Ali Yılmaz- Son Durum CD'sine Bir Göz Atalım!


Albüm kapağında sazı görünce bu yazıyı okumaktan vazgeçecek sabit fikirli okuyuculara sahip olmadığımız için bu CD'yi kendi bloğuma konuk etmeye karar verdim. Ülkemizde son günlerde müzik piyasasında yaşanan tartışmaları hepiniz biliyorsunuzdur. Böyle saçma sapan işlerle uğraşan insanların nasıl müziksever olduğunu anlamakta bazen zorlanıyorum. Benim için konu çok açıktır; hiç kendimi üzmem. Bir albüm, ruhuma hitap ediyorsa müzik tarzına hiç bakmam. İster İskandinavya'nın sisler içerisindeki fyordlarını çevreleyen ormanlardan süzülsün, isterse Afrika çöllerinde deve sırtındaki bedevilerin güneş enerjisi ile beslenen gitar amplilerinden (böyle şey mi olur demeyin örnek Tinariwen)  süzülsün, isterse hiç görmediğim coğrafyalarda, ismini bilmediğim enstrümanlarla yapılsın müziğin ruhu varsa, benim için sorun yok. Dinlerim... Zaten neredeyse dört seneyi bulan Stereo Mecmuası birlikteliğinde her türlü zorluğa rağmen ayakta durmamızın sebebi benim gibi düşünen insanların verdiği desteklerdir.

Ali Yılmaz, benim hiç duymadığım bir isimdi. Albümün duyurusunu burada yapmıştık. Bende merak ediyordum doğrusu. Albümü edindim ve keyifle dinledim. Benim halk müziğimizle alakalı engin bilgilerim yok ama özellikle Alevi türkülerine kafayı takıp araştırmalar yapmıştım. Bu söylediğimi yaptığım dönemlerde çok sıkı bir ekstrem müzik dinleyicisiydim. Sanırım bu ilgimin başlangıcı Ankara gezisinde olmuştu. İsminin TOBAV olduğunu hatırladığım bir lokale gitmiştik. Orada duyduğum melodiler beni çok etkilemişti. Zaten sonrasında fırsat buldukça Sabahat Akkiraz, Neşet Ertaş, Ali Ekber Çiçek gibi isimleri öğrenmiş ve dinlemeye çalışmıştım. O yıllardan günümüze inişli çıkışlı grafiklerle de olsa araştırmalarıma devam ediyorum. THM ile alakalı şu an bile söyleyebilecek fazla sözüm yok, dinlediğim albümlerle ilgili sadece hissettiklerimi yazabilirim.

Haydi isterseniz Ali Yılmaz'ın hayatına bir göz atalım. Hikayesi çok ilgi çekici. Hemen özetleyeyim, hemşehrim olan Ali Yılmaz, küçük yaşlarda müziğe ilgi duymuş ve darbuka çalmaya başlamış. Babası darbuka çalmasını istemediğinden ona bir bağlama almış ancak kısa süre sonra babasını kaybedince bağlama duvarda asılı kalmış. On'lu yaşlarında eve katkı sağlamak için pavyonlarda ve düğünlerde müzik yapmış. Ondokuz yaşında ise bir arkadaşıyla tartışıp tekrar bağlamaya dönmüş. Daha sonra Ege Üniversitesi Konservatuvarına girmiş son sene okulu bırakıp, ünlü olmak hayali ile İstanbul'a gelmiş. CD kitapçığında bu dönemi çok güzel anlatmışlar; "Bambaşka bir dünya olan İstanbul, İzmir'in yetenekli bağlamacısına hemen kucak açmadığından, başladığı noktaya, pavyon müzisyenliğine geri döndü" Nasıl macera değil mi? Tabii bunu yaşayana sormak lazım aslında. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarına girmiş ve İstanbul'da da tanınmaya başlamış. Çok sayıda enstrümanı çalabilen Ali Yılmaz'ın ilk albümü "Son Durum"

