Kuru Kafalı Kutu (kısaca KKK)


Coffin Case'ler istenildiği gibi özelleştiriliyorlar. Mesela yukarıdaki fotoğrafta görülen kuru kafalı kaplama özel bir edisyon. Hanım kızımızın eteğindeki değil gitar koruma kutusundaki :)

Kenwood Odelic



Büyük tüketici elektroniği firmaları bazen nasıl ürünler tasarlayacakları konusunda kafa karışıklığı yaşıyabiliyorlar. Elektronik devi Kenwood Odelic hoparlörleri de bu tarz ürünlerden sanırım. Firma Odelic isminde yeni bir LED ışık teknolojisi geliştirince bir çok ürün tasarlamış. Yukarıdaki hoparlörler özel endüstriyel bir cam kulanılarak üretilmiş. 2 yollu tasarım 80Hz ~ 25kHz aralığında bir frekans genişliğine sahip. Tabii ki hoparlörler firmanın yeni nesil LED ışıkları ile donatılmış. Tüm bu hengame için sizden -sıkı durun- 1.400 Dolar talep ediliyor. Odelic LED'ler ise ayrı alındığında 300 Dolar civarında bir fiyat etiketine sahip.

NAT Audio Magma



Açık konuşmak gerekirse Sırp ürünlerini sevmiyorum. Bunun ürünlerin sesleri veya tasarımları ile alakalı olmadığını söylemem gerekli. Ancak son yıllarda ilginç ürünlere de imza attıklarını söylemek lazım. Birçok firma uluslararası pazara açılmış durumda ve bayağı övgü alıyorlar. Bu firmalardan bir tanesi NAT Audio. Firma endüstriyel tüplerle yaptıkları ampliler konusunda bayağı dikkat çekiyor. Yukarıdaki model firmanın referans mono güç amplisi olan Magma. Tabii ki Eimac tarafından üretilen bir 450TH tüp ile donatılmış. Ampli single ended yapıda olmasına rağmen 160W güç üretebiliyor. Gerçekten çok uçuk rakamlar!

Marshall Kulaklıklar



Marshall firmasının kulaklık ürettiğini biliyor muydunuz. Valla bende yeni öğrendim sayılır. Bir zincir mağazada gördüğüm fiyatlar oldukça yüksek idi sonra üreticinin sitesine girip baktım aslında fiyatlar çok aşırı değil gibi.. Kafa üstü kulaklık modelleri 100 Dolar civarlarında , kulak içi modellerde 60-70 Dolar seviyelerinde geziniyor. Ürünlerin en cazip kısımları çeşitli Marshall amplilerden alınan ayrıntıları örneğin kulak içi modeller ses açma kapama tuşlarına benzerken, kafa üstü modellerde amplilere bayağı bir atıf var. Süs olsun diye kenara bir tane koymak lazım bunlardan...

Milyonlarca Plak



Yukarıdaki videoda konu kısaca şu, bir plak meraklısı aynı zamanda istifçi, bir depo binasında yüzbinlerce aslında milyona varan absürd bir sayıda plak biriktirmiş. Plakları toplayan kişi, depoyu aynı zamanda evi olarak kullanıyormuş. Buraya kadar her şey iyi hoş ancak konuya belediye el atmış. Depo binasının yangın sistemi olmadığından olmadığından boşaltılmasını istemiş ve tutuklama ile inceden korkutmuş. Amerika'da yerel bir haber kanalı konuyu ekrana taşımış. İlginç bir video...

4E27



Bu fotoğrafta görülen oldukça ilginç bir tüp. Radyal radyo sinyali iletiminde kullanılan tüpün kodu 4E27. Anladığım kadarı ile 1950'lerde askeri ve sivil bazı projelerde uzun mesafelere sinyal göndermek için kullanılan tüpler son derece nadir ve çalıştırması çok zor. Yukarıdaki fotoğraf mono blok yapıdaki bir amplinin bir tanesinin üzerindeki 4E27 kodlu tüpler. Paralel olarak çalıştırılan tüplerden 40W civarında bir güç elde edilebiliyormuş. Aslında bir ara amplilerin tamamının fotoğraflarını bulup yayınlamam lazım. Tasarım Douglas Piccard tarafından yapılmış.

Ozaki iSuppli Gramo


Şu iPhone ve iPod kullanıcıları aksesuar yönünden gerçekten çok şanslılar. Hemen her fiyat yelpazesinde her türden acayipliği satın alabilme şansları mevcut. Yukarıdaki ürün yine onlar için üretilmiş ilginç bir hoparlör. Bu hoparlörün bir dock sisteminden en önemli farkları, cihazınızı şarj etmemesi, ekstra bir özellik katmaması vesaire. Özelliği ise tıpkı bir gramofon gibi sesi yükseltebilmesi ve bunun için enerjiye ihityaç duymaması. Son yıllarda ülkemize bu tarz ürünler geliyor belki de Ozaki firmasının ürünü ülkemize gelmiştir ve belki kullananlar vardır. Tarih öncesinden telefonlar kullananlar ve benim gibi akıllı sayılamayacak telefonlarla vaktini geçirenler ise bu aksesuar çılgınlığına katılamıyor. Gerek var mı bilemiyorum :)

Telefunken Reklamı 1950'ler

1950'li yıllardan Telefunken'in radyo vakum tüpleri için hazırladığı reklam. Çok keyifli !

Absürd Plak Kapakları: Cher - Take Me Home



Yukarıda gördüğünüz plak kapağı 1979 yılında Cher'in yayınladığı "Take Me Home" albümünün. O döneme kadar neredeyse 10'dan fazla albüm yayınlayan Cher'in albüm kapakları birbirinden kötüdür ancak bu albüm hepten facia. Bir nevi fantastik filmlerdeki kötü büyücü ablalara benzeyen Cher bu albümle önemli bir ticari başarı kazanmış. Albüme adını veren şarkı ""Take Me Home" bir hit haline gelmiş. Albümden ayrıca "Love & Pain" ve "Happy Was The Day We Met" şarkıları da önemli ticari kazanmış. Ancak kapak facia :)

NuForce Reklamı ama İsmine Yakışmamış :)

İlginç Bir Dönüşüm; Extreme Audio ve Reklamlar



Geçtiğimiz ay içerisinde “Müzik Sisteminiz Prestijinizdir” motto'lu Extreme Audio reklamından bahsetmiştim ve hi-fi dünyamız için bunun önemli bir adım olduğundan bahsetmiştim. Geçen gün, uzu(uu)n bir süre sonra Facebook hesabıma girip, çevremde ne oluyor ne bitiyor diyerek bakınırken Extreme Audio sayfalarında bir çok yeni habere denk geldim. Ülkemizin büyük televizyon kanallarında ve onların web sitelerinde çeşitli reklamlar ve yazılar eklendiğini hatta bir televizyon şovunda (aslında sohbet programı mi demeliyiz bilemiyorum) programında yayınlanan bir reklama denk geldim. Aslında bunun reklamcılık jargonundaki tanımı advertorial oluyor sanırım.Pikabın ön plana çıktığı bu reklamın eminim ki Stereo Mecmuası'na da faydası olacaktır. Pikap ve plak denildiğinde internet üzerinden çok ciddi bir trafik aldığımızı sanırım tahmin edebiliyorsunuzdur.

Bu reklam stratejisini gerçekten çok önemsiyorum. Sonuç olarak bunun fayda ve getirilerini daha doğrusu efektifliğini, sayılara dökülmüş halde tabii ki elde edemeyeceğiz. Bunlar ticari sırlardır ancak hi-fi konusunun ülke genelinde büyük yayın organlarında öyle veya böyle yer bulmasının çok ilginç getirileri olacağını düşünüyorum.

Ülkemizde bu alanda yeni bir şeylerin deneniyor olması bence önemli. Bildiğiniz gibi hi-fi sektöründe yıllardan beri en önemli kabul edilen rekabet enstrümanı rakip firmaların markalarına yönelik yapılan hamlelerdi. Özellikle büyük İstanbul firmalarının baş rolde olduğu marka savaşları olarak nitelendirdiğim bu durumun, uzun vade de ne firmalara ne de tüketicilere bir faydası olmadığını düşünüyorum. Tabii ki, bu enstrümanın kullanımının sonu gelmeyecek olsa da, rekabette yeni bir enstrümanın kullanıma girmesi ve bu enstrümanın potansiyelinin çok büyük olması hi-fi sektörünü bambaşka bir yere götürebilir. Bunun sonuçlarını  ilerleyen dönemlerde hep birlikte göreceğiz.

