Bilgisayar Dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilgisayar Dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sapphire

AMD Radeon serisi ekran kartı alacağımız zaman en iyi markalardan bir tanesi Sapphire firması kesinlikle.  5700 XT serilerinde de bu durum değişmedi. Ancak Sapphire firmasının hem NITRO+ hem de Pulse serilerinin özellikle arka plaka veya back plate'leri ne kadar çirkin yahu. O kadar özendik bezendik bilgisayarımızı yaparken bir eski back plate'e bakın, bir de yukarıdakine... 

Yukarıdaki manzara benim bilgisayarımda. Şimdi bunu kaldır yenisini tak iyi hoş ama görüntü mahvolacak. Neyse bir yolunu bulacağız bakalım... Son bilgisayarımı toparlarken çok özenip uğraşmıştım. İçine etmeden bir yolunu bulacağız inşallah... 

Kart için Murat'a çok teşekkürler.... 

HakanCez Yeni Bİlgisayar Macerası Episode IV Galeri




Tüm bu çalışmaların ardından arzu ettiğim zaman arzu ettiğim pavyon modunu aktive edeceğim bir sistemim oldu. O günkü haleti ruhiyeme göre çalışma masamı özellikle başında olmadığım zamanlarda istediğim renge döndürebiliyorum. En azından pavyon trendini ucundan köşesinden yakalamış olduk anlayacağınız..




HakanCez Yeni Bilgisayar Macerası Episode III Küçük Yükseltmeler


Küçük Upgrade'ler ve başa açtığı dertler. :)

Yeni bilgisayarımı kurmak için ayırdığım bütçenin bir kısmını Cyber Monday vesaire gibi indirimlerden dolayı harcayamayınca merak ettiğim bazı şeyleri satın almaya karar verdim. Bunlardan ilki NVMe M.2 SSD oldu.

Model olarak Samsung 970 Evo aldim. 250GB lik model. Minicik olması, ek kablo gerektirmemesi gerçekten harika. Daha önceki sistem diski olan Sandisk'i çıkarttım. Doğruyu söylemek gerekirse gerek Windows açılışı gerekse de kullanım açısından hiçbir artı fayda hissetmedim. Mutlaka bir etkisi vardı kağıt üzerinde ancak deneyim olarak bence hiçbir fayda sağlamıyor. Boşu boşuna heves etmemek lazım özellikle de benim gibi sıradan bir kullanıcı iseniz.



Samsung 970 Evo tabii ki başıma bir dert açtı. Şöyle ki, kullandığım anakartta M2 slotunu kullaninca 5 ve 6 numarali SATA portlari iptal oluyormuş. Ben 2 diskimi kabloları düzenlemek daha rahat olsun diye bahsi geçen portlara takmistim. Bir anda ortalıktan kaybolunca ne oluyoruz dedim. Kullanım kılavuzunu okuyunca acı gerçek ile karşılaştım. Allahtan kalan 4 SATA yuvasi yetiyor bana ama anakart alırken bir seye daha dikkat edilmesi konusunda bir ders oldu... Zaten bu sistemin toplanma amacı da bu...

Aslında ekran kartımı da upgrade etmek istiyordum. Bir yandan RTX 2060 ilgimi çekerken bir yandan da yeni Navi'leri beklemek istiyordum. Aslında RX470 benim her işimi görüyordu ancak cebimden neredeyse para çıkmadan RX580'e upgrade yapabilme şansı denk gelince ekran kartımı değiştirdim.


Sapphire RX 580 sisteme dahil oldu. Hayatında ne değişti derseniz koca bir hiç. Oyunlar açısından özellikle. Bu kartın kendi backplate'i olması ve kullanılan renklerin benim sistemin temasına uygun olması görsel manada önemli bir upgrade oldu. Ancak...

Benim eski RX470, 6 pin güç isterken Sapphire RX 580 6+8 pin güç girişi kullanıyordu. İşi gücü bırakıp yeniden kablo sleeve'ledim. Bu defa ise 8 kabloyu tutacak bir kablo tutacağı yapmam gerekti. Bu da neredeyse bana bir buçuk güne mal oldu. Ama sonuç güzel oldu bana sorarsanız;


Yukarıda görüldüğü üzere tam herşey ne kadar güzel oldu diye düşünürken NZXT H500 ün ekran kartına güç sağlamak için hazırladığı delik benim sleeve'lediğim kablolar ile istediğim görüntüyü sağlamadı.

Bunun üzerine ekran kartı kablolarını farklı bir yerlerden geçirmeye karar verdim. O ortadaki deliği ise SSD'leri kaydırarak kapatmaya karar verdim. O kabloları zaten dar deliklerden geçirmek için bayağı uğraşmış iken kendi kendime yeni bir dert açmış oldum.


Bir şekilde işi tamamladım ama bu defa da başıma ayrı bir dert açıldı. H500'ün PSU koruması delikli olduğu için sarı siyah ve kırmızı kablolar daha doğrusu içeri tıktığım tüm kablolar delikten görünür hale geldi. Tahmin edeceğiniz üzere yine sinirim bozuldu. Bunları gizleyebilmek için elimde bulunan siyah dekotadan PSU Shroud altında ayrıca bir katman yapacak bir parça hazırladım. NZXT bu delikleri hava alma amaçlı mı yaptığını bilemediğimden bende dekotanın üzerine delikler açtım. Kendi yaptığım RGB çoklayıcısının son kalan yerine ekstra bir RGB şerit hazırlayıp orijinal panel ile kendi yaptığım panel arasına taktım. Sonuç güzel oldu bana sorarsanız. Aşağıda görebilirsiniz sonucu...


HakanCez Yeni Bilgisayar Macerası Episode II Görsel Dokunuşlar


Görsel dokunuşlar veya seffaf kasanın başa açtığı dertler... Artık neresinden bakarsanız :)

Sistemin görsel tasarımına ilk önce kablolar ile başladım. Sistemin tüm kablolarını kaplamak sıkıntı olacağından görünen yerlerdeki kabloları kaplamaya karar verdim. DIY Hifi pazarı için kullanılan sleeve'lerden elimde bol bol olduğu için bunları kullanmaya karar verdim ve hata yaptım. Bu sleeve'lar bilgisayar tarafında kullanılan sleeve'lerin aksine oldukça sertler ve eğilip bükülmeleri sorun maalesef. Aslında yaparken iyi hoştu. Kabloları konektörlerinden çıkartıp sırasını karıştırmadan kapladım ve Loctite super attack ile konektörlerin içine yapıştırdım. Bilgisayarı toplamaya başlayınca dönme konusunda ciddi sıkıntı oldu. Isı tabancası yardımı ile kabloları eğip bükerek gerekli yerlerden geçirerek bağlantıları yaptım. Bu işler sanırım 4 gün kadar sürdü.


PSU'dan çıkan tüm kabloları plastik kelepçeler toplayıp tabir yerinde ise PSU korumasının altına tıktım. O da sonra başıma ayrı dert açtı. Cable management işine önem verdim kendimce. Aslında olay kullanabildiğin kadar plastik kelepçeyi al her kabloyu ortadan kaldır şeklinde ilerledi benim için.


Kabloları tutmak için akrilikten tutacaklar yaptım. Daha önce anlatmıştım kopyala yapıştır yapmak gerekirse,
Kalin bir aktilik parcadan yaklasik olcuye gore kesim yapilacak. Biraz fazla kesmek en iyisi. Arkasindan delik olacak yerleri havye ile delmek gerekiyor. Cok kolayca oluyor. Havye kullanmak istemezseniz matkap ucu ile delebilirsiniz ama ucun kaymamasi icin punch ile ucun tutunabilecegi delik acmak lazim. Matkap hizli olursa catlama yapiyor en guzeli havye. Delikleri deldikten sonra yuvarlak ege ile delikleri duzeltmek mumkun. İslak calisirsaniz ortalik pislenmez. Delik isinden sonraki adim yanlari düzeltmek kalin zimpara ile veya ege ile yapabilirsiniz. Eger seffaf istiyorsaniz su zimparasi ile son islem yaparsaniz cok temiz goruntu elde ediliyor. Siyah boyayacaksaniz o kadar ugrasmaya gerek yok. islem bittiginde ben WD40 ile parlattim mikro fiber bez kullanarak. Eger daha hatasiz görülsün derseniz Tamiya nin maketler icin ozellikle seffaf bolumler icin ozel bir pastasi var. Dremel varsa mob bez zimpara ile parlatilabilir

Ki ben sonradan baska yöntem buldum tatbik etmedim ama daha kolay. Cable modun yaptigi gibi akrilik panel kesilir. Bu defa sadece delik acilir. Kablolar sleeve lendikten sonra bu deliklerden gecirilir ve konektore lehimlenir. Burada ege ve zimpara isi yuzde 70 olcusunde dusecektir


Aslında tüm bu ürünlerin hazırları var. CableMod vesaire gibi markalardan extention cable diye arzu ettiğiniz renklerde bu tarz kablolar sipariş edebilmek mümkün. Ben işin DIY tarafını sevdiğimden oturup manyak gibi uğraştım. Sonuç görsel anlamda tatmin edici oldu.

Işıklandırma -ki genelde masadan kalkınca açıyorum- standart 5050 şerit LED ile yapıldı. Anakart üzerinde bir adet RGB header olması dolayısı ile basit bir çoklayıcı yaptım. Anakart maksimum 3A desteği sunduğu için çoklamak konusunda bir sıkıntı görmedim. Basit bir lehim işleminin ardından 1 adet RGB header 3 adet RGB aksesuar bağlayacak kıvama geldi. Kasanın üst kısmına bir adet 5050 LED serit ile yapılmış aydınlatma hazırladım. Diğer bir çıkış ise su soğutma sisteminin RGB aydınlatmasında kullanıldı. Son kalan çıkış ise ilerleyen dönemde işime yaradı. Aslında bu çoklayıcıların da hazırları var. 20 30TL gibi tutarlara alınabiliyor.

Görsel tasarım işleri devam ederken benim ekran kartının arkasında backplate olmaması asabımı bozdu. İlk önce kendim yapmaya çalıştım ama olmadı. Sonunda uygun bir pleksi parçayı kesip üzerini boyatarak aşağıda görülen backplate'i yaptırdım. Ancak boyanın tabiatından kaynaklanan hatalar gözümün önüne geldikçe sinirim zıpladı.


Yurtdışında bu tarz backplate'ler anormal paralara satılıyor iken Sahibinden. com sitesinde şuradaki arkadaşı buldum. 40TL karşılığında gayet güzel bir backplate yaptı. Sonuç içime sindi. Resmi aşağıda görülebilir.


HakanCez Yeni Bİlgisayar Macerası Episode I Sistem Bileşenleri


Uzun seneler sonra kendime bir bilgisayar toplamaya karar verdim. Amacım son dönemlerde bayağı olay üst üste gelince kafamı toplamaktı doğruyu söylemek gerekirse. Yeni sistemimde tercihimi AMD ekipmanları arasından seçtim. Bu kez performansın yanında görsel olarak eğlenceli ve derli toplu bir sistem kurmak idi. Normal koşullarda kasa vesaire konularına pek özen göstermem ama bu defa olay biraz farklı oldu. İsterseniz bileşenlere biraz bakalım...

NZXT H500
Dediğim gibi bileşenleri biraz araştırma çoğunlukla da görsel tasarıma göre seçtim. İlk olarak kasa ile başladım. Uzun seneler sonra ilk kez bir kasa alacağım için tasarımı hoşuma gidecek bir kasa almak istedim ve seçeneklerimi ikiye düşürdüm; Phanteks Eclipse 300 ve NZXT H500. Sonunda iç hacmi daha büyük gözüken NZXT H500'de karar kıldım. Bana sorarsanız her üründe olduğu gibi H500 kasanın bazı dezavantaj ve avantajları var. Kasa QP Bilişim firmasından alındı. Kendi bakış açımdan yazmak gerekirse.

Artıları:
- Şık ve sağlam tasarım. Gayet sade olması. Cam yan paneli. Göreceli makul fiyatı.
- Derli toplu iç yapı, kablo saklamak için güzel plastik kanalların yapılmış olması. Ayrıca kasanın ön bölümündeki köprü kısmı gerçekten çok işe yarıyor kablo saklamak için.
- Fena olmayan hava akışı

Eksileri:
- PSU bölümde eğer moduler bir güç kaynağı kullanmıyorsanız ve HDD kızağını kullanmak zorunda kalırsanız kablo toparlamak ciddi sorun. Hacim yarı yarıya azalıyor.
- Eger fazla sayıda SSD kullanacaksanız kasa içerisinde sadece iki adet takma aparatı geliyor. Ekstra satın alınamıyor. İkiden SSD fazla takmak için biraz uğraşmak gerekiyor
- Üst kısımda bir adet 120 veya 140mm fan takılabildiğinden üst kısma AIO takmak mümkün değil. Ayrıca anakartınızın yapısına göre üstteki fan ek elektrik girişi ile çakışabiliyor.
- Kasanın alt bölümdeki delikler yeterince geniş değil. Bazı anakartlarda -ki benim başıma geldi- SATA girişleri alt bölümde olunca bu delikler ön audio paneli USB çıkışları gibi kablolar ile çakışıyor. Ayrıca alt bölüme SSD koyarsanız kablo delikleri kesinlikle yeterli olmuyor. Aşağıda bu senaryoyu görebilirsiniz.


Gün sonunda H500 parasını hak ettiğini düşündüğüm bir seçim oldu. Özellikle CyberMonday indirimi döneminde benim satın aldığım fiyatı düşünürsek. Ancak benim gibi bazı konulara takıntılı adamların yanı seffaf kasalar almasının bazı problemleri oluyor. O konuya sonra geleceğiz.

Anakart: Asus Prime B450 Plus

İşlemci olarak AMD Ryzen 5 2600 veya 2600X tercih etmeyi planlıyordum. 2600X aldım ama aslında biraz daha ekonomi yapabilmek için 2600'de alınabilirmiş. Zaten overclock ile hemen hemen aynı saat hızlarında çalışıyorlar. Anakart seçimimde geçmişte kullandığım Asrock yerine Asus markasını tercih ettim. Yongaseti olarak B450 Plus modelinde karar kıldım. Gün sonunda Asus Prime B450 Plus modeli anakartı tercih ettim.

