Max Roach & Martin Luther King - I Have A Dream ve Kişisel Çeşitlemeler

Ne zamandır peşinde olduğum bir kayıttı sonunda tekrar buldum. Efsanevi davulcu Max Roach, Martin Luther King'in yüzyılın en önemli konuşmalarından bir tanesi olan "I Have A Dream" üzerine davul çalıyor. I Have A Dream aslında Martin Luther King, Jr'ın 28 Ağustos 1963 yılında Washington'da yaptığı 10 dakikalık konuşmaya verilen isim. O yıllarda Amerika'da süren ırk ayrımına karşı yapılan sivil mücadelenin belki de en çok hatırlanan konuşması. Umarım yukarıya eklediğim videoyu dinleme şansınız olur.
Max Roach zaten müthiş bir davulcu. Müzisyen 1960'larda ırk ayrımcılığına karşı mücadele eden bir aktivist olan Oscar Brown'ın sözlerinden hareketle We Insist! - Freedom Now plağını yapar. Bu bence çok önemli bir plaktır. Ancak dinlemesi birazcık derece zordur. Plak ülkemizde de bulunuyor. Pure Pleasure plak şirketi tarafından basıldığından fiyatı biracık yüksek ama ön yargısız müzikseverlerin arşivlerinde bir şekilde oması gereken bir albüm bence... Neyse... We Insist! - Freedom Now albümünün, müzik anlayışı açısından 1960'ların biraz ilerisinde bir yapısı var. İçerdiği fikirler ve düşünceler ise çok daha ilerici. Roach, 1960'larda ülkesinin o dönemde bulunduğu politik durumdan son derece etkilenmiş ve aktif olarak ayrımcılığa karşı mücadele etmiş bir müzisyen. Şimdi yazacaklarım biraz tepki çekecek eminim ki ama yine de yazacağım. Ülkemizde bir kısım caz dinleyicisi, nedense 1960-70'lerde politik hareketlere katılan, 1980'lerde de özellikle free-jazz hareketinin içerisinde görülen müzisyenlere karşı anormal önyargılı. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi Cüneyt Sermet hocamızın kaleme aldığı ve ülkemizde hali hazırda bu konudaki en kapsamlı kitap olan "Cazın İçinden" Bu kitap ön sözünde de yazıldığı gibi Cüneyt Sermet'in bakış açısından caz tarihine bir bakış atıyor. Bu kitabı bende defalarca okudum ancak her yazılanı kural kabul etmek çok yanlış. Eminim ki Cüneyt Sermet de kitabı bu amaçla yazmamıştır. Bir kitap onun yazarının fikirlerini verir. Bu yüzden okuduğumuz kitaplara göre ön yargılarımızla hareket etmemeliyiz. Dinleyip, farklı kaynaklardan araştırıp, kendi kararlarımızı vermeliyiz. Ben şahsım adına müzikal gelişime inanırım. Max Roach'ın ortaya çıktığı 1940'lardan, ilk solo çalışmalarını yaptığı 1950'lere, 1960'larda Amerika'nın politik durumundan etkilenerek yaptığı albümlere, 70 ve 80'lerdeki çalışmalarına (özellikle de Avrupa'da yaptığı çalışmalara) göz attığınızda hiç birisine ön yargı ile yaklaşmadan incelemek ve dinlemek lazım. 1980'lerde free jazz çalıyor diyerek ön yargılı olursak örneğin "Homage to Charlie Parker", "Bright Moments" veya "In The Light" gibi harika albümleri kaçırırız.

Yani uzun lafın kısası, müzik eleştirmenleri, kitaplar, ansiklopedilerin yazdıklarını okuyalım ancak ön yargılı şekilde yaklaşmayalım. Müzik son derece kişisel bir şeydir. Hiç beklemediğiniz bir anda, bir solo, bir pasaj sizi  yüreğinizden vurur. Bir bakarsınız o şarkı, ön yargıyla dinlemediğiniz müzisyenlerden bir tanesinin çıkar.

Aile Boyu Kulaklık


Aklı evvel bir vatandaş aile boyu kulaklık üretmiş. Aynı anda 4 kişinin müzik dinleyebileceği görünen kulaklıkta dinleme konumu açısından biraz soru işaretleri yok değil...

Unicef'e Bağış ve Tivoli


Takip ettiğim bloglardan bir tanesi Onur's World (Tranquillty) bloğu. Deniz aşığı bir insan. Her girdiğimde keyifli yazılar okuyorum. En çok kıskandığım şey ise tekne gezileri. Bloğumu takip edenler bilirler bende arada sırada yelken olayına giriyorum. Ama bu seneyi boş geçtik (Suat kulakların çınladı mı!) Bugün bloğu gezerken bir konu başlığı ilgimi çekti. Konuyu kendi bloğumdan okuyucularımıza da duyurmak istedim. Unicef sitesinde dünyaca meşhur Tivoli radyoları satılıyor. Tüm tutar bağış olarak çocuklara gidiyor. Göz atmak isterseniz sizi hemen buraya alalım.

Ennio Morricone ve Gruppo di Improvvisazione Nuova Consonanza



Ennio Morricone ismini duymayan herhalde yoktur. Muhtemelen sinema tarihinin en önemli filmlerinin bir bölümünün müzikleri onun tarafından yapılmıştır. Liste öylesine uzun ve dolu bir liste ki, burada yer vermek olanaksız. Ancak çok bilindik Spaghetti Western'lerden, absürd İtalyan korku filmleri, bilim kurgular, macera filmleri derken liste uzar da uzar. Bu arada Ennio Morricone'nin bir çok yan projesi de var.

Sizlere bu yazımda EMI Müzik tarafından yayınlanmış bir CD setinden bahsedeceğim. Ennio Morricone'nin bir çok önemli film müziğinden örnekleri bulabileceğiniz bu setin adı; "Ennio Morricone - The Platinium Collection" (Referans kodu 094639132324) 3 CD'den oluşan setin içerisinde kuvvetle muhtemel sevdiğiniz bir çok şarkıyı bulacaksınız.  Hatta arada şaşıracaksınız belki. Çünkü bu şarkıyı da Morricone mi yapmış diyeceğiniz bir şeyler vardır elbet. CD setinin içerisinde keşke daha kapsamlı bir kitapçık olsaymış diyeceğinize eminim ama, Morricone'nin müzik yaşantısı pek öyle küçük bir kitapçığa sığabilecek türden değil. Bu yüzden CD'yi dinlerken Wikipedia'nın ilgili maddesini açıp okumak çok daha mantıklı olacaktır.

CD seti ülkemize de ithal edilmiş ve fiyatı makul diyebiliriz. Film müziklerinden belirli bölümleri dinlemek hepimizin çok sevdiği bir şey değil belki ancak seyrettiğimiz ve aklımızda kalan melodileri dinlemek keyifli oluyor. Morricone sevenlere duyurulur. Bu arada özellikle İtalyan korku filmleri için Dagored firmasından yayınlanan Morricone yapıtları İtalyan Abraxas plak şirketi tarafından geçtiğimiz yıllarda basılmıştı. Bunun yanında bir çok film müziği de yenilenmiş şekilde büyük plak şirketleri tarafından meraklılara sunuluyor


Konuyu burada bırakmaya pek niyetim yok. Şimdi serbest takılma bölümüne geçiyorum. Takılma bölümünden önce The Big Gundown diye bir albümden kısaca bahsedelim. Morricone'nin ki değil, John Zorn'un ki. John Zorn bu albümde Morricone bestelerinin üzerinden bayağı bir çalışıp, kendi tarzıyla yorumlamıştı. Albüm akıllara zarar gerçekten. Zaten Zorn konserine gitmediğim için mutsuzum, konuyu burada keselim. Besteler en fazla nasıl değiştirilebilir ki gibi bir soru işareti varsa kafanızda bu albümde bunun cevabının bir bölümünü görebilirsiniz. Bu arada kafanız karışmasın albümün orijinal kapağı ile sonradan yayınlananın kapağı birbirlerinden farklı. Yukarıdaki daha sonra yayınlanan albümün kapağı

Morricone gibi bir müzisyen Zorn'a bestelerini bu denli değiştirmek için nasıl izin vermiştir diye soranlar olacaktır. İşte burada devreye "Gruppo di Improvvisazione Nuova Consonanza" giriyor. Antonello Neri, Egisto Macchi, Franco Evangelisti, Frederic Rzewski, Giancarlo Schiaffini, Giovanni Piazza, Ivan Vandor, Jesús Villa-Rojo, John Heineman, Mario Bertoncini, Roland Kayn, Walter Branchi, William O. Smith gibi isimleri zaman zaman gördüğümüz toplulukta yazımıza konu olan Ennio Morricone ismini de bulabiliriz.

