Timucin Sahin Quintet: Inherence



Timuçin Şahin, Stereo Mecmuası'nda hemen her sene konuk ettiğimiz bir isim. Zaman zaman verdiği konserlerle zaman zaman da yaptığı albümlerle sayfalarımızda yer veriyoruz Şahin'e.

Geçtiğimiz sene çıkan Bafa albümünde ve hemen akabinde Şahin'in ülkemizde verdiği konserleri seyrettikten sonra müzikal gelişimin veya gidişatın çok ilginç bir yerlere gittiğinden bahsetmiştim sizlere. Hatta geçtiğimiz seneki konser yazımı şu şekilde bitirmişim;
Sonraki adımlar, meraklı ve ileri görüşlü müzikseverler açısından büyük olaylara gebe. Şarkıların yapısı, kendi içindeki gelişimi ve enstrüman kullanımı açısından Timuçin Şahin ismini uluslararası basında daha çok duyacağız ve iddialı yazılar okuyacağız. Garip ama ben dün akşam direkt bunu hissettim. Böyle iddialı cümleleri benden pek duymaya alışkın değilsiniz ancak tarihe not düşmek istedim. Bir kaç sene sonra, büyük bir keyifle bu yazıya dönüp, bakın ben demiştim diyeceğim.

Bafa albümü biliyorsunuz yurtdışında önemli bir fırtına koparttı. Önemli web sitelerinde harika yazılar yayınlandı. Stereo Mecmuası'nda da albümü bir kaç kere mercek altına aldık. AK Müzik etiketiyle yayınlanan albüm her açıdan dinleyici açısından müzikal fırtınalar yaratma potansiyeline sahip bir albümdü. Son yıllarda aldığınız albümlere bir bakın, bu tarz bir müzik tarzında kaç albümde böylesine bir gitar kullanımı görebilirsiniz. Bunun yanında kompozisyonlar, şarkılar içerisindeki yapılar bir müzik dinleyicisini heyecanlandıracak her şeye sahipti.

Ancak albüm ne yazık ki ülkemizde kendisine geniş yer bulmadı. Burada bir saçmalık olduğunu söylüyorum hep. Değerli okuyucum, klasik basın sistemi veya müzik eleştirmenliği çağımızda ölmüştür. Her türlü yeniliğe kapalı, bedavadan albüm gelirse yarım kulak dinler bir iki satır yazı yazarım zihniyetinde insanlar, oluşumlar, dergiler ve sosyal medya araçları ile bir yerlere varmak mümkün değil. Ülkemizde az sayıdaki yazar sayesinde farklı isimleri tanıma şansımız oluyor. Bir müzik sever olarak bu tarz yazarlar hatta ben de dahil olmak üzere yazdığımız yazıları bir kenara bırakın. Yeni bir şeyleri kendiniz deneyin, dinleyin. Algınızı açık tutun. Bugün elimizde her türlü imkan var; internet, albümlerin ön izlemelerini yapıp fikir sahibi olabileceğiniz web siteleri derken liste genişledikçe genişler. Hatta bir kaç paket sigaraya verdiğimiz parayla yepyeni albümleri satın alıp bambaşka dünyalara doğru yelken açabiliriz. Müzik insana gerçekten yeni kapılar açabilen bir dünyadır.



Aman ne olursunuz değişikliklere, yeniliklere kapılarınızı kapatmayın. Bizler yeni bir şeyler buldukça sizleri haberdar edelim, sizde bizi habersiz bilgisiz bırakmayın. Bu sitenin amacı müzik hakkında atıp tutmak değil, hep birlikte yeni şeyler keşfetmek ve paylaşmak.

Yine konudan konuya atlıyoruz, isterseniz Bafa albümünü bir kenara bırakıp yeni Şahin albümüne bakalım. Ama şunu da ekleyeyim; Bafa albümünü edinin. Pişman olmayacaksınız.