Birbiri ardına açılan ve inanın Avrupa'da ve Amerika'da bile ancak iki elin parmakları kadar olan büyük show room'lar ve mağazalar bambaşka tüketici kitlelerini hi-fi dünyası ile tanıştırmak için önemli adımlardı. Son dönemlerde özellikle İstanbul'da bu tarz show-room'ların sayısı arttı ve görünüşe göre artmaya devam edecek. Ancak bu ulusal kanallardaki reklamların daha önceden atılan tüm adımlardan daha dikkat çekici olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Hele televizyonun ülkemizdeki konumunu göz önüne alırsanız...

Ancak böylesine reklamların getirdiği ülke çapındaki bilinirlik ve sağladığı prestijin yanında ticari getirileri de olacaktır. Satışlara yansımasının ne olacağını asla bilmeyecek olmamıza rağmen, böylesine bir durumun satın alma aşamasında bile kullanılması önemli getiriler sağlayabilir. Ticaretin en önemli kuralı bence "satış yapmadan önce yani satın alma aşamasında kazanmaktır" Sadece bu noktada bile önemli getiriler sağlayacağını düşünüyorum bu yeni reklam stratejisinin. Marka bilinirliği, prestij konularını sanırım yazmaya gerek bile yok... Tüm bunları ticaret hacmini arttırıcı önemli faktörler.

Büyük bir merakla ve beğeni ile izliyorum bu adımları...

Wurlitzer Reklamları: Parti Zamanı


Şu eski Wurlitzer reklamları ne kadar keyifli oluyor :) Keşke daha yüksek çözünürlüklerini bulabilsem...

Tüpler Çalışıyor 1943



Westinghouse tarafından hazırlanan 1943 tarihli bu ilginç videoda askeri ve endüstriyel alanlarda kullanılan vakum tüplerin çalışmasında ön plana çıkan altı basit fonksiyon anlatılmış. 1943 tarihli bu video, 2000 civarında videodan oluşan Prelinger arşivlerinin bir parçası. Bu arşivlere Internet Archive organizayonu web sitesinde de ulaşılabiliyor.

Karalara Bağlanmış Coffin Case Kızı


Ayda bir kaç kez Coffin kızlarımızı unutmamamız lazım değil mi? Sizlere Coffin Case’ten bahsetmiştim. Bunlar aslında özel taşıma çantaları ve içleri sizin gitarınıza göre özel şekilde yapılabiliyor. Örneğin benim ki (B.C:Rich Warlock) gibi garip şekilli bir gitarınız var ve taşımak tam anlamı ile dert. İşte bu noktada Coffin Case olaya giriyor. Gitarınıza özel kesilen iç bölümü ile sorunsuz bir şekilde taşıyabiliyorsunuz. Falan filan... Mankenimizin adı Flor Bermudez...

Tüp Fetişleri İş Başında!



2007 yıolında Oswalds Mill Audio (kısaca OMA) tarafından düzenlenen etkinlikte ana sistem Jeffrey Jackson ve Nathan Lewis tarafından kuruluyor. Bahsi geçen adamlar AMerikan hifi dünyasının derinliklerinde ve DIY çevrelerinde iyi tanınan isimler. Yaptıkları ilginç tasarımlar ile dikkat çeken bu isimler ayrıca bazı firmaların ürünlerini de tasarlıyorlar. Amerika ve Uzakdoğu'da bilinen hifi pazarının çok ötesinde hatta derinliklerinde oldukça büyük bir camia var. Son yıllarda Kuzey Avrupa'da da benzer etkinlikler düzenleniyor olsa da, Amerika bu konunun bir nevi ismi konulmamış merkezi...

Rounded Sound



Son yıllarda garip tasarımlı hoparlörlere bayağı talep var ki, firmalar birbiri ardına ilginç tasarımları meraklılara sunuyorlar. Bunlardan bir kısmı tasarım faciasıyken bir kısmı ise daha beğeni toplayan tasarımlara sahip. Rounded Sound firması hoparlörlerin sıkıcı tasarımlarına alternatifler yaratan firmalardan bir tanesi. Yeni Zellanda'da yetişen bir ağaçtan tasarladıkları yuvarlak formlu hoparlörlerinin çok farklı renkleri bulunuyor. Bu arada firma kullanılan ağaçların endüstriyel amaçlı yetiştirilen ağaçlardan elde edildiğinin ısrarla altını çiziyor. Bu arada firmanın beklenmeyecek şekilde geniş bir ürün yelpazesi bulunuyor.

Vakum Tüpler Nasıl Üretiliyor - KR Audio



Discovery kanalında yayınlanan "How It's Made" programını sanırım biliyorsunuzdur. Bu programın bir bölümünde Çek Cumhuriyetindeki KR Audio fabrikası ziyaret edilerek vakum tüpler konusunda bir program yapılmış. Görüntüler gerçekten çok etkileyici özellikle de cam işçiliği. Videonun ne yazık ki Türkçe alt yazısı yok ancak anlamak pek sorun olmuyor. Kesinlikle seyretmenizi tavsiye ederim...

Jim Marshall Vefat Etti!



James Charles "Jim" Marshall, vefat etti ne yazık ki. 1923 yılında doğan Marshall, İngiltere'de müzik endüstrisine yaptığı katkılardan dolayı OBE nişanı kazanmıştı. Ancak nişanlar veya madalyalardan ziyade biz müzik meraklıları onu gürültünün babası olarak tanıdık. Ben dahil eli gitar tutan herkes onun soyadını taşıyan amplilerden birisine sahip olmayı hayal etmiştir hep. Bu aralar rock dünyasında tribute ve anma faaliyetleri tam gaz devam ediyor olsa da benim için en kayda değer yorum Mötley Crüe'nün bas gitaristi Nikki Sixx'ten gelmiş; "Toprağın bol olsun Jim, müzik tarihinin en önemli anlarının bir çoğunun sorumlusu sensin ve hepimizdeki %50'lik duyma kaybının da...

Toprağı bol olsun. Efsanevi bir ismi kaybettik ne yazık ki...

Bosna Hersek 11.541



Bosna Hersek'te yaşanan savaşın daha doğrusu insanı insan olmaktan utandıran rezillikler silsilesinin 20. yıldönümüydü bugün. Bloğumda veya yazı yazdığım web sitelerinde özellikle de Stereo Mecmuası'nda elimden geldiğince büyük alakam olmasına rağmen tarihsel konuları işlememeye özen gösteriyorum. Aslına bakarsanız bana hobiniz nedir diye soranlara genelde tarih okumak derim. Bir çok kişinin zannettiğinin aksine müzik merakım, tarihe olan merakım yanında bir hiçtir. Bu kadar fazla müzik yazısını okuduğunuz bir insanın klavyesinden bu cümleye şaşırmış olabilirsiniz ama gerçek bu! Sanırım bu merak ilkokul döneminden itibaren bende hasıl olmuştu. Dilek olay 20-25 senedir okuyorum, yazıyorum (1) ve tartışıyorum. Neyse...

Bugün Bosna Hersek'te ve Boşnakların yaşadığı hemen her coğrafyalarda yaşanmış acı olaylar yeniden hatırlandı. Savaşta kaybolup gidenler anıldı. Sadece Bosna Hersek'te 11.541 kişi. Srebrenica, Jepa, daha bir çok kent, köy ve kamplar...

Böylesine zamanlarda yazmak çok zordur yakınlarını kaybedenlere sabır diliyorum...

(1) Eminim soranlar olacaktır ancak bu konuda fazla bilgi vermek istemiyorum. Ama bir yerlerde yazılarımı okumuş olma olasılığınız vardır sanırım. Belki... Bilemiyorum...

Wollny, Kruse, Schaefer [em] - Live At Jazzbaltica CD



ACT plak firmasından konser albümleri görmeye pek alışkın değilizdir. Uzun zaman sonra elime geçen çok hoşuma giden bir albümü tanıtayım sizlere. Üç Alman müzisyenden oluşan [em] topluluğunun konser albümü olan “Live At Jazzbaltica” Piyanoda Michael Wollny, basta Eva Kruse ve davulda Eric Schaefer'den oluşan üçlünün canlı performansı son derece etkileyici. ACT’ın patronu Soggi Loch'un çok geniş olmayan topluluklara ve trio'lara özel bir ilgisi olduğunu biliyoruz. Özellikle müzik dünyasına EST'yi kazandıran Loch, JazzBaltica Festivaline özel olrak bu üçlünün kurulmasına öncülük ediyor. Bu dönemlerde sadece piyanist Michael Wollny'nin Nils Landgren vasıtası ile ACT ile alakası var. Diğer iki müzisyen ise bir şekilde bir araya geliyor. Topluluk 2005 yılında ilk CD'leri olan Call It [em] albümünü yayınlıyor. Bayağı ilgi çeken albümü [em] II] ve [em] 3 albümleri izliyor. “Live At Jazzbaltica” topluluğun dördüncü albümleri. Anlayacağınız topluluğu tanımakta bir miktar geç kalmışım. Geç olsun güç olmasın....