1960'ların başında Morricone, özellikle RAI (İtalyan Televizyonu) ile çalıştığı dönemlerde ve sonrasında RCA plak şirketinde aranjör olarak çalışırken Renato Rascel, Rita Pavone, Mario Lanza gibi isimlerle birebir çalışır. Ayrıca yaptığı arajmanlar Milva, Gianni Morandi, Paul Anka, Amii Stewart, and Mireille Mathieu dönemin önemli isimleri tarafından seslendirilir. Tam bu dönemlerde ve sonrasında Ennio Morricone müzisyen olarak caz çalışmaları yapar. Zaten müzik hayatının başlarında ailesine katkı yapabilmek üzere caz müziği çalmıştı.


Morricone bu toplulukta trompet çalıyor. Topluluk isminden de anlaşılabileceği gibi emprovize caz müzik çalıyor. Yani kolaylıkla avant-garde caz içerisinde anılabilecek bir müzik tarzı. "Gruppo di Improvvisazione Nuova Consonanza" sanırım Türkçemize Yeni Uyum Emprovizasyon Topluluğu olarak çevrilebilir. Aslında topluluğun ismi müzik tarzını açıklıyor. Olayın ilginç kısmı Morricone'nin müzik kariyerindeki bu dönem pek kimseler tarafından bilinmiyor. Topluluğun 1970 öncesi ve başı yayınlanan albümleri RCA Victor, Deutsche Grammophon ve Cramps Records tarafından yayınlanmış. Bunlardan Cramps Records özellikle avantgarde caz ve progresif rock dinleyicilerin yakından tanıdıkları bir İtalyan firması. Hatta John Cage ve Area bu plak şirketinden yayınlanmış iki önemli isim veya müzik tarihinin önemli noktaları. Ancak RCA ve özellikle Deutsche Grammophon bu tarz müziğin yayını konusunda denk geldiğimiz plak şirketleri değil. Hatta Deutsche Grammophon kataloğunda İtalyan toplulukla alakalı kayıtlara ulaşmak mümkün değil. Meraklısına Azioni adlı bir 2CD+DVD seti Alman Die Schachtel (Referans DS13) plak şirketi tarafından yayınlanmış bir set var. Albümün kitapçığındaki notları John Zorn kaleme almış. Zaten albümün kapağı yukarıda mevcut.

Ben ilk önce bir arkadaşımda Deutsche Grammophon'dan yayınlanmış 6 plaklık Avantgarde setinin bir kaç plağını dinledim. Tabii ki kulaklarım hemen havaya dikildi. Nasıl bir karmaşa, nasıl bir güzellik! Bu plak setini bulmak herhalde imkansızdır. Zaten lisede okurken felsefe hocası hediye etmiş. Ben felsefe hocamın ismini bile hatırlamıyorum. Ufak tefek çıtı pıtı çok kibar bir hanımefendiydi. Ama sanırım arkadaşım plak setini kendisine hediye eden hocayı hayat boyu unutmaz. Herhalde yani...

Bu topluluğun albümlerini edinin diyeceğim de, pek kolay değil. Özellikle 1960 sonu ve 1970'lerin başında yayınlanan plakların fiyatları akıllara zarar. Akıllara zarar derken, 50-60 Dolardan bahsetmiyorum. En az 5-6 katı ile çarpın!  Nuova Consonanza ve Azio albümleri ise daha alınabilir fiyatlardan eBay'de bulunabiliyor. Eski albümler ise eşten dosttan "benim gibi şanslıysanız" edinilebilir. Ama bu tarz müziğe gönlünüzü kaptırdıysanız ve Morricone ismi sizi heyecanlandırıyor ise bir şekilde edinmenizi tavsiye ederim...

Hakancez Top 10: Bu Hafta En Çok Dinlediklerim



Geçen hafta bloğuma denk gelen bazı dostlarımız, normal zamanlarda neler dinlediğimi merak etmişler. Aslında hemen her gün, hatta günün farklı saatlerinde dinlediğim albümler değişiyor. Foruma girip çıktıkça "Şu An Ne Dinliyorsunuz" bölümüne bir şeyler karalıyorum. Aslında benim en sevdiğim forum bölümlerinden bir tanesi ama yaz boyunca biraz suskun kaldı. Örneğin bugün Iron Maiden ile cebelleştim. Biliyorsunuz The Final Frontier yayınlandı.. Albümün ilk bölümünü beğendim, ikinci bölümünü beğenmedim. Sonra bir ara Kraftwerk dinledim; Trans Europa Express albümünü. Sinir bozucu değil mi? Keith Jarrett / Charlie Haden ikilisinin Jasmine'ini dinledim bir ara, yeniden! Liste öyle karışık ki. Palm'imdeki şarkılar, albümler, eve gelince dinlediklerim derken liste daha beter karmaşıklaşıyor. Hatta bir ara bıçaklarımın sezonluk bakımını yaparken Emperor bile dinledim. In the Nightside Eclipse albümünü.  Bu arada parmaklarım paramparça oldu. Mutsuzum şu an!

Sonra ortalığı toparlarken, masanın üzerindeki albümleri yazayım dedim. Yerlerine girmeyen bu CD'ler 10-15 gündür en çok dinlediklerimdir herhalde. Bu haftanın hatta son 15 günün Top 10'u olsa olsa bunlar olur. Yanlarına referans numaralarını yazmak yerine plak şirketlerini yazdım. Merak edenler derin araştırma yaparken faydası olur.

1- Etron Fou Leloublan - En Public Avec Etat Unis Amérique (Gazul)
2- Steve Lacy - Rushes 10 Songs From Russia (New Sound Planet)
3- Anthony Braxton + Italian Instabile Orchestra (Rai Trade)
4- Italian Instabile Orchestra - Litania Sibilante
5- The Peter Brotzmann Octet - The Complete Machine Gun Sessions (Atavistic)
6- Art Ensemble Of Chicago with Cecil taylor - Thelonius Sphere Monk (ECM)
7- Henry Cow - Vol 10 Vevey 1976 (ReR) *
8- Hal Russell NRG Ensemble - The Hal Russel Story (ECM)
9- Giorgio Gaslini - L'Integrale No. 1 (Soulnote)
10- Braxton + Szabados + Tarasov - Triotone (Leo Records)

Bu arada hemen her hafta psikolojik durumuma göre sehpanın üzerindeki albümler değişiyor. Yeni gelenler, gidenler. Birde o hafta CD'leri ve plakları yerlerine kaldırmaz isem, resmen birikinti oluyor. CD'leri yerleştirmek sorun değil. Ama plakları dizmek çok zor oluyor. Genelde aldığım plağın bir arkasındaki plağı biraz öne getiriyorum ama bir süre sonra orası da karman çorman oluyor. Bu hızla gidersem 10-15 sene sonra ne olur bilmiyorum. Bu senenin son dört beş ayında her zaman aldığımdan çok daha az albüm satın aldım. Ama gene de birikiyor. Yapacak bir şey yok!

Neyse bu haftanın Top-10 listesi işte bu şekilde. hazır CD'leri kurcalamışken biraz mesai yapıp, hepsini yerlerine kaldırayım bari. Bu arada bu Top 10 işini sevdim. Acaba her hafta yazsam mı?

