Rank Arena Afiş 1972



Rank Arena anlayabildiğim kadarı ile farklı ürün gruplarını farklı üreticilere ürettirip oldukça iddialı fiyatlarla tüketicilerle buluşturmaya yönelik kurulmuş bir firma. Bende hiç bilmiyordum bu markayı ve bu afiş sayesinde denk geldim. Biraz araştırınca zaman içerisinde televizyondan tutun ev gereçlerine kadar hemen her konuya el atmışlar. Yalnız yukarıdaki hifi konsolu müthiş keyifli gözüküyor laf aramızda...

Back To Basics

Geçenlerde güzel bir afiş gördüm. Hoşuma gitti. "Back To Basics" yani basite dönüş! Hoş laf aramızda bu basitliğin derinliklerine doğru gittikçe son derece karmaşık bir dünya var ama çok abartmazsanız pikap dünyası son derece basit ve keyiflidir...

Que Viva Le Pop



Plak dünyasının en saçma içeriklere sahip muhtemelen tüm dünyada en çok korsanı basılan ancak bir yandan baktığınızda en eğlenceli plak kapaklarına sahip plakları muhtemelen toplama albümlerdir. Que Viva Le Pop plağı işte tam bu örneğe uyan bir plak. Aslında geçmişi çok eski değil 2006 yılında basılmış. İçeriğinde Hey! hey! alright! Cannonball Jane, Act Not Surprise - Jupiter Apple, Belt and Shoelaces - The Butterflies of Love gibi ne duyduğum ne işittiğim güzide eserlere yer verilmiş plak eBay gibi sitelerden üç kuruşa satın alınabiliyor. Kapağındaki kavram karmaşası için dahi bile satın alınabilir...

Mutluluk Getiriyorum!



Yukarıdaki afişin altında yazılan yazının Türkçe çevirisi bu işte; "Mutluluk Getiriyorum" Muhtemelen eski bir Fransız pikap üreticisinin reklamı hangisi bulamadım ama böyle eğlenceli ve renkli pikaplar üreten Teppaz olabilir sanırım. Bu pikapların ses kalitesi nasıldır bilemeyeceğim hatta oldukça kötüdür ancak yurtdışında öyle saçma sapan fiyatlardan satılıyor ki, sanırım denk gelsem her renginden eve alırdım bir tane. Bu arada saçma sapan fiyatlar derken Türk parası ile 100TL ve civarından bahsediyorum...

Sizin Yapacağınız Hoparlöre....


Yukarıda gördüğünüz saçmalık bir Amerikan firmasının tasarımı. Bildiğim kadarı ile operasyon geçiren köpeklere takılan koni şeklinde ismini bilmediğim aparattan hareket eden parlak zekalı tasarımcı kardeşlerimiz bu ürünü tasarlamakla kalmamış, bir de satışa sunmuş. Fiyat ise akıllara zarar, tam tamına 31 Dolar yani 60 küsür TL. Tasarım rezalet, muhtemelen ses kalitesi de faciadır, fiyat ise saçmalık. Perpetual Kids isimli site tarafından tasarımı yaptırılan ürün, firmanın çocuklarınızı eğlendirin mottosundan insanları aptal yerine koyun mottosunu hak ediyor!

Saatler.....


Hemen her yaz sonu olduğu gibi koleksiyonumdaki eski saatleri bakımdan geçiriyorum. Aileme ait neredeyse yadigar saatler bende ayrıca bende bir miktar satın almıştım zamanında. Aile yadigarlarının neredeyse tamamı çok iyi durumda ancak bana ulaşan bazı saatlerin durumu pek iyi değildi. Aslında bunların kozmetikleri konusunda pek bir sıkıntım yok. Bir restorasyondan geçirmeyi planlamıyorum ancak mekanizmalar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. 


Yaz sonunda deli bir iş olan mekanizmalara giriştim. Zaten gözüm görmüyor bunlarla uğraşmak bir delilik. Ancak bol bol video ve yazı okuyarak bazı ipuçları buldum ve dikkatlice bazı örnekler üzerinde uyguladım... 


Sonuçta neredeyse tüm saatlerin mekanizmalarını çalıştırmayı başardım. Sanırım bir tane var tam istediğim gibi olmayan. İzmir'de iyi bir tamirci bilen?

Gazetenin Verdiği Ana Britanicalar Mı O Raftakiler!

Blitzkrieg Mod ile Yaz Savaşlarına Devam!


Company Of Heroes 2 çıktığında bir daha orijinal Company Of Heroes oyununu oynamam demiştim ama halt etmişim... Sanırım daha önce burada yazmıştım, yaz döneminde eş dost ile online alemlere dalıp eski günlerimizdeki gibi oyun oynuyoruz. Pek keyifli oluyor doğrusu...


Bu sene nostalji yaparak orijinal Company Of Heroes üzerine yoğunlaştık bol bol. Tabii bağımsız bir topluluk tarafından geliştirilen harika ötesi "Blitzkrieg" modu sayesinde oyun bambaşka bir hal almış. Geçen aylarda daha doğrusu yaz döneminde mod elden geçirildi ve bir sürü özellik eklendi. Bir güzel oldu bir güzel oldu ki anlatamam... 


Her ne kadar yaz dönemi bitmiş olsa da, arada sırada Blitzkrieg modlu Company Of Heroes savaşlarımız devam edecek. Katılmak isteyen olursa benimle iletişime geçsinler... 