Şimdi isterseniz müzisyenleri tanıyalım. Müzisyenlerle ilgili bilgi bulmakta bayağı zorlandım. Almanca bilmiyor rağmen nasıl oluyorsa kendi sitelerini büyük ölçüde çözüp aşağıda okuyacağınız gibi bayağı bilgi topladım...

Michael Wollny 1978 doğumlu Alman bir müzisyen. 1997 yılında piyano konusunda müzik eğitimine başlayan Wollny, okul yıllarından itibaren çeşitli topluluklarda çalışmış. Nils Landgren de dahil olmak üzere bir çok ilgi çekici müzisyenle kayıtları var. Oldukça rahat tavırları ile sempatik bir tarza sahip olan Alman müzisyen, kuzeyin o alıştığımız soğuk ama bir o kadar teknik müziğinin oldukça dışından bir yerlerde duruyor.



Eva Kruse, müzik hayatına piyano öğrenerek başlamış. Daha sonra elektrikli basa geçiş yapmış. 1998 yılında akustik enstrümanlara merak salınca müzik eğitimini bu yönde almaya karar vermiş. İlk önemli uluslararası deneyimi [em] topluluğunda Eric Schaefer ve Michael Wollny birlikte kazanmış. Sonrasında kendi ismiyle bir trio kurmuş. Caz bası dünyasında kadınları görmeye pek alışkın değiliz. Topluluğa ilk bakışta bana oldukça değişik gelmişti...

Davulcu Eric Schaefer'de oldukça genç bir isim. Davulcuların genelde beste konusunda çok aktif olmadıklarını düşünürüz ancak Schaefer pek öyle değil. Ayrıca farklı müzik türlerinde de çalışmaları var. Cazın yanında post-rock, noise ve özellikle emprovize müzik konusunda çalışmalar yapan Schaefer'in çalıştığı bir çok topluluk var. Genç yaşına müzik dünyasında bayağı aktif bir müzisyen.

Konser albümünde üçlünün çaldıkları şarkıların büyük bölümü daha önceki albümlerinden alınmaymış. Ancak yeni şarkılarda var. Örneğin ‘Phlegma Phighter’ cazdan progressive rock'a doğru gidip gelen bir parça. Topluluğun daha önceki albümleri elimde olmadığı için mukayeseli bir yazı yazamayacağım ama size konser albümünü çok sevdiğimi söyleyebilirim. İlk şarkıdan son şarkıya kadar oldukça dinamik bir şekilde ilerleyen albüm her dönemin cazına göz kırpıyor. Ancak EST gibi kuzeyin önemli isimlerine de sololarda bayağı bir atıf yapıldığı meraklı kulaklardan kaçmayacaktır. Albümdeki dinamizmi sağlamak için çok uzun ve kendini tekrar eden sololara yer verilmemiş. Ancak özellikle piyano ve bas atışmalarına kulak verdiğimizde Alman müzisyenlerin yeteneklerini anlayabiliyoruz. Topluluk kendi müziklerini kendisi bestelediği için hiçbir müzisyenin çok ön plana çıktığını söylemek güç. Sololar ve ritm bölümleri çok keyifli dağıtılmış.

Albümdeki şarkı listesi şu şekilde;

1. Blüten - 04:23 (Schaefer, Eric)
2. Shelley - 03:59 (Schaefer, Eric)
3. Phlegma Phighter - 08:53 (Schaefer, Eric)
4. Sov Lilla Alma - 03:39 (Kruse, Eva)
5. Kiyoshi - 04:34 (Wollny, Michael)
6. In Water - 03:33 (Kruse, Eva)
7. Etude No. 1 - 03:38 (Schaefer, Eric)
8. Arséne Somnambule - 05:41 (Schaefer, Eric)
9. Gorilla Biscuits - 05:02 (Schaefer, Eric)
10. Break It - 04:14 (Kruse, Eva)





ACT'ın konser kaydı benim çok hoşuma gitti. Şarkıların yapısına uygun şekilde son derece ayrıntılı bir kayıt yapılmış. Şarkılarda minimal bir çok bölüm olmasına rağmen ayrıntıları sanki bir konserdeymiş gibi duyabilme hissi çok iyi. Kuruluşundan 7 sene sonra keşfettiğim Alman müzisyenlerin diğer albümlerini de edinmeye çalışacağım.

Albüm Equinox Music'in stoklarında var mı bilmiyorum ancak bir şekilde kulak kabartmanızı öneririm.

Breakfast at Tiffany's Plak



Breakfast at Tiffany's veya Türkçesiyle “Tifani'de Kahvaltı”, Seçil'in en sevdiği filmler arasında yer alır. Sadece Seçil'İn değil valide sultan Sehzanecez'de sever bu filmi... Hakancez'in ise listesinde “Pink Panther” yani “Pembe Panter” var. Bir anda ne oluyoruz diyor olabilirsiniz. Tüm bu filmlerin ortak noktası Henry Mancini. Alman Speakers Corner firması yavaş yavaş Mancini soundtrack'lerini basıyor. Bizde edinebildiklerimizi ediniyoruz.

Enrico Nicola "Henry" Mancini 1924 doğumlu Amerikalı bir müzik adamı. Besteci, aranjör, orkestra şefliği gibi müziğin bir çok alanında çalışmış. Ona asıl ünü getiren şey ilk başta film müzikleri ve arkasından da televizyon çağında yaptığı besteler. En bilindik müzikleri ise sanırım hepimizin kafasında yer etmiş Pembe Panter melodisi ve duyar duymaz hatırladığımız meşhur "Moon River" şarkısı ki, şarkıyı Breakfast at Tiffany filminden hatırlarsınız.

Filmi hepiniz duymuşsunuzdur ancak filmin afişi zaman içerisinde bir pop art ikonu haline gelmiş ve günümüzde de bir çok markanın duvar kağıtlarından, perdelerine kadar farklı bir çok üründe kendisine yer bulmuştur. Aslında filmin bile önüne geçmiştir diyebiliriz. Nasıl geçmesin Audrey Hepburn'ün kariyeri boyunca verdiği belki de en güzel pozdur.



Filmin tüm müzikleri neredeyse Mancini tarafından bestelenmiştir. Ancak en akılda kalıcı şarkı olan "Moon River Cha Cha" ve "Moon River" Henry Mancini ve Johnny Mercer ortak çalışmasıdır. Bu çalışma ile bir çok ödül kazanmıştır ikili...

Film yönetmenlerinin, müziğin önemini keşfetmesi muhtemelen sinema tarihinin yazılmaya başladığı zamana denk geliyor. Filmin yönetmeni Blake Edwards, filminin müziklerine özel önem vermek ister ve araştırmaya başlar. 1950'lerin sonunda bir televizyon fenomeni haline gelen Peter Gunn şovunun müziklerini yapan Mancini ilk aklına gelen isimdir. Mancini işi kabul eder. 1960'ların Amerikasında rock müzik çılgınlığı devam ederken filmin müziğini senaryoya da uygun şekilde caz ağırlıklı yapmaya karar verir. Caz müziğin popüler ismi Glenn Miller'in bir nevi öğrencisi olan Mancini, onun müziğine bol bol atıf yapar ve şarkılar birer birer ortaya çıkmaya başlar. Meşhur “Moon River” şarkısınında dahil olduğu besteler filmi çeken Paramount yetkilerinini beğenisine sunulur. Yöneticilerin bir çoğu “Moon River” beğenmez ve şarkının listeden çıkarılmasını isterler. Tam bu esnada Audrey Hepburn devreye girer ve şarkıyı filmde ister. Bazı yazılan çizilenlere göre şarkının atılmasını öğrendiğinde cesedimi çiğnerlerse yapabilirler demiştir. Bu durumu bazı yazarlar Mancini ile Hepburn'ün arkadaş olmasına bazıları da şarkının potansiyeline bağlarlar. Tek bildiğim şey şarkının filme bir çok şey kattığıdır. Bu arada hep Mancini'den bahsediyorum ama Johnny Mercer'i de unutmamak lazım. Şarkının sözleri Mercer tarafından yazılmıştır.