* Bu albüm aslında konser DVD'si ama universal player'larda normal müzik CD'si gibi dinleyebilirsiniz. Ben dinliyorum, pek güzel :)

Cahillikler Kitabı (John Lloyd - John Mitchinson)


Cahillikler Kitabı, (orijinal adı: The Book of General Ignorance) John Lloyd ve John Mitchinson tarafından yazılmış. Kitap dilimize Cihan Aslı Filiz, Emre Ergüven ikilisi tarafından çevrilmiş. Tüm dünyada yapılan yayınlarda kitabın son bölümleri o ülkeden yazarlara ayrılmış. Türkiye'den Nuran Yıldırım ve Necdet Sakaoğlu daha çok bizi ilgilendirebilecek konuları kalem almışlar. Kitabın orjinali 2006 yılında yayınlanmış. Bizde ise NTV yayınları tarafından 2008 yılında basılmış. Ben ise kitabı bu sene İzmir'de düzenlenen kitap fuarında NTV Yayınları standından aldım. Aldığım kitapların bir kısmını bitirdim. Cahillikler Kitabı ve bir kaç kitabı ise canım sıkıldığında ve özellikle tüm gün bilgisayar ekranına baktığım zamanlarda gözlerim ağrırken okumak için çevremde tutuyorum. Gözler yorgun olunca, ilgi çabuk dağılıyor. Bu tarz kitaplarda bölümlerden oluştuğundan, istediğiniz zaman devam edebiliyorsunuz.

Kitabı okurken, özellikle İskoçya, İrlanda ve ABD ile alakalı konularda ince ince laf sokmalarından tahmin etmiştim daha sonra baktığımda iki yazarımızda İngiliz kökenliymiş. Arada sırada kendileri ile de dalga geçmeyi unutmamışlar. Hal böyle olunca kitap kendi içerisinde son derece eğlenceli hale geliyor. Zaten bir çok konu sen derece eğlenceli. Haydi bir örnek yazayım.

----------------------------------------------------
James Bond'un en sevdiği içki hangisiydi?
Votka, Martini değildi.
Fleming'in tüm külliyatıyla ilgili www.atomicmartinis.com adlı internet sitesinde yapılan özenli çalışma, James Bond'un ortalama olarak her yedi sayfada bir içki içtiğini gösteriyor.
İçtiği toplam 317 içkiden en çok tercih ettiği, açık arayla viskidir. Toplamda 101 viski içer, bunlardan 58'i bourbon, 38'i scotch'tur. Şampanyaya da oldukça düşkündür (30 bardak) ve çoğunluğu Japonya'da geçen "You Only Live Twice" (İnsan İki Kere Yaşar) (1964) kitabında Japon likörü dener. Bu içkiyi de çok beğenir ve 35 tane içiverir.
Bond, favorisi sanılan votka martiniyi ise sadece 19 kez tercih eder ve neredeyse aynı miktardaki cin martini de imiştir ( adet, gerçi bunların çoğunu başkaları ısmarlamıştır)...
----------------------------------------------------
Kitaptaki bir çok madde bu şekilde kaleme alınmış ve çoğu eğlenceli. Neredeyse 280 sayfalık kitapta uzun bir kaç konu başlığı haricinde çoğu başlık bir iki sayfa. Yani sıkıldığınızda okumanıza ara verdiğinizde kaybedebileceğiniz fazla bir şey yok. En fazla bir sayfa geriye dönüp devam edebilirsiniz.
Kitap, internet sitelerinde 10TL civarına satılıyor. Bu arada John Lloyd ve John Mitchinson ikilisinin Cahillikler Kitabı - 2 Hayvanlar Alemi adından bir devam kitabı var. Kitap yine NTV yayınlarından çıktı ancak ben pek sevmedim. İlki kesinlikle daha keyifliydi.

The Third Decade - Art Ensemble Of Chicago CD


Art Ensemble Of Chicago, herkesin sevmeyeceği türde bir caz grubu. Aslında avant-garde caz grubu demek daha doğru. Topluluk 1960'ların ortasında kuruluyor. Bana göre topluluğun asıl tanındığı albüm Fransız BYG Actuel tarafından yayınlanan A Jackson in Your House albümü. 1970'lerin ortasına kadar topluluk çok sayıda albüm yayınlıyor. Benim açımdan en ilgi çekici olanlar Message to Our Folks (BYG Actuel 1969) Go Home (Galloway 1970) ve Fanfare for the Warriors (1973 Atlantic) albümleri. Tabii bu arada aradan geçen yıllarda sadece bu kadar albümleri var diye düşünmeyin. Topluluk  o kadar fazla albüm yayınlıyor ki, hepsine erişebilmek imkansız. Günümüzde albüm yayınladıkları bir çok plak şirketi kapanmış durumda. Bazılarının CD baskıları mevcut. Basılan plakların günümüzdeki fiyatları ise gerçekten uçuk. Çok az bir kitleyi ilgilendirdiğinden ve az basıldığından dolayı sanırım. Bazen 200-300 Dolar civarında fiyatlar ortalarda dolaşıyor. Tabii bu arada topluluktaki müzisyenlerin bireysel veya bir kaçının beraber yayınladığı albümlerde var. Anlayacağınız liste çok çok uzun.

The Third Decade topluluğun 1984 yılı albümü. Standart Art Ensemble ekibi bu albümde de iş başında; Lester Bowie, Joseph Jarman, Roscoe Mitchell, Malachi Favors Maghostut, ve Don Moye. Geleneksel olduğu üzere hemen her Art Ensemble albümünde kim ne çalıyor konusunu hemen geçiştirmek istiyorum. Liste yaz yaz bitmez. Genel olarak trompet çalmasına alışkın olduğumuz Lester Bowie, davul çalabiliyor bir anda. Albümde bunlar güzelce listelenmiş. Merak edenler kitapçığa bir göz atabilirler.

"Prayer for Jimbo" ile açılan albüm, klasik Art Ensemble çizgisine ilk bakışta biraz ters gibi gelebilir. Uzun bir girişten sonra şarkı kendine geliyor. Neredeyse 10 dakika süren şarkı albümün genelinde olduğu gibi düşük tempoya sahip. Tabii ki bu durum Lester Bowie, Joseph Jarman ve Roscoe Mitchell üçlüsünün rahat durmasını gerektirmiyor. Her saniye her şeyin olabileceği hissiyatına sahip olduğumuzdan dolayı, son derece keyifli bir giriş şarkısının ardından "Funky AECO" biraz daha geleneksel caz kalıplarında bir şarkı olarak karşımıza çıkıyor. Tabii ki, bol aksak ritmler, klasik bebop esintileri taşıyan sonraki bir kaç saniyede o izden geriye bir şey bulamayacağınız üflemeli bölümleri ve arkadan gelen ne olduğunu tahmin etmekte zorlandığım sesler ve her türlü vurmalı enstrüman ile insan albümün içerisine daha da giriyor.

"Walking in the Moonlight" ise bir Mitchell bestesi. Klasik bir caz baladı gibi başlayan şarkı, her ne kadar öyle devam etse de, bol bol aykırı nota duymanız mümkün. Birbiri ile aynı notaları belli gecikmeler ile çalan müzisyenlerin bunu nasıl yaptıklarını çok merak ediyorum. "Walking in the Moonlight", Art Ensemble'ın 1980'lerde arada sırada gördüğümüz göreceli sakin şarkılarından bir tanesi, Art Ensemble'a göre :) Malachi Favors  ve Don Moye şarkının ikinci bölümünden itibaren rahat duramayınca kısa süreli bir kaos yaşanıyor sadece o kadar :) "The Bell Piece" ise her türden zil, metal parça, eşya kullanılarak zenginleştirilmiş bir şarkı. tahmin edebileceğiniz gibi tüm topluluk üyeleri ellerine geçirdikleri  enstrümanlarla alt yapıyı oluştururken özellikle Lester Bowie'nin solo bölümlerini keyifle dinliyoruz. "Zero" ise Güney Amerika ve Karayip denizi ritmleri ile harmanlanmış çok bilindik melodilerin Art Ensemble yorumu, ki, şarkının son bölümüne kadar oldukça durağan ilerleyen parça Moye'nin solosunun ardından şenleniyor. Bu arada durağan giden parça diye yazıyorum ancak Art Ensemble penceresinden bunu yazıyorum. Albüme ismini veren "Third Decade" şarkısı ise Art Ensemble'ın etkilendiği kökleri bize hatırlatıyor. Afrika vurmalı motifleri ile uzun bir giriş yapılan 8 dakikalık şarkı, siren sesleri arasında bir hızlanıyor, bir ilerliyor ki yüzünüzde koskoca bir gülümseme olmaması imkansız.  8 dakika olmasına rağmen keşke hiç bitseydi dediğim şarkılardan bir tanesi.

