Magma - Mythes & Légendes DVD



Stereo Mecmuası'na bağlı bölümlerimizde sık sık Magma'dan bahsediyoruz. Fransız topluluk 1970'lere imzasını atmıştır. Geçen sene içerisinde Seventh yayınlanan ve diskografisinin sadece bir kısmını içeren Studio Zund albümünü sizlere burada tanıtmıştık. Christian Vander çoktan 60 yaşını geçmiş olmasına rağmen durmuyor. Bu sene içerisinde Ëmëhntëtt-Ré  albümünü yayınladı. Albümden bloğumda kısaca bahsetmiştim ama ayrıntılı incelemeyi yeni Müzