Bir Sayının Ardından


Stereo Mecmuası'nın 27. sayısını kazasız belasız yayınlamayı başardık şükürler olsun ki. Sayının yayınlanmış olması aslında hayatımı daha da zorlaştırıyor. Her yeni sayıda firmalardan veya kişilerden test etmek için aldığım ürünleri birer birer gitmeleri gereken yerlere göndermem gerekiyor. Bugünde 27. sayısının yukarıda görülen son anısını paketledim. Sisteme bir şeyler ekleyip çıkartmak pek sevdiğim bir şey değil ama Stereo Mecmuası sayesinde (aslında yüzünden) test dönemleri ev savaş alanına dönüyor. Uzun yıllardır sistemime ekleme çıkartma yapmıyorum pek, aslında yapıyorum ama genelde minik şeyler, küçük aksesuarlar. Muhtemelen Stereo Mecmuası projesi bitince uzun yıllar hi-fi dergisi bile okumam.

Diğer nefret ettiğim bir şey ise kargolarla uğraşmak. Tüm gelen ürünleri paketle, kargoları takip et. Bu arada eski bir mağazacı olarak kargolarla uğraşmayı hiç sevmem.  Mağazacılık öncesi sorunum yoktu ama yok promosyon malı geldi, yok iadeler kayboldu zaman içerisinde nefret ettim vallahi. Ama Stereo Mecmuası ile  yine yeni yeniden kargo hengamesi yaşıyorum. Bunların üzerine binlerce liralık emanet ekipmanı evde tutmakta ayrı bir stres. Ürünlerin başlarına bir şey gelse ne yapacaksınız? Tabii ki satın almak lazım.


Örneğin yukarıdaki kutunun ederi 5.000 Doların üzerinde. Nasıl bir stres yaşadığımı siz düşünün artık. Bu  ürünlerin bir çoğunu özel şekilde paketleyip düzgün kargolara vermek lazım. Yan sokaktaki kargocu Mehmet Amcaya vermek demek sinir stres sahibi olmak demek. İyi çalışan kargoların gönderi ücretleri evlere şenlik. Küçücük bir zarfın bile (tüm ürünlerin irsaliyeleri geri gidiyor)  gönderi bedeli 10TL'nin üzerinde. Koskoca paketleri düşünün bir de. Allah'tan bazı firmalar anlaşmalı oldukları kargolar ile beni kargo ücretinden kurtarıyorlar. Zaten böyle dostlar olmasa dergi çıkartıyoruz diye şahsi bütçelerimizi de yeriz. Hoş zaten ne gidiyor bu projeye hesabını yapmıyorum. Ayrıntılı bir hesap yapsam sanırım ertesi gün veya o an siteyi kapatırdım...

Her şeyin ötesinde ne yapıyoruz ücretsiz dağıtılan hi-fi dergisi yayınlıyoruz. Kendime koskoca bir aferin, bu dertleri başıma kendim açtım sonuçta.

Bitmedi... Bir de tüm bunların sonunda evi toparlayıp kendi sistemime dönme konusu var. Kablo sök tak yapmaktan gerçekten nefret ettim artık. Bazen bıkkınlık geliyor. Allah'tan sistemi geri kurup, ilk tınılar çaldığından her şeyi unutuyorum. Veya kendimi kandırıyorum, öyleyse de lütfen ses etmeyin, çaktırmayın..


Bu arada sisteme bir oyuncak ekledim. Cihaz değil bir LED lamba. Okuma lambası olarak geçiyor yaklaşık 10TL'ye satılıyor. Benim gibi karanlıkta müzik dinlerken plağın üzerine iğneyi indirirken kaza yapmamak için pikabın yanına eklenmesi şart. Bu ürünler genelde kırtasiyelerde ve büyük marketlerde satılıyor. Fena da iş görmüyorlar doğrusu...

Wifi vs Hifi


Son günlerde en çok hoşuma giden karikatürlerden bir tanesi..

Unutulmuş Krallık ve Yeni Bir Albüm, Bu Kez Borgia'lar.