DIW, ECM, Atlantic gibi plak şirketlerinin geniş kataloglarının ücra köşelerinde (DIW için bunu söylemek biraz güç) müthiş Art Ensemble Of Chicago albümleri bulabilirsiniz. Hatta topluluğun 1978 yılı albümü Nice Guys ülkemize plak formatında bile ithal edildi. Çok uygun bir fiyata alabileceğinize eminim. Hatta plağı bulursanız, bulunduğunuz yerde Lester Bowie's Brass Fantasy - I Only Have Eyes for You (1985) albümüne de denk gelirsiniz. Onu da hiç düşünmeden alışveriş çantanıza koyun. Tabii ki, bu söylediklerim Art Ensemble'ın müziğini sevenler için geçerli. Uyarayım da, albümü kafama atmayın sonra

Uydunet ve İnternet


Geçtiğimiz haftalarda eve internet ne alayım diye bayağı düşünüp durdum. Ülkemizde fazla seçeneğimiz yok, en yaygın olan ADSL sağlayıcı TTNet'in haricinde Smile gibi şirketler, bazı kentlerimizde Uydunet, Superonline Fiber, elektrik üzerinden servis sağlayan firmalar (yanılıyor olabilirim MetroNet gibi bir firma olması lazım) veya 3G üzerinden servis sağlayan Avea, Turkcell ve Vodafone. Bu seçenekler arasında elektrik ağları üzerinden servis sağlayan firmalar hariç, oturduğum bölgede her servisi satın alabiliyorum. Tamam bir çoğunuz, al birini vur öbürüne diyorsunuz ama ne yapalım eldeki seçenekler bunlar...

Bu servisler arasında en çekince ile yaklaştığım teknoloji 3G idi. Geçtiğimiz haftalarda tatildeyken sevgili dostum Tolga İzgür'ün bilgisayarını kullandım. Dizüstü bilgisayarını, Apple iPhone'unu modem olarak kullanarak 3G bağlantısı ile internete girdik ve oldukça şaşırdım. Son derece hızlı olduğunu gördüm. Çeşme'nin göreceli olarak ücra bir bölgesinde internete bu hızla girmek inanılacak şey değil. Tabii olayın maliyeti biraz yüksek. Ev için ne kadar mantıklı bilemiyorum. Ayrıca 5-6 senedir kullandığım mobil iletişim şirketine de pek güvenmiyorum açıkçası. Avea son iki yıldır bence çok geriye gitti. Hele Turkcell kullanan arkadaşlarımın ardı arkası kesilmeyen kampanyalarla genel olarak benden çok daha mutlu olduklarını görüyorum. Sanırım bahara bende Turkcell'e geçeceğim yeniden. Neyse konumuz mobil iletişim değil... 3G gerçekten faydalı bir olay. Ancak maliyeti yüksek olduğundan bu seçeneği eledim.

Geçtiğimiz ay Superonline'ın fiberoptik internet kutusu bizim binaya takıldı. Aslında en çok bu hizmeti merak ediyordum. Bilgisayar dünyasından haberleri genelde Dark Hardware sitesinden ve forumlarından takip ediyorum. Superonline konusunda ilk başlarda hemen herkes çok istekliyken, son dönemlerde sözleşmelerinde tek taraflı değişiklikler yapmaları sebebi ile kullanıcılar son derece kızgınlar bu firmaya genel olarak. Maliyet olarak diğer internet bağlantı seçeneklerinden çok daha pahalı değil. Ancak özellikle müşteri servislerine ulaşmak konusunda yaşanan sıkıntılar, bağlantı problemleri ve ilerleyen günler, aylarda Superonline'ın yapabileceği değişiklikleri göz önüne alınca fiber hat üzerinden internet konusunun üzerini çizdim. Mutlaka bunu yazdığım için kızanlar olacaktır ancak özellikle dial-up bağlantı dönemindeki Superonline'ı tanıyanlar için hiçbir şeyin sürpriz olmayacağını bilmekte fayda var. Belki ilerleyen yıllarda fiber üzerinden internet konusunu değerlendirebilirim. Belki o döneme kadar Superonline'da müşteri ilişkileri konusunu geliştirir. Bu arada bende kendi testimi yaptım. Müşteri ilişkilerini arayınca uzun süre şarkılar, türküler dinliyorsunuz. Tüketicilerin fikirlerini değiştirmek zordur. Her şey iyiyken yapılacak bir hata, tüketicinin tüm fikrini olumsuza dönüştürür. o yüzden modern müşteri ilişkileri metotları çok mühim.
TTNet, diğer evimde uzun senelerdir kullandığım ve memnun olduğum servis sağlayıcı. Şimdi yiğidi öldür hakkını ver. 7-8 senede sadece tek bir kez problem yaşadım. Onu da kısa bir süre içerisinde hallettiler. Ancak internet servisi almak için telefon almak zorunluluğu beni sıkıyor. Evde sabit telefon kullanmayalı neredeyse seneler oluyor ve kullanmayacağım şeye para vermekten nefret ediyorum. Bilişim Üst Kurulu, gelen şikayetlerden dolayı TTNet'e yalın ADSL konusunda bazı gelişmeler yapmasını istemişti geçtiğimiz senelerde. Bildiğiniz gibi ADSL üzerinden internete bağlanmak için telefona ihtiyaç yok ve bu konuda bazı davalar açılmıştı. Sonunda tüm dünyada bilinen şey, ülkemizde de kabul edildi. Telefon zorunluluğu olmayan ADSL seçenekleri tüketicilere sunulacaktı. Sonuçta bu seçenekler tüketiciye sunuldu ancak işin acı tarafı, hiç kullanmayacağınız telefonu almak çok daha mantıklı. Yalın ADSL için ödemeniz gereken tutar normal telefon hattı+ADSL aboneliği ile aynı seviyeye geliyor. Hatta bazı forumlarda, hesap kitap yapanlara göre yalın ADSL daha pahalı. Durum böyle olunca TTNet'te elendi. Bu arada Smile gibi servis sağlayıcıların teorik olarak TTNet'ten farkı yok. Tamamen aynı hatları kullanıyorlar. Ancak ilginç indirimlere denk gelebiliyorsunuz. Benim gibi sabit telefona para vermeyeceğim takıntınız yoksa, TTNet ve türevlerini değerlendirebilirsiniz.

Uydunet olayında ise yine gizli bir sabit ücret söz konusu. O da evinizde KabloTV bulunma zorunluluğu. Aslına bakarsanız eve taşınalı 2 seneyi geçmiş olmasına rağmen evimde televizyon yayını izlemek için bir düzenek yok. Televizyon var ama DVD seyretmek için kullanıyorum sadece. o da haftada bir kez bilemediniz iki kez. Her zaman yazdığım gibi boş zamanlarımda müzik dinlemek daha cazip geliyor bana. Ancak Seçil Hanım tamamen eve taşındığında bazı Ntvmsnbc (Böyle bir kanal ismini oturmuş olmalarından dolayı NTV'yi tebrik etmek lazım. Bu ne ya...) kanalı dizilerini izlemek isteyeceğinden eve bir şekilde televizyon yayını almak gerekiyordu. Sonuç olarak KabloTV yeterli olacaktı. Durum böyle olunca KabloTV almak için ödenecek para benim için sorun olmayacak gibi görünüyordu.