Timuçin Şahin ve beşlisinin yeni albümü "Inherence". Albüm, Alman "Between The Lines" plak şirketinden BTLCHR 71233 katalog numarası ile yayınlandı. Albümde tanıdık isimler görüyoruz, alto saksafonda John O'Gallagher, davulda Tyshawn Sorey, basta Christopher Tordini ve trompette Ralph Alessi. Albüm şu şarkılardan oluşuyor,

Inherence
My Left Foot
Delayed
Tikiti (Mahir's Father)
At Toms
Bakumbaga (Mahir's Turtle)
Buddy And Ringo


Albüm elime ulaştığında büyük bir merak içerisindeydim. Bafa bence çok önemli bir çıtadır geçmek çok kolay olmayacaktı benim gözümde. Albümü satın alıp CD çalarıma koyunca albüme ismini veren şarkı "Inherence" ile hoşgeldin yeni çıta dedim kendi kendime. Bir yanıyla cazın klasik dönemine bir yanıyla elektrik caz dönemine selam çakan şarkıyı yazarak anlatabilmek gerçekten mümkün değil. Hani Bafa albümü için yayınladığımız eleştiri yazısını hatırlıyorsanız aynı şeyleri hatta daha fazlasını bu albüm için yazabilirim.



John O'Gallagher ve Timuçin Şahin, bir ikili olarak ayrıca mercek altına alınması gereken çok dikkat çekici bir performansa sahip. İkilinin Bafa albümdeki birlikteliği insanı her dakika yeni sürprizlerle tanıştırıyordu. Yeni albümde durum daha da dikkat çekici. İkiliye davulda genç bir isim olan Tyshawn Sorey eklenince zaten karşınızda dev bir orkestra müzik yapıyormuş gibi oluyor. Sorey'i defalarca sahnede seyrettim, albüm performanslarını bir kenara bırakın, canlı performansı bambaşka inanılmaz enerjik ancak müziğin alt yapısını tek başına doldurabilir bir kabiliyete sahip. Zil kullanımı özellikle dikkat çekici. Alt yapıyı ilmek ilmek işliyor. Bu albümde basta ilk kez tanıştığım bir müzisyen var, Christopher Tordini. En kısa zamanda kendisini mercek altına alacağım. Albümdeki beşinci isim Ralph Alesi. "Between The Lines" kataloğunda yer aldığı albümlere yakın zamanda el atar sizlere de bildiririm durumu. Ancak albümdeki melodi zenginliğine çok çok olumlu etkisi olmuş.

"My Left Foot", çok güzel bir parça. Daha ilk dakikasından itibaren sizi içerisine alıyor. Çok enerjik ancak bu enerji şarkının alt yapısında davulcu Tyshawn Sorey'in performansını gözlerden kaçırmasın. Oldukça uzun şarkı defalarca farklılaşıyor hatta bu şarkının melodilerinden ayrı bir albüm bile yapılabilir. Şarkının en büyük güzelliği üflemelilerin performanslarına odaklanma imkanı vermesi. Ralph Alessi'nin eski ile yeni arasında bir yolculuk yapmamızı sağlayan uzun session'larına dikkat. Şarkı bir kaç önemli kırılmaya sahip. Özellikle şarkının orta bölümünde bir anda yönün değişmesi ve sona doğru temponun adım adım yükselmesi şarkıyı pür dikkat dinlememize çok olumlu etki etmiş. Bu arada zaman zaman tanıdık melodiler bizden tınılar duyacaksınız. Saniyeler içerisinde nereden nereye gidiliyor, dinlerken bu yazdıklarımı daha iyi anlayacaksınız...

Delayed yine uzun bir şarkı. Hangi müzik türünde olursa olsun uzun şarkılar dinleyici açısından tehlikelidir. Ancak Timuçin Şahin'in müziğinde bana göre uzun şarkı daha fazla coşku demek. Dikkatinizi pek başka bir tarafa yönlendirmeniz mümkün değil. Ne saniye ne olacağı belli değil.

Tikiti (Mahir's Father) şarkısı oldukça düşük tempolu bir şarkı. Şarkı listesinde iki kez Mahir ismini göreceksiniz. Mahir, Timuçin Şahin'in oğlunun adı. Sanırım 3 yaşında olması lazım. Timuçin Şahin'in albümün kapağında yazdığı yazıda ufaklığın onun hayatındaki etkilerini kısaca yazdığı bir bölüm var. Şarkı o yazıyı okuyunca daha bir anlamlanıyor. "At Toms" albümü bir önceki albüme bağlayan zincir.  Zaten albümü dinleyenler hemen anlayacaklar. Bakumbaga (Mahir's Turtle) muhtemelen ufaklığın kaplumbağayı söyleme şeklinden ilham alan bir şarkı. Albüm bir nevi kapanış diyeceğimiz "Buddy And Ringo" ile sona eriyor. 