Geçtiğimiz günlerde bir müzik markette alışveriş yaparken bir bey yanıma yaklaştı. Reyondaki Savall'in "Le Royaume Oublie" albümünü göstererek, bu albümle ilgili yazınızı okudum ve çok etkilendim dedi. Internet sitemizde arada sırada fotoğrafım görünüyor. Bazı okuyucularımız denk geldiğimizde beni tanıyıp sohbet ediyorlar. Çok keyifli bir mevzuu bu bence. Yeni insanlar tanıma şansım oluyor ve keyifli ayaküstü sohbetler yapıyorum. Neyse... Bahsi geçen albüm ile ilgili alakalı sohbet sırasında, bu kadar bilgiyi nasıl yazabildiğimi sordu. Ortaokul (hatta daha öncesi ama hatırlamıyorum) dönemlerinden itibaren tarih konusuna büyük bir merakım olduğunu ve nasıl oluyorsa senelerden beri okuduğum her şeyin aklımda kaldığını anlattım. Bu nasıl bir şey anlamıyorum. Bir konuya odaklandığımda gözümün önünden film şeridi gibi okuduklarım geçiyor ama bir telefon numarasını hafızamda tutmakta zorlanıyorum. İnsan beyni gerçekten garip bir çalışma şekline sahip.

Andante dergimi alıp bitip eve gelince yazdığım yazıyı bir okuyayım dedim. Ne yalan söyleyeyim yazdığım yazıyı beğendim ama yazının albüm incelemesinden başka her şeye benzediğini söylemem mümkün. Tabii ki albümden de bahsetmeyi başarmışım ama üçüncü sayfanın ortalarında ancak. Herşeye rağmen bence çok güzel bir yazı olmuş. Son derece zorlu bir albüm incelemesi okumak isteyenler buradan yazıya ulaşabilirler.

Bu arada Alia Vox cephesinde yine ilginç bir albüm var; "Dinastia Borgia. Eglise et Pouvoir à la Renaissance" Türkçeleştirmek gerekirse "Borgia Hanedanı; Rönesans'ta Kilise ve Güç". Tabii konu Borgia ailesi olunca albümden önce tarihsel mevzuular aklıma geliyor. Ailenin Medici ve Sforza'lar ile savaşları, özellikle Cesare ve Lucrezia Borgia'ların hikayeleri aklıma ilk gelenler. Tarih bu tarz ilginç asilzadeler ile dolu. Jeanne d'Arc ile omuz omuza savaşan general Gilles de Rais, Erzebeth Bathory en bilindikleri ancak Borgia'larda son derece ünlü bir aile ve gücün karanlık tarafındalar.

Video: Dynavector DV 507 MkII



 Stereo Mecmuası'nın 27. sayısında sizlere bahsettiğim Dynavector DV 507 MkII pikap kolu ile alakalı kısa bir video hazırlamıştım. Ancak seste ufak bir kayma olmuş nedenini çözemedim şimdilik. Ancak ses ile alakalı bir miktarda olsa fikir sahibi olmak mümkün. İyi seyirler...

AASSMde Güzel Bir Caz Akşamı; Louis Sclavis Trio


İzmir Caz Festivali kapsamında düzenlenen Louis Sclavis konserine gittik. Fransız müzisyen genç yaşlarında klarnet çalmaya başlamış daha sonra eğitim almış. Eğitiminin ardından caz müziğinin önemli isimleri ile sahne almış. Üzerinde fazla yorum yapmaya gerek yok bence çok büyük müzisyen.

Sclavis'e bas gitarda Olivier Lété, eşlik etti. Muhtemelen kendisini "Orchestre National de Jazz" topluluğunda geliştirmiş. 25 senelik bir maziye sahip olan Orchestre National de Jazz (kısaca ONJ) çok ilginç bir yapı. Bünyesinden avant-garde'tan mainstream caza kadar bir çok küçük topluluk çıkmış.

François Merville genç bir davulcu. Çok genç yaşında davul çalmaya başlayan Merville aldığı ödüllerle dikkat çekmiş ve arkasından Paris konservatuarında eğitim almış.