Albüm, safkan bir halk müziği albümü değil. Anadolu melodilerinin yanında, Azerbaycan'dan ve Ege'nin karşı tarafından esintiler var. Tüm bunlar melodiler, yapılan aranjmanlar ile farklı enstrümanlar ve tarzlarla birleştirilmiş. Albüme "fusion" diyebilmek mümkün. Esthema'nın Apart From Rest albümünün Türkiye prömiyerini ben yapmıştım hatırlıyorsanız. Tıpkı o albümdeki gibi bu albümde son derece samimi.

Albümde çok sayıda müzisyen görebilmek mümkün. Liste son derece uzun basgitar: Nurhat Şensesli, davul: Volkan Öktem, elektrik gitar: Ayhan Günyıl, perküsyon: Ömer Arslan, trompet: Charles Dawson, tuşlu çalgılar: Özgür Arkun, bakır üflemeliler: Erkut Yılmaz, Klarnet: Bülent Altınbaş (bu arada Kirpi albümünü 6Moons'tan Srajan'a göndermiştim, bayılmış) rhodes: Fırat Özbaylar diye liste uzadıkça uzuyor.

"Açıl Ey Ömrümün Varı"(Anonim), "Anacan" (Ali Yılmaz), "Şen-Ar" (Şenol Arkun, muhtemelen şarkının ismi isim soysiminin baş hecelerinden oluşturulmuş) "Hasret" (Özgür Arkun) albümün ilk dört şarkısı. Daha batılı düzenlemelere sahip bu dört şarkının ardından "Ürüzgar" (Ali Yılmaz) şarkısı benim özellikle ilgimi çekti. Buram buram Ege kokan şarkının ilk bölümündeki piyano bölümü ve arkasından gelen duygu dolu bölümler çok hoşuma gitti doğrusu. Azeri melodileri ile dikkat çeken "Guba'nın Ağ Alması"nın ardından dört telli bağlamanın farklı tonlarını duyabileceğimiz "Özlem" (Göksel Baltagir) benim gibi farklı saz tonlarına alışkın olmayanlara ilginç gelecektir. "İstanbul" (Özgür Arkun) ise tam anlamıyla Ege şarkısı. Şarkı mübadele ile alakalı duygularla yazılmış.

Bu noktada hemen bir parantez açayım. Çoğu İstiklal Harbi sonrasında başlayan mübadele döneminde herkes İstanbul'dan giden Rumları, Selanik'ten gelen Türklerin hikayelerini ön plana çıkartıyor. Ancak olay bununla sınırlı değil. Anadolu'nun her yanından giden Rumlar ve bugün Yunan Adaları olarak tabir edilen adalardan gelen Türkler işin içerisine girince olayın boyutları büyüyor. Sadece bu değil, her iki toplum çok uzun zaman kendi halklarında da kabul görmemiş. Bu da ayrı bir trajedi.

