdiği oyunculardan bir tanesi(ymiş) Noël kariyeri boyunca bir çok ödül almış.

Gelelim olayın müzik yönüne..


Kendi biyografisinde yazdığına göre müzik kariyeri 1956 yılında başlıyor. İlk albüm Magali Noël numéro 1 adıyla çıkan bir 45'lik (Philips 432.044 NE)  İçerisinde 45'liğe adını veren "Le Rififi", "Johnny Guitar", "Si tu m'aimais" ve "J'aime valser dans tes bras" adlı şarkılar var. Ben bu 45'liğin kapağındaki resmini çok beğeniyorum. (sağ altta yeşil olan)

Ancak asıl bomba 1957 yılında yayınladığı Magali Noël: Rock and Roll 45'liği (Philips 432.131)  ve LP'si (Philips N 76.089 R) 45'liğin içerisinde "Fais-moi mal Johnny", "Strip-rock", "Alhambra rock" ve "Rock des petits cailloux de Boris Vian" şarkıları var. Bu plakla itibaren Magali Noël'in Boris Vian şarkılarına yaklaşması başlıyor. Ayrıca albümdeki  "Fais-moi mal Johnny" şarkısı -ki Boris Vian tarafından yazılmıştır-  Fransızca sözlü ilk rock'n'roll şarkısıdır. Boris Vian'dan bekleneceği üzere şarkı son derece garipti ve sado-mazoşist olarak nitelendirilebilecek sözlere sahipti. (2) Tabii o yıllarda şarkının radyolarda çalınması yasaklandı. Bende plak versiyonu var. Kapağı aşağıda. Bu plaktaki fotoğrafı da pek hoştur, Noël'in


Daha sonra "Fais-moi mal Johnny" şarkısı İngilizce'ye de çevrildi ancak bildiğim kadarı ile o dönemde çok büyük bir hit olmadı. Ancak daha sonraki yıllarda farklı isimler şarkının mükemmel yorumlarını seslendirdiler. Bunlardan bence en iyisi Dagmar Krause imzalıdır. Birgün çok ayrıntılı bir yazı yazacağım onun hakkında ama merak edenler için Henry Cow'u ele aldığım Stereo Mecmuası'ndaki albüm eleştirisinde kendisiyle ilgili bazı ayrıntıları bulabilirler. İlerleyen yıllarda yayınladığı 45'liklerden  en önemlisi 1957 tarihli Magali Noël, numéro 4: Sexy songs'dur. (EP Philips 432.193) Yukarıda 45'liklerin olduğu fotoğrafta sağ üstte turuncu olan 45'lik. Bu 45'likteki "mon amour de Boris Vian" şarkısı gerçekten çok etkileyici. Çoğu kişi için bu tarz şarkılar içerisinde en sevileni ve en bilineni Sergei Gainsburg'un güzeller güzeli Jane Birkin ile söylediği "Je t'aime moi non plus" şarkısıdır. Ama müzik tarihinin derinliklerinde çok daha ilginç şarkılar var. "Je t'aime moi non plus" deyince ilk önce bu şarkının Brigitte Bardot ile seslendirildiğini ve daha sonra  Gainsburg ile Bardot ayrılınca şarkının bu kez Gainsburg'un yeni sevgilisi Birkin ile kaydedildiğini de bir ara not olarak ekleyeyim.

Bu vesileyle ilginç bir ismi sayfama konuk ettim. Yazıda kullandığım fotoğraflardaki 33 ve 45'lik plakların hepsi kendi arşivimden. Zaten özellikle elimde bulunan plaklarla ilgili yazı yazıyorum. Bazı müzik dergilerinde yazılan yazılardaki gibi komik olmamak lazım. İnternetten indir, bilgisayarında dinle yaz. Oh ne güzel hayat değil mi? Ama bunları yaparken ilk baskı plaktan dinleyip yazıyorum derken, bari internet arşivlerinden o plakla ilgili bilgileri edinseler. Hiç olmaz ise daha inandırıcı olurlar. Neyse isteyen istediğini yapsın. Biz kendi işimize bakalım :)

Bu kadar Boris Vian'dan bahsettim, isterseniz Boris Vian Dinlerken yazıma da bir göz atın. Hoşunuza gideceğine eminim.