Kalenderîyye Emaneti


Yazın en ilginç buluşlarından bir tanesi yukarıdaki hindistan cevizi kabuğu. SeçilCez'in babası bu kabuğun hikayesini anlatmıştı bize. Dedesinin dedesi Bulgaristan'da yaşarken 17-18 yaşında bir anda ortadan kayboluyor. Neredeyse 15-16 sene sonra doğduğu köye geri dönüyor. Tabii ki kimse onun olduğuna inanmıyor ama o tek tek eski bildiklerini sıralayınca işin rengi değişiyor. 15-16 senelik bu ortadan kayboluşun hikayesini hiç anlatmıyor sadece yukarıda gördüğünüz hindistan cevizi kabuğunu getiriyor yanında başka bir şeyi yok! 

Bizde bu nedir diyerek araştırmalarımıza başladık. Bulmacayı çözmemiz bir tesadüf sayesinde oldu. Bir Cumartesi akşamı Murat Bardakçı'nın Tarihin Arka Odası programında gördüğümüz aşağıdaki gibi bir fotoğraf beynimizde şimşekler çaktı. Meğer yukarıdaki hindistan cevizi kabuğu Kalenderi dervişlerin yaşamlarını idame ettirebilmesi için olmaz ise olmazmış. Bir asırı geçen bir yaşı olan bu nadide parçayı hemen koruma altına aldık tabii. Hoş zaten koruma altındaydı da, biz biraz daha teknik işlere girdik. Metal kısımlar korozyona karşı korumaya alındı, gövdeye özel yağlar uygulandı vesaire...

Ve arkasından bu gizemli tarikatın peşine düştük.... 


Merak edenler için başlangıç olması babında, Diyanet Vakfının İslam Ansiklopedisinde Kalenderiler için şöyle yazılmış;

Kalenderî bir hayat tarzını benimseyen çeşitli tasavvufî zümrelerin ortak adı. Dünyayı ve dünyevî değerleri umursamayan, içinde yaşadıkları toplumun, toplumsal düzenin inanç ve geleneklerine karşı çıkan, bunu kılık kıyafet, tutum ve davranışlarıyla gündelik hayatlarına da yansıtan sûfîlere kalender, bunların temsil ettiği tasavvufî zümrelere de genel olarak kalenderiyye veya kalenderîlik adı verilmiştir. Kalenderin Farsça’da “iri yarı, kaba” anlamındaki kalanter (Türkçe’de kalantor) veya Grekçe aynı anlamda kaletoz kelimesinden geldiği ileri sürülmüştür. Kelimenin Farsça kalan sözcüğüyle ender ekinden oluştuğu ve “ağır yük taşıyan, ağır yük altına girmiş bulunan” mânasına geldiği yahut Arapça ekall kelimesiyle Farsça ender ekinden teşekkül ettiği ve “az, önemsiz” anlamında kullanıldığı kaydedilmektedir. Farsça tarihî metinlerde genellikle “rind, ayyâr, derviş” mânasına gelen kelimenin kökeni üzerinde kesin bir görüşe varılamamıştır. Öte yandan kalenderin Sanskritçe “töreyi bozan” anlamındaki kâlândâradan Farsça’ya geçtiği, kendi kabilesinin dışında bir kızla evlenen eski Hint yogilerine kalender denildiği, zamanla bu kelimenin Hintli ve İranlı dervişler arasında nefsi terbiye etme bağlamında özel bir anlam kazandığı ve bu derviş topluluğuna kalenderiyye denildiği de ileri sürülmüştür. Kalenderîlik üzerinde yapılan çalışmalarda da akımın geniş ölçüde eski Hint ve İran mistik akımlarından etkilenmiş olabileceğine dikkat çekilmiştir.

Daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz ama asıl maden Farsi kaynaklarda ne yazık ki...

Yaz ve Kitaplar


Yaz aylarından tam anlamı ile bir kitap canavarı haline geliyorum. Aslında bu durum normal, iş yok güç yok! Yaz boyunca farklı konularda araştırma yaptım bol bol. Kitap kapağından zaten belli oluyordur konular. En azından bir ipucu. Ancak komik bir şey söyleyeyim, bazı konularda özellikle de ülkemizdeki inançların mainstream olanları haricinde basılı kaynak bulmak pek zor. Türkiye Diyanet Vakfının İslam Ansiklopedisi bu eksikliği bir miktar azaltıyor olsa da, özellikle bazı konularda araştırma yaparken rastladığım Farsça kaynaklar yanında daha gidilecek çok yolumuz var anlaşılan. Bu arada meraklılar için hemen link vereyim www.islamansiklopedisi.info Sanırım sene içerisinde koyacak bir yer bulabilirsem ansiklopedinin basılı edisyonunu da almayı planlıyorum!

Yaz Odyofili Halleri!


Yazın bana en çok sorulan sorulardan bir tanesi yazın nasıl müzik dinliyorsunuz oluyor. Yanıt çok basit ancak pek kimsenin beklemeyeceği tarzda. Yazlıkta pek bir şey ile uğraşmak istemediğimden yanımda Creative Zen bir medya okuyucu ve çok kaliteli olmayan Sennheiser kulaklıklar ile. Evet CD yok plak yok, müzik sistemi yok. İstediğin zaman deniz kenarına in, istediğin zaman çimlerin üzerine uzan. Büyük rahatlık. 

Artık yaz bittiğine göre plaklarıma kavuştum ve laf aramızda pek özlemişim kendilerini.. 

NOS Yeni Rakı


NOS malum New Old Stock demek. Yani zamanında üretilmiş ancak hiç kullanılmamış ürünler için kullanılıyor daha çok. Sanırım Stereo Mecmuası'nda en çok vakum tüpler ve lambalar için kullanıyoruz bu kısaltmayı. Yazın Çeşme'deki evin bazı bölümlerini kurcalarken 90'ların sonundan kalmış birkaç şişe içki buldum. Tabii ki bir nostalji fırtınası esti. Eski etiketler, eski kapaklar... 