Albümdeki şarkılar Mancini tarafından senaryoya uygun şekilde özgün eserler olarak bestelenmiştir. Moon River filmin hem başında hemde sonunda çalınır. Fakat filmin ilerlemesine göre farklı şekilde aranje edilmiştir. Ayrıca filmde şarkıyı Hepburn'ün zorlanmadan söyleyebilmesi için bir çok düzenleme yapılmıştır. Filmdeki şarkıların listesi şu şekilde;

"Moon River" (Henry Mancini, Johnny Mercer)
"Something for Cat"
"Sally's Tomato"
"Mr. Yunioshi"
"The Big Blow Out"
"Hub Caps and Tail Lights"
"Breakfast at Tiffany's"
"Latin Golightly"
"Holly"
"Loose Caboose"
"The Big Heist"
"Moon River Cha Cha" (Mancini, Mercer)



Filmin müziklerinin filme yaptığı olumlu etkinin yanında plak olarak önemli başarı kazanmıştır. Hem listebaşı olmuş, çok büyük miktarlarda satılmış hemde senenin tüm prestijli film müziği ödüllerini kazanmıştır. Muhtemelen eşiniz, (kız arkadaş veya nişanlınız) bu filmi seyretmiştir. Tüm aile hep birlikte müzik dinlemek isteyenler için ilginç bir plak seçeneği olabilir. Bizde bu yazıyı ailecek yazdık. Yazının büyük bölümü Seçil'e ait. Plak baskısı gayet başarılı. Aklınızda bir yerlerde bulunsun...

Machinarium Soundtrack (FLAC veya MP3)



Arada sırada sizlere bilgisayar oyunların bahsederim. Bu kez bir bilgisayar oyunun soundtrack'inden bahsedeceğim. İlk bakışta kulağa garip geliyor ama Stereo Mecmuası'nın normal bir oluşum olmadığını sanırım biliyorsunuzdur artık...

Kısaca oyundan bahsetmek gerekirse Machinarium iki boyutlu tıkla ve bas şeklinde oynanan bir oyun. Sistem ihtiyaçları son derece basit hani neredeyse 5-6 senelik hatta daha eski bilgisayarlarda bile oynanabilecek şekilde tasarlanmış. Oyun zaten flash üzerinde çalışıyor.

Oyunda ana karakterimiz bir robot. Hikayeye göre makine artıklarının yollandığı bir gezegene gönderilen robotumuzu bir çok bulmacayı çözerek ve çevrede bulunan ekipmanı toplayarak gezegenin en büyük şehrine ulaştırmaya çalışıyoruz. Oyun bayağı eğlenceli hatta kafa patlatmak gereken bölümleri de var. Görünüşe göre küçük bir yapım firması tarafından tasarlanan oyun 2000'lerin sonlarında bayağı bir ödül toplamış. Hemen herşey el ile çizilmiş ve gerçekten ekranın karşısında keyifli vakit geçirtiyor.

Oyunu geçenlerde ziyaret ettiğim bir teknoloji marketinde gördüm. İsmi ilgimi çekti ve ne olduğunu bilmeden satın aldım. Üzerindeki fiyat etiketi 4.99TL idi. Bu fiyat için riske girmeye değer. Oyunu oynarken müzikleri çok dikkatimi çekti. Oyun CD'sine bakarken “Soundtrack” isimli bir klasör fark ettim. Burada MP3 ve FLAC formatlarında oyunun soundtrack'ine yer verilmiş. Oyunu bırakıp şarkıları dinlemeye başladım.

Soundtrack, Çek Cumhuriyetinin Prag şehrinde bir besteci ve multimedya artisti olarak çalışan Tomas Dvorak tarafından bestelenmiş. Oyunu yayınlayan firmada Çek Cumhuriyetinden bu arada. Albüm çok ilginç. Tamamen elektronik (kapanış parçası hariç) öğelerle süslenmiş sanki robotların arasındaymış gibi hissettiren parçalar. Bir yanıyla Kraftwerk'in müziğine göz kırpan albümün en ilginç tarafı akılda kalan hatta dile pelesenk olma potansiyeli içeren melodilere ev sahipliği yapması. Albümü dinledikten sonra dit-düt vesaire robotik seslerle ortalıkta dolaşırken bulabilirsiniz kendinizi :)

Albüm kapanış parçası ise gerçekten güzel bir şarkı "Prague Radio" Şarkıda bası Petr Tichy, gitarı ise Vojtech Zelinsky çalmış. Küçücük bir firmanın düşük bir bütçe ile yaptığı bir oyunda böylesine bir şarkı ile denk gelmek son derece garip. Şarkı listesini de vereyim bu arada geleneksel olduğu üzere...

1. "The Bottom" 5:30
2. "The Sea" 3:53
3. "Clockwise Operetta" 3:53
4. "Nanorobot Tune" 3:06
5. "The Mezzanine" 2:14
6. "Mr. Handagote" 3:16
7. "Gameboy Tune" 4:37
8. "The Furnace" 2:58
9. "The Black Cap Brotherhood Theme" 1:49
10. "The Prison" 2:34
11. "Glasshouse With Butterfly" 3:35
12. "The Castle" 3:36
13. "The Elevator" 7:12
14. "The End (Prague Radio)" 2:38



Bende mi bir acayiplik var diyerek soundtrack albümünü bir araştırayım dedim.. Meğer bayağı ödül almış hatta 2009 ve 2010 yıllarında bağımsız festivallerdeki (tabii bilgisayar ile alakalı olanlar) tüm ödülleri toplamış.

Hatta Dvorak gördüğü büyük ilginin üzerine albümü plak formatında da yayınlamış. Alman Pallas Group tarafından 140gr formatında basılan plağın ilk baskısını oluşturan 555 adet bizzat Dvorak tarafından imzalanmış. Çok ilginç değil mi?

Bu arada araştırdıkça yeni bilgilere de ulaştım, Dvorak Machinarium Bonus EP adından albümde yer veremediği şarkıları sonradan yayınlamış ve kendi sitesi üzerinden ücretsiz dağıtıyor. Bir göz atın. 5TL'ye bundan iyisi olmaz herhalde. Aşağıda oyunla alakalı bir video var. Hem oyun hemde müzikleri hakkında bir fikir verebilir...

Absürd Plak Kapakları: The Louvin Brothers - Satan Is Real



Aslında size bu başlık altında üzücü bir hikaye anlatacağım. İki kardeşin kurduğu "The Louvin Brothers" topluluğu aslında country müziğin geniş kitlelere ulaşmasında çok önemli pay sahibi. Ira Lonnie Loudermilk ve Charlie Elzer Loudermilk tarafından kurulan topluluğun günümüzde hala isminin anılmasının en önemli sebebi 1959 yılında yayınladıkları "Satan Is Real" albümünün kapağı. Yukarıda da görebileceğiniz kapak kardeşlerden bir tanesinin tasarımı. İşin komik tarafı albümün türüne göre başarılı olması ve aralarında Hank Williams III'ün de bulunduğu bir çok müzisyenin bu albümden cover'lar çalması...

OMA Garrard 301



Oswalds Mill Audio'nun (kısaca OMA) ürünlerine özel bir ilgim olduğunu bloğumu takip ediyorsanız muhtemelen biliyorsunuzdur. Firma bazı önemli pikaplar için özel gövdeler de üretiyor. Yukarıda firmanın Garrard 301 ve 401 modelleri için ürettiği şasilerden bir tanesi var. Burada asıl dikkat çekici olan şey pikap kol. Alman tasarımcı Thomas Schick tarafından SME 3012 kollardan hareketle tasarlanan ürün anti-skating konusundaki değişik (bana göre pek sağlıklı olmayan) bakış açısıyla dikkat çekiyor. Kol özellikle Ortofon SPU ve EMT iğneler için tasarlanmış. Görüntü ise müthiş!

Haftanın Videosu: Vakum Tüp Üretimi





Bir Fransız radyocunun kendi triyod vakum tüp üretiminden enstantaneleri gösteren harika bir video. Senelerdir arada sırada seyrederim. Hala sıkılmadım. Uzun senelerdir radyolarla uğraşan kişinin adı Claude Paillard. Web sitesi de burada.