Çocukluğumda bu olayları anlamazken Yunanlılar hakkında ne düşüneceğimi bilememiştim. Hemen iki örnek vereyim. Çocukken, Rodos adasına gittiğimizde yaşlı Rum amcalar Yaşar'ın (hiç görmediğim dedemin ismi) torunları gelmiş diye beni ve kardeşimi öperlerdi. Babamla kucaklaşırlar ve her gittiğimiz yerde bizi sevgiyle karşılarlardı. Bazende olumsuz olaylar yaşadığımız olurdu. Bir gün dedemin mezarını ziyaret etmek için taksiye binmiştik. Yolun ilerleyen kilometrelerinde babam Türk mezarlığına (Rodos'taki) doğru dön dediğinde taksici ıssız bir arazide bizi arabasından indirmişti. Sebebini merak ediyorsanız, Türk mezarlığına gitmezmiş. Sadece bu değil, Türkiye'den geldiğinizde ilaçlı su dolu havuzlardan adalara girmek zorundaydınız. Sebebi mi; Türk toprağı mikroplu olabilir, dezenjekte etmek gerekli. Pasaport kontrol noktalarında Türk pasaportu olduğu için annemin saatlerce tutulması, buna kızan babamın görevlilerle her defasında Rumca kavga edip, kafalarına pasaportunu çarpması. Bir yanda bunlar, bir yanda her gittiğimiz yerde bizi dostça kucaklayan Rumlar. Bir çocuğun zihninde tüm bunların nasıl bir kavram karmaşası oluşturduğunu sizlere anlatamam. Nefret mi edeyim, seveyim mi? Seneler sonra insanların hepsinin iyi hepsinin kötü olmadığını, toplulukları şahıslar olarak ele almak gerektiğini anlamıştım. Tüm bunları yazdım ama sayfalarca yazabilirim. Size Ege'nin diğer tarafını anlattım, bu taraftan da hikaye çok. Özetlemek gerekirse siyaset, politika gibi şeyler b*ktan şeyler.

Albüme dönelim, Sarhoş'un ardından (Arif Sağ) Zeybek Potpuri geliyor. Bu şarkı tüm albümde benim favori şarkım oldu. Daha geleneksel tarzda çalınan 3 zeybekten oluşturulmuş potpuri insanın ruhunu okşuyor. Bir Egeli olarak bu bize özgü bir şey mi bilemiyorum. Hiç durmadan üflenen zurnalar ve bağlama ile aynı hatları izleyen davul harika. Gerçekten çok çok beğendim.

Albümün kaydı hiç fena değil. Şarkıların keyfine diyecek bir şey yok. Bu tarz fusion çalışmalar arttıkça halk müziğinin daha geniş kitlelere yayılacağını düşünüyorum.

notlar:
1- Ali Yılmaz'ın bir lakabı varmış, Motor Ali. Sanırım saz çalma performansı sebebi ile verilmiş bir lakap. Aşağıdaki videoda bir televizyon programından "Haydar Haydar" performansı var. Saz çalanlar arasında bu ezgileri çalabilmek mezuniyet belgesi gibi bir şey. Çalabiliyorsanız saz çalabiliyorsunuz demektir.
2- Ali Ekber Çiçek ismini andık, ruhu şad olsun.
3- Rodos'u özledim, gidesim geldi. Seneye artık...
4- Gerisi kendiliğinden gelir! Bu nereden çıktı derseniz Boris Vian yazıma buyrun!

Keith Jarrett / Charlie Haden - Jasmine CD


Bildiğiniz gibi son haftalarda Keith Jarrett ve Charlie Haden ikilisinin yeni albümlerinin haberlerini duyuruyoruz. Çeşme tatili dönüşü bugün ilk iş hemen albümü edindim. Aslında aklımın bir köşesinde acaba albümün plağı basılır mı diye bir soru vardı. Bunun en önemli sebebi ECM plak şirketinin seneler sonra yeniden plak basmış olmasıydı. Stereo Mecmuası'nın geçtiğimiz aylarda yayınladığımız Müzik Özel sayılarında ECM'in bastığı iki plağı mercek altına almıştık. Bu iki plak Keith Jarrett'in Yesterdays ve Enrico Rava'nın harika New York Days albümleriydi. Linklere basıp albüm eleştirilerini de okuyabilirsiniz tabii ki. Bu arada her iki albümünde plağı ülkemizde bulunuyor. Durum böyle olunca aklımın bir köşesinde Jasmine'in de plağı basılır mı düşüncesi olsa da, dayanamayıp albümün CD'sini alıverdim. Oh! pek de iyi yapmışım. Hemen kafasında benimle aynı soru olan meraklılara da bilgi vereyim. ECM'in açıklanan yakın zamanda yayınlanacak plaklar listesinde Jasmine ne yazık ki yok. Ha sürpriz yaparlarsa onu bilemem tabii :) Plaklardan bahsetmişken hemen yakın gelecekte basılan/basılacak ECM plaklarının listesini vereyim;