Ancak tüm bunlar iyi hoş ama Yeni Rakı özelinde konuşursam bugün içtiklerimizin rakı ile alakası yok. Bugünlerde başka bir şey içiyoruz. Hep atar tutarız nerede o eski tatlar diye. Zaman tüneline girip bulduğum şişeleri içince anladım bu söylenenlerin doğruluğunu... 

Notum sıfır, otur yerine!

Pakize the Cat


Benim hayvanlar alemi ile aram pek iyi değildir. Aslında belki biraz çekingenlik var demek daha doğru olacaktır. Yazın kardeşim Okancez, Çeşme'ye geldiğinde evin bahçesinde dolaşan bir kedi ile hemen haşır neşir oldu. Benim tam tersim anlayacağınız kardeşim. Üşenmeyip kedi maması satın aldı ufaklığı beslemeye başladı. Bir baktık ki, kedicik acıktığı zamanlarda bizim evin yolunu tutuyor hemen. Buraya kadar her şey iyi hoş ama Okancez bir hafta sonra İstanbul'a geri dönecek. Ondan sonra bu kedicik ne olacak!

Hazır kardeşimi bulmuşken kediler ile nasıl yaşamak gerektiğine dair ipuçlarını almaya başladım. Beslenme mevzuları, nasıl davranılacak dalan filan derken bir baktım bende kedilere alışmışım. Neredeyse tüm yaz boyunca bizimki acıktığı zamanlarda eve geldi, canı kendini sevdirmek istediğinde miyavladı derken biz kedi ile arkadaş olduk :)


İşin ilginç tarafı bu minik arkadaş "dur yapma vs" komutları bile anlamaya başladı zaman içerisinde. Eh hal böyle olunca kendisine bir isim vermek gerekiyordu. Seçil, ismi "Pakize" olsun dedi ve PakizeCez olarak ucundan köşesinden aileye katıldı ufaklık. 


Galiba bu yaz benim hayvanlara karşı çekincelerimin azaldığı hatta artık haşır neşir olabildiğim yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Anlayacağınız OkanCez sayesinde en azından kediler ile nasıl yaşanır öğrenmiş oldum... Bir ara size MahmutCez'in maceralarını anlatırım. O ne derseniz, kendisi bir bitki :)

Peyniraltı Edebiyatı Ağustos Sayısı ve Bendeniz!


Peyniraltı Edebiyatı dergisini duymuş olanlarınız vardır sanırım. Eğer duymadıysanız keyifli bir edebiyat dergisi. Hemen her ay yayınlanan dergi daha önce belirli satış noktalarında satılırken artık D&R, Ideefixe gibi büyük zincirlerde de bulabiliyorsunuz. Derginin Ağustos sayısı Boris Vİan'a ayrılmıştı ve bende bu sayıda yerimi aldım. Böylelikle bende keyifli bir dergi ile tanışmış oldum. Bulabildiğim eski sayıları edindim ve her ay satın alacağım.


Yazı tahmin edebileceğiniz üzere Boris Vian ve müzik ilişkisi hakkında. Geçmişte bloğumda bu konuda bir yazı yayınlamıştım zaten, onun dergiye uyarlanmış bir edisyonu diyebiliriz kısaca. Ancak her zaman söylediğim gibi basılı derginin tadı bambaşka. 


Dergi elime ulaşınca benim yazının başlığını süsleyen çok hoş bir illüstrasyon gördüm. Pınar Ergün tarafından çizilmiş olan bu illüstrasyon hoşuma gidince neler yapıyor acaba diyerek kısa bir internet turu yaptım. Upsaki mahlasını kullanan çizerin bir bloğu var. İsterseniz buradan ziyaret edebilirsiniz.  

Velhasıl kelam güzel bir anı oldu bu yazının yayınlanması... 

Yaz Konserleri: Cem Aksel Band ve Çağıl Kaya


Bloğumu tatile sokup tatile gidince ağırlıklı Çeşme olmak üzere Ege'nin sahil kasabalarında bol bol gezdim. Bol bol müzik dinledim ve daha önce dinlemediğim küçük formasyonların performanslarını dinleme fırsatım oldu. Bunların birçoğuna Twitter veya Facebook'ta denk gelmiş olabilirsiniz. Doğruyu konuşmak gerekirse işte budur dediğim pek az performans dinledim. Aslında bu normal karşılanması gereken bir durum. Tatil yörelerindeki insan profiline uygun seçimler...



Yazın en keyifli konserlerinden bir tanesi Cem Aksel Band ve Çağıl Kaya'nın İzmir'de verdikleri konserdi. İzmir Konak Belediye'sinin düzenlediği Dünya Müziği Sokakta diye bir etkinliği var. Alsancak'ın en çok gelip geçilen sokaklarından bir tanesi olan Dominik Caddesi’nin ortasına kurulan küçük bir sahne ve akşam serinliğinde müzik keyfi. Hiç fena bir fikir değil! Hal böyle olunca Çeşme'deki yazlık SM karargahından çıkıp bu konserleri dinlemeye karar verdik.


Çağıl Kaya'nın gerçekten başarılı Bir Parça Ay Biraz Kuş albümünün tanıtım dönemi devam ederken, iyi müzisyenlerle albümden şarkıları canlı canlı dinlemek için İzmir'e 40 dakikalık bir yolculuk yaptık.