Uydunet konusundaki asıl zor olay, modemlerinin kendisine özgü olması. Piyasada bir çok ADSL modem bulabilmek mümkün. Genel olarak fiyatları da makul. Ancak iş kablo üzerinden internete gelince hem modem markaları değişiyor hemde kablosuz modeme ödeyeceğiniz tutar 200TL civarına yükseliyor. Tabii ki, daha ucuz ve kablolu bir modem alıp, onu wireless router ile kullanmak mümkün. Böyle olunca maliyet ucuzluyor ancak işi gücü bırakıp böyle bir bağlantı ile uğraşacağımı pek sanmıyorum. Senelerdir bir şekilde bilgisayar dünyasının içinde olsam bile, kendi özel zamanlarımda router'larla, modemlerle pek uğraşmak gelmiyor içimden. Biraz armut piş, ağzıma düş olsun istiyor insan.

Tam o mudur bu mudur diye düşünürken Uydunet bir kampanya yaptı. KabloTV+Uydunet alıyorsunuz, 24 ay kullanım taahhüdü veriyorsunuz, onlarda sizden bağlantı ücretlerini almıyorlar ve Motorola markalı bir kablosuz modem veriyorlar. Modemi yukarıdaki fotoğrafta görebilirsiniz. Kulağa sempatik geliyor değil mi? Taahhüt konusu beni biraz endişelendiriyor olsa da, Uydunet'in 1Mbps bağlantısının fiyatının makul olması sebebi ile, taahhüdü verebilirim diye düşündüm. Kafamdaki tek soru 1Mbps hızındaki bağlantının yetip yetmeyeceği idi. Geçmişte lease-line dahil o dönem için olabilecek her türden uç sayılabilecek bağlantıyı kullanmıştım. Bugün ise 8-10-20Mbps'ler havalarda uçuştuğu için herkes gibi benimde kafam karışıktı. Aklıma eskiden yaptığım bir şey geldi. Stereo Mecmuası'nın ana sayfası normal bir siteden daha yüklü bir eski tarz HTML sayfası. Kendi server'ımda eski tarz 56K bağlantı ile siteyi açtım ve şıkır şıkır çalıştı. Oturup hesap kitap yaptım, benim yaptığım bir çok iş için, 1Mbps hız yetiyor hatta artıyordu. Eh kullanmayacağım bilmem kaç Mbps'ye para dökmenin bir alemi yoktu doğrusu. Zaten diğer evde gayet iyi bir bağlantım mevcut diye düşündüm. Eğer gerekli olursa!

Evde aslında normal bir internet kullanıcısıyımdır. Müzik, film indirmem. İndirdiğim tek şey e-kitaplar ve e-dergilerdir. Onlarda genelde oldukça küçük boyutlarda oluyorlar. İnternet üzerinden maç seyretmek, dizi seyretmek gibi alışkanlıklarımda yok. Anlayacağınız son derece basit bir kullanıcıyım ben. Hal böyle olunca fazladan Mbps'lerle pek işim yok!

Eh kararımı verdiğime göre en yakın Uydunet merkezinin yolunu tutma zamanım gelmişti. İzmir Çankaya'daki merkeze yolum düştü. Diğer bir çok servis sağlayıcının aksine mekan pek gösterişli değildi ve belki de sıcaktan çalışanların pek yüzü gülmüyordu. Belki Uydunet sitesine de bakmışsınızdır. Neredeyse tüm servis sağlayıcıların internet siteleri güzel tasarımlı iken, Uydunet'in sitesi sanki 5-6 yıl öncesinden kalmış gibi. Ben bizim siteyi basit buluyorum. Ancak Uydunet'in yanında bizim site teknoloji abidesi sayılır :) Neyse... 5-6 dakikalık bir işlemle formları doldurdum ve onlarca yere imza attım. Aklımın bir köşesinde bunların servisleri ve müşteri hizmetleri de böyleyse yandık dedim. Onlarca imza atmıştım, iş işten geçmişti! Ha diyeceksiniz müşteri hizmetleri işini yaptı mı, evet yaptı. Mekanda gerekli işlemleri yapabildin mi, evet yaptım. Daha fazlasına ne gerek var. Evet bir açıdan haklısınız. Ancak zaman pazarlama çağı. İnsan senelerce bu işlerle uğraştığı zaman belki biraz takıntılı oluyor. Bilemiyorum...

İmzayı basmamızın ardından 5 gün içerisinde bağlantınız teknik ekip tarafından yapılacak dendiğinden beklemeye başladım. Cuma günü telefon geldi, Pazartesiye randevulaştık. Pazartesi günü akşamüstü iki kişilik bir ekip geldi. Hızlı bir şekilde modem bağlantısını, TV bağlantısını yapmaya başladılar. Yayın kalitesini beğenmeyip, bina dışındaki kabloları söküp yeniden bağladılar. Elemanlar gerçekten güler yüzlüydüler. Ben bir şey demeden kendileri gerekeni yaptılar. Merkezdeki olumsuzluk yerini olumlu düşüncelere bıraktı hemen. Tüketiciler böyledir işte.

Uzun lafın kısası neredeyse bir aydır 1Mbps'lik bağlantım ile mutlu mesut yaşıyorum. Şu ana kadar en ufak bir sorun yaşamadım. Hız konusunda hiçbir derdim yok. Umarım Uydunet'le böyle devam ederiz.

notlar
- Bölgeden bölgeye KabloTV ve Uydunet'in performansı farklı olabiliyor. O yüzden herkese tavsiye ediyorum diyemiyorum. Sizde karar vermeden önce forumlara ve sözlüklere göz atarsanız kendinizi daha rahat hissedersiniz. Ben İzmir/Üçkuyular bölgesindeyim.
- Genel olarak ülkemizde her türlü iletişim çok pahalı. Vergiler de çok yüksek. Devletimiz şunları biraz indirse ne güzel olur. Hayal mi görüyorum. Evet sanırım öyle.
- Merak edenler olursa modemin yanındaki figürlerden boyları kısa olanlar Final Fantasy VII bilgisayar oyununun figürleri. Büyük olanlar ise Dragon Ball çizgi filminden. Kırmızı sehpa ise "evimizin herşeyi" IKEA'dan. Almak isteyen olursa PS serisi. Ülkemizde çok satılmadığından mıdır nedir, zırt pırt indirime giriyor. Belki çok ucuza denk getirirsiniz.
- Farklı servis kullanıcıları tercih edenler, aşağıda yorum yap tuşunu kullanıp kendi yorumlarını ve deneyimlerini yazabilirler. Hatta çok sevinirim.

Internet Archive Web Sitesi


Geçenlerde Project Guthenberg'den bahsetmiştim. Bir kaç okuyucumdan teşekkür mesajları aldım. Sanırım gözlerinden kaçmış. Bu kez de sinema meraklılarının gözlerinden kaçmış olduğunu düşündüğüm bir siteden bahsedeceğim.

Internet Archive, bir nevi ansiklopedi olması için kurulan bir web oluşumu. Son zamanlarda moda olan tabiri ile aktivistler tarafından ilk adımları atılmış, kültür tarihine ilişkin bir arşiv olması istenen ancak ilerleyen yıllarda internetteki imkanlar arttıkça gözden düşen bir site. Aslında kendilerinin de hatası var bu konuda. Site öyle bir karışık ki, aradığınızı bulmak, gerçek bir zulüm haline gelebiliyor. Ancak sitenin bazı yönleri onu vazgeçilmez yapıyor.<

Diyelim ki, 1910'lu yılların ilk filmlerini (hatta 1800'lerin sonlarını da eklemeliyiz sanırım), 1920'lerin Alman Expressionist akımı filmlerini, 1930'larda Film Noir'ın öncülerini merak ediyorsunuz ve seyretmek istiyorsunuz. Bunun yanında 1950'lerin fazla bilinmeyen ve ücra köşelerde kalmış Science Fiction'ları ilginizi çekiyor veya Büyük Savaş döneminin propaganda filmlerini seyretmek istiyorsunuz. Bu filmlerin bir çoğunda telif hakları ortadan kalmış. Çok az bir kısmı çeşitli formatlarda basılmış durumda. Basılanların büyük çoğunluğu da video teyp formatında basılmış ve internet üzerinde acayip fiyatlara satılıyor. İşte bu söylediklerimden bir kısmı sizi ilgilendiriyorsa mutlaka Internet Archive'i ziyaret etmelisiniz. Çünkü bir çok film, çeşitli formatlarda kullanıma açılmış durumda. Girip istediğiniz gibi indirebilmeniz mümkün.