(1) Expatrié, fransızların ülke dışında yaşayan vatandaşları için kullanılan bir terim. Latince. ex (bir şeyin dışında olmak, dışarıda olmak) ve "et patria" (ülke veya memleket) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor.
(2) 1950 ve 60'larda Fransız sanatında bu tarz farklı yaklaşımlara oldukça sık rastlanıyor. Güzel bir örneğini Luis Bunuel'in "Belle de jour" filminde görmek mümkün. Catherine Deneuve'ü de pek beğenirim doğrusu.

(3) Noël yazarken her defasında bu özel e harifini kopyala yapıştır yaptığımı düşünebilirsiniz ancak meraklısına kolay yolu var;  ALT + 137

Zeki Müren - Gözlerin Doğuyor Gecelerime Plak Kısaca


Geçtiğimiz günlerde bir müzik markette gezinirken Zeki Müren'in Gözlerin Doğuyor Gecelerime plağı denk gelince hemen satın aldık. Biliyorsunuz Seçil hanım, Türk Sanat Müziğine son derece meraklı. Albümle alakalı bir eleştiri yazısı yazacak kadar müziğe hakim değilim. Zaten o yüzden Klasik Türk Müziği incelemelerimizi ben kaleme almıyorum. Ben kısaca plaktan bahsedeyim sizlere.<

Yavuz Plak tarafından piyasaya sunulan plak Esen Plak tarafından dağıtılıyor. İçeriğine buradan bir göz atabilirsiniz. Albümün kapağı ne yazık ki gatefold (açılır) değil. Aslında bu kadar emeğe gatefold kapak yakışırdı doğrusu. Kapak üzerinde bazı bölümler kabartmalı olarak tasarlanmış ve çok çok güzel gözüküyor. Kapakta keşke biraz yazı olsaymış dedirten bir sadelik var. Ülkemizde plak basan tüm firmalar bu konuya dikkat etmeli bence.

Şarkılarla alakalı olarak bir yorum yazmayacağım. Bir sonraki Stereo Mecmuası'nda mutlaka plağı mercek altına alırız ancak kayıt benim çok hoşuma gitti. Belli ki şarkılar belli bir işlemden geçirilmiş ki, kayıt son derece keyifli. Çeşitli müzik marketlerde fiyat 39 ile 45TL arasında değişiyor.

Albüm kapağında 1.000 adet basıldığına dair bir not var. Zeki Müren fanatiklerinin kalabalıklığı göz önüne alınırsa satın almak için acele etmekte fayda olabilir. Bir tanesini ben aldım geriye kaldı 999 adet...

Led Zeppelin Mothership Kutu Setinin Üretim Videosu


Led Zeppelin'in Mothership kutu seti, müzik meraklıları için gerçek bir sürpriz olmuştu. Bu harika kutu setinde 4 adet 180gr'lık plak üzerinde en sevilen Led Zeppelin şarkıları, gayet başarılı bir baskı ile meraklılara son derece uygun bir fiyatla sunulmuştu. Zaten albüm çıkar çıkmaz Stereo Mecmuası'nda mercek altına almıştık. Aşağıdaki video Mothership kutu setinin hazırlanışını konu alan kısa bir belgesel. Umarım Youtube videolarını görüntüleyebiliyorsunuzdur. İyi seyirler...