Bu anakart son derece giriş seviyesi bir anakart. MSI ve Asrock tarafında daha iyi donanıma sahip daha iyi VRM soğutması olan modeller mevcut. MSI sevmediğim bir marka ve Asrock anakartların B450'li modellerinin görsel tasarımları gerçekten çok kötü. Prime'ların sade tasarımları çok hoşuma gitti. Aslında mATX modelde seçebilirdim ama kasa içerisinde güdük kalacağını düşünerek standart ATX modelini aldım. Vatan Bilgisayar'da hem işlemci hemde anakart çok uygun bir fiyata denk geldi. Donanım olarak tatmin edici 4 adet fan girişi, 1 adet AIO pump kontrolcüsü, RGB kontrolcüsü, M2 sata yuvası gibi özellikler ile benim için tatminkar bir alışveriş oldu.

Daha üst model bir anakartı zaten Ryzen'ların overclock edilememesi nedeni ile tercih etmemeyi düşündüm. Ayrıca future proof olayını da pek kafaya takmadım. Her ne kadar 2020'ye kadar AM4 soket devam edecek olsa da, yeni nesil Ryzen'lere geçerken anarkartı da değiştiririm diye düşündüm.

RAM:  GSKILL TRIDENT Z 3000 Mhz

Bu RAM'leri G4560'lı sistemimi kullanırken almak durumunda kaldım. Tasarımlarından nefret ettim ve uzun zaman kullanmadım. Sistemimi ilk kurduğumda Kingston Hyper Fury X 2133Mhz 2x 8GB'lik kit'lerimi kullandım. Aslında bir yönden de iyi oldu. RAM overclock konusunda bayağı bilgi edindim. Uzun süre 3000Mhz'de sorunsuz şekilde bu RAM'leri kullandım. Arkasından da Gskill 2x8GB kiti kullanmaya başladım. Bu arada Ryzen platformunda RAM konusu bayağı sıkıntılı deniliyor. Ben o kadar kurcalamaya hiç sorun yaşamadım. Verilmiş sadakam vardı herhalde :)


Trident serisi öve öve bitirilemeyen bir seri. Teknik anlamda bilemiyorum ancak RGB ışıkları saklayan beyaz plastik bölüm bence oldukça kalitesiz. Metal şasi içerisine bana sorarsanız gelişigüzel oturtulmuş ve oynuyor. Bugünlerde yüksek fiyatlara satılan bir RAM'in daha iyi üretilmiş olmasını umardım. Ha Allah var, gerçekten sorunsuz RAM'ler. Taktığım anda OCP menüsünü seçince 3.000Mhz olarak çalışmaya başladılar. Pavyon ışıkları da Asus'un Aura Sync yazılımı ile kolaylıkla ayarlanabiliyor.

İşlemci Soğutucu: AKASA VENOM R20

Soğutma için AMD Ryzen 5 2600X içerisinde gelen soğutucu gayet yeterli olsa da, 240mm'lik bir su soğutma çözümüne sahip olmayı arzu ediyordum. Soğutucuları biraz araştırınca aslında bir çok soğutucunun OEM olarak aslında aynı firma tarafından üretildiğini anlayınca ve Teknobiyotik firmasında gerçekten saçma sapan bir fiyata denk gelince hiç düşünmeden satın aldım. Pompa sistemi beklediğimden çok daha sessiz bir ürün. Soğutma performansı iyi. Ne kadar dayanır onu hep birlikte göreceğiz. R20 modelinin çok beğenilen A20 modeline göre tek farkı işlemci bloğundaki logonun RGB olması. Abartılı değil gayet hoş bir tasarım. Ben şimdilik memnunum. Uygun fiyata denk gelirse satın alınmasını nacizhane tavsiye edebilirim. Tasarımı da Prime anakartın siyah/gümüş renk şemasına uydu. Aşağıda fotoğrafı görülebilir....



AKASA Apache Fanlar
Ben uzun zamandır düzgün bir fan alıp kullanmamıştım. Biraz incelemelere bakınca sessizlik konusunun kaliteli fan ile sağlanabileceğini anladım; genelde bu yolun sonu Noctua'ya çıkıyor idi. Giriş seviyesi bir sistemde fanlara böylesine büyük bir para vermek konusunu bir türlü hazmedemedim. NF S12 diye bir modeli gözüme kestirmiştim. Klasik Noctua fanların aksine siyah renkte olan bu fanların 4 adedi ciddi bir para tutuyordu. Gün sonunda cimrilik edip daha ucuz bir fan almaya karar verdim. B

Bu noktada @ZvAnA imdada yetişti ve Akasa fan'ların bir çözüm olabileceğini söyleyince Apache modeli 4 adet fan satın aldım. NZXT H500 içerisinde gelen Aer F120 fanlar standart modellerden değil "case version" olarak geçiyor ve oldukça gürültülüler. Apache'ler ise tam tersi. Kağıt üzerinde daha fazla hava akışı sağlıyorlar ve daha sessizler. Belki tek hatam 240mm radyatör için Viper modelini tercih etmemek oldu. İlk başta pallleri sarı olduğu için içime sinmemişti ama zaten bunlar radyatörün önünde duracakları için gözükmezdi. Neyse genel olarak memnunum ve 4 adet fan 1 adet NF S12'den daha ucuza mal oldu. Muhtemelen bir sonraki sistemde Noctua'ya terfi ederim.

--------------------------------------------

Ekran Kartı: Asus Strix RX470 4 GB. Aslında 1080P oyun oynadığım için benim için pek ehemmiyeti olan bir konu değil ekran kartı. RX470 işimi fazlası ile gördüğü için bu kart ile devam etme kararı aldım.

Diskler: Oyun ve dosyaları tutma amaçlı 2 adet Kingston A400 960GB sisteme aynı şekilde takıldı. Yedekleme amacı ile yine elimde bulunan ve memnun olduğum Toshiba 6TB diskimi kullanmaya devam ettim. Sistem diski olarak ise Sandisk marka 240GB sürücü kullandım.

PSU: Silverstone 750W. Maalesef zamanında modüler bir güç kaynağı almadığıma pişmanım. Bu tarz camlı kasalarda hayatı çok kolaylaştırıyor ve kablo yönetimini de daha basit hale getiriyor. Yeni nesil Silverstone'larda kablolar siyah ve "flat" yapıda geliyor ama maalesef benim ki eski tip o berbat sarı kırmızı siyah kablolardan. Zaten bu durum başıma bir sürü iş açtı :)

Monitörler: 2 adet Dell U2412M. Ben bu monitörleri çok seviyorum. 1900x1200 gibi benim işimi kolaylaştıran bir ölçüde. Normalde kendi ayakları ile her türlü şekilde hareket ettirmek mümkün olsa da, ben masaüstünde biraz daha sade bir görüntü olması açısından çok uygun fiyata aldığım Dark marka VM27 stand ile kullanıyorum. Cam masa kullandığım için fazla seçeneğim yoktu ve çok ucuza aldığım için mutluyum. Denk gelirse tavsiye ederim.

Klavye: Evde gürültü olmaması için membran klavye kullanmak zorundayım. Uzun seneler Logitech G105 kullandım ancak yaklaşık 2 sene önce tüm klavyelerimi Corsair K55 ile değiştirdim ve çok mutluyum. İstediğim gibi standart layout'a sahip ayrıca G105'teki gibi makro tuşları da var. Son derece sessiz, membran klavye için hızlı sayılabilecek ve medya tuşları olması da bir diğer avantaj. Bana sorarsanız verdiğim parayı sonunda kadar hak ediyor.