WE Rektifiyer ve GM70ler



BU ay her hafta dünyanın farklı noktalarında yapılan ve vakum tüp meraklılarının ve tasarımcıların biraraya geldikleri etkinliklerden fotoğrafları okuyucularımla paylaşacağım. Bu ay boyunca OMA ekibinin 2007 buluşmasından örnekler var. İlk fotoğrafımız Experience Musicweb sitesinin editörü Jeffrey Jackson'ın tasarımları. Eski Western Electric cıva buharlı rektifiyer tüplerini kullanarak ürettiği güç katında GM70 tüpler bulunan SET yapıdaki deneysel ampli var. Sağ tarafta WE rektifiyerler sol tarafta ise son yıllarda hi-fi pazarında bol bol rastladığımız GM70'ler görülüyor.

Western Electric 300B



Bildiğiniz gibi 300B camiasının "kutsal kasesi" Western Electric üretimi 300B tüpler. Fanatikler, özellikle 1930'ların sonlarında üretilen nadide ötesi tüpler ile 1940'larda üretilen tüplerin peşinde olsalar da, 1960'lar hatta 80'lerde üretilen tüplere bile hala inanılmaz talep var. 2000'li yıllarda kısa bir süre için Western Electric üretim hatlarında 300B tüpler üretilmişti ve bu tüpler tam tabiri ile kapanın elinde kalmıştı. Fabrikanın yeniden üretime geçmesi taşınma durumu sebebi ile biraz ertelenmiş ve çok kısa zaman içerisinde üretimin devam edeceği söylenmişti. Ancak işler pek yolunda gitmedi ve üretim hatları uzun yıllardır bir türlü açılamadı.

Ancak çeşitli kaynaklardan alınan bilgilere göre 2012'nin ilerleyen aylarında orijinal Western Electric üretim hatlarından çıkacak meşhur sarı yazılı 300B tüpleri görebileceğiz. Üretim hatlarının taşınmasının bitip deneme üretimleri yapıldığı konusunda çok ciddi dedikodular ortalıkta gezmeye başladı. Çeşitli sitelerde ön sipariş için hazırlıklar bile başlamış. Daha önceki yıllarda ön siparişler sadece sözlü olarak kabul ediliyordu ancak üretime geçme dedikoduları arttıkça standart ön sipariş prosedürlerinin işleme konması olasılık dahilinde gözüküyor.

Tahmin ve dedikodulara göre yaz aylarının sonunda WE300B'leri yeniden göreceğiz gibi gözüküyor. Fiyatlar konusunda ise şimdiden tahminler yürütülmeye başlandı. En iyimser tahminle 1.000 Dolar'ın biraz altının görülebileceği düşünülürken, çoğu meraklı fiyatın 1.500 Dolar seviyelerine yaklaşmasını beklediğini de ekleyeyim. Günümüzde çeşitli Çinli üreticiler tarafından üretilen WE replikası tüplerin 1.000Dolar civarında fiyatlandırıldığını düşünürsek fiyatın 1.000 Dolar'ın üzerinde olma olasılığı çok daha yüksek. Bazı meraklılar ise ilk serilerin bu tutarların çok daha üzerinde 2.000 Dolar'a yakın bir fiyat etiketine sahip olabileceğini de söylüyorlar. Umarım 2012 yılında WE300B'ler üretim hatlarından çıkar ve bu tahmin oyunlarının sonu gelir.

Bende tahmin oyununa katılayım. Bence üretim hattından çıkacak ilk ürünler bir şekilde 2.000 Dolar seviyesinde olacak. Tahminen kutu içeriklerine bir takım cazip eklemeler ile bu tutarlara satış yapılabilir. Örneğin özel plaketler veya özel numaralandırılmış kutular gibi koleksiyonculara göz kırpan bazı eklemeler yapılabilir...

Bu arada tüm bahsettiğim fiyatlar fabrikada eşlenmiş bir çift 300B için :)

Herhalde yeni nesil WE300B'ler hifi tarihinin en uzun soluklu bekleme sürecinin yaşanmasına sebep oluyordur. Benim bildiğim kadarı ile hifi dünyasında bu kadar uzun senelerdir üzerinde spekülasyon yapılan bir ürün olmamıştır....

Nisan Ayı Konseptim: Vakum Tüp Fetişizmi



Nisan aynı vakum fetişizmi ay ilan ettim. Bu ay boyunca çeşitli vakum tüp üretim videoları, fetiş ürünler ve etkinlikler gibi bir çok yazı ve fotoğraf ekleyeceğim bloğuma. Bu arada müthiş videolar buldum, seyretmek müthiş keyif olacak... Tabii ki geleneksel bölümlerimizde devam edecek hiç merak etmeyin. Stereo Mecmuası günlükleri "hifi kızları" gibi bölümler olmadan kesinlikle olmaz. Evet bu ay konsept konumuz; Vakum Tüp Fetişizmi. Ben yaptım oldu :)

YGS Sınavı: Müzik Sesine Dikkat!



Yarın yani 01 Nisan 2012 günü sabah saatlerinde YGS sınavı var bildiğiniz gibi. Milyonlarca gencin katılacağı bu önemli sınava belki oturduğunuz apartmanınızda da katılacak genç arkadaşlarımız olabilir. Bu yüzden lütfen uygun bir saatte dinlediğimiz müziğin sesini makul seviyelere indirmeyi unutmayalım. Böylesine önemli bir sınav öncesinde kimsenin bedduasını almayalım, konsantrasyon sorunu yaşatmayalım. Genç Stereo Mecmuası okuyucularından sınava girecek olanlara başarılar, ailelere de sabır diliyoruz.

Expedit Saçmalama: Rekordit!


Ikea'Nın Expedit modeli raflarının tüm dünyada plak severlerin en büyük dostu olduğunu yazıp çiziyorum. Mobilya dünyasında plakları yerleştirmek için kullanabileceğimiz uygun fiyatlı raf çözümlerine pek rastlamayınca Expedit'ler günü kurtaran kahramanlar haline geliyor.

Durum böyle olunca tüm dünyadan meraklılar Expedit'leri nasıl daha eğlenceli hale getiririz sorusunu kendilerine soruyorlar. Amerika New York'tan bir grup meraklı Shane Keaney tarafından gerçekleştirilen Rekordit! projesine finansal destek sağlamış.

Bu projede aşağıda görülen özel kapak sistemleri tasarlanmış. Bu kapaklara sevdiğiniz plak kapaklarını koyuyorsunuz.


Ve kapak sistemlerini Expedit raflarınıza monte ediyorsunuz. Hem plaklarınız tozdan korunuyor hemde eğlenceli bir görüntü elde edebiliyorsunuz.


Sonuç hiç fena değil gibi!

iPod Gramofonu!



Aslında daha geçen gün buna çok benzeyen bir Apple ses sistemini bloğuma eklemiştim ama bu gerçekten çok farklı ve güzel. Hemen bloğuma ekleyeyim dedim. Muhtemelen uzakdoğudaki bir üretici tarafından yapıaln ürün, geçtiğimiz aylarda çeşitli Amerikan ve Avrupa satış sitelerinde boy göstermiş. Tam teşekküllü bir dock sistemi olarak dikkat çeken bu ilginç sistem hemen her türden Apple cihazı ile uyumlu ve şarj etme özelliği de var. İşin güzel tarafı sesi yükseltebilmek için bayağı uğraşılmış olması. Ahşaptan üretilen kabine bronzdan üretilmiş boru kısmı eklenmiş ve ortaya bu ürün çıkmış. Aslında bir benzeri kolaylıkla üretilebilir. Bir fikir olarak kenarda bulunsun bakalım :)

Absürd Plak Kapakları: Warrior - The Battle Has Started


Bu plak gerçek mi değil mi diye oturup ciddi ciddi araştırmam gerekti. Son dönemlerde böyle saçma sapan bir kapak görmemiştim. Evet efendim, plak kapağı Warrior isimli Amerikalı bir christian-rock topluluğa ait. Bu christian-rock konusunu inanın açmaya bile gerek yok. Gerçekten saçmalık.

Albümün ismi The Battle Has Started ve 2004 tarihinde yayınlanmış. Şarkı listesine bile ulaştım: “Cry As One” (4:08), “I Want A Walmart Girl” (3:25), “Please Come Back To Me” (5:22), “The Battle Has Started” (3:23), “The Better High” (4:58), “My Little Runaway” (4:16), ”Right Here, Right Now” (4:30), “Walk Don’t Run” (4:02), “I Can’t Be Alone” (4:03), “Find His Love” (1:51), “Ride With Him Tonight” (2:57)

Kapaktaki iki zatın isimleri ise vokalleri yapıp gitar çalan Tad Donley ve basçı Michael Goodnight. Youtube'de topluluğun bir kaç videosu var ama vakit kaybetmeyin müzik sınıfta kalıyor...