17 Haziran saat  19:00 sularında Cem Aksel Band sahne aldı. Davulda Cem Aksel, piyano daha doğrusu klavyede Kürşad Deniz, basta Kağan Yıldız, üflemelilerde Tamer Temel ve Serhan Erkol sahne aldılar. Her ne kadar konserin yapıldığı sahnenin arkasında İzmir'in en çok trafik akan yollarından bir tanesi de olsa ben büyük keyif aldım. Arkasından saat 20:00 sularında aynı kadroya ek olarak Çağıl Kaya sahne aldı. Bir Parça Ay Biraz Kuş albümünden şarkılarda yavaş yavaş karanlık çökerken keyifli bir gece geçirdik. Albümü hala almadıysanız bence hata etmişsiniz...

Kapsül Kahve Dünyası: Nespresso, Lavazza Blue, Illy, Tchibo ve Nestle Dolce Gusto Kıyaslama


Bundan bir sene önce kapsül kullanan kahve makineleri ile alakalı bir yazı yazmıştım. Yine şaşırtıcı şekilde bloğumun en çok okunan 10 yazısından bir tanesi haline geldi. Demek ki, bu tarz makinelere ve kapsül kahvelere belirli bir merak var ki, insanlar bloğa girip bir göz atıyorlar. Yazıyı yazdığım günden bugüne neler olmuş neler bitmiş ona bir bakalım isterseniz.


Öncelikle ben hala Hiroshi Ono tarafından tasarlanmış Guzzini makine ile devam ediyorum. Ayrıca Tchibo'nun Cafissimo kahve makinesi yedek olarak duruyor. Sene boyunca bu kapsül kahve işlerine meraklı arkadaşlarla bazı denemeler yaptık. Hatta bu denemeler sonunda herkes bir şeyler satın aldı kendi zevkine göre. Biliyorsunuz bu kahve konusu tamamen zevk meselesi. Bir şekilde deneme yapmak çok önemli. Bunu her makineyi satın alamayacağınıza göre en iyi yöntem bahsi geçen makinelere sahip olan arkadaşlarınıza kahve içmeye gitmek....


Öncelikle son dönemlerde Nespresso iyiden iyiye makul mantıklı hale geldi. Kapsülleri satın almak konusunda sıkıntılar hem azalıyor hemde fiyatlar makul mantıklı seviyelerde. Ancak makineler biraz pahalı. Ancak bununda çözümü var. Neredeyse tüm büyük zincir mağazalar Krups veya Nespresso makinelerini stokta tutuyorlar. Muhtemelen çok hızlı satılmadıkları için "kötü stoğa" (perakendecilikte belirli bir sürenin üzerinde satılmayan veya az satılan mallara denir) düşüyor ve ciddi indirimlere giriyorlar. 400TL civarlarına Nespresso kapsüllerini kullanabileceğiniz bir makineye sahip oluyorsunuz böylelikle. Makineye sahip olduktan sonra kapsülleri satın almaya geliyor olay. Nespresso çok güzel bir siteye sahip hemde çeşit olarak oldukça zengin. Ekim başı itibarı ile 17TL ila 19,58TL ile arasında değişen fiyatlarla çok sayıdaki kapsül kahveden hoşunuza gidecek olan bir tanesini seçmeniz mümkün. Nespresso'da ne seveceğinize karar vermeniz için bahsettiğim fiyatlara 10 adet kapsül bulunan paketlerden seçmeniz gerekecek. Ancak bir avantaj eğer yaklaşık nasıl bir şey istediğinizi biliyorsanız sitede açıklamalardan yola çıkarak fazla para harcamadan işinizi çözebilirsiniz.. Nespresso'nun Türkçe e-ticaret sitesi gayet başarılı ve ilk başlangıç için bilgiler gayet doyurucu.


Benim şahsi favorim olan Lavazza cephesinde makine sıkıntısı geçmişe göre biraz azalmış durumda. Normalde Lavazza BLUE serisinin kahve makineleri çok pahalı iken artık 500TL civarlarına Lavazza Coffetech isimli bir seçenek var. Buradaki sıkıntı Nespresso gibi farklı satış noktalarında bulamayacağınız için uygun fiyat denk getiremeyebilirsiniz. Ancak fiyata dahil olan 30 Adet Lavazza Blue kapsül fiyatı makul mantıklı hale getiriyor. Kapsüllere gelince çeşit konusunda ülkemizde sıkıntı var. Aslında yurtdışında çeşit konusunda sıkıntı yok. Ülkemize daha sınırlı bir çeşit getiriliyor. Geçen sene yazdığım yazıda site ile alakalı pek sevmediğimi belirtmiştim aynı düşüncelerim devam ediyor. Şu an itibarı ile Lavazza Türkiye aynı site ile hizmet vermeye devam ediyor. Lavazza'da da nasıl bir kahve seçeceğinizi belirlemek için 17TL ila 22TL arasında gezinen fiyatlardan 10 adet kapsül içeren kutulardan almanız lazım. Karar verdiğinizde fiyatları 162TL ila 212TL arasında gezinen 100'lü paketlerden satın alarak maliyetlerinizi düşürebilirsiniz.