Bu siteyi seneler önce Paul Wegener and Henrik Galeen ikilisinin "Der Golem" filmini ararken bulmuştum.  1915 yapımı film, Golem kültü üzerine kuruluydu. Çek Cumhuriyetine (o dönem Çekoslovakya) gittiğim ve Prag'da bayağı uzun kaldığım dönemde normal turistlerin bir çoğunun aksine kentin Ortaçağ'daki önemini bildiğimden neredeyse bir haftamı oldukça farklı mekanlarda geçirdim. Çok da iyi yapmışım diyorum. Burada bazı konularda gerçekten çok bilgilenmiştim. Bezalel ismi bir çokları için hiçbir bir anlam ifade etmiyordur eminim ki, ancak Prag'ta bu ismin çok büyük önemi var. Konuda sapıyorum farkındayım ama nedense yazdıkça aklıma başka şeyler geliyor. Bazı yazarlar gibi yazdığım yazılardan kelime başına ücret alsam köşeyi dönerdim herhalde :) Neyse... Wegener'in "Der Golem" filmini nereden bulurum diye aranırken sonunda Internet Archive aklıma gelmişti. Tabii ki bir arama sonucunda filmi bulup arşivime katmıştım. Yukarıda filmden görüntülerle oluşturulmuş bir slayt var. Bunları da siteden edinebiliyorsunuz.

Hep filmlerden bahsettim. Birazda metinlerden bahsedeyim. Belki Project Gutenberg gibi kolay ulaşılır olmasa da, Internet Archive'de inanılmaz bir e-kitap arşivi var. Özellikle bazı Üniversite ve Kitaplıkların verdiği destek sayesinde içerik son derece geniş. Ben genelde belli konulardaki e-kitaplara yönelik araştırma yapsam da, bir göz atmanızda fayda olabilir. Internet Archieve son yıllarda bazı geliştirmeler de yaptı e-kitaplar konusunda. Bizim e-dergilerimizde olduğu gibi flash formatıyla online okuma, PDF indirme gibi seçeneklerin yanında çeşitli e-reader'lar (e-kitap okumaya yarayan elektronik cihaz örneğin Kiddle) için optimize edilmiş dosyalarda mevcut.

Sitenin ses arşivleri kısmında ise audio-book'ların (e-kitapları dinleyebileceğiniz bir format diyelim kısaca) yanında telif hakkı olmayan binlerce şarkıyı dinlemek mümkün. Ayrıca Grateful Dead'e ayrılmış özel bir bölüm var ki topluluğu seviyorsanız mutlaka göz atmalısınız.

Sitede gezindikçe acayip şeyler bulmak olasılığı var. Dediğim gibi site bayağı karışık olduğundan sinirlenmeden kullanmak lazım. Bir süre sonra nasıl oluyorsa alışıyorsunuz ve aradığınızı daha rahat bulabiliyorsunuz.

Eh artık lafı uzatmadan sizi Internet Archieve web sitesine yönlendirelim. Aman dikkat edin, internetiniz kotalıysa bir günde doldurabilirsiniz. Ulaşmak için tıklayınız www.archive.org

DIY Jukebox


Bugün burada jukebox'lardan bahsettim. Meğerse Jukebox'ları seven ne kadar çok okuyucumuz varmış. Bir kaç arkadaşımda sen DIY projelerini seversin diyerek bazı adresleri göndermişler. Yukarıda gördüğünüz Jukebox tamamen meraklı bir kişi tarafından yapılmış. İşin kötü tarafı böylesine o kadar çok proje var ki. İnsanın kaşıntısı geliyor bayağı. İşi gücü bırakıp projeleri incelemeye başladım hemen. Özellikle FreeJukebox sitesinde çok fena projeler var.Benim ilgimi Caesar isimli kullanıcının yaptığı DIY çalışması çekti. Bitmiş halinin fotoğrafını yukarıdaki resimde görebiliyorsunuz. Evet inanması zor ama bu gerçekten bir DIY çalışması. Aşağıya çalışmadan bir kaç fotoğraf ekleyeyim dedim.


Projenin temelinde bir bilgisayar kullanılmış. Günümüzde plak kullanarak jukebox yapmak anlaşılan pek kolay değil çünkü ebay'de bile otomatik plak tanıma ve okuma cihazları acayip paralara satılıyor. Bu yüzden meraklılar genelde bilgisayar sistemleri kullanıyor. Yukarıda linkini verdiğim sitede özellikle Jukebox'larla kullanılabilecek bir yazılım bile mevcut. Yukarıdaki resimlerde görebileceğiniz gibi bol bol MDF işçiliği gerekiyor. Bu fazla maliyeti olan bir şey değil. Belli bir miktar hata da kaldıran bir malzeme olduğundan düzeltmeler kolaylıkla yapılabilir. Diğer kısımlarda kullanılan malzeme ise pleksi. Aslında ülkemizde pleksi işlemek eskisi gibi sorun değil. Bir çok şeyi pleksiden yapabilmek mümkün. Çok büyük fiyatlar da ödemek zorunda kalmıyoruz. Işıklandırma için ise yılbaşı süsleri kullanılmış. Bunun yanında florasan'larda dikkat çekiyor.

Galiba bende böyle bir DIY çalışması yapacağım. Fena halde gaza geldim. Haydi hayırlısı...

General Grievious ve Asajj Ventress



Geçtiğimiz haftalarda uzun zamandır kendime yeni bir şeyler almadığımı fark edince, hemen arayışlarıma başladım. Hemen herkesi mutlu eden bir şeyler vardır. Arada sırada kendimizi şımartmamız lazım değil mi? Uzun bir süredir Figuratif sitesini takip ediyorum. Hifi ve müzik dünyası derinlerine daldıkça nasıl engin birer okyanus ise, figürlerin dünyası da öyle. Hatta bana kalırsa Hifi'den bile daha pahalı bir hobi olabilir. Olaya nasıl baktığınıza bağlı. Bu sitede figür dünyası ile alakalı her türlü yenilik ve habere ulaşabileceğiniz gibi, kişisel koleksiyonlar, figür tanıtımlarına göz atabilir hatta alışveriş bile yapabilirsiniz. Bu arada bende sitenin moderatörlerinden bir tanesiyim. Pek bir şey yapmıyorum ama olsun...

Figuratif'in ikinci el bölümünden kendime iki figür belirleyip satın aldım geçenlerde. Star Wars Unleashed serisinden General Grievous ve Asajj Ventress. Aslında figür dünyasının üst düzey (bir nevi hi-end) firmalarının ürettiği modellerin kalitesinden bayağı uzak olsalar da, beni mutlu ettikleri kesin. Alınacak figürler listemde daha bayağı bir şeyler var, zaman içerisinde yavaş yavaş alırım. Böylesi çok daha zevkli oluyor.

not: Kitaplığımda alakasız kitapları bir arada görüp, dalga geçen arkadaşlarım olacaktır. Kütüphanemde under construction yazıyor bu aralar...

Jukebox'ların Altın Dönemleri


Geçenlerde akşamın bir vakti bizim Retro ve Vintage Hifi bloğuna ekleme yapmak için değişik bir şeyler arıyordum. Biliyorsunuz yaz döneminde Retro ve Vintage Hifi bölümümüzü tatile almıştık. Eylül'de yayına başlayacağı için vakit buldukça eklemeler yapıyoruz. Böylelikle belli bir stok oluşuyor. Neyse.. Ekleme işlemleri sırasında aklıma Jukebox'lar geldi. Zaten oldum olası bu aletleri pek severim. Hani utanmasam müzik setlerinden daha çok severim bile diyeceğim

Günümüzde Jukebox üreten firmalar tabii ki var. İlk aklıma gelen bu işin en önde gelen firması Wurlitzer. Tabii ki Rock-Ola, Crosley gibi günümüzde de jukebox'lar üreten firmalar var. Ancak MP3 ve CD'lerin hayatımıza girmesiyle jukebox'ların mantığı biraz değişti. Tabii ki hala 45 devirlik plak çalan ürünleri de bulabilmek mümkün. Bu arada ülkemizde de Mudo Concept gibi mağazalarda minik Jukebox'lar bulunabiliyor. Ancak hem çok kötüler hemde çok pahalılar. Günümüzde yukarıda saydığım markaların kaliteli jukebox'ları 10.000 Dolar seviyelerinde.