Max Roach & Martin Luther King - I Have A Dream ve Kişisel Çeşitlemeler

Ne zamandır peşinde olduğum bir kayıttı sonunda tekrar buldum. Efsanevi davulcu Max Roach, Martin Luther King'in yüzyılın en önemli konuşmalarından bir tanesi olan "I Have A Dream" üzerine davul çalıyor. I Have A Dream aslında Martin Luther King, Jr'ın 28 Ağustos 1963 yılında Washington'da yaptığı 10 dakikalık konuşmaya verilen isim. O yıllarda Amerika'da süren ırk ayrımına karşı yapılan sivil mücadelenin belki de en çok hatırlanan konuşması. Umarım yukarıya eklediğim videoyu dinleme şansınız olur.
Max Roach zaten müthiş bir davulcu. Müzisyen 1960'larda ırk ayrımcılığına karşı mücadele eden bir aktivist olan Oscar Brown'ın sözlerinden hareketle We Insist! - Freedom Now plağını yapar. Bu bence çok önemli bir plaktır. Ancak dinlemesi birazcık derece zordur. Plak ülkemizde de bulunuyor. Pure Pleasure plak şirketi tarafından basıldığından fiyatı biracık yüksek ama ön yargısız müzikseverlerin arşivlerinde bir şekilde oması gereken bir albüm bence... Neyse... We Insist! - Freedom Now albümünün, müzik anlayışı açısından 1960'ların biraz ilerisinde bir yapısı var. İçerdiği fikirler ve düşünceler ise çok daha ilerici. Roach, 1960'larda ülkesinin o dönemde bulunduğu politik durumdan son derece etkilenmiş ve aktif olarak ayrımcılığa karşı mücadele etmiş bir müzisyen. Şimdi yazacaklarım biraz tepki çekecek eminim ki ama yine de yazacağım. Ülkemizde bir kısım caz dinleyicisi, nedense 1960-70'lerde politik hareketlere katılan, 1980'lerde de özellikle free-jazz hareketinin içerisinde görülen müzisyenlere karşı anormal önyargılı. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi Cüneyt Sermet hocamızın kaleme aldığı ve ülkemizde hali hazırda bu konudaki en kapsamlı kitap olan "Cazın İçinden" Bu kitap ön sözünde de yazıldığı gibi Cüneyt Sermet'in bakış açısından caz tarihine bir bakış atıyor. Bu kitabı bende defalarca okudum ancak her yazılanı kural kabul etmek çok yanlış. Eminim ki Cüneyt Sermet de kitabı bu amaçla yazmamıştır. Bir kitap onun yazarının fikirlerini verir. Bu yüzden okuduğumuz kitaplara göre ön yargılarımızla hareket etmemeliyiz. Dinleyip, farklı kaynaklardan araştırıp, kendi kararlarımızı vermeliyiz. Ben şahsım adına müzikal gelişime inanırım. Max Roach'ın ortaya çıktığı 1940'lardan, ilk solo çalışmalarını yaptığı 1950'lere, 1960'larda Amerika'nın politik durumundan etkilenerek yaptığı albümlere, 70 ve 80'lerdeki çalışmalarına (özellikle de Avrupa'da yaptığı çalışmalara) göz attığınızda hiç birisine ön yargı ile yaklaşmadan incelemek ve dinlemek lazım. 1980'lerde free jazz çalıyor diyerek ön yargılı olursak örneğin "Homage to Charlie Parker", "Bright Moments" veya "In The Light" gibi harika albümleri kaçırırız.

Yani uzun lafın kısası, müzik eleştirmenleri, kitaplar, ansiklopedilerin yazdıklarını okuyalım ancak ön yargılı şekilde yaklaşmayalım. Müzik son derece kişisel bir şeydir. Hiç beklemediğiniz bir anda, bir solo, bir pasaj sizi  yüreğinizden vurur. Bir bakarsınız o şarkı, ön yargıyla dinlemediğiniz müzisyenlerden bir tanesinin çıkar.

Plak Üretim Aşamaları

Lathe'lerde hazırlanan master'ların çoğaltılma işlemi öncesinde geçirdiği işlemler. Fotograflar sırasıyla

Resim
-Lathe'de şekillenen lacquer gümüşle kaplanmadan önce temizleniyor.