Tüm Şahin diskografisini dinlemiş, hatta Şahin'i defalarca canlı canlı dinlemiş bir insan olarak albümden çok etkilendiğimi söylemem lazım. Albümün bence en önemli özelliği temponun yavaşlayıp, duyguların ön plana çıktığı ancak müzisyen kapasitelerini baş döndürücü şekilde ortaya koyan bir yapının olması. Şahin'in neredeyse tüm müzisyenlere en az kendisi kadar yer verdiği bu yapı içerisinde albümün her saniyesi oya gibi işlenmiş ve her saniye yeni bir sürprize açık. Bazı riff''ler bazı bölümler beni geçmişe götürdü, ilerleyen yaşın, aile kurmanın etkisi belki. Hatta Şahin'in ne duygularla şarkıları yazdığını bilmiyorum ancak benim kişiselleştirdiğim bir albüm oldu "Inherence" Çok garip bir şey olsa gerek bu yazdıklarım. Düşünsenize birileri bir albüm yapıyor ve siz kendi hayatınızdaki bir şeyleri hatırlıyorsunuz, bazı duygular ön plana çıkıyor albümü dinlerken. İşte müziğin güzelliği de bu olsa gerek. Tüm bunlar olurken defalarca yazdığım gibi müzikal bir fırtına var geri planda. Bir saniye sonrası tahmin edilemeyen, her türlü gidişata gebe...

Albümü için Türkiye'de şurada bulursunuz diye yazmak isterim ama konuyla ilgili somut bir bilgim yok. En kısa zamanda bu kısmı güncelleyeceğim. Ben İzmir'de Fil Elektronik'ten edindim. Eminim ki, İstanbul'da da bir veya bir kaç satış noktasında vardır albüm. Diğer kentler içinde durumu öğrenirim en kısa zamanda. Ancak yazımı şöyle sonlandırayım, bir şekilde edinin, gerçekten edinilmesi gereken bir albüm. Şiddetle tavsiye ederim.

Ben albümü bir kez daha dinlemeye gidiyorum şimdi.

Giyindim Kuşandım Plak Alışverişine Çıktım

Sadece Plak Çalıyorum



Amerikalı bir siteden aldığım illüstrasyon. Ne yazık ki, siteyi hatırlamıyorum. Son dönemlerde bol bol gördüğümüz plak koleksiyonculuğunun yükselişi ile alakalı bir siteydi sanırım. Hoş ben bu illüstrasyondaki kadar plak faşisti değilim. Keşke aradığım her şeyi plak olarak bulabilsem de, sadece plak çalsam ama bu ne yazık ki mümkün değil. Hatta sınırsız paranız varsa bile bazı plak şirketleri ve bazı müzisyenlerin ne yazık ki plak formatında albümleri yayınlanmıyor. Bu yüzden sadece plak çalmak mümkün değil, en azından benim için...

Plaklar Daha Bitmedi



Son dönemlerde özellikle Amerika'da gençler arasında iyiden iyiye kendisini hissettiren bir akım var, plağa dönüş. O kadar fazla illüstrasyon, banner vesaire görüyorum ki, ben bile şaşırmaya başladım. Hoş bunun tabii ki olumlu yönleri var ama olumsuz yönleri benim için daha ön planda. Olumsuz yön hepinizin tahmin edeceği gibi artan ikinci el plak fiyatları. Dünyanın dört bir tarafındaki bit pazarlarına nur yağıyor. Olan tabii ki bizim ceplerimize oluyor.

PVC Boru Hoparlörler



Son dönemlerde PVC borulardan yapılan hoparlörler bayağı popüler. Yukarıdaki üründe bunlardan bir tanesi. Red Lobster ismi verilen hoparlörler sıkı durun 225 Dolarlık bir fiyat etiketine sahip. Kesinlikle çok pahalı olduğu konusunda hemfikiriz. Bildiğiniz PVC borular kullanılarak üretilen kabinlere özel parlak boya sürülmüş ve içerisine frekans yanıtı 65-20,000 olan hoparlörler eklenmiş. PVC boruyu bugün herhangi bir yapı marketten satın alabilmek mümkün. Basit şekilde sprey boya ile parlak bir görüntü de elde edilebilir. Geriye sadece hoparlörler kalıyor. Onu da hemen her ilimizde bulunan elektronik çarşılarından edinmek mümkün. Bu sene bu tarz bir proje yapayım bari...