Internet'te sörf yaparken Wurlitzer'in kendi sitesinde tüm zamanların en çok çalınan hit'lerinin listesi denk geldi. Bu 40 şarkı Jukebox'larda en çok çalınan şarkılarmış. Listeyi aşağıda bulabilirsiniz. Eminim ki, işten eve döndüğünüzde en az bir kaç tanesini dinlemek isteyeceksiniz. Liste, Şarkı / Topluluk / Plak Şirketi / Yıl şeklinde düzenlenmiş.

Good Vibrations / the Beach Boys / Capitol / 1966
I Want To Hold Your Hand / the Beatles / Capitol / 1964
Can't Buy Me Love / the Beatles / Capitol / 1964
Stayin' Alive / the Bee Gees / RSO / 1977
Margaritaville / Jimmy Buffet / ABC / 1977
Rhinestone Cowboy / Glen Campbell / Capitol / 1975
Bette Davis Eyes / Kim Carnes / EMI / 1981
The Twist / Chubby Checker / Parkway / 1960
Lay Down Sally / Eric Clapton / RSO / 1978
Downtown / Petula Clark / Warner / 1965
Nightshift / Commodores / Motown / 1985
Proud Mary / Creedence Clearwater Revival / Fantasy / 1969
Bad, Bad Leroy Brown / Jim Croce / ABC / 1973
Mack The Knife / Bobby Darin / Atco / 1959
Big Bad John / Jimmy Dean / Columbia / 1961
Blueberry Hill / Fats Domino / Imperial / 1956
Hotel California / Eagles / Asylum / 1977
Aquarius/Let The Sun Shine In / The 5th Dimension / Soul City / 1969
I Want to Dance With Somebody / Whitney Houston / Arista / 1987
Billie Jean / Michael Jackson / Epic / 1983
I Love Rock 'n' Roll / Joan Jett & the Blackhearts / Boardwalk / 1982
Celebration / Kool and the Gang / De-Lite / 1980
Footloose / Kenny Loggins / Columbia / 1984
Physica / Olivia Newton John / MCA / 1981
The Great Pretender / the Platters / Mercury / 1955
Slow Hand / Pointer Sisters / Planet / 1981
Jailhouse Rock / Elvis Presley / RCA / 1957
Unchained Melody / the Righteous Brothers / Philles / 1965
Lucille / Kenny Rogers / Reprise / 1977
Satisfaction / the Rolling Stones / London / 1965
Touch Me In The Morning / Diana Ross / Motown / 1973
New York, New York / Frank Sinatra / Reprise / 1980
Born To Be Wild / Steppenwolf / Dunhill / 1968
The Way We Were / Barbara Streisand / Columbia / 1973
Eye Of The Tiger / Survivor / Scotti Br. / 1982
My Girl / the Temptations / Gordy / 1965
Raindrops Keep Falling On My Head / B.J. Thomas / Scepter / 1969
Joy To The World / Three Dog Night / Dunhill / 1971
Melody Of Love / Billy Vaughn & His Orchestra / Dot / 1954
Autumn Leaves / Roger Williams / Kapp / 1955

Eylül'de Retro ve Vintage sayfalarımızda bol bol Jukebox bulacağınızı tekrar edip. Jailhouse Rock dinleyerek işlerime devam ediyorum..

Zorn Geldi Geçti...Ben Baktım :(


İsmet Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi bu sene 11 günlük bir etkinlik düzenledi. Bir çok atölye çalışması, konserler ve söyleşiler ile ağzımın suyu aktı. Özellikle Oliver Lake ve John Zorn performanslarını merak ediyordum. John Zorn, Masada ile geldi biliyorsunuz. John Zorn (saksafon), Marc Ribot (gitar), Greg Cohen (bas), Cyro Baptista (vurmalılar), Kenny Wollesen'den (vibrafon, davul) oluşan ekip göz kamaştırıcı. Bu kadar sevdiğim bir müzisyenler topluluğunun konserine gidemediğim için kendime sağlam kızıyorum ancak bazen olmadı mı olmuyor işte. Sevgili Reha Arcan tabii ki konseri boş geçmemiş ve bana bir fotoğraf göndermiş. Acım daha da büyüdü. Burnumun dibine gelen bir fırsatı böylece harcamış oldum. Ama diyorum ya, bazen imkanlar el vermiyor işte. İlerleyen senelerde nerede olursa olsun canlı canlı izleyeceğim Zorn'u. Zaten son yıllarda çok istememe rağmen The Book Of Angels serisini de toparlayamadım.  Sayısal Loto, bu sene bana çıksa ne güzel olur!

Magma - De Futura Championship!

Magma topluluğunu sevdiğimi bloğumu takip edenler sanırım biliyorlardır. Son zamanlarda Seventh Records'un "Mythes et Legendes" adını verdikleri DVD setini piyasaya sürmeleri ile son zamanlarda şarkı listelerimde Magma eksik olmuyor. Bu arada arada sırada Magma'yla alakalı mesajlar alıyorum. Bir kaç albüm alıp seven de var, söven de! Eh sanırım bu durum normal..

Geçenlerde Dailymotion'da gezinirken arama kutusuna De Futura yazdım. İlginç iki video ile denk geldim. Onları paylaşayım...

Aslında tüm dünyada Magma'nın açtığı yoldan ilerleyen çok müzisyen var ancak oldukça underground piyasada biliniyorlar. Sizlere Hamtaï! A Tribute To The Musıc of Chrıstıan Vander projesinden burada bahsetmiştim. Bu 2 CD'lik albümde çok ilginç yorumlar bulabilmek mümkün. Albümü bulmak biraz zor. Fransız plak şirketlerinden yayınlanan bir çok albüm gibi bu albümü almak için Google Translate özelliğini bol bol kullanmak gerekiyor. Tabii bu arada Laser's Edge gibi butik CD mağazalarında bulabilmek mümkün. Alpan'ın kulakları iyi çınlamıştır bu arada! Yukarıdaki videoda genç bir Fransız topluluğun De Futura yorumu var. Topluluğun adı Ptäh Septet ve yorum bence çok keyifli olmuş.

Yukarıdaki video dört arkadaştan kurulu Sporadik Orkhestra tarafından icra edilmiş bir De Futura versiyonu. Keman kullanımı ile bayağı ilginç olmuş. Beğendim... Yukarıdaki video ise aynı şarkının yaratıcılarının erişebildiğim en erken dönem videosu. 1977 yılından. Meraklısına şarkı Magma'nın "Üdü-Wüdü" albümünde bulunuyor. Albümleri tek tek almak yerine Seventh Records'un harika "Studio Zünd" kutusunu da alabilirsiniz ama cebinizden biraz para çıkacak :) Bu arada son zamanlarda bol bol bahsettiğim "Mythes et Legendes" setinin ikinci DVD'sinde deli bir De Futura yorumu var. Aman diyeyim es geçmeyin!

Vacuum Tube Radio


Evinize eski tip bir radyo almak istiyorsunuz ve ille de vakum tüplü (lambalı) olsun diyorsunuz. Antikacıların verdiği fiyatlardan pek memnun kalmadıysanız, Japon dostlarımız sizi unutmamışlar ve alternatif ürünler pazara sürmüşler. 60 yıllık radyo tasarımları baz alınarak üretilen bu set içerisinde tam teşekküllü bir radyo var. Radyo tabii ki lambalı bir ampliye sahip ve sesi verebilmek için horn hoparlör unutulmamış. İsterseniz resimdeki lastiği çıkartabilirsiniz ancak bu eklemenin ses kalitesini arttırdığını söylüyorlar. Radyo ise modern bir tasarım, yani FM bandına sahipsiniz. Kullanmak için sisteme 9V'luk bir pil takıyorsunuz. Lambalı radyonun fiyatı 150 dolar civarında.