Illy konusunda ise değişen pek bir şey yok. Makineler konusunda zincir mağazalarda Illy makinelere denk gelebiliyorsunuz. Biraz şanslıysanız yukarıda bahsettiğim gibi kötü stoğa giren ürünleri makul fiyata denk getirebilirsiniz. Illy'nın Francis Francis Y1 makinesi uzak ara en güzel tasarımlardan bir tanesi, Francis Francis X7.1 de aynı şekilde. Her iki makinede 500TL'nin azıcık üzerinde fiyatlara sahip. Ancak Illy'deki asıl sıkıntı iperEspresso kapsül modellerinin Lavazza ve Nespresso'ya göre daha az çeşitlilik sunması. Ülkemizde sanırım 2 çeşit var biri zaten de-caf! Illy sitesinde de çok büyük bir çeşitlilik yok. iperEspresso sisteminde kullanılan kapsüllerin fiyatları 126 adedi için 191,20TL'lik bir fiyat etiketine sahip. Illy'de ayrıca bir pod sistemi var. Örneğin Saeco Poemia modeli kahve makinelerinde kullanılan E.S.E. podları gibi sistemleri de var. Evde Illy ile uğraşmaktansa çok canınız çektiğinde Illy kahve sunan cafe'lere oturup içmek daha mantıklı. Bu arada Illy'nin sunduğu denemelik tek kapsüllük paketler sanırım Türkiye'de meraklılara sunulmuyor en azından ben göremedim. Kendi sitesinde bunlar sanırım 14'lü paketlerde satılıyor ancak kafayı takarsanız yurtdışından satın alabilirsiniz...  Her türlü sıkıntıya rağmen, adamların kahveleri Allah var çok güzel. Şimdilik evde uğraşılmaz! Seçenekler artar ve meraklılara daha küçük ambalajlar sunulursa işin rengi değişir.

1 sene kadar önce Mediamarkt'larda hem makineleri hemde kapsülleri satılan Cremesso ise sanırım pek ilgi görmediğinden Mediamarkt raflarından kalkıyor. Bana sorarsanız hiç bulaşmayın. Elinizde patlamasın makineler...


Tchibo cephesinde ise yine geçen sene olduğu gibi evinde ekonomik olarak espresso içmek isteyenler için güzel seçenekler var. Cafissimo Picco adını verdikleri makineleri 129,95TL'lik fiyatı ile çarşıda pazarda bulabileceğiniz en uygun cihaz. Daha fazla özellik sunan Cafissimo Classic 279,85TL, her iki makinenin arasında kalan Cafissimo Compact ise 179,95TL'lik fiyata sahip. Tchibo kapsüllerde 10 adet kapsül içeren kutular için 8,95TL ila 11,95TL fiyatlar var. Evet Nespresso, Lavazza ve Illy'nin sunduğu o yoğun tat ve doku yok ama yine de keyifle içebileceğiniz ve en önemlisi Tchibo'nun yaygın mağazalarından gidip alabilme seçeneğiniz olması çok büyük avantaj.

Neredeyse diğer tüm kapsüllerde satış fiyatlarına bir de kargo ücretini eklemelisiniz. Tabii ki hemen her firma, adetli alımlarda daha uygun fiyatlar veya kargo avantajları sunuyor. Onu da eklemek lazım...


Bu arada pazarda yeni bir oyuncu daha var. Nestlé. Firmanın Dolce Gusto makineleri ve kapsülleri bir seçenek olarak pazarda yerini aldı. Anladığım kadarı ile makinelerin bir kısmı Krups tarafından üretiliyor ve yaklaşık 300 ila 500TL'lik fiyatlara satılıyor. Kapsüllerde ise çeşitlilik fena değil ancak Espresso özelinde bakarsak sanırım ülkemizde Intenso satılıyor. Yurtdışında ise daha fazla seçenek var. Hem Migros hemde Macro mağazalarında satılıyor ayrıca online alışveriş etmek isteyenler Kangurum vesaire sitelerde farklı seçenekler bulabilirler. Espresso Intenso 16 adeti için 22,40TL'lik bir fiyat etiketine sahip ve benim damak zevkime göre Tchibo Cafissimo kapsüllerden bir adım daha iyi. Migros'un göreceli daha büyük mağazalarında da satılıyor olsa kolay ulaşılabilirlik ve makinelerin makul mantıklı fiyatları ile bence ekonomiklik konusunda gayet iyi bir seçenek.

Şimdi gelelim işin maliyet kısmına. Aşağıdaki grafikte bir karşılaştırma tablosu mevcut! Büyütmek için buraya tıklayın.


Sonuç olarak tabii ki damak zevkine göre değişmekle beraber, ben Nespresso, Lavazza Blue ve Illy seçeneklerinden bir tanesini seçmenizi öneririm. Bu üç firma arasında ülkemizde Illy son kullanıcı tarafındaki en zayıf firma gibi gözüküyor. Hem daha küçük ambalajlarda satın alınamaması hemde çeşitlilik konusundaki sıkıntılar yüzünden Illy en geride. Lavazza ve Nespresso arasında ise yaklaşık maliyetler aynı gözüküyor. Ancak çeşitlilik Nespresso'nun en büyük avantajı. Bu iki markadan herhangi bir tanesini seçerseniz mutlu mesut yaşarsınız.

Pazarın yeni oyuncusu Nestle belki ilk yatırım olan makine anlamında hem Lavazza hemde Nepresso'ya göre daha avantajlı ancak espresso başına birim maliyet hiçte ekonomik değil. Ayrıca tat olarak Lavazza ve Nepresso'nun fersah fersah gerisinde. Bana sorarsanız Dolce Gusto yatırımı yapmak hiç mantıklı değil. Birim maliyetler düşer ve çeşitlilik artarsa yeniden değerlendirilebilir...

En ekonomik oyuncu ise yine Tchibo. İlk yatırım maliyetiniz düşük, fincan başına maliyet ise en iyi durumda. Tchibo sene içerisinde özel seriler ile meraklıların damak zevklerine daha farklı tatlar sunuyor ki, bana sorarsanız bu özel seriler sayesinde rakiplerine bir miktar olsa da yaklaşıyor...