ECM 1022 Chick Corea: Return To Forever
ECM 1114 Pat Metheny Group: Pat Metheny Group
ECM 1216 Pat Metheny Group: Offramp
ECM 1360 Keith Jarrett/Gary Peacock/Jack DeJohnette: Still Live
ECM 1420 Keith Jarrett/Gary Peacock/Jack DeJohnette: Tribute

Ayrıca yakın bir gelecekte Keith Jarrett'ın efsanevi The Köln Concert'i (ECM 1064) de tekrar basılacak. Kafanız karışmasın yukarıdaki liste ECM'in yeni 180Gr odyofil baskıları. ECM'in ülkemizde (tabii ki dünyada da) daha eski baskı plakları buluyor. Bunların hem fiyatları uygun ve harika albümler var. Meraklısı kaçırmasın! ECM'in 180Gr plak baskıları (ki, programme of vinyl reissues olarak adlandırıyorlar) sıkı caz severlerin takip ettikleri üzere Jimmy Giuffre 3: 1961 (ECM 1438, bu albümde ülkemizde bulunuyor. Giuffre adını duyduysanız bence kaçırmamalısınız. Satın almamın üzerinden seneler geçmiş olsa da hala döner dolanır keyifle dinlerim) ile başlamıştı ve yukarıda yazdığım Enrico Rava - New York Days (ECM 2064) ve Keith Jarrett – Yesterdays (ECM 2060) ile devam etmişti. Anlaşılan liste zaman içerisinde uzayacak! Merakla bekliyorum...

Gelelim Keith Jarrett ve Charlie Haden birlikteliğine...

İsterseniz albümü sizlere tanıtmadan önce albümle ilgili neden fırtınalar koptuğundan bahsedeyim. Yabancı caz eleştirmenlerini takip edenler, albümün kokusu duyulduğundan beri yazdıkları yazıları okumuşlardır. Aynı şekilde müzisyenleri takip eden benim gibi "fazla" meraklı müzikseverlerde büyük bir heyecan içerisindeydi. Bir çok yerde bu konu nedense es geçiliyor. Biz tam tersini yapalım ve haydi isterseniz 1960'lara dönelim.

1960'ların sonunda Jarrett, Charlie Haden ve benim çok sevdiğim davulcu Paul Motian ile albümler kaydeder. Tabii bu yıllarda müzik dünyasında hemen herkes birbiri ile çalmaktadır, Jack DeJonette'ler, Charles Lloyd'lar... Liste oldukça uzun. Jarrett 1971 yılında Haden ve Motian'ın yanına saksafoncu Dewey Redman'ı da alarak American Quartet'i kurar. 5 yıl süre birliktelikten çok sayıda albüm yayınlanır. 1970'lerde (ortalarında) Jarrett ECM ile anlaşır ve American Quartet yerini European Quartet'e bırakır. Bu dönem benim pek sevmediğim bir dönemdir mesela. Jan Garbarek ile beraber çalışırlar ve Avrupa folk öğeleri işin içerisine girer. Hemen bir virgül koyayım. Burada bir tutarsızlık varmış gibi anlaşılabilir. Ben Avrupa folk müziği seven bir insanım. Özellikle de putperest dönemler benim için özellikle önemli. Tabii her türden okültist ve ezoterik yaklaşımlar da aynı şekilde. Zaten zaman zaman bu konularda pek normal sayılmayacak yazılar kaleme alıyorum. Savall'ın Le Royaume Oublié – La Tragédie Cathare albümü  veya Stille Volk albümleri için yazdığım yorumları okuyanlar bu merak durumunu fark etmişlerdir. Ama Garbarek tarzı veya European Ensemble dönemi folk pek bana göre değil.