Bülent Evcil ve Lior Kretzer - Orta Doğu Minyatürleri CD


Evet bu yazımda sizlere son derece minimal bir albümden bahsedeceğim. Bülent Evcil ve Lior Kretzer ortak çalışması Orta Doğu Minyatürleri.

Albüm genel anlamda ismine uygun bir albüm. Çevremizdeki coğrafyadan kulağa tanıdık gelen hatta yakından tanıdığımız melodileri oldukça etkileyici şekilde yorumlamış iki müzisyen. Şarkılara geçmeden önce isterseniz müzisyenleri yakından tanıyalım.

Bülent Evcil, 1968 doğumlu bir müzisyen. Müzik eğitimine İstanbul'da başlayan Evcil, mezun olmasının ardından eğitimine devam etmek için yurtdışına çıkmış. 90'lı yıllarda flüt eğitimi bir çok derece ve ödül ile tamamlayan Evcil, çeşitli yarışmalarda da başarı kazanmış. 1992 yılında İrlanda Dublin'de düzenlenen bir yarışmada aldığı ödül sayesinde İrlandalı flüt virtüozu James Galway'in öğrencisi olma şansını yakalamış. Galway'in öğrencisi hakkında yaptığı yorum çok dikkat çekici;

“Bülent Evcil fevkalade bir tona ve mükemmel bir tekniğe sahip. Her yönüyle çok etkileyici genç bir flütçü ve bence kuşağının en önde gelenlerinden biri.”



Eğitimini tamamlayan Evcil, müzik kariyerine ülkemizde ve dünyada bir çok önemli orkestranın içerisinde bulunarak devam etmiş. Müzisyenin biyografisine şöyle bir göz atarsanız oldukça etkileyici bir tablo ile karşılaşacaksınız.

Albümde dinleyeceğimiz ikinci müzisyen ise piyanist Lior Kretzer. Hakkında çok fazla bilgi bulamadığım müzisyen piyano, orkestra şefliği ve bestecilik eğitiminin ardından Avrupa, İsrail ve Amerika'da çeşitli orkestralarda çalışmış. Müzisyenliğin yanında eğitmenilikte yapan Kretzer'i tahminen ben ilk kez bu ortak çalışmada dinleyeceğim.

Albüm, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın Arapça konuşulan ülkelerindeki çeşitli halklardan Mezopotamya, İran, Kıbrıs, Türk, Musevi ve Arap müzik geleneklerini kucaklama amacında CD kitapçığına göre. Her iki müzisyenin klasik müzik kökenli olması albümü ilk adımda benim için son derece ilginç hale getirdi. Çok yüksek tekniğe sahip müzisyenlerin, bazen müziğin ruhunu daha arka plana atarak geleneksel ezgileri yorumlamasının sonuçlarını gördüğüm için Evcil ve Kretzer ikilisinin yorumlarını çok merak ediyordum.

Albümün açılış parçası olarak Ahmed Adnan Saygun'un hepimizin çok yakınen tanıdığını düşündüğüm Yunus Emre Oratoryosunun 4. bölümü seçilmiş. Daha ilk saniyede Evcil'in flütünden yayılan notalar dinleme odamı sarınca endişelerimin son derece yersiz olduğunu gördüm. Flütün mistik tonu, konuk müzisyen Müşfik Uzun tarafından çalınan kudümle desteklenince “Arya” bambaşka bir hal almış. Bu duruma kayıttaki derinlikte eklenince etkileyici bir yorum ortaya çıkmış.

Albümün ikinci parçası Mordechai Zeira'dan seçilmiş. Bildiğim kadarı ile erken dönem modern İsrail müziğinin oraya çıkmasında pay sahibi olan isimlerden bir tanesi olan Zeira'nın şarkısı “Shirat Hechalil” her iki müzisyen tarafından ortak yorumlanmış.



Bu arada İsrail müziği ile alakalı birkaç bilgi vermek istiyorum. Albümü satın alanlar veya alacaklar için fazladan bilgi olur. Modern İsrail'İn ortaya çıkmasından sonra dünyanın farklı yerlerinden gelen insanlar kendi müzikal anlayışlarını da yanlarında getirdiklerinde ortaya çok zengin bir dünya çıkıyor. Rusya'dan gelenler bu büyük coğrafyanın sayısız diyarlarından farklı yerel müziklerle kendi geleneklerini birleştirince ortaya çıkan tarz melodi zenginliği ile dikkat eçkiyor. tarzlara sahip anlayışlara Albümde de bol bol bahsedilen klezmer müziği ise daha çok Doğu Avrupalı musevilerin getirdiği bir müzik tarzı. Tüm bunları Orta Doğu ve Arap yarımadasının müziksal gelenekleri ile birleştirdiğinizde ortya çok renkli bir tablo çıkıyor. Albümde bu renkliliği yer yer görebilmeniz mümkün. Özellikle Orta Doğu Halk Şarkıları medley'inde du durumu kendi kulaklarınızla dinleyebilirsiniz. Hazır yeri gelmişken albümün şarkı listesi;

1. Ahmed Adnan Saygun Yunus Emre Oratoryosu Bölüm 4: Arya 3:55
2. Mordechai Zeira Shirat Hechalil 3:50
3. Anonim Üç Türk Halk Şarkısı: Şehnaz Longa, Katibim, Nihavent Longa 6:00
4. Ekrem Zeki Ün Yunus'un Mezarında 5:36
5. Anonim Orta Doğu Halk Şarkıları 12:18
6. Shlomo Idov Cholem Besfaradit 3:32
7. Sadi Işılay Sultaniyegah Sirto 5:20
8. Anonim Sarı Gelin 6:31
9. Necip Celal Andel Özleyiş 2:53
10. Shlomo Gronich Yesh Li Simpatia



Son zamanlarda yeniden yorumlanması çok denk geldiğim "Sarı Gelin" türküsüne yapılan yorumda gerçekten dikkat çekici. Son derece sakin, abartıdan uzak yapıda. Albümdeki bu durumu çok sevdim. Başta Bülent Evcil olmak üzere çaldığı enstrümana son derece hakim müzisyenlerin kendini ön plana çıkartma hevesi olmadan abartıdan uzak ama son derece ustaca yaptığı yorumlar şarkıları gerçekten bambaşka diyarlara götürüyor. Benzer bir durumu "Şehnaz Longa" da görebilirsiniz. Albümde herhangi bir karmaşıklığa, yetenek gösterisine yer verilmemiş ve düzenlemeler bu düşünce yapısına uygun şekilde yapılmış.

Albümün kaydı son derece etkileyici, derinlik hissini çok sevdim. Böylesine bir albüme çok önemli bir katkı yapmış. Bazı anlarda flütün mistik tonu ile kaydın derinliği birleşince bambaşka diyarlara gidiyorsunuz. Çok beğendim.

Albümden bazı şarkıların dinleme örneklerini AK Müzik web sitesinde bulabilirsiniz. İsterseniz şu linkten bir göz atın. Bahsettiğim derinliği bilgisayarınızın hoparlörlerinden bile hissedebileceğiniz eminim.

Nico - Femme Fatale



Ülkemizde punk müzik üzerine bol bol yazılır çizilir. Sex Pistols'dan bol bol bahsedilir. Bazen Ramones bazende The Clash telaffuz edilir. Ancak punk ortaya bir anda çıkmamıştır. Suicide, Death (rahmetli Chuck Schuldiner'in Death'i değil tabii ki) Deviants, Pink Fairies, The Stooges dolayısıyla tabii ki Iggy Pop ve Pere Ubu gibi isimleri de mercek altına almak gerekir.

Bu noktada meraklılar bu konularda harika yazılar yayınlanan Mojo gibi bağımsız dergileri takip edebilirler. İnternet üzerinden eski sayıları çok ucuza alınabilir. Neyse efendim. Konumuz Nico.

Nico ismi bir şey ifade etmediyse okumaya devam... Nico (asıl adı Christa Päffgen, 1938 - 1988) Alman müzisyen. Sadece müzisyen değil, moda mankeni, sinema oyuncusudur. 1960'lı yıllarda Nico'nun dahil olduğu bir olay daha var. Warhol'un Superstar'larından bir tanesi. Malum pop-art dünyasının içerisinde de oldukça önemli bir figür haline gelmiş. Ancak en önemli vukuatı The Velvet Underground'ın efsanevi (veya çılgın) başlangıç albümü The Velvet Underground and Nico'dur. Buradaki Nico tabii ki yazımıza konu olan Nico'dur.