Ekonomi tarafından düşünülürse Tchibo Cafissimo, çeşitlilik ve tat olarak düşünülüp fiyat ikinci plana atılırsa Nespresso ilk tercih edilecek markalar. Lavazza ise tat anlamında rakiplerinin bir adım ötesinde ancak hem fiyat/performans oranından, hemde çeşitlilikten ödün vermeniz gerekiyor.

Garip Bir Yazı: Deniz, Güneş, Bodrum, William Parker ve konstruKt


"Neye niyet neye kısmet" diye bir laf vardır. Hele buna bir de "her işte hayır vardır" sözünü ekleyince ortaya garip bir kombo çıkıyor. Pek severim... Bu yazıyı doğaçlama yazıyorum. Ortaya garip bir şey çıkacağı kesin gibi. Umarım sıkılmadan sonuna kadar okursunuz!

12 Eylül 2014 Cuma günü William Parker ve konstruKt'ün İstanbul'da TSP sponsorluğunda vereceği konser için Çarşamba gününe uçak biletimi aldım. Program, Çarşamba günü İstanbul'da inip birkaç gün içerisinde işlerimi halletmek, Cuma günü konseri izlemek, arkasından karayolu ile İstanbul'dan yola çıkarak Cumartesi günü Bodrum'a ulaşmak ve session'ı dinleyip arkasından İzmir'e dönmek şeklindeydi.

Oturup düşününce 2 günde İstanbul'da hiçbir işimi tam olarak halledemeyeceğimi fark edip bir de üzerine 10 küsür saat yol yapmamın hem psikolojik hemde bazı özel sebeplerle mümkün olmayacağını anlayınca başka bir plan yapmaya karar verdim. Seçil Hanıma Bodrum'da birkaç günlük bir tatil ilgini çeker mi diyerek ilk adımı attım, eşim olaya balıklama atlayınca program bir anda değişti. İzmir'den Bodrum'a gitmek oldukça kolay, evden çıkıp bir otobüse atlayıp yaklaşık 4 saat gibi bir sürede kendinizi denize atmak muhtemelen bir çok okuyucumuz için hayal gibi bir şeydir. Ancak laf aramızda normalde aynı işi Çeşme söz konusu olunca 45 dakikada yapınca, gözümde Bodrum yolu bile büyümedi değil. İzmir'de yaşamanın güzellikleri veya aksi bilemiyorum!

Söz konusu William Parker olunca yolun filan önemi kalmıyor doğrusu. 1952 yılında doğan Amerikalı müzisyen ismini free jazz tarihine altın harflerle kazımış dersem yanlış olmaz. Double bass çalan Parker aslında bir çok enstrümanı özellikle üflemelileri de mükemmelen çalabiliyor. Bestekarlık yönünün yanında şiirleri de var. İlginç bir müzik yaşamı olan Parker hem klasik hemde caz tarafında kendisini geliştirmiş. İlk olarak Cecil Taylor ile birlikte çalışmaları ile tanınan Parker, David S. Ware topluluklarında uzun zaman müzik yapmış tabii ki Peter Brötzmann topluluklarını da bir kenara not etmek lazım...

William Parker ve konstruKt İstanbul konserinden bir enstantane
Bu arada sevgili Murat Akduman gibi dostlardan İstanbul'da Nazım Hikmet Kültür Merkezindeki konser hakkında bilgiler geliyordu. Hemen herkes bayılmıştı konsere. Bir yanımda bir burukluk vardı aslında ama ilerleyen saatlerde tüm bu düşüncelerin yersiz olduğunu görecektim...

Program belli olunca sevgili Reha Arcan'a haber verip kalacak yer işini çözdük. Bu tarz organizasyonlarda böyle dostlar olunca yola çıkarken çok rahat oluyorum. Hele Reha varsa, hep söylediği gibi "akışına bırak"mak lazım! Normalde yol demek benim için stres demektir.

Pazar günü sabahtan yola çıkıp öğle yemeğini Bodrum'da yiyecek şekilde hazırlığımızı yaptık eşimle. Kısa bir ek yolculuğun Gümüşlük'e ulaştık. Sevgili Reha Arcan, aynı zamanda konstruKt'un menajeri olan Ulaş Şalgam, Eylem Çağlar ile buluştuk ve kalacağımız pansiyona doğru yola çıktık. Sevgili Eylem ile karşılaşınca her zaman karıştırdığım üzere kardeş/eş kombinasyonunda ufak bir karışıklık yaşadım tabii ki. Eylem Çağlar tahmin edeceğiniz üzere Umut Çağlar'ın kardeşi. Ben hep kendisini Umut'un değerli eşi ile gördüğümden ve her defasında kim kimdi karıştırdığım için bir sonraki sefer karıştırmayacağım diye aklımın bir köşesine not ediyorum ve tabii ki patlıyorum! Neyse, kalacağımız yer Gümüşlük koyunun en solunda denize sıfır bir yermiş. Aman ne güzel derken pansiyona geldik ve deniz kıyısında kendimizi bir anda William Parker ve konstruKt topluluğundan Korhan Argüden, Umut Çağlar ve Korhan ağabeyin değerli eşi Yelda Argüden ile sohbet ederken bulduk. Hemen sohbete daldık tabii ki.

Bodrum Gümüşlük'ün berrak denizinin içinde Tavşan Adasına yürüken
Keyifli sohbetin ardından insanlar dinlenmeye çekildiklerinde bizde Seçil Hanım ile denize doğru yola çıktık. Tavşan adası, koylar, deniz ve güneş derken sanırım bayağı vakit geçirdik. Arada bir şeyler atıştırıp session'ın saatinin gelmesine yakın pansiyonumuza döndük. Bir yandan da ne kadar iyi bir karar verdim diyordum kendime; akşama William Parker dinleyeceksin, şu an tertemiz denizde yüzüyorsun, eh araya bir yere bir de rakı eklersek, muhteşem olacak!