Yine nerelere gidiyoruz. Jasmine ile konuya girip pagan folk'undan çıkmak pek normal bir şey değildir sanırım. Eh Stereo Mecmuası'nda ne normal ki?

Neyse... 33 yıllık uzun bir ayrılığın sonrasında Haden ve Jarrett  tekrar bir albüm yapmaya karar verirler. Tam olarak bilemiyorum ancak bu karar 2007 yılında verilmiş olsa gerek. Bazı okuduklarıma göre albüm yapım fikri Haden konusunda çekilen bir belgesel sırasında çıkmış. Hikayeyi tam olarak yakında okuruz sanırım. İkili, albümde standartların seslendirilmesine karar verirler. Şarkı listesi son derece ilginç. Örneğin albümün açılış parçası "For All We Know", 1934 yılında J. Fred Coots tarafından bestelenmiş. Şarkıyı kendi arşivinizde araştırırsanız Dinah Washington, Aretha Franklin, Billie Holliday (Lady In Satin yorumuna dikkat, hoş böyle yazdığımda kendimi Cüneyt Sermet hoca gibi hissediyorum. Tabii onun 1/1milyonu olmak bile önemli bir şey olurdu benim için o ayrı! Ama yazdığım free/avant-garde albüm yorumlarını okusa eminim ki çok kızardı) veya Rosemary Clooney gibi önemli isimlerden bir yorumuna mutlaka denk gelirsiniz. "Body and Soul" keza aynı şekilde. Ella Fitzgerald, Billie Holiday gibi solistlerin yanında çok sayıda caz müzisyeninin defalarca söylediği/çaldığı çok bilindik bir parça. Coleman, McCarthy bestesi olan "I'm Gonna Laugh You Right Out Of My Life", Peggy Lee'nin kendi yazdığı sözlerle zamanında meşhur olan "Where Can I Go Without You" derken liste uzadıkça uzar. En iyisi albüm listesini yazayım. Meraklılar kendi arşivlerinde derinlemesine inceleme yaparlar.

For All We Know
Where Can I Go Without You
No Moon At All
One Day I'll Fly Away
Intro - I'm Gonna Laugh You Right Out Of My Life
Body And Soul
Goodbye
Don't Ever Leave Me

Albüm Jarrett'ın evinde kaydedilmiş. Yazılan çizilenlere göre müzik son derece spontan şekilde gelişmiş. Zaten bir çok melodi tanıdık gibi görünse de, ilk kulak kabartma sırasında hemen anlaşılamıyor. İki usta müzisyen düşük tempolu şarkılarda, gözümüze sokmadan bazen birlikte bazen de tek başlarına çok ilgi çekici bölümler seslendiriyorlar. Birliktelik mükemmel, şarkılardaki yorumlar ilgi çekici. Özellikle "Body and Soul" ve albümün açılış parçası "For All We Know"u dikkatle dinleyince bu yazdıklarıma katılacaksınız. Keith Jarrett'ın standartları seslendirdiği albümlerdeki ortak huzur duygusu bu albümde fazlası ile var. 1970'lerdeki Keith Jarrett ile bugünkü Jarrett arasındaki (özellikle havada uçuşan nota sayısındaki) değişime merakla tanıklık eden müzik meraklıları Jasmine'e de bayılacaklardır. Değişmeyen tek şey Jarrett'ın şarkılar esnasında çıkarttığı sesler. Onu ilk dinlediğim zamanlarda bu duruma pek alışamamıştım. Ama ne yalan söyleyeyim artık sorun etmiyorum. Jarrett mı daha az ses çıkartıyor yoksa ben mi değiştim bilemiyorum :)

Bu arada albümün Jarrett'ın albümü evinde kaydettiğini yazmıştım. Kayıt neredeyse mükemmel. Stüdyosunu çok merak ettiğimi itiraf edeyim.