Mouse: Uzun seneler Mad Catz RAT 7 kullandıktan sonra tüm mouse'larımı Razer Deathadder ile değiştirdim. Sistemimdeki Elite modeli. Büyük mouse seven birisi olarak çok mutluyum. Ucuza denk geldiği için mutluyum ama bir mouse'a o kadar para verilir mi konusunda da emin değilim. Bir de yazılımı çok saçma geliyor bana.

Mousepad: Aslında mouse'unu tercih ettiğim markanın mousepad'ini satın alırım ama Razer'ın istisnasız denk geldiğim tüm mousepad'lerı üstlerindeki saçma sapan desenleri ile beni tiksindirince, SteelSeries'in QCK diye bir serisinin en büyük modelini aldım. Performans olarak bir şey söylemem ama sade olduğu için mutluyum.

Razer Deathadder Elite


Senelerden beri Mad Catz firmasının R.A.T. 7 farelerini kullanırım. Hatta belki ilk çıktığı dönemlerden beri kullanıyorum dersem yanlış olmaz. Ancak zaman içerisinde mouse'lar dağılmaya başladı ve problem çıkartmaya başladılar. Üreticisi Mad Catz maalesef battı, sonra yeniden geri döndü ama R.A.T. serisinden bana da ikrah geldi doğrusu. Hoş son kalan R.A.T.'larımı bir şekilde tamir etmeyi başardım. Ama her an problem çıkartabilir gibi duruyordu. Sonunda elimdeki tüm mouse'ları değiştirmeye karar verdim.

Normal insanlar için bu işler gayet kolay oluyor ancak ben elimde en az 2 hatta 3 adet mouse bulunduruyorum. Evdeki kişisel bilgisayarımda, ofiste ve laptop çantamda her zaman aynı marka model mouse bulunduruyorum. Bu bana büyük bir kolaylık sağlıyor ancak ödenen tutar maalesef bayağı yüksek oluyor.

Ne alayım ne alayım derken  oyuncu marketinin en önemli firması olan Razer'ın bir dönem kullandığım Deathadder modeline geri döndüm. Eskiden bazı problemleri olan bu mouse'lar baştan sona yenilenmiş ve "Elite" diye yeni bir seri hazırlanmış. Tabii ki pavyon ışıklı!

Şimdilik çok memnunum hayatımdan özellikle ergonomi anlamında. Yakın zamanda bir şeyler yazıp çizerim hakkında. Ama bu ürünlere bu paraları vermek -ki bende verdim- bir noktada maalesef pek akıllıca değil... Bile bile lades diyoruz işte...

Bilgisayar Dünyasında RGB Çılgınlığı


Bilgisayar dünyası son yıllarda nereye doğru yol alacağını bilemedi. Bu kaybolmuşluk sonunda evlere şenlik bir trend ortaya çıktı maalesef. RGB manyaklığı... Yukarıda görebildiğiniz gibi hemen her bilgisayar bileşeni bugünlerde rengarenk LED ışıklar ile donatılmış durumda. Klavye ve mouse için ışıklandırma bir yere kadar gerçekten işe yarıyor. Özellikle klavyelerde ışıklandırma özellikle geceleri veya karanlık/loş ortamlarda kesinlikle faydalı oluyor. Bende hem dizüstü bilgisayarlarımda hemde kullandığım klavyelerde bir şekilde ışıklandırma olmasını seviyorum. Tabii benim sevdiğim şey tek renkli, harfleri görebileceğim bir ışıklandırma...

Ancak işlerin dozajı kaçmış durumda. Artık Mousepad'lerde bile RGB ışıklandırma var. Kulaklıklarda bile. Kasalar ise evlere şenlik. Her tarafından ışık fışkıran, binbir türlü efekte sahip olan bilgisayarlar her gencin rüyası. Arkadaş gözünüzde mi rahatsız olmuyor. Nasıl bir delilik bu anlamış değilim. Delilik burada da kalmıyor tabii ki, ışıklı kablolar hatta güç kabloları bile üretilmiş ve deli fiyatlara satılıyor.

Hafif bir fon aydınlatması hoş oluyor. Buna bir noktaya kadar katılırım. Dediğim gibi klavye ve mouse üzerinde makul bir aydınlatma kesinlikle faydalı. Ama arkadaş her ekipmanı, her bileşeni pavyona çevirmek nedir Allah aşkına. Teknoseyir'de Levent Pekcan, normal mouse'u al, ışık ekle, kırmızı yap, gaming mouse olsun, 5 katına sat diye özetlemişti günümüzün oyuncu odaklı pazarını. Firmalar paranın kokusunu alınca, iş klavye ve mouse'u geçip her şeyi pavyon moduna geçirmeye döndü.

Umarım bu modadan yakın zamanda kurtuluruz...

Devasa Pac-Man Makinesi


Japon Bandai Namco firması oyun dünyasına adını altın harflerle yazdırmış Pac-Man arcade makinesinin yeni versiyonunu duyurdu. Orijinali 1980 yılında pazara sunulan makinenin yeni versiyonunda 109" bir ekran kullanılmış ve kontrolcüsüne kadar özel bir tasarım yapılmış. Tabii ki her şey özel tasarım olunca fiyatta özel olmuş. Sadece 11.000 Dolar(cık)

Klavye Arayışında Mutlu Son: Corsair K55


Benim klavye konusundaki arayışlarım malumunuz bir türlü sonlanmıyor. Aslında sonlanamıyordu demek doğru olur. Çünkü tam istediğim şeyi sonunda buldum. Son yıllarda daha doğrusu ufaklık doğduğundan beri biraz zorunluluktan Logitech G105 modelini kullanıyordum. Ancak son aldığım klavyeler maalesef kalite anlamında beni tatmin etmedi. Burada veryansın etmiştim belki okumuşsunuzdur.

Efendim neyse arayışlarım sırasında ecnebi sitelerde Corsair K55 incelemelerini gördüm. Klavyenin tam istediğim özelliklere sahip olduğunu görünce dur bakalım Türkçe tuş dizilimli olanı var mı diyerek alışveriş sitelerine bir göz attım. N11 sitesi üzerinde QPBilişim isimli bir firmada aradığımı buldum. Tabii ki hemen satın aldım.


Klavye gerçekten sevdiğim ve alışkın olduğum Türkçe Q tuş dizilimine sahip. Enter tuşu olması gerektiği gibi büyük. Tüm tuşlarda olması gerektiği yerde. Örneğin boşluk tuşunun yan tarafına "FN" tuşu eklemek gibi fantazilere girişmemişler. Tuşların basma hissiyatı gayet güzel ve en önemlisi sessiz. Mekanik hissiyatlı saçmalıklarına hiç girmemişler. Bildiğiniz adam gibi bir membran tuşlu klavye yapmışlar.

Yine benim için olmasa olmaz özelliklerden bir tanesi olan makro tuşları da bulunuyor. Toplamda 6 adet özel tuş klavyenin sol tarafına yerleştirilmiş. Ekstra programa gerek duymadan arzu ettiğim tüm makroları kaydettim ve rahatlıkla kullandım. Ben Logitech G105 ve 710+ modellerinden sol tarafta makro tuşu olanına alışkınım, ancak alışkın olmayanlar, ilk zamanlarda shift tuşuna basacağım diyerek makro tuşlarına basabilir. Kısa bir alışma süresi şart...