Crosley Ranchero



Crosley firmasını genelde retro tasarımlı pikapları ile tanıyor olsak da, geçmişte firmanın en önemli ürünleri hep radyolar olmuş. Günümüzde firma, eski radyolarının yeni versiyonlarını üretiyor ve biraz modern dokunuşlar ekliyorlar. Evet ürünler eski kalitelerinden oldukça uzak ve fazla bir şey beklememek gerekli ancak çok uygun fiyatlara böyle güzel tasarımlara da bir çok insanın "hayır" diyebilmesi mümkün değil. Yukarıda Ranchero'nun iPod ve iPhone'lara uyarlamış versiyonu var ve bence çok güzel gözüküyor :)

Miles Davis - Sketches of Spain



“Sketches of Spain” müzik eleştirmenleri tarafından daha ilk yayınlandığı dönemlerden bugüne hep ayrı bir yere konulmuştur. Bir çok kişi için bir caz albümünden daha fazlasıdır. Özellikle caz dünyasında pek rastlamadığımız müzik enstrümanlarının neredeyse dahiyane kullanımı albümü müzik tarihi açısından bambaşka yerlere götürmüştür. Bu albüm sadece bu kadarı ile bile arşivlerimizde yer almayı hak ediyor.

Mutlaka alın demek bile yeterli ama biliyorsunuz Stereo Mecmuası'nda bizler asla kısa yazılar ile yetinmiyoruz :)

Benim Miles Davis'in “In A Silent Way” ile başlayan bambaşka dönemini sevdiğimi biliyorsunuzdur. Bunu her zaman yazarım. Ancak müziği anlayabilmek için mümkün olan en erken dönemlere gitmek ve dikkatle dinlemek gerekir. Sonuçta hiçbir şey bir anda kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Neden sonuç ilişkisi aramak gerekir. Geçmişte her türden uç müziği dinlerken (örneğin sadece yüzlü adetlerde basılmış underground İskandinav Black Metal gruplarını) bu müziğin nasıl ortaya çıktığını merak etmeye başlamış ve internetin olmadığı bir çağda Black Sabbath'lar, Led Zeppelin'ler ile tanışmıştım. Onların bir önceki adımında Jimi Hendrix'i keşfetmiş daha uzak geçmişe doğru yol aldıkça blues ve caz müziğin varlığından haberim olmuştu. Zaten bir noktadan sonra bu sonu gelmez dünyada yol almaya başladım... Internetin hayatımıza girmesiyle araştırma yapmak, bilgi edinmek kolaylaşınca tabii ki her şey kolaylaşmıştı. Eh bir de çevrenizde sizin müzik merakınızı farklı yönlere çekebilme kabiliyeti ve en önemlisi bilgisi olan insanlar olunca hayat gerçekten çok kolay hale geliyor. Durun bunu bir kez daha düşüneyim.

Evet bir açıdan kolay hale geliyor ama bir yandan da hayat boyu bulamayacağınız, önemli müzik veritabanlarında bile yer almayan plakları dinleyip onları asla bulamayacak olmak hayatı biraz zorlaştırıyor. Düşünsenize hayatınızın söndürme potansiyeline sahip bir albümü dinliyorsunuz ve zaman içerisinde yolculuk yapamıyorsanız onu edinebilmeniz asla mümkün değil. Allah'tan illaki o albümü dinlemek istediğinizde kapısını çalınabilecek insanlar var. Hatta daha ilerisinde bu albümden bende iki tane var birisini sana vereyim diyenler de var. En azından benim çevremde var. Şanslı bir insanım yani...



Bugün cazın en uç örneklerini dinlemekten keyif alıyorum. Uzun seneler boyunca aradığım şeyi Peter Brötzmann'ın “Machine Gun” albümünü dinleyince bulmuştum. O albümün bana açtığı kapılar uzun seneler sürecek bir maceranın ilk adımlarıydı. Ancak cazın bu uç örneklerinin bir anda ortaya çıkmadığını düşünerek araştırmaya başladıkça Anthony Braxton, Ornette Coleman, Cecil Taylor, Sun Ra ve yazmaya devam edersem yazının sonunun gelmeyeceği diğer isimlere denk gelirsiniz. Liste uzadıkça uzar... Örneğin okuyucularım arasında da çok sevildiğini bildiğim Bill Evans üçlülerinde çalan Paul Motian'a 1970'lerde öylesine albümlerde denk gelirsiniz ki, ne olduğunuza şaşırırsınız. John Coltrane'nin sadece "Blue Train" albümünün olmadığını bilenler albümlerinde sık sık şaşkınlığa uğrayabilirler... Tıpkı müzik dinleyicilerinde olduğu gibi müzisyenlerde sonu gelmeyen yolculuklara çıkarlar. Bir müzisyenin mümkün olan en erken dönemine ulaşmadan onun müziğini anlamak mümkün değildir.