AK Müzik'in albüm tanıtımlarında yer verdiği bir yorumda Independent on Sunday yazarı Phil Johnson şunu söylemiş; "bu yıl sadece bir albüm alacaksanız o da Jasmine olmalı!" Bu kadar iddialı bir cümle kurabileceğimi zannetmiyorum (zaten yılda bir albüm alma olayını Allah kimsenin başına vermesin) ancak Jasmine bence de alınıp dinlenmesi gereken bir albüm. 60 dakikayı geçen albümle ilgili tek eleştirim kısa olması. Daha ne olsun diyeceksiniz. İkinci bir CD'ye hayır demezdim doğrusu. Şiddetle tavsiye olunur.

Yine uzun bir yazı oldu. Okuduğunuz için çok teşekkürler.

notlar:
1- Uzun yazı okumak istemeyenler için özet: bu albümü almanızı öneririm.
2- Büyük müzisyenleri böylesine albümlerde dinlemek gerçekten çok büyük keyif. Haden ve Jarrett.. Eh daha ne olsun!
3- Albümün ismi aklıma başka bir albümü getirdi; Archie Sheep'in "Yasmina, a Black Woman" albümü. BYG Actuel plaklarını bir ara İtalyan Abraxas şirketi basmıştı. Bir çoğu artık bulunamıyor. Birileri tekrar bassın.
4- Bu önemli bir not. Bir çok albüm tanıtımımızı sanki müzik eleştirmeni veya müzik tarihçisiymişiz gibi okuyup yorumlayan okuyucularımız var. Bendeniz, Hakan Cezayirli de dahil olmak üzere Stereo Mecmuası'nda yazan herkes sadece ve sadece müzik severdir. Tüm yorumlarımız müziği seven insanlardan müziği sevenlere zihniyetiyle yazılmaktadır.
5- Genel özet: Müzik çok güzel şey!

Savaş Temalı Oyun Kültürü


Tatildeyken yanıma kitap alırım çoğu zaman. Ancak bazen unutup veya çantam hafif olsun diye tatile gittiğim yerde kitap almak da bir seçenek olabiliyor. Geçtiğimiz hafta Çeşme'de tatildeydim. Bir haftalık tatil iyi geldi doğrusu. Çeşme ile alakalı yazacağım şeyler bol bol var tabii. Sanırım ilerleyen günlerde yazmaya başlarım.

Tatilin son 3 gününde bir süredir alışveriş listemde olan bir kitabın Türkçe çevirisi ile karşılaştım ve hemen aldım. "Ed Halter" tarafından yazılan kitabın orjinal ismi "From Sun Tzu to Xbox". Kitap 2006 yılında yayınlanmış. Kitap dilimize "Savaş Temalı Oyun Kültürü" adıyla 2009 yılında çevrilmiş. Kitabın orijinal kapağı son derece ilgi çekici olsa da, ülkemizde yayınlanan çevirisinin kapağı pek albenili değil. (yukarıda solda orijinal kapak, sağda ise Türkçe çevirisinin kapağı görülebilir) Aslında bu da bir pazarlama taktiği olabilir. Bu kadar saçma bir kitap kapağı ne olabilir ki diye elimi kitaba attığımda, uzun zamandır listemdeki kitap olduğunu fark ettim. Ama çoğu kişinin bunu bir çocuk kitabı zannetmesine şaşırmam doğrusu.

Kitap aslında iki bölümden oluşuyor. Her iki bölümde birbirine zekice yedirilmiş. İlk bölüm savaş oyunlarının tarihçesini anlatıyor. Özellikle masa üstü generallerinin hoşuna gidecek, ayrıntılı ama sıkmayan bir anlatımla tarihin ilk çağlarından bugüne bir yolculuk yapılıyor. İkinci bölümde ise bilgisayar oyunlarının doğuşuna tanıklık edip, oyunların gelişim süreci ile askeri birimlerin birbiri ile etkileşimi ve özel oyunların geliştirilme öykülerini okuyabilmek mümkün. Meraklılar için bilgisayar korsanlığının kısa bir tarihçesi, ARPANET olarak başlayıp internet haline dönüşen ağlar gibi çok spesifik alanlar ile alakalı harika bölümlerde mevcut.