Klavyede hoşuma giden bir başka özellik medya çalıcı kontrollerinin olması ama ondan daha önemlisi ses açma kapama ve sessiz tuşlarına yer verilmesi. Bu da büyük kolaylık. 

Fanı olmadığım bazı özellikler de yok değil! Günümüzde moda haline gelen RGB aydınlatma konusunda bir çok özellik ve mod var. Sanırım 10 tane RGB aydınlatma modu var. Bir sürü saçma sapan efekt verebilir ve gözlerinizi kanatabilirsiniz. Bu arada klavyenin ışıklı olması kötü bir özellik kesinlikle değil ama efekt işi beni bozuyor. Seveni de var bol bol. Şahsen ben tuşların arkasına gözümü rahatsız etmeyecek bir renk vermeyi efektif buluyorum.



Giriş seviyesi bir klavyede görmeye pek alışkın olmadığımız bilek desteği de kutu içeriğine dahil edilmiş. Yumuşak sayılabilecek bir kauçuktan üretilmiş. Arzu edildiğinde çıkartılabiliyor. Üç bölgeli arka aydınlatma, bilmem kaç tane tuşa aynı anda basabilme gibi günümüzün oyuncu klavyelerinde olmazsa olmaz özelliklerde unutulmamış.

Fiyat anlamında 250TL civarına satın alınabiliyor. Bir klavyeye bu para verilir mi diyebilirsiniz ancak mekaniklere bunun 2 3 katını da veriyoruz maalesef. En azından ben şimdilik tam anlamı ile işimi gören bir klavye sahibi oldum. Benzer arayışta olanlar bir göz atabilirler...

Ne Güzel Bir Markasın Sen, Orico


Bugünlerde her Çin malı ürünü aman bu kalitesiz deyip kenara atmak mümkün değil. Hatta birçok Çin markası kopyalama dönemini arkasında bırakıp yenilikler yapmaya, ürün geliştirmeye başlamış durumda. Aslında bir süredir bu durum devam ediyor. Neyse Çin ekonomisi konusunda ahkam kesmek yerine size hemen bir markadan bahsedeyim.

Bugünlerde küçülen ve incelen dizüstü bilgisayarlar başımıza yeni dertler açmaya başladı. Az sayıda USB bağlantı noktası. Özellikle Apple bir halt ettiğinde bunu taklit etmeyi kendisine görev edinen üreticiler sayesinde bu durum gitgide bir dert haline geliyor. Bunun haricinde bilgisayar kasalarını ulaşılması güç yerlere koyduğunuz zaman bir USB belleği bile takmak zulüm haline gelebiliyor.

Böyle durumlarda USB HUB yani çoklayıcı kullanmak en kolay çözüm.

Ancak başınıza dert açmamak için bunların kaliteli olanlarını kullanmak gerekli. Hiç beklemediğiniz bir anda sorun yaşayabilirsiniz. Çinli Orico firması bu tarz ürünler konusunda uzmanlaşmış bir firma. Adamların ürünleri hem çok kaliteli, hemde müşteri ile ilgili alakalı bir firma. Fiyatları da ürünlerin kalitesine göre gayet makul. Bakınız AliExpress'teki Orico Resmi Mağazası....

Eğer bu tarz bir ürüne ihtiyacınız varsa şiddetle tavsiye ederim... Ayrıca USB kabloları, harici disk kutuları da gayet kaliteli....

Bilgisayar Ses Kartları


Geçtiğimiz ay içerisinde yeni nesil ses kartları nasıldır acaba sorusundan hareketle bazı ses kartlarını deneme fırsatım oldu. Bunlardan en iddialı olanlardan bir tanesi olan Asus Essence STX II ile alakalı bir inceleme de yayınladım. Ancak iş bununla kalmadı tabii ki.  Farklı marka ve modellere de göz atma fırsatım oldu. Geçmişe göre bugünlerde ses kartı piyasasında daha az oyuncu var. En büyük ve bilindikleri Asus ve Creative. Bilgisayar oyuncuları için bu kartların saymakla bitmez ilginç özellikleri var ancak iş müzik dinlemeye geldiğinde işler bana sorarsanız karışmaya başlıyor. 


Bu kartlarda ne dikkatimi çeken şey harika üretim kaliteleri ve müzik konusunda iddialı olduklarını söyleyen sayfalar. Ancak işin içerisine girdikçe benzer fiyatlara satın alınabilecek harici DAC'ların daha iyi veya en azından daha müzikal performans verdiklerini gördüm. Tabii ki benim yaptığım denemeler bir genellemeye gidecek kadar kesin değil. Ancak benim tespitime göre oyun oynamayı seven bir adamsanız olayı fazla abartmadan bir kart satın almanız. İşin müzik tarafı sizin için çok önemli ise o zaman hifi tarafında ekonomik fiyat etiketli ürünlere yönelmeniz. 

Bakalım belki 2018 senesinde iddialarını gerçeğe dönüştürebilecek bir kart ile denk gelebilecek miyiz...

Xiaomi Mi Band 2


Çok daha doğrusu "çoooook"  uzun senelerden beri saat kullanmadım. Açıkçası günümüzde cep telefonları varken saat taşımaya gerek duymuyorum. Cep telefonları yokken de köstek ile hayatıma devam ediyordum. Old school adamım yani. Saatin fonksiyonel özellikleri haricinde tabii ki işin görsel, kültür, koleksiyon vesaire boyutları da var tabii ki. Kişisel olarak birkaç kez hoşuma giden tasarımlara sahip saat satın aldım ama pek kullanmadım. Özelikle mekanik saatleri ve Tourbillon mekanizmalarını sevmemek mümkün değil. Zaten aldığım birkaç saatte olayın mekanik yönü cazip gelmişti. Bu ayrı bir kültür ve hobi olayı. Mesela eşim çok sever saat ve saati olmadan yaşayamaz. Ben ise saat ile yaşayamam :)

Akıllı saatların ortaya çıkması bende de bir merak uyandırdı. Ancak çevremde bu saatleri satın alıp şarj olayından şişen çok insan vardı. Her gün en fazla iki günde bir şarj etme gerekliliği en azından bugünün teknolojisi ile çekilecek şey değil. Mesela Apple'ın saatini eşime alalım diye düşündüm bir ara. Kendisi, Apple eko-sisteminde olduğu için her özelliğinden faydalanabiliyor ama şarj olayını duyunca vazgeçti.

Sanırım Xiaomi markasının Mi Band 2 ürünü çıkar çıkmaz  kazaran satın aldım. Bunlar akıllı saat değil de akıllı bileklik olarak geçiyor. Ayrı bir klasman yani....


Ürünün boyutu oldukça küçük. Yukarıda fotoğrafı var, 1TL ile kıyaslayabilirsiniz. Hem hafif hemde küçük olunca benim gibi sıkıntılı adamlar için ürünün cazibesi artıyor. Cihazın maşallah bayağı bir özelliği var. Saat göstermek bunlardan sadece bir tanesi. Bunun haricinde adım sayar, uyku kalitesi ve verimliliği izleme, nabız ölçme, bildirimlerde uyarma gibi bir çok ek fonksiyona sahip. Tüm bu özellikler minik bir ekranda size gösteriliyor. Bu ekran saatlerde olduğu gibi devamlı açık değil. Mesela tuşa basarak veya bileğinizi hareket ettirerek ekranı uyandırmak mümkün.