Tabii ki, ben bu albümü sevdim dinledim, ilerisi gerisi beni ilgilendirmez diye düşünenler de vardır. Ancak şu satırları okuduğunuza göre sizde benimle hemen hemen aynı düşünüyorsunuz demektir. Yoksa bu yazıyı burasına kadar okumazdınız değil mi?

Konumuz Miles Davis'in “Sketches of Spain” albümüydü galiba. Yazı yine bambaşka yönlere gitmeden yönümüzü Davis'e doğru çevirelim...

“Sketches of Spain” albümü öyle bir döneme denk geliyor ki, hemen bir sene önce “Kind of Blue” albümü yayınlanmış. Albüm yayınlanır yayınlanmaz olay haline gelmiş. Bir çok müzik eleştirmeni daha çıktığı yıl albümü efsane olarak nitelendirmişti. Şunu düşünün “Kind of Blue” albümünü ilk edinip dinlediğiniz zaman ne hissetmiştiniz, neler düşünmüştünüz. Zamanı geri sarın ve 1959 yılına dönün aynı albümü çıktığı yıl dinlediğinizi düşünün. Aynı zamanda bu plaktaki müzisyenleri canlı canlı dinleyebilme şansınız da var. Nasıl bir heyecan olurdu. Bugün bile bu albümleri dinlerken benzer heyecanları yaşıyor ve tüm bunları düşünüyoruz, hayal ediyoruz..

Neyse... “Kind Of Blue”nun ne denli büyük bir albüm olduğunun Davis'te farkındaydı tabii ki. Bir müzisyen için müzik kariyerinin ortalarında böyle bir albüm yayınlamak çok kötüdür. Sonraki albümlerinizde herkes sizden daha iyisini bekleyecektir. O yıllarda caz dinleyicileri her yeni albümde Miles Davis'ten yeni bir “Kind Of Blue” bekliyor olmalıydılar. Ancak bunun imkansız olduğunu Miles Davis'te biliyordu...

Kind Blue'nun ortaya çıkmasında önemli pay sahibi müzisyenler Cannonball Adderley ve özellikle de John Coltrane'nin kendi yollarına gitmek istemeleri Davis'in önünde çözülmesi gereken ilk sorundu. Belki Adderley'in alternatiflerini bulabilmek mümkündü ancak söz konusu olan Coltrane olunca ortada koskoca bir sorun var demekti..

Tüm bu dilemma'nın çözümü oldukça ilginçtir. Kendi kendine bas çalmayı öğrenmiş ilginç bir isim olan Joe Mondragon'ın evinde Rodrigo'nun Concierto de Aranjuez'ini dinleyince bir sonraki albümde ne yapmak istediğini anlamıştır. Bazı müzik tarihçileri ise bunun sonradan yaratılmış bir mit olduğunu söylerler. Onlara göre Davis, “Sketches of Spain” albümünün konseptini daha “Kind Of Blue” yayınlanırken biliyordu. Bunu anlamak için plağın B yüzüne bakmak yeterli derler. Tabii ki Davis kendi ağzından ilk yazdığımı anlattığından onu doğru kabul etmek daha doğru olacaktır. Peki Gil Evans albüme nasıl müdahil oluyor.