Resim
-Lacquer gümüş ile kaplanıyor


Resim
-Master hazırlanması için son hazırlık aşaması


Resim
-Master hazırlanması için son hazırlık aşaması devam


Resim
-Yüksek hızlı bir makinada master kaplanıyor


Resim
-Master lacquer'den ayrılıyor


Resim
-Master hazır durumda...


Bu aşamadan sonra plak üretimi başlıyor...

Konuyla ilgili yazışmaları takip etmek için tıklayınız

resimler alıntı: Aadvark Mastering

Plak mı CD mi tartışması hakkında görüş


Geçtiğimiz günlerde Stereo Mecmuası Forumlarında yazdığım bir yazımın genişletilmiş bir versiyonunu burada da yayınlamak istiyorum. Konumuz bitmeyen tartışma; plak mı CD mi tartışması...

Her ne kadar hem yurtiçinde hemde yurtdışındaki forum ve diğer platformlarda tartışılmasından nedense zevk alınan bu konu, aslında tartışılmaya değmeyecek kadar açık bir cevaba sahip. Arşivinizin yapısı ve kişisel zevkleriniz.

Buna rağmen konunun temellerine inmeye çalışalım. Plaklar uzun zamandan beri yaşayan bir format. Neredeyse 100 yıllık bir geçmişe sahip. Bu uzun geçmiş üretim tekniklerinden, plak çalan ekipmana kadar uzun süredir devam eden ve görünüşe göre devam edecek olan gelişim sürecinin hızında bir yavaşlamaya sebep olmuyor. Belli standartlar üreticiler tarafından kabul görüp, belli çerçeveler içerisinde gelişim devam ediyor. Sözgelimi uzun senelerdir pikap kolları üzerinde belli standartlar mevcut. Bir kaç asıl teknoloji etrafında yenilikler yapılmaya devam ediliyor. Sözgelimi MM ve MC standartlarının dışında bir iğne teknolojisi geçen zamana rağmen ortaya çıkmadı. Bazı özel çıkış gücüne sahip olan iğneler üretilse de, Step Up Transformer'lar bunları sorun olmaktan kurtarıyor. Pikap kollarından bahsettik, satın aldığıız bir kolu yeleştirmek istediğiniz SME, Rega ve geçmişte çok daha yaygın olan Linn mounting'leri hariç çok fazla standart ortaya çıkmadı. Üreticiler genel çerçeve içerisinde teknolojiye yatırım yapıyorlar ve bu gelişimi hızlandıran önemli bir faktör.

Zaman içerisinde gelişen teknoloji ve yeni malzemelerin kullanımı ile geçmişte çözülemeyen sorunların aşılmakta olması da gözlerden kaçmayan bir konu. Bir örnekle konuyu daha somut hale getirelim. Geçmişte tracking angle iyileştirmesi için kolun uzatılması gerekliliği bilinse de özellikle titreşim sorunları yüzünden 9"den uzun kolların bir çok dezavantajı vardı. Ama günümüzde yeni malzeme kullanımı ve gelişen mühendislik ile bu sorunlar çözülüp 12" ve hatta uzun kollar üretilebilir hale gelmiştir. Pikabınızın yapısı, iğnenizin ağırlığı ve daha bir çok faktör ve en önemlisi de ihtiyaçlarınıza göre istediğiniz uzunlukta bir kolu tercih edebilmemiz önemli aşamalar. Konvansiyonel tasarımların yanı sıra tanjansiyel yapıda da önemli gelişmeler kaydedildi. Analoğun önemli keyiflerinden bir tanesi işte tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Değişik ihtiyaç, değişik zevklere göre standartlaşmış seçeneklerden birisini tercih etmek. Kol geometrisinin doğruluğunu mu yoksa izleme açısının düzgünlüğünü mü tercih edeceğiz. Yoksa titreşim faktörünün stabilliği mi ve kullanım kolaylığı mı önemli. Tüm bu seçenekler bazılarınız için bilinmez denklemler iken, biraz araştırma biraz da merak ile bunu sizlerde keyif haline getirebilirsiniz.