Kitapta özellikle Full Spectrum Warrior, Army Battlezone, Americas Army, Marine Doom gibi özel oyunlar ve oyun mod'larının gelişimi ayrıntılı şekilde ele alınmış. Bu oyunları oynayan bir çok insanın fark etmediği öğeler ve yapım aşamasındaki tasarım fikirleri son derece şaşırtıcı. 300 sayfalık kitabı çok hızlı ve keyif alarak okudum. Bloğumu takip edenlerin bir kısmının ilgisini çekeceğine eminim.

Bu arada kitap Yakamoz yayın evinden çıkmış. Yaklaşık 300 sayfa olan kitabın fiyatı online sitelerde 9TL civarında geziniyor. Ancak çoğu kitapçıda promosyonlu ürün olarak daha uygun fiyata bulabilirsiniz. Çevirisi gayet akıcı ve göze batan hatalar yok. Bence çok iyi bir iş yapılmış. Böyle bir kitabı yayınlamaya nasıl karar verildi bilemiyorum ama ben kendi adıma Yakamoz'a teşekkür ederim.

Son olarak Ed Halter çok ilginç bir insan. Son derece göz bozucu sitesinde çok ilgi çekici yazılar yayınlıyor. Genelde sinema konusunda yazan yazar aynı zamanda bilgisayar teknolojisi ile ilgili. Yazılarının bir çoğuna farklı sitelerden ulaşabiliyorsunuz. Zaten sinema yazılarının çoğu için farklı sitelere link verilmiş. Tüm linkleri kendi sitesinde bulabilirsiniz. Zaman buldukça göz atmanızı tavsiye ederim. Ed Halter'ın web sitesine ulaşmak için tıklayın. (sitedeki animasyon çok sinir bozucu değil mi?)

Vacuum Tube Amp


Yeni nesil bir MP3 çalarınız var ve havalı bir ses sistemi almak istiyorsunuz. Modern tasarımlı dock sistemleri ilginizi çekmiyor ve daha eski tarz bir şey istiyorsunuz. İşte bu sistem tam size göre. 4 vakum tüple donatılmış ampli ve hoparlör sistemi. DVD çalar, discman, iPod ve benzeri istediğiniz bir cihazı bağlayabileceğiniz bu sistem eski görünüşlü bir amplifikatör ve eski tarz bir horn hoparlörden oluşuyor. İki adet pille çalışan sistemin fiyatı 150 dolar. Hem lambalı hemde şık. İnsan daha ne ister ki?

Facebook Grubumuza Katılın!


Günümüzde sosyal imleme siteleri, sosyalleşme siteleri, listeleme siteleri derken Stereo Mecmuası'na hemen her yerde denk gelebilmeniz mümkün. Facebook, tüm bu siteler içerisinde en popüler olanı. Tabii ki bu durum muhtemelen Türkiye için geçerli. Neyse, şimdilik 300 civarında üyesi olan bir Facebook grubumuz var. Nedense sayımız bu aralar artmıyor ama zamanla kalabalıklaşacağımızı umuyoruz. Facebook grubumuzda web sitemizde yayınlanan tüm haberler ve köşe yazılarına kolayca ulaşabilirsiniz. Sitenin hemen her köşesinde yayınlanan yazılara bir kaç saniye fark ile yayınlanıyor. Bu yazdıklarım sadece forumlarımız için geçerli değil. Belki bir gün forumlarımızdaki yeni mesajları da Facebook'tan takip edersiniz. Stereo Mecmuası Facebook grubuna katılmak için tıklayınız