1950'lerin sonunda Miles Davis, neredeyse dört dörtlük bir müzik insanı olan Gil Evans ile başarılı işlere imza atmıştı. Gil Evans etkileyici bir insandı. Besteciliğinin yanında çok başarılı bir aranjör idi. Ayrıca çok iyi bir piyanistti ve geniş müzik topluluklarını yönetmeyi biliyordu. Davis bu albümde geniş bir kadroyla çalışmak istiyordu. Geniş bir topluluğun çalacağı eserler her zaman farklı şekilde hazırlanır ve bunu Gil Evans çok iyi biliyordu. Kind Of Blue'nun kazandığı inanılmaz başarı plak şirketinin de sunduğu imkanların önündeki engelleri kaldırmıştı. Davis'in devasa bir kadroyla çalışacak bütçesi de vardı. Albümün ortaya çıkması için gerekli lojistik imkanlar vardı ancak burada Gil Evans'ın hakkını yememek gerekir. "Concierto de Aranjuez"in ilk bölümü olan Adagio'ya müthiş bir düzenleme yapmıştı hatta hızını alamayıp eserin ikinci bölümünü de düzenlemişti. 1990'larda yayınlanan albümün genişletilmiş versiyonunda bu bölümü de dinlemek mümkündür. Evans ayrıca Falla'nın “El amor brujo” eserinden “Cancion del fuego fatuo” bölümüne de müthiş bir düzenleme yapmıştı. Albümde bu parça A yüzünün ikinci parçası "Will o' the Wisp"tir. İsterseniz bu arada şarkı listesini ekleyeyim;



A Yüzü"Concierto de Aranjuez" (Adagio) (Joaquín Rodrigo) – 16:19"Will o' the Wisp" (Manuel de Falla) – 3:47
B Yüzü"The Pan Piper" (Gil Evans) – 3:52"Saeta" (Evans) – 5:06"Solea" (Evans) – 12:15

Albümde toplamda 27 müzisyenin adı geçiyor. Bu kadar yazmışken tam listeyi de verelim. Danny Bank, bas klarnet. Bill Barber ve Jimmy McAllister tuba. John Barrows, James Buffington, Earl Chapin, Tony Miranda ve Joe Singer korno veya orijinal ismiyle French horn. Albert Block, flüt. Eddie Caine, flüt ve flugelhorn. Paul Chambers, bas. Jimmy Cobb davul. Johnny Coles, Bernie Glow, Taft Jordan, Louis Mucci, Ernie Royal trompet. Dick Hixon, Frank Rehaktrombon. Harold Feldman, klarnet, flüt ve obua. Elvin Jones, Jose Mangual vurmalılar. Romeo Penque obua. Jack Knitzer, fagot. Janet Putnam, arp. Tabii ki listeye Miles Davis'i ve aranjör ve yönetici olarak Gil Evans'ı ekliyoruz.
Burada önemli bir not vereyim. Bir çok sitede veya blog'ta albümdeki şarkıları 26-27 kişinin birlikte çaldığı yazılmış. Albümün notlarına bakarsanız bir şarkıda çalan en fazla müzisyen sayısı 19'dur. Albümün kayıtları 1959 Kasım'ında başlamış ve 1960'ın Mart'ında bitmiş. Albümün yayınlanması ise 1960'ın yaz aylarını bulmuş...

Albümle ilgili söylenebilecek tek şey her caz müzik dinleyicisinin arşivinde bulunması gerektiği. Bunu yürekten yazıyorum. Hangi formatta olursa olsun albüm arşivinizde mutlaka olmalı ve birkaç kez ayrıntılı şekilde dinlenmeli. Zaten tadını aldığınızda birkaç kereden fazla dinleyeceğinize eminim.

Albümün plak versiyonunu almak isterseniz ülkemize AK Müzik tarafından ithal edilen Intermusic'in yaptığı DMM baskı fiyat performans oranı yüksek bir seçenek. Bende albümün farklı baskıları olmasına rağmen bir adet edindim ve sonuç gayet iyi. Hemen bir küçük bonus'tan bahsedeyim albümün B yüzünde normal koşullarda uzatılmış versiyonda bulunan "Song of Our Country" şarkısı da eklenmiş. Son olarak albümün kapağı görmeye alıştığınız “Sketches of Spain”in kapağından farklı gibi görülse de, albüm yayınlandığı dönemlerde de farklı kapaklarla farklı ülkelerde satışa çıkmış. Hatta yanılmıyorsam ilk Hollanda baskısında Miles Davis'in bir fotoğrafı vardı, İngiltere'de yapılan bir baskıda ise kapaktaki Davis figürü ile boğanın daha büyük birer çizimleri vardı. Plağın resimleri yukarıda var. Aklınızda bulunsun...