Hazırlıklar devam ederken rahat duramayan bendeniz!
Tüm session bu ufacık aletin içinde!
Session saati yaklaşırken provaya doğru yola çıktım. Kayıt için hazırlıklar yapılırken bende yardımcı olmaya çalıştım. Umut Çağlar ve Korhan Futacı, kayıt cihazları ve mikrofonlar ile uğraşırken bende ortalıklarda dolandım. Benim emektar Sennheiser kulaklıkta kaydın bir parçası oldu; iyi ki yanımdaymış...

Kayıt hazırlıkları sırasında!
Deneme 1-2-3 deneme 1-2-3!
Kavram karmaşası, Korhan Argüden ile Reha Arcan davulda atışırken!
Tüm bu işler olurken iki önemli isim ile tanışıp sohbet etme fırsatım oldu; Hüseyin Ertunç ve Doğan Doğusel. Bu iki farklı adam aslında Türk müzik tarihinde önemli yer tutan ancak kendileri hakkında pek az yazıya ulaşabileceğiniz insanlar. Yakın zamanda konstruKt'un de içerisinde bulunduğu Turkish Free Music Box Set içerisindeki Okay Temiz - Hüseyin Ertunç - Doğan Doğusel - The Trio ve Okay Temiz & Hüseyin Ertunç Etnik Orkestra - Live in Istanbul plaklarında ikiliyi dinleyebileceğiniz gibi konstruKt ve Peter Brötzmann'ın Eklisia Sunday CD'sinde ayrıca çok nadiren denk gelen Hüseyin Ertunç Trio ve Phill Musra Group kayıtlarına bir bakış atabilirsiniz. Tüm bunları yaparken Türk müzik tarihinde gelecekte pek az kişiyi ilgilendirecek bile olsa kayıt altına almış oluyorum. Hem anı hemde vesika... . Farklı dillerdeki okuyacaklarınızla kendi dilimizde yazılan çizilenleri okuyunca arada çok fark olduğunu göreceksiniz. İşte bizim kültür dünyamıza verdiğimiz değer bu! Ne yazık ki....

Hüseyin Ertunç
Yazının başlarında "her işte hayır vardır" dedim ya Hüseyin Ertunç ve Doğan Doğusel ile tanışıp sohbet muhabbet etmek "hayır" listesindeki önemli maddelerden bir tanesiydi.


William Parker, Hüseyin Ertunç, Korhan Argüden ve Doğan Doğusel
William Parker
Sohbet muhabbet derken artık yavaş yavaş ortalık ısınmaya başladı. Toprak Ev'de acayip bir akustik olduğunu ilk notalar ile anlamaya başladık. İçeride ortalık yıkılırken hemen her nota tüm detayı ile duyuluyordu. Hele kapının önüne çıktığınızda sanki doğal bir horn'dan gelen sesler ile sarhoş olmak bile mümkündü doğrusu.

Toprak Ev içerisinde türlü kombinasyonlar oluşmaya başladı bir anda. Zaman zaman iki davul, iki double bas, bir kaç dakika sonra üflemelilerin hakim olduğu garip bir müzik ayini! Bu session için özel üretilmiş küstüfonlar'dan, yerel zurnalara, farklı üflemeli varyasyonlarından saksafona kadar havalarda uçuşan müziği size kelimeler ile anlatabilmem mümkün değil.


William Parker ve ilginç zurnası... 
konstruKt ekibi birden fazla enstrüman çalabiliyor konserlerinde denk geldiyseniz mutlaka şahit olmuşsunuzdur. Korhan Futacı bir ara flüt çalıyor, saksafona geçiyor, Umut Çağlar'ın elinde bazen üflemeliler bazen perküsyon, Özün Usta aynı şekilde bazen bas çalıyor, bazen davulun başında denk geliyorsunuz. Tüm bunlar olurken bir anda Hüseyin Ertunç davula geçmiş, Korhan Argüden ile karşılıklı çalıyorlar. Sonra bir bakmışsınız Hüseyin Ertunç'un elinde küstüfon bunlar olurken Doğan Doğusel'i bir an basta sonrasında küstüfonu ile görüyorsunuz. William Parker'da aynı şekilde bir an üflemelisini çalarken bir kaç dakika sonra basın başında görüyorsunuz.

Tüm ekip çalarken, bir yanda Cem Tan bir yanda bendeniz Hakancez! Zevke bakın yahu...
Hüseyin Ertunç, Özün Usta ve Korhan Argüden
Anlayacağınız bir kaç dakika içerisinde formasyonlar değişiyor ve müziğin rengi, enstrümanlar farklılaşıyor. Daha şimdiden öyle kombinasyonlar dinlemiş haldeyim ki, oturup yazmaya kalksam çok küçük bir kısmını yazabilirim.

Taş Ev ve arkasında bahsettiğim kocaman camdan içerisi
Bu çılgınlık tam gaz devam ederken içerideki akustik anlamsızcasına büyüleyici hale geliyor. Yer toprak, duvarlar toprak ama camlar var, hele davulların arkasında kocaman bir cam var. Binanın tepesi yuvarlak şekilde branda ile kaplanmış. Sanki bu evi buraya Tanrı koymuş gibi. Bunca yıldır ortalıkta gezinirim böyle bir akustik duymadım ya!