Standartlar değişmeyince veya belli çerçevelerde sabitlenmiş halde olunca, uzmanlaşmış firmalar hemen her analog bileşeni üzerinde geliştirme çalışmalarına devam etmekteler. Uzun yıllardır devam eden bu süreç, günümüzde belli bir fiyata sahip ürünlerin bile performans açısından kullanıcıların yüzünü güldürecek performansa sahip olmasını sağlıyor. Giriş seviyesi pikapların 20 yıl içerisinde geçirdiği evrim tam da örnek verilmesi gereken bir alan. 1970'leri düşünün birde bugünleri. Şu an aldığınız giriş seviyesi bir pikabı 20 sene öncesinin orta sınıf bir pikabı ile kıyasladığınızda yüzünüzde bir tebessüm oluşuyor.

Dijital dünyada gelişim uzun zamandır devam ediyor. CD standartı ortaya çıktığından bugüne 20 senelik bir zaman geçti. CD standartları aynı kalsa da, malzeme ve teknoloji konusunda hiç durmadan yaşanan teknolojiler CD standartının yetersizliğini ortaya çıkarttı. SACD ve DVD-A formatları bu standardı bir adım öteye taşımaya adaydılar. Peki aslında CD gerçekten yetersiz hale mi gelmişti veya üreticilerin bir çıkış noktasına mı ihtiyaçları vardı sorusunu sormak isterim. Geçmişte benimde sahip olduğum binlerce dolarlık CD çalarlar bugün teknolojik birer "enkaz" haline geldiler. Çok uygun fiyatlara satılan CD çalarların yanında ezilir haldeler. Bunun teknolojinin gelişmesinden ve dolayısıyla ucuzlamasından başka bir açıklaması olduğunu düşünmüyorum.

Bugün ise CD yerine yepyeni formatlardan bahseder hale geldik. Eminim ki, kısa bir süre sonra (belki şu an bile daha iyi durumda olabilir) bir önceki teknolojiyi geçecektir bu yeni teknolojiler. Daha ucuz, daha etkili ve daha kolay kulanım sunacakları da kesin. Belki plaklardan bile iyi çalacaklar bilemiyorum Ama teknolojisi bir asırı geçmiş bir formatın hala tartışma konusu olması ve geçilecek hedef olarak gösterilmesi beni düşündürüyor. Çıta geçen 20-25 sene boyunca plaktan çok daha yukarıya çıkmalıydı.

Tüm bunlar pazarlamanın hüküm sürdüğü bir dünyanın tartışmaları. Bugün 20 sene önce aldığınız bir iğne hala eskisi gibi zevk verirken ve yeni üretilen iğneler yanında ezilmez iken, 5 sene önce aldığımız CD çaları dinlemekte zorlanır hale geliyoruz. 30 senelik bir pikabı yeni bir ampliye bağlamakta sorun yaşamaz iken, yeni nesil bir cihazı eski bir ürüne katarken zorluklar yaşıyoruz. Bunlar gelişimin devam etmesinin ortaya koyduğu sorunlar.

Son sözlerim ise, plak kullanıcıları önümüzdeki 10'larca sene boyunca yine standart donanımları kullanarak, üretilmekte olan plakları öyle veya böyle dinlemeye devam edecekler ama dijital formatlar her zaman masrafa yol açmaya devam edecek. Bu kişilerin kendi düşünceleri ile hangisinin içerisinde bulunacaklarını seçmeleri gereken bir yol ayrımı. Plaklar iyidir kötüdür bilmiyorum ama bu uzun yolda en az masraf açacak format eski dost plak olacak gibi gözüküyor.