Pop Art Sistem :)



Blog içerisinde birbirinden şık ve güncel bir sürü müzik sistemi varken neden bu fotoğrafı buraya ekledim. Bilmiyorum ortam çok hoşuma gitti. Biraz pop art havası, sempatik bir yerleşim, son derece basit bir pikap ve makara teyp... Plakların yerleşimi de ayrıca hoşuma gitti. Hoş o kadar az plak için böyle uğraşmaya gerek var mı ama fikir sempatik. Hoş aynı şeyi ben kendi evime yapayım desem sanırım yer kaybı konusunda rekor kırardım. Tabii resimdeki bir diğer sorun bu kadar az plak için harf ayraçlarına gerek var mıydı? Sanırım yoktu ama ortam o kadar hoş ki, insanın gözüne batmıyor. Acaba evde küçük bir odayı bu hale getirsem mi?

Absürd Plak Kapakları: Teen Sound


Teen Sound serisi RCA plak firmasının gençlere yönelik piyasaya sürdüğü özel bir plak serisinini ismi. 1960'larda yayınlanmaya başlayan bu seride RCA plak şirketinin önemli isimlerinden suya sabuna dokunmayan şarkılar seçilerek bu özel karışık plaklar üretilirmiş. Hoş kapak nedense pek "teenager" tarzda gözükmüyor ama içerik öyle. Bu plakları biraz araştırınca 1950'lerde de üretildiğini gördüm ama fiziksel olarak rastlamış değilim. Bu arada ufak bir not, 1960'ların ortalarından itibaren üretilen plaklar renkliymiş.

Mutluluğun Resmi



Yukarıki resme ilk baktığınızda mutluluğun resmini görüyor olmalısınız. Aslında bu resmin içerisinde bir mutsuzluk daha doğrusu bir başarısızlık hikayesi de var; Dual Quadraphonic teknolojisi. Bu teknoloji çok kısaca anlatmak gerekirse stereo bir plaktan bir nevi çevresel ses elde etmeye yarıyordu. Aslında stereo imajı arkayı yerleştirdiğiniz hoparlörler ile yineliyordu. Bu teknoloji ilk çıktığında bu teknolojiye destek veren çok az plak çıktı ortaya. Sonuçlar ise son derece kötüydü. O dönemde Dual bu teknolojiyi destekleyen çok sayıda ürün tasarladı. Sonuç ise pek düşündükleri gibi olmadı. Anlayacağınız mutluluk yukarıdaki gibi resimlerde kaldı...

Kedi ve Plak


Bu yayın döneminde de bloğumda bol bol plak animasyonu paylaşacağım. Son dönemlerde bayağı kedi ve pikap temalı animasyon buldum. Sanırım kedilerin hareketli cihazlara karşı özel bir ilgisi var. Animasyon kütüphanem genişlemeye devam ediyor. Daha önce bulduklarıma göz atmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

İnsan İnsana Benzer; Cem Karaca



Bu illüstrasyonu çok alakasız bir sitede görünce aklıma hemen Cem Karaca geldi. Sol taraftaki sakallı gözlüklü amca Cem Karaca'ya benzemiyor mu sizce de? 2004 yılında kaybettiğimiz Cem Karaca çok yönlü bir insandı; besteci, tiyatrocu, sinema oyuncusu ve tabii ki bizim için en önemli yönü müzisyenliği. Tanımı pek beğenmesem de Anadolu rock türünün önemli isimlerinden bir tanesi. Apaşlar, Kardaşlar, Moğollar sonlarında Dervişan gibi bir sürü tozlu tarih raflarına yerleşmiş toplulukla müzik yapmıştı. Bu son yıllarda yeniden plaklarını basmaya başladılar ama durum pek iç açıcı değil. Yeniden baskılar olabildiğine kötü. Bu illüstrasyon sayesinde kendisini bir kez daha anmış olalım en azından...

OMA Black Knight


Bloğumda bol bol yer verdiğim Oswalds Mill Audio biliyorsunuz yeni amplifikatörünü duyurdu. İlginç horn hoparlörlerine nedense bayıldığım firma amplifikatörlerinde daha tutucu tasarımlar yapıyor. OMA’nın yeni amplifikatörünün ismi Black Knight. 807 radyo ve telsiz iletişim tüplerini triyod modda kullanan amplifikatör firmanın ürün kataloğundaki ilk push/pull amplifikatör olarak dikkat çekiyor. 10W güç üretebilen amplifikatör çift şasili şekilde tasarlanmış. Ürün bir güç amplisi olmasına rağmen üzerindeki kontroller sayesinde pre-ampli olmadan da çalışabiliyor. Ürüne yakın zamanda pikap katı gibi farklı modüller eklenecekmiş. Bu çatlak OMA ekibi bu ampliye neler ekler gerçekten çok merak ediyorum :)