Xiaomi Mi Band 2'nin en önemli olayı bana sorarsanız şarj olayı. Bu denli minik bir cihaz benim kullanımım ile 20 gün civarında şarj süresi sunuyor ki, bu bana sorarsanız absürd bir süre. Pil küçük olunca şarj etmek de sorun değil, 2 saat civarında şarj edilebiliyor. Şarj etmek kutu içeriğinde bir kablo çıkıyor, bunu herhangi bir telefon adaptörüne bağlayıp akıllı bilekliği şarj ediyorsunuz. 


Bu akıllı saat ve bilekliklerin hayatımıza getirdiği bir diğer yenilik ise kişiselleştirebilme. Xiaomi Mi Band 2 ve neredeyse piyasadaki tüm modelleri binbir çeşit aksesuar ile kendi zevkinize uygun hale getirebilirsiniz. Mi Band için bunun en kolay yolu kayış değişikliği. Metal, plastik, silikon, binbir çeşit renkte bin bir çeşit  desene sahip kayışlar gerçekten makul mantıklı fiyatlara satılıyor.  Her türlü üründe olduğu gibi bunların farklı kalitelerde olanları var. Satın alma yaparken hipoalerjenik bir ürün aldığınıza dikkat edin. Bazı insanlarda farklı malzemelere alerji olabiliyormuş aman dikkat.


Saat oldukça sade bir yazılım ile birlikte kullanılıyor. Android ve Apple cihazlar için mevcut. Burada tüm fonksiyonları ayarlayabiliyorsunuz. Ayrıca saat üzerindeki tüm veriler buraya aktarılarak geriye doğru kıyaslama ve istatistikler çıkartılabiliyor. Ayrıca hedefler konulabiliyor. Amacım her gün 5.000 adım atmak gibi. Bu hedefe ulaşınca saat size bildiriyor. Motivasyon için güzel bir özellik olabilir.


Gelelim işin parasal yönüne. Xiaomi Mi Band 2 ülkemizde 100TL civarlarında satılıyor. Bazen kampanyalar ile cazip fırsatlar çıkabiliyor olsa da, son dönemlerde döviz kurlarındaki artışlarla fiyat arttı biraz. Ben satın aldığımda 40TL filan ödemiştim galiba. Ürünü Çin'den alırım derseniz 25 Dolar civarında bir tutar ödemeniz lazım. Ama bunun karşılığında bir süre beklemeniz lazım. 

Bence bu fiyata harika bir ürün ve uzun zamandır kullanmama rağmen herhangi bir sorun yaşamadım. Bir tarafından akıllı saat olayına yetişeyim derseniz, en iyi seçeneklerden bir tanesi olabilir. 

Logitech G105 ve Düşen Malzeme Kalitesi


Son yıllarda devamlı bir klavye arayışındayım maalesef. Ufaklık doğduğundan beri mekanik klavye kullanamıyorum. En az sesli siviçleri de tercih etsem gecenin sessizliğinde duyulabilir hale geliyorlar. Oğlanın uykusu zaten hafif olunca eski tip membran klavyeler  ile vakit geçirmek durumunda kalıyorum. Doğrusu pek mutsuz olduğumu da söyleyemem. Klavye konusundaki arayışlarımı burada yazmıştım...

Bir süredir Logitech G105 modeli klavye kullanıyorum. Türkçe tuş dizilimi, makro tuşlarının olması vesaire gibi konulardan dolayı aslına bakarsanız bu klavyeden gayet mutlu olduğumu söylemem lazım. Daha doğrusu lazımdı!

Ben elimde her zaman birden fazla klavye tutuyorum. Ofiste, evde hep aynı marka/ modeli kullanmak gibi bir takıntım var. Bunun en önemli sebebi kas hafızası. Her ne kadar dışarıdan bakıldığında klavyeler aynı gibi gözükseler de, tuşların yükseliği, basım için gerekli basınç gibi çok ayrıntı var ve benim gibi hem iş hemde hobi anlamında her dakika klavye ile işi olan bir adam için dışarıdan bakılınca saçma gelen bu alışkanlık aslında çok işe yarıyor.


Son dönemlerde yıpranan klavyelerimi değiştirmek için alışverişe çıkayım dedim. Hazır yeni Logitech modelleri çıkmış bari biraz değişiklik olsun diyerek G213 modelini alayım dedim. Amerika ve Avrupa'da bu yeni klavye benim kullandığım G105 modelinden daha ucuz fiyata satılıyor. Hem daha yeni model hemde daha ucuz hemde ihtiyaçlarımı karşılıyor diyerek bir teknoloji mağazasına doğru yola koyuldum.

Hemen yeni klavyeyi buldum ve denemeye başladım. Tuşlarda bir acayiplik hissettim. Allah Allah sorun denir diye bakınca tuşların merkezine basmadığımda algılanmadığını fark ettim. Hemen birkaç inceleme videosuna göz attım. Maşallah Türkiye'deki inceleme siteleri "şöyle güzel klavye böyle güzel klavye diye" methiyeler düzerken ecnebi kullanıcılar, benim fark ettiğim sorunlardan dolayı G213'ten uzak durulması gerektiğini söylemişler.

Anlaşılan yurtdışında bu durumdan dolayı yeni model daha üstün özelliklerine rağmen eski G105 modelinden daha ucuza satılıyor. Türkiye'de ise bırakın daha ucuz olmayı G105 modelinin neredeyse 2 katına satılıyor. Allah akıl fikir versin...

Dertsiz başa dert almayayım diyerek bir tane G105 satın alıp eve döndüm.


Yeni aldığım klavyenin kutusunu açar açmaz enter tuşunda takılma fark ettim. Elimdeki eski modellerde hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Defalarca kontrol ettim, hep aynı sorun. Hemen klavyeyi yanıma alıp, satın aldığım teknoloji markete döndüm. Birkaçını daha denedim hepsinde aynı sorun. En azından bendeki klavyelerin tuşlarını yenilerim diyerek iade etmeden eve geldim ve elimin altında G105 durdukça yavaş yavaş canımın sıkılması sebebi ile elimdeki tüm klavyeleri rafa kaldırdım. 

Uzun bir süre Logitech markalı bir ürün alacağımı hiç zannetmiyorum. Son dönemlerde düşen malzeme kalitesine göre ödenen fiyatların makul olduğunu düşünmüyorum. Allah'tan başka bir alternatif buldum da, işlerim aksamadı. 

Bu yazıdan iki sonuç çıkartmak lazım. Birincisi Türk inceleme sitelerine güvenmeyin. Levent Pekcan gibi adamlar bu genelleme haricindedir tabii ki... Müzmin sıkıntıları olan bir ürünü yere göğe koyamamışlar. Bunlara güvenip evinize alsanız saçınızı başınızı yolarsınız. İkincisi ise Logitech'in fiyat performansı yüksek ürünlerinin malzeme kalitesinde düşüş var. Almadan önce bir yerlerde gidip mutlaka deneyin. Sonra üzülmeyin... Üst modeller ise hala o sevdiğimiz Logitech kalitesinde hakkını da teslim edelim.