Aslı Vural - Sky Is The Limit Sergisi


Bizim gibi fiziğe inanan insanlar, geçmiş- bugün ve gelecek arasındaki ayrımın yanlızca inatla süren bir yanılsama olduğunu bilirler” Albert Einstein
İnsan inançları, değerleri, gereksinimleri, tutumları, duygusal uyarımlarıyla algılayabiidiği bir bütünün küçük bir parçası... Evrenin bir noktasında küçük hayatlar yaşayıp, büyük hayaller kuruyoruz. Ancak bizim edinimlerimizle hayalini kurabildiğimiz o en büyük şey bile evrenin büyüklüğünün yanında o kadar küçük ki. Sadece üstünde yaşadığımız dünyayı biliyoruz oysa bilmediğimiz başka dünyalar olmalı. Yerin kat kat altında ve gökyüzünün kat kat üstünde bilmediğimiz neler var acaba? Bizler daha kendimizi bile tam tanıyamamışken, bilemezken ve anlayamazken bunca merak nedendir? Yer, gök ve insan bir bütün müdür? Beş duyunun ötesini algılayabilir miyiz? Bilim ve bilinçle beraber oluşan, duyular ötesi bir algılamaya ihtiyacı var insanların. Maalesef tüm algıladığımız bildiklerimizle sınırlı; yani bildiğimiz kadar algılıyoruz. Peki o zaman bildiğimizin ötesinde ne var? Bir bütünün küçük bir parçası olarak bağlı bulunduğumuz muhtemel bütündeki yerimizi bulursak ya da bulduğumuzu düşünürsek daha mı az yanılırız?

Aslı Vural, kişisel sergisinde bu araştırma ve düşünme sürecinde tuval ve boyayı bir imge olarak katmanlar halinde kullanarak, kimi zaman kazıyarak, alt ve üst katmanları biraraya getirerek bu soruları bizimle paylaşıyor...

İlgi çekici bir sergi olacak sanırım. 16 Ağustos'tan itibaren; Balat Kültür Evi Vodina Cad. No39-41 Fener-Balat. Ben katılmayı çok isterdim ama o dönemde İstanbul'da olmam mümkün değil. İstanbul'daki dostlara duyurulur...

Albüm İncelemesi: Nekropsi - 1998


Nekropsi, Türk müzik tarihi açısından son derece ilginç bir topluluk. Aslında 1990'larda ortaya çıkan topluluk ilk albümlerini 1997'de yayınladı. Bazı müzik topluluklarının en önemli şanssızlığı çok iyi albümlerini kariyerlerinin ilk başlarında yapmasıdır. Nekropsi'nin ilk albümleri olan "Mi Kubbesi" işte bu türden bir albüm. Haydi eğri oturalım doğru konuşalım. "Mi Kubbesi" 1970'lerden bugüne bakarsak müzik tarihi için önemli bir albüm olmayabilir ama iş Türk müzik piyasasına gelince Nekropsi'nin ilk albümünün Türk müzik dinleyicisi açısından yeri çok önemlidir. 1990'larda genç olanları etnik, caz, physcodelic rock'un özenli bir harmanlanması ile tanıştırmış, daha yaşlı olanları 1970'lerin Türkiye'sinde yapılmaya çalışılan bu karışımın bir sonraki adımı olarak heyecanlandırmıştı. Bazen daha iyi prodüktörler, daha iyi maddi imkanlar olsa ülkemizde yapılan bazı albümlerin uluslararası müzik piyasasında da ilgi çekeceğini düşünürüm. Ne yalan söyleyeyim "Mi Kubbesi"de benim için öyle bir albümdür işte. Tabii bu arada bir şeyi de unutmamak lazım. 1990'ların Türkiye'sinde böyle bir albümü yapmak kolay iş değildir. Yayıncı bulmak, albüm yayınlamak, albümün finansını yapmak kolay değildi. Hala kolay değil ama sanırım eskiden bunlar çok daha zordu. Tüm bu sebepler bu albümlerin değerini daha da arttırır. Resmen yokluklar içerisinde yapılan albümlerdir. Bazı şeyleri eleştirirken, bazı şeylerin hakkını da vermeliyiz.

Neyse... Nekropsi ilerleyen yıllarda kadro değişiklikleri yaşadı. Gelenler gidenler, tekrar birleşme haberleri. İlk albümden neredeyse 10 yıl sonra 2006 yılında "Sayı 2: 10 Yılda Bir Çıkar" albümünü yayınlarlar. "Mi Kubbesi"nin ilerisinde bir albüm bekleyen müzik dinleyicileri ilk dinleyişte albüm için olumsuz beyan ederken, 10 yıllık albümsel aranın ardından farklı bir şeyler deneyen topluluğa daha olumlu yaklaşan müzikseverler de oldu. Beklentileri karşılamak için müzik yapmak yerine, gönüllerinin istediğini yapmışlardı muhtemelen. Daha fazla elektronik öğe ile süslenmiş farklı bir albüm. Sanırım bir çok müziksever yaklaşık 10 yıllık zaman diliminde yayınlanan 2 albüm için dinledikçe farklı düşünür hale gelmiştir. Yıkıcı eleştirileri göz ardı ederek tarafsız bir kulakla albümü dinlediğim zaman müzikal değişim için olumsuz bir şeyler söylemem güç.

Çok yapılan bir espri ama buraya da taşıyalım. 10 yılda bir çıkar düsturunu bir kenara bırakarak topluluk üçüncü albümü de yayınladı. Albümün yayın haberini burada vermiştik. Albüm yayınlandı ve tabii ki edindim hemen. Albümün tanıtımında topluluğun diskografisini oluşturan iki albüm arasında bir halka olacağı izlenimi vardı bende. Amerikalıların "missing link" dedikleri şey var ya. Belki dilimize kayıp halka olarak çevirebileceğimiz bir deyim. 1998, tam anlamıyla öyle bir albüm diyebilir miyiz, bilemiyorum. Haydi ilk önce şarkı listesini verelim.

Harf Devrimi 1998
Kusmuk
14
Mecidiyeköy
Ebo 1998
Heidi
Düşük Amper
Avi ( Kısa )
Ara
Bağlama
Ateis 1998
Crying Game 1998

Albüm için bir şeyler yazmak gerçekten güç. Bir şekilde taraflı şekilde yazacağım. Albümle ilgili orada burada çok farklı yazılar okuyacağınıza eminim. "Mi Kubbesi"ne bakarak albümü acımasızca eleştirenler çok fazla. Ben albüm ilk duyurulduğunda ikinci bir "Mi Kubbesi" beklemeyenlerden olduğumdan, albümün elektronik öğeleri bol bol içeren, yer yer aksak yerel  ritmlerin bulunabileceği, etnik öğelere selam çakan, free-jazz'a atıfları bol bir albüm bekliyordum. Ne yalan söyleyeyim, beklediğimi aldım. 1998 benim açımdan bir başucu albümü olmayacak. Farklı kulvarlarda aradığımı daha fazla bulduğum albümler var. Ancak acımasızca yerin dibine batırılacak bir albüm olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Bence tıpkı "Sayı 2: 10 Yılda Bir Çıkar" albümü gibi tarafsız kulaklara hitap edecek bir albüm yapmış Nekropsi....

Bu yazdıklarıma göre Nekropsi'ye benim görüş açımdan bakanlar için albüm alınması gereken bir albüm. Müzik için benim zihniyetimde var olmayan die-hard albüm fanları için zorlu bir dinleme deneyimi sunacak bir albüm, 1998. Ne olursa olsun tarafsız şekilde ve "Mi Kubbesi"nin gölgesinden çıkarak bir kulak kabartmanızı tavsiye ederim.