Taş Ev dışarıdan görünüş!
Meraklı misafirler tarihe tanıklık ederlerken...
Bir yandan kayıt yapılırken, bir yandan notalar havalarda uçuşuyor. Toprak Ev'in kapısında meraklılar beliriyor, gelen giden, giren çıkan ortalık çok acayip. İsteyen kısa bir mola veriyor, bir dakikadan kısa süre içerisinde deniz kıyısındasınız, müzik buraya da geliyor. Bir yandan dalga sesleri, bir yandan müzik. Her beş dakikada bir iyi ki gelmişim diye diye sayıklıyorum kendi kendime!

Cem Tan...
Sonrasında bir mola veriyor müzisyenler. İçeride sarı saçlı benim gibi zayıf bir bey dikkatimi çekiyor. Sağ taraftaki davulun yanına bir gong eklerken görüyorum. İsminin Cem Tan olduğunu sonradan öğreniyorum. Kendisi Toprak Ev'i yapan kişiymiş.. Müzisyenler yavaş yavaş içeriye girerken Cem Tan davulun başına geçiyor. 15 dakika önce sessiz sakin oturan kişi ile şu an gördüğüm kişi aynı kişi mi anlamakta zorlanıyorum. Sanki vücudunu doğadışı bir varlık ele geçirmişcesine garip notalar duyulmaya başlıyor ve bir bakış açısından "zikr" bir bakış açısından "ayin" adım adım yükselmeye başlıyor. William Parker'ı basını bir kenara atıp İspanya'dan aldığı Berberi etkileri olan üflemelisi ile resmen dans ederken görüyorum. Yanlış okumadınız dans ediyor!

Özün Usta, Cem Tan, Doğan Doğansel ve William Parker
Walpurgisnacht diye bir şey vardır bilmem duydunuz mu? Brocken'de cadılar bir araya gelirler ve ruhlar ortalıklarda dolaşmaya başlar ve toplu bir çılgınlık yaşanır. Hatırladığım kadarı ile olayın en güzel tasviri Goethe'nin ruh hastası klasiği Faust'ta vardır. O gece böylesine bir şey yaşandı ortalıkta. Kaç dakika sürdüğüne dair bir fikrim yok, ancak ses kaydı yapıldı ve sanırım videosu'da var. Umarım yakın zamanda ortaya çıkar çünkü benim de ne olduğunu anlamam için en az birkaç kez dinlemem gerekecek. Bu hengamenin bitiminde hepimiz olduğumuz yere çöküyoruz. Sanırım çalanlarda dahil herkesin ne olduğunu anlamaya ihtiyacı var. William Parker ile Hüseyin Ertunç muhabbet ederken sohbete katılıyorum, Parker bu enerjiydi diyor...

Tüm ekip, deniz kenarında yemek keyfi :) foto: Korhan Futacı
Toprak Ev'e girdiğimizde gündüzdü ve akşam olmuş durumda. Yemek molası zamanı. Denizin kıyısında, dalga sesleri ve tatlı bir rüzgarın eşliğinde hep birlikte yemeğe oturuluyor. Sohbet öyle keyifli ki, kimsenin kalkası yok masadan. Bu arada William Parker harika bir adam ve çevreye pozitif bir enerji yayıyor. Keyifle yemeğimizi yiyor rakılarımızı içiyoruz. Keyifli sohbet gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürüyor. Ertesi sabah erken saatlerde ekip İstanbul'a doğru yola çıkacak o yüzden vedalaşıyoruz. Seçil ile tatile devam edeceğimiz için biz daha geç kalkacağımız için denk gelmeyeceğimizi düşünmüştük.

Sabah sohbeti, Korhan Argüden, William Parker ve Reha Arcan...
Sabah kalktığımızda kahvaltı yapmak için deniz kıyısına iniyoruz. Tüm ekip orada. Bu kez sabah sohbeti derken neredeyse öğlen oluyor. Farklı bir dünyada muhtemelen sezon sonu yorgunluğu ile astral seyahate çıkmış pansiyon sahiplerini sayesinde dün geceden beri bayağı eğleniyorum. Birisi çay kalmadı derken 2 dakika sonra kocaman fincan çaylar geliyor. Yemek için 10 kişiyken 20 kişi oldunuz hazırlık yapamadık derken tıka basa doyuyoruz. Reha'nın "akışına bırak" olayına bu insancıkları da dahil etmek lazım! İstanbul'a gidecekleri yolcu ediyoruz. William Parker karayolu ile değil havayolu ile İstanbul'a geçeceği için sohbet muhabbet edecek azıcık daha vaktimiz var. Of sigaram bitmiş. Sağolsunlar Deniz Hanım imdadıma yetişiyor. Yerimden kalkmak istemiyorum resmen! Bakkala gitmek öyle zor gelecekti ki. Sohbet öylesine tatlı....

Bodrum Hatırası :)
İlerleyen saatlerde bizde görebildiğimiz herkesle vedalaşarak Seçil Hanım ile Bodrum'un farklı noktalarına doğru yola çıkıyoruz. Benim üzerimde hala geçen gecenin sarhoşluğu var, hayır rakıdan değil müzikten! Aslında buradan Marmaris'e ve Fethiye'ye doğru yola çıkmak gibi bir planımız vardı ama daha organize bir şekilde geri gelmeye karar verip, Bodrum'da keyifle geçen bir kaç günün ardından İzmir'e dönüyoruz.

Dediğim gibi her işte hayır var!

Notlar. 
Fotoğrafların çoğunluğunu Reha Arcan çekti. Bir kısmı ise benden! 
Savaş Arıhan! Yahu ağabey nasıl bir şansın varsa yine sponsor olduğu konseri seyredemedin.