Eyyyy Netflix


Yaş ilerleyip belirli bir maddi imkana ulaşınca insan sevdiği şeyleri uğraşmadan yapmak istiyor. Gerekirse alacağınız hizmet için belirli bir miktar para ödemeyi de kabul edebiliyorsunuz. Amerika'dan çıkarak dünyayı değiştiren bir firma Netflix. Televizyon alışkanlıklarını kökten değiştirdiğini kabul etmek lazım. Yıllardır Netflix hizmetlerini ağzımızdan sular akar halde takip ediyorduk. Hatta birçok insan VPN kullanarak üye olmayı başarmıştı. Geçtiğimiz sene Netflix Türkiye'ye giriş yapınca birçok insan gibi bende heyecanlandım.

Televizyon ile alakası olan birisi değilimdir. Dizi filan seyretmekten pek hoşlanmam. Eğer imkanım varsa yayını sona eren dizileri seyretmeye çalışırım. Netflix benim için birkaç belgesel hariç zaten çok cazip değil idi. Örneğin Ken Burns belgesellerine özel ilgim var. Bazıları Netflix'te mevcuttu. Hoş belgesellerden en dikkat çekeni "Jazz" idi, o da Netflix'te yok zaten. Allah'tan DVD setini alıp arşivime koymuşum :)

Seyretmekten keyif aldığım filmlerin neredeyse tamamına yakınının DVD veya VHS'si var zaten elimde. Olmayanlarda telifleri ortadan kalkan 1940'lardan filmler. Birçok arşiv sitesinde mevcutlar. Evde Netflix kullanıcısı olan eşim...


Ben geçen akşam Blade Runner filmini seyretmek istedim. Yeni filmin fragmanını görünce gaza geldim biraz. DVD'yi bulamayınca eşim gel Netflix'te açayım sana dedi ve sonuç hüsran. Böyle bir klasik film arşivinde bulunmuyorsa o platform çöptür benim için.. Neyse DVD'yi buldum bir şekilde seyrettim..

Ertesi gün sohbet arasında, eşimde Netflix'ten memnun olmadığını takip ettiği dizilerin güncel bölümlerinin bir türlü gelmediğini ve hemen her platformda bulunduğunu ama adamların kendi dizilerini bile Türkiye'de geç yayınladığını söyleyince, iptal edelim dedik.

Yazılım çok güzel. Her türlü cihazdan kontrol etme şansınız var. Fiyat konusuna bir şey diyemeyeceğim ama bana makul gibi geliyor. Sorun şu ki, evde Netflix olmasına rağmen hala malum ortamlar ile işimiz oluyorsa, ben ne anladım bu işten...




Atari: Game Over


2014 yılında yayınlanan bir belgeselden bahsedeceğim sizlere. Atari: Game Over. Belgeselin asıl konusu şu şekilde; Atari 2600 için üretilen "E.T. the Extra-Terrestrial" oyunun firmanın batmasına yakın bir döneme denk gelmesi ve oyun kartuşlarının Amerika'nın ücra köşesinde bir çöplük alanına gömülmesi. 2000'lerde birileri bu olaya takıp oyun kartuşlarını aramaya başlar ve eski resimlerden çöplükte gömülmüş olabileceği yeri belirlerler. Belgesel bu kazı hikayesini anlatıyor. Bunun yanında Atari'nin doğuşu ve batışı da anlatılmış.

Bu mevzuu aslında uzun yıllar şehir efsanesi olarak kulaktan kulağa yayıldı. Milyonlarca oyun kartuşunun gömüldüğüne inanılıyordu. Bu arada insanlar Atari'yi "E.T." oyunun kötü olması dolayısıyla battığını düşünüyor. Hatta çoğu zaman "E.T." tüm zamanların en kötü oyunu olarak gösterilir.

Bana sorarsanız "E.T." kötü bir oyun değildi Atari 2600 standartlarında. En azından daha kötüleri vardı. Bu belgeseli seyredince tüm bu şehir efsanelerinin gerçeklerini öğrenme şansınız var.  atari 2600 lafı bile içinizde bir kıpırdanma yaratıyorsa mutlaka seyredin derim...

Steven Levy Hackerlar ve ODTÜ Yayıncılık


Uzun zamandır bloğuma kitaplarla ilgili bir şeyler eklememiştim. Bu süre zarfında kitap okumadığımdan değil okuduğum kitapların belirli bir alana odaklanmış olması, okuyucuların pek ilgisini çekecek şeyler olmaması  ve çoğunlukla nadir olmaları sebebiyle idi. Malleus Maleficarum'un Cambridge Üniversitesi çevirisi veya Birinci Dünya Savaşı Alman Saldırı Birlikleri: Organizasyonları, Taktikleri, Silahları, Savaş Üniformaları (1) gibi kitaplar benim kendi bloğuma taşıdığım tarzda kitaplar değil. Ha tabii ki farklı platformlarda bu konularda bol bol yazışıp çizişiyoruz ama SM platformu bu işler için uygun değil. Neyse...

Eşim son dönemlerde farklı kitapevlerinden çocuk kitapları alıp bizim ufaklığın ilgisini neler çekiyor diye bakıyor. İlginç bir şekilde ODTÜ Yayıncılık aklına gelmiş veya bir yerlerden duymuş ve bir sipariş hazırlamış. Böyle bir sipariş verileceği araya kendi okuyacaklarını da ekler ve bana da haber verir. Eğer ilgimi çeken kitaplar olursa bende siparişe eklerim ve 1 taşla üç kuş vururuz. Siparişini hazırlayıp, "Hakan,  ODTÜ Yayıncılık'tan istediğin bir şey var mı" deyince biraz şaşırdım. Vallahi ne yalan söyleyeyim ODTÜ Yayıncılık konusunda en ufak bir fikrim olmadığı gibi varolduğunu bile bilmiyordum. Ayıp diyenler olacaktır ama tarih tarafında benim ilgilendiğim konularda herhangi bir yayınları olmadığı için bir yandan da gayet doğal bu cehalet hali(m)....

Hemen şöyle bir "Tarih" bölümüne baktım, ilgimi bir şey çekmedi. Sonra "Bilgisayar" kategorisini gördüm. Kevin Mitnick'in iki kitabının Türkçe'ye çevrilmiş olduğunu gördüm, şaşırdım. Bunları seneler önce okumuştum. Ancak asıl bomba okuma listeme eklediğim Steven Levy'nin Hackerlar kitabı oldu. Yakın zamanlarda eski bilgisayarlara kafayı fena halde takmış bir adamın okuma listesinde bu kitabın olması gayet doğal.


Steven Levy 1951 doğumlu Amerikalı bir gazeteci. Bilgisayar, teknoloji, kriptografi, internet, siber güvenlik ve internette gizlilik üzerine kitapları çok değerli. Levy, uzun yıllar Wired dergisinde kıdemli editör olarak müthiş yazılar yazdı. Meşhur Newsweek dergisinin uzun yıllar teknoloji editörü oldu. Macworld, New York Times, gibi bir sürü dergide yayınlanmış makaleleri var ve bu makaleler gerçekten içi dolu makalelerdir.

Apple firması ve dolayısıyla Steve Jobs ile ilginç bir ilişkisi vardır örneğin. Apple'ı sevdiğini hiç saklamaz. "The Perfect Thing" kitabında "iPod" konusunu bence çok mantıklı şekilde ele almıştır. Bazı eleştirmenler tarafından biraz taraflı bulunmuş bir kitap olduğu söylenir ama "iPod"un müzik endüstrisini kökten değiştirdiğini düşünürsek bence bu eleştiriler bayağı haksız. En azından ben sevmiştim kitabı ve taraflı da bulmamıştım doğrusu...