Evet bu üçlüyü 7 Mart 2011'de Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezinde küçük salonda seyretme fırsatım oldu. Konser biletleri 25TL'den satışa sunulmuştu. Gayet makul bir fiyattı kesinlikle. AASSM'de küçük salonda bir çok konsere gittim. Genelde çok rahatsız olduğum ses düzenleri ile karşılaşmıştım. Sclavis konseri öncesinde bu durumdan biraz korkuyordum ancak ilk notalarda korkularımın yersiz olduğunu anladım. Bu güzel salona yakışır düzenleme yapılmıştı. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.

Sclavis konser sırasındaki etnik caza göz kırpan çalışmalarından daha ilerici çalışmalarına kadar geniş bir yelpaze hazırlamış. Konser boyunca Sclavis, düdük, klarnet ve saksafona kadar seyirciyi sahneye bağlayacak her türlü oyuncağı çaldı. Oyuncak diyorum çünkü böyle müzisyenlerin elinde enstrümanlar oyuncak haline geliyor. Teknik ve müzikalitenin çok kayda değer bir birleşimini izledik. Üçlü konser sırasında çok dikkat çekici bir perfomans ortaya koydu. Özellikle basta Olivier Lété bence müthiş bir performans ortaya koydu. Zaman zaman çeşitli pedal ve elektronik efekt cihazları ile desteklediği Fender bası ile müthiş çaldı. Konser bazen öyle bir hal aldı ki, cazdan punk'a hatta metal müziğe doğru gittiğimiz enstantaneler oldu. Davulda François Merville, ise son derece zor şarkıların arkasını son derece başarılı şekilde doldurdu. Davulcunun çok ilginç bir tekniği var. Genelde bilekten çalan davulcuları çok severim, Merville bu tarz davulcuların aksine koldan çalıyor. Bu sahnede oldukça değişik bir görüntü oluşturuyor. Bazen abartı görünüyor ancak koldan gelen basınç neticesinde davul tonlarında bir sertlik olmadı. Sanki bilekten çalıyormuş gibi son derece narin tonları çalabiliyor. Farklı bir teknik ve son derece şaşırdım.

Konser biraz tutuk başladı. Sanırım Sclavis ilk şarkıdaki solosunun ardından biraz alkış bekledi ancak ilk şarkının ardından bir alkış tufanı kopmasıyla izleyici ve müzisyen arasındaki o büyülü köprü kuruluverdi bir anda. Zaten sonrasında olanlar oldu. Müzisyenler coştukça, seyirci coştu. Konser sonunda ellerim patlayana kadar alkışladım, hemen herkes öyle. Sclavis üçlüsü bir tekrar daha yaptı ve yine alkış tufanı koptu. Tüm güzel şeylerin sonu olduğu gibi bu konserinde sonu geldi.

Bu arada konserden hemen her şarkı arasında bir sürü çıkan insan oldu. Sağlık sorunları gibi önemli şeylerden dolayı konserden ayrılmak tabii ki gayet normal ancak tahminimce ayrılanların bir çoğu o akşam evden "hanım gel caz konserine bilet aldım veya beleş bilet bulduk konsere gidelim" diyen tiplerdi. Sclavis tabii ki pek kolay dinlenir bir müzik sunmuyor hal böyle olunca şarkı aralarında ciddi bir gidiş hatta kaçış trafiği yaşandı. Bence sorun değil ancak zaten küçük olan salonda çeşitli sebeplerden dolayı bilet alamayan müziğe meraklı bir çok insan, bu tarz insanlardan dolayı bilet alamıyorlar. Gideceğiniz konseri araştırıp bilet almak lazım, kimsenin hakkını yememeliyiz.

Uzun lafın kısası ses düzeni, salonun ambiansı ve en önemlisi Sclavis üçlüsünü müthiş performansı ile harika bir akşam oldu. IKSEV bu sene güzel bir festival düzenlemiş ve her zevke hitap eden konserler var. Bilet fiyatları makul. Geçtiğimiz senelerde ben dahil bir çok insanın yaptığı eleştirilerden ders alınmış gibi görünüyor. Bir alkışta IKSEV'e gidiyor.
not: konser boyunca fotoğraf çekilmemesi uyarılarına uyduğum için fotoğrafı IKSEV sitesinden aldım. fotoğraf Sn Oğul Ekşi tarafından çekilmiştir.