Nico'nun ilerleyen yıllarda solo kariyeri başlıyor. 1960'lar ve 70'lerde fırtına gibi esen yılların ardından 1980'lerde bile müziğe devam etmiştir. Film oyuncusu olarak Andy Warhol'un son derece acayip Chelsea Girls (1966) filminin yanında bir sinema klasiği olan Federico Fellini'nin La Dolce Vita'sında (1960) da görünür. Yaşamı boyunca er**in gibi kötü alışkanlıkları (ki bırakmak girişimi olup olmadığını bilinmiyor) olmasına rağmen overdose'dan değil bisiklet kazasında ölmüştür. Meraklılar mutlaka The Velvet Underground and Nico'yu edinsinler.

Bunun yanında, Chelsea Girl, The Marble Index, Desertshore, The End albümlerinin yanında 1981 albümü Drama of Exile ve 1985 Camera Obscura albümüne göz atabilirler. Bu son iki albüm yapı olarak oldukça farklı. Lafı çok uzattım sanırım. Femme Fatale veya 2003 yılında çıkan ismiyle The Aura Anthology oldukça ilginç bir albüm. Bir nevi best-of... Dylan, Browne, Bowie ve Lou Reed bestelerinin yanında 9 adet Nico şarkısı var. Albüm 180gr'lık plak olarak basılmış. İki plaklık set, gatefold yapıda. Albümün notları Nina Antonia tarafından yazılmıştır ki, dayanamayıp bir kaç satırda Nina Antonia için yazacağım.

1. All Tomorrow Parties
2. Procession
3. Frozen Warnings
4. Saeta
5. Purple Lips
6. These Days
7. I'll Keep It With Mine
8. The Sphinx
9. Procession
10. Heroes
11. Sixty/Forty
12. Femme Fatale
13. I'm Waiting For The Man
14. König 15. Orly Flight
16. Secret Side
17. Femme

Fatale Nina Antonia ismi ilginç bir isim. Kendisi bir İngiliz müzik yazarıdır. Punk-rock döneminde çok sayıda makale yazmıştır. Bu yazıların bir çoğu benim severek takip ettiğim Mojo (dostlar sağolsun) ve Spiral Scratch dergilerinde yayınlanmış ve yayınlanmaya devam ediyor. Mojo takip edenler The Stooges yazılarının bir çoğunun altında Nina Antonia ismini göreceklerdir. Uzun oldu, kusura bakmayın..

O da Meraklı Bende Meraklıyım. Ama Arada Uçurum Var :)


Amerikalıları pek sevmem ve çok becerikli olduklarını düşünmem. Aslında bir genelleme yapmak yanlıştır. Belki bilirsiniz İzmir'de bulunan NATO karargahı sebebi ile hayatımın bir kısmı Amerikalılarla beraber geçti. Çoğunun elinden hiçbir iş gelmediğine gözlerimle şahit olmuşumdur. Alışkanlıkları veya eğitimleri yüzünden bilmedikleri konulara hiç el atmazlar. Örneği muslukları mı akıyor, bir anlayan bulmadıkları veya kapsamlı araştırma yapmadıkları sürece o su akmaya devam eder. Oysa biz Türkler çok farklıyızdır. Hemen elimize alet edevatlarımızı alır musluğu söküveririz. Bilinçaltımıza işlenmiş bir kod varmış gibi, conta değiştirmek çocuk oyuncağıdır bizler için.

Ancak sorun contada değil başka bir parçada ise o zaman kilitleniriz. Ertesi gün büyük ihtimalle bir su tesisatçısı evimize uğrar. Amerikalıların düşünce tarzında hep olumsuzluklar ön plana çıkar. İlk önce bütün olasılıklar uzun uzadıya gözden geçirilir, ters bir durumda yapılacaklar düşünülür. Tüm plan program yapılır ondan sonra harekete geçilir. Bu arada su damlamaya devam eder...

Bende dahil hepimiz her konuda konuşacak bir şeyler buluruz. Her konuda ahkam kesebiliriz. Amerikalılar pek öyle değillerdir. Bir konuda bir şey bilmiyorlarsa ağızlarını açıp konuşmazlar hatta köşelerine çekilip dinlerler. Ancak eğer ki, merakları olan bir konu ise cehennemin kapıları açılır ve karşınızda konunun uzmanı var zannedersiniz. En azından benim tanıdıklarımda hep böyle oldu....

Hayatımın önemli şoklarından bir tanesini anlatayım sizlere..

Zamanında NBA maçlarını seyrederken -ki o dönemlerde Michael Jordan'lar filan oynuyordu- bir Amerikalı subay ile basketbol sohbeti yaptım. Adam her oyuncunun sezon istatistiklerinden, okuduğu okullara, kolej yıllarındaki şeceresinden güncel istatistiksel bilgilere kadar normal bir insanın bilmeyeceği her türden bilgiyi arka arkaya sıraladı. Sonraki dönemlerde böylesine çok sohbet içerisinde bulundum ve kazaran bir konuyu kendisine hobi yapmış bir Amerikalı ile karşılaştığımda hep aynı şeyi gördüm. İnanılmaz derin bilgiler.

Bunu nasıl becerebildiklerini sorduğumda internetin olmadığı o dönemlerde hemen her konuda yayınlanan dergilerin ve kitapların varılığından haberim oldu. Bir hobinin veya ilgi alanının uzmanı olabilmek için ellerinde her fırsat vardı. Hele ki, aynı hobiyi paylaşan iki kişinin arasında kaldığınız zaman resmen bilgi bombardımanı yaşıyorsunuz. Havalarda upuzun kodlar, rakamlar uçuşuyor. İnanılacak şey değil.

Geçenlerde bir Amerikalı ile tüpler konusunda sohbet ediyoruz. Satıcı filan değil sadece meraklı. Tüpler bir nevi hobisi olmuş ve uzun seneler bu konularda araştırmalar yapmış. Araştırmaların sonunda geldiği durum gerçekten asap bozucu. Örneğin 2A3 tüplerin 40'ların RCA'larının değerli olduğunu biliriz. Bunların karakteristik yapısal özellikleri vardır. Ancak bundan sonrasını pek önemsemeyiz. Sohbetteki kişiyle bunları konuşurken bir anda üretim kodlarının nasıl yorumlanacağını hangi kodların nereye ait olduğu ve hangi üretim bilgilerini verebildiği konusunda bir bilgi bombardımanı yaşadım. En son üçüncü saatte bu tüpler hakkındaki sohbetten beynim döndü ve izin isteyerek sohbet yazılımımı kapattım.

Bu arada Japonlarında bu konularda bayağı bilgili oldukları söylenir. Bu konuda herhangi bir sohbetim olmadı ama en az Amerikalıları kadar “kaçık” oldukları söyleniyor.

Başlıkta yazdığım gibi bunlarda meraklı bizlerde meraklıyız. Ancak arada acayip bir fark var.

Heyri Sanat Vadisi



Sizlere geçtiğimiz ay Kore’de bulunan Camerata isimli bir müzik dinleme salonundan bahsetmiştim. Bu konuda yeni bir şeyler daha öğrendim. Camerata Cafe aslında dev bir müzik dünyasının içerisinde yer alıyormuş. Heyri Art Valley yani Heyri Sanat Vadisi, içerisinde müzik akademisinden, konser salonlarına ve kütüphanelere kadar müzikle ilgili bir çok oluşum bulunduğu bir yer. Kore'de devletin müziğin gelişimi için yaptığı yatırımlardan bir tanesi. Camerata Cafe bunun sadece bir parçasıymış. Demek ki, bir ülkede müzik bu şekilde gelişiyor; son yıllarda müzik dünyasında bu kadar fazla Koreli müzisyen görmemiz anlaşılan bir şans değil, bu yatırımların sonucu...

Final Audio Muramasa VIII



Kulaklık dünyasında da butik ürünler furyası başladı. Bu furyanın doğal sonucu tabii ki garip fiyat etiketleri. Bu furyanın en son üyesi Final Audio ve yeni duyurdukları Muramasa VIII modeli kulaklıkları. 8.000 Dolar fiyat etiketine sahip olan ürün 850gr'lık ağırlığıyla meraklılara "nasıl yani" dedirtiyor. Kulaklık dünyasında hemen herkes daha hafif ürünler tasarlamaya çalışırken Final Audio tam tersi istikamete doğru yol alıyor anlaşılan. Paslanmaz çelikten üretilen şasi 40mm'lik mid/bas ve 8mm'lik bir tiz sürücü ile donatılmış.

Alana da satana da Allah akıl fikir versin!

Kütüphane Haftası Kutlu Olsun...