Neyse 1984'te bilgisayarların günümüzde bildiğimiz ve kullandığımız makinelere nasıl bir adım adım evrildiğini anlatmak için "Hackerlar: Bilgisayarın Devriminin Kahramanları"nı kaleme aldı. Özellikle bilgisayar hackerların "ahlakı"nı ele alıp, o dönemlerde hackerların "yaşamı daha iyi hale getirmek" ve "bilgiyi özgürleştirmek" mücadelelerini anlaşılır bir dille anlattı. Bu kitabın bir özelliği, kitapta adı geçen her önemli isimle röportaj yapıp, 1970'lerin bu müthiş zaman dilimine gerçekten ışık tutmuş olmasıdır.

Kitap, benim gibi bilgisayar meraklılarının elini ayağını titreten IBM TX-0 ve PDP-1 gibi erken dönem bilgisayarların başına üşüşen genç hackerları anlatmaya başlıyor. Arkasından "Spacewar!" gibi tarihi değiştiren oyunlardan, telefon hatlarının manipule edilmesinin hikayesine kadar tüm önemli olaylar son derece akıcı bir dille ve en önemlisi anlaşılır şekilde anlatılıyor. Bu aralar zaten acayip derecede takıntılı olduğum Altair 8800 ile bilgisayarların geniş kitlelere yayılmasından 1980'lerin başlarına kadar önemli olayları ele alıyor.

Yazdığım gibi bu kitap zaten okuma listemdeydi ve Türkçeleştirildiğini görünce balıklama atladım tabii. ODTÜ Yayıncılık, kitabın 2010 yılında güncellenmiş baskısını çevirmiş ve çok hayırlı bir iş yapmış. Güncellemelerde, Bill Gates ve Mark Zuckerberg gibi isimlerle yapılmış söyleşilerden bölümler var. Kitabın çevirisi gayet başarılı ve akıcı. Tabii ki ufak tefek hatalar var  ama konu bütünlüğünü bozan veya göze çarpan bir sorun yok. Çeviriyi yapan Emel Aslan'a kocaman teşekkürler.


Kitabın Türkçe çevirisinin kapağını çok sevmedim. Benim favorim en son baskının yukarıda görülen kapağı. "Hakan Bey manyak mısınız nelere takıyorsunuz"  diyenler olduğuna eminim ama böyleyim ne yapalım :)

Şimdi gelelim işin aksiyon tarafına :) 

Eşim  ODTÜ Yayıncılık'a siparişini verdikten bir gün sonra kargo elimize ulaştı. Bizim ufaklığı uyutup hemen kitabı okumaya başladım. 48. sayfaya geldiğimde kitap bir anda 113. sayfaya geçince bir an aptallaştım sonra da bastım küfrü tabii ki. Yaklaşık 65 sayfalık bir eksiklik söz konusu idi. Kitabın iki bölümü komple eksikti ve kronolojik ilerleyen bir kitapta atlama yapabilmek mümkün değil. Gece yarısı durumu anlatan bir mesaj gönderdim bir kaç tane de fotoğraf ekledim. 

Uzun zamandır büyük internet kitap satıcılarından bir şey satın almıyorum. Kitaba sıradan bir "mal" gibi yaklaşıyorlar ve yaşanan sorunlarda nedense empati yapmak yerine işleri yokuşa sürüyorlar. Ne kredi kartı slibinizi mi attınız, o zaman kitabınız arızalı (evet bunu kulağımla duydum) da olsa değiştiremeyiz gibi saçmalıkları duymanız mümkün. "Nah değiştiremezsiniz" deyince de kızıyorlar bir de.

Aslına bakarsanız hem ben hemde Seçil Hanım, kitapları, kitapçılardan satın almayı severiz. Ancak son yıllarda internet üzerinden satılan fiyatlarla, kitapçılardaki fiyat etiketleri arasında uçurumlar oluşmaya başladı maalesef. İnsanlar tabii ki ceplerini düşünecekler -ki buna bizde dahiliz- ama bu durum o sevdiğimiz kitapçıların kapanmasına veya meraklılara sunabildikleri kitapların azalmasına yol açtı. Her sektörde yaşanan şeyler işte. Ancak işin kötü tarafı internet üzerinden kitap satışının köşe başlarını büyük firmalar tutmaya başladılar ve bir sürü saçmalık ile uğraşmak zorunda kalmaya başladık. Bu yüzden yayınevlerinden alışveriş etmeyi tercih ediyoruz. En azından kitaplarına "mal" gözüyle bakmıyor bir çoğu... 

Bakalım ODTÜ Yayıncılık ile nasıl bir macera yaşayacağız derken, 15-20 dakika sonra bir mesaj geldi. Bu arada saat gece yarısını geçmiş durumda! Can  Bey diye birisinden geliyor; "kusura bakmayın, yarın yenisini kargoya vereceğiz" minvalinde bir mesaj, bizim memlekette alıştığımız bir olay değil. 

Ne kredi kartı slibi isteyen var, kitabı önce geri gönderin, inceleyip uygun görürsek yenisini gönderelim diyen var. Bizim memlekette böyle şeylere alışkın değiliz yahu. Velhasıl kelam Pazartesi günü kitabım elime ulaştı keyifle okudum. Şimdi ikinci tur ayrıntılı okumamı yapıyorum. Teşekkürler  ODTÜ Yayıncılık! 

Benim gibi bilgisayarların geçmişine meraklı herkese tavsiye edeceğim bir kitap. Fiyatı gayet makul, çevirisi gayet başarılı, içerik zaten müthiş. Bu yazıyı yayınladığımda 17TL'nin aşağısına satılıyordu bu kitap ki, hatırladığım kadarı ile İngilizcesi 3 katı daha pahalı olması lazım. Bir de herşeyin ötesinde bir sorun yaşandığında onu çözecek hemde kısa zamanda çözecek birileri var karşınızda. Eh daha ne olsun. 

Ben gaza geldim kitabı satın alacağım derseniz buradan ilgili sayfaya ulaşabilirsiniz. Bu arada çocuğunuz varsa ilgili bölüme de bakmayı unutmayın derim... 


(1) German Assault Troops of World War I: Organization Tactics Weapons Equipment Orders of Battle Uniforms, Thomas Wictor amcanın yazdığı uzuuun bir araştırma kitabı diyebiliriz. Siper savaşı hengamesinin içerisinde karşı tarafa baskın yapabilmek için geliştirilen taktikler ve kullanılan ekipmanlar konusunda merakınız varsa müthiş bir kitap... 

Raspberry Pi Maceraları


Stereo Mecmuası'nın uzun soluklu yazı dizilerinden olan "Raspberry Pi Maceraları"nın ikinci bölümü tamamlandı. İlk bölümde Allo Audio firmasının Boss DAC kartını mercek altına alıp, 5 yazı boyunca kurulum ve optimizasyonları yapmış ve arkasından ses performansını mercek altına almıştık.

Bu defa ise yine aynı firmanın Piano 2.1 DAC ve Kali re-clocker kartlarına bir bakış attık. Yeni seri yazılara buradan ulaşabilirsiniz. Devamı tabii ki gelecek...