BU hafta "Kütüphane Haftası" olarak kutlanıyor. Aslında kütüphaneye gitmeyeli çok uzun zaman oldu. Belki bir ara uğrayıp nostalji yaşamak lazım. Günümüzde internet teknolojisininde gelişmesiyle beraber kütüphanelere ihtiyaç kalıp kalmadığı tartışılsa da ve hatta bir çok kütüphanenin arşivi yavaş yavaş dijital ortama taşınsa da, kitabın kendisine özgü o güzel kokusunu bünyeye doya doya çekebilmek için en uygun yer kütüphaneler. Bu hafta dolayısıyla bende şahsi kütüphanemi düzenleyeyim bari. En son fena karışmıştı :)

Jimi Hendrix - First Rays of the New Rising Sun



Şu hayatta albümlerini almaya doyamadığım pek az müzisyen vardır. Seneler geçip müzik zevkim değişse de, bu isimler pek değişmedi. Şu sıralar radyoda boş bir kanal ayarlayıp onu dinleyecek kıvama -bir nevi noise olarak hayal edin, bakınız John Cage- gelmişken bile bu isimler beni hep heyecanlandırmıştır. Bu isimlerden bir tanesi Jimi Hendrix.

Aslında evirip çevirip diskografisine baktığınızda Jimi Hendrix hayatta iken basılmış çok fazla albümü yok. Şöyle bir bakarsak Jimi Hendrix Experience ile birlikte kaydettiği 3 albüm (Are You Experienced 1967, Axis: Bold as Love 1967 ve Electric Ladyland 1968) ve Band of Gypsys ile 1970 yılında kaydettiği konser albümü. Ancak Hendrix 1970 yılında öldükten sonra bir çok kayıt yayınlanıyor. Aslında bazı kayıtlar albüm olarak yayınlanmaya çok hazır haldeyken tamamlanmamış, bazıları ise konser kayıtları. Bunların yanında müzik yaşamının erken dönemlerinde soul, R&B ve blues toplulukları ile çalıştığı yıllardan bazı kayıtlar yayınlanıyor. 2000'lerde bile daha önceden resmi olarak yayınlanmamış -ancak meraklıların bir şekilde arşivlerinde yer alan- Valleys of Neptune gibi kayıtlar ortaya çıkabiliyor. Hatta ben kendi adıma daha da çıkmaya devam edeceğini düşünüyorum. Son dönemlerde “In The West” veya “Winterland” gibi canlı performanslar hala müzik meraklılarından büyük talep gördüğüne göre, benim gibi Hendrix delisi çok var demektir.

Bu yazımda size 1997 yılında yayınlanmış bir Hendrix albümünden bahsedeyim; “First Rays of the New Rising Sun”

Şimdi gelin kısa bir tarih yolculuğuna çıkalım. Albüm aslında 1970 sonlarında veya 1971 başlarında basılması planlanan çift plaktan oluşan bir albüm. Hendrix, 1970 yazında İngiltere'de “Isle of Wight” festivalinde çalmak üzere yola çıkıyor ve bu festivalin ardından Avrupa turnesi başlıyor. Bu turnenin bitiminde Hendrix'in Amerika'ya dönüp stüdyoda albümüne son halini verip piyasaya çıkması düşünülürken Hendrix, Avrupa'da fazla doz uyuşturucu tarafından ölüyor. Böylelikle albüm ortada kalıyor.



Hendrix aslında albüme çok özenmiş. Defalarca şarkıları değiştirdiğinden albümün stüdyo süreci uzadıkça uzamış. Hatta albümün iki değil üç plak olarak yayınlanması gündeme gelmiş. Albümün ismi de defalarca değişmiş, ilk düşünülen isim “People, Hell And Angels” imiş. Hendrix vakit bulup stüdyoya girdiğinde ve normal durumdayken albümün iskeletini ortaya çıkartmış. Bu konuda bir çok şehir efsanesi var. Bazı bantlarda konsept şarkı listesi bulunmuş ancak bu kapaklarda yazılmış yazıların daha doğrusu şarkı listelerinin Hendrix'in el yazısı olmadığı söyleniyor. Ayrıca albümle ilgili Hendrix'in tuttuğu bir çok not var. Aslında albümün ilk plağının şarkı listesi tam olarak hazır, ikinci plakta ise olmasını istediği şarkıların bir listesini yazmış. Bazı kaynaklarda bu listenin 20 şarkıyı geçtiği söylenir. Belki de Hendrix bu kadar şarkı arasında karar veremediği için albüm 3 plak olarak yayınlanacaktı. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz...

Karmaşa burada bitmiyor. Hendrix öldükten sonra 1971 yılında yayınlanan The Cry of Love ve Rainbow Bridge albümlerinde de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Ancak yukarıda bahsettiğim listedeki şarkıların bir kısmı 1971'de yayınlanan albümlerde bulunuyor. Sanırım 3 veya 4 şarkı yayınlanmamış durumda. Bunların hemen ardından üçüncü bir plak ortaya çıkıyor; War Heroes. Bu plakla beraber bu listenin neredeyse tamamı yayınlanmış oluyor.



Liste bir şekilde yayınlanıyor ancak ortada bambaşka bir durum var. Bahsi geçen şarkıların bir kısmının birden fazla kaydı var. Bazıları stüdyo session'larında ortaya çıkmış, bazıları özel olarak kaydedilmiş bazıları da konserlerde çalınmış. Sonunda bir prodüktör ortaya çıkıyor; Alan Douglas. Aslında Douglas uzun seneler Hendrix ile çalışmış bir isim. Douglas yayınlanmamış kayıtları alıyor, bunların kayıtlarında oynamalar yapıyor hatta Hendrix ile hiç çalmamış müzisyenler eksik bölümleri yeniden kaydediyor. Bazı bölümlerde arka vokaller ekleniyor. Böylesine bir çalışma sonrasında “Voodoo Soup” albümü 1995 senesinde ortaya çıkıyor. Aslında “First Rays of the New Rising Sun” projesinin önemli şarkıları bu albümde var ancak şarkılara o kadar çok ekleme var ki, sonunda iş mahkemelik oluyor. Hendrix vakfı konuya el atıyor ve bu rezilliğe bir son vermeye karar veriyor. Yine Hendrix ile çalışmış Eddie Kramer görev başına geliyor ve yazının başlarında bahsettiğim liste yeniden ele alıyor. Tartışmaya açık tüm şarkılar kayıttan ayrılıyor. Çeşitli dönemlerde çalınan farklı bölümler teker teker incelenerek orijinaline en yakın hale getiriliyor. Tabii ki orijinal hale getiriliyor demek mümkün değil; bunun için Hendrix'in yaşamda olması gerekir!

Albümün isminin hikayesi de son derece ilginçtir. Bunu da paylaşayım. Albümdeki iki parçadan hareketle isim bulunuyor. Bir bölümü “Hey Baby” (New Rising Sun) şarkısından ve diğer bölümü “Izabella”nın konser yorumlarında şarkı sunumunda söylenen cümleden; First Rays!

Albümün orijinali Hendrix yaşasaydı nasıl olurdu asla bilemeyeceğiz ama Hendrix Vakfı ve Eddie Kramer'e güvenmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Kendi adıma konuşayım “First Rays of the New Rising Sun” albümünde benim yadırgadığım pek bir şey yok. Bağrıma uzun zaman önce bastım bu albümü...



Albüme “Music On Vinyl” (MOV) şirketi geçtiğimiz senelerde yeniden bir baskı yapmıştı. Baskı gayet başarılı ve içerisinden çıkan kitapçıktaki notlar ve fotoğraflar ile baskının değeri biraz daha yükseliyor. Yazının başlarında bazı el yazısı notlardan bahsetmiştim ya, kitapçıkta bu notların bir kısmını görebiliyorsunuz. Ayrıntılı bir kaç fotoğrafı yazıya serpiştirdim zaten :)

Hendrix diskografisi plak formatında MOV plak firması tarafından basıldıkça Equinox Music tarafından ülkemize getiriliyor. Son dönemlerde neredeyse tüm Hendrix arşivimi yeniledim bu sayede. Equinox Music çok hayır dua alıyor benden bu sayede:) Şaka bir yana özellikle Are You Experienced 1967, Axis: Bold as Love 1967 ve Electric Ladyland 1968 baskıları çok keyifli mutlaka edinin. Hazır ülkemizde de bulunabiliyor iken bu şansı değerlendirmek lazım. Evet biraz pahalılar ama hayatınız boyunca dinleyeceğinize emin olabilirsiniz. Hendrix'in müziği gerçekten öyle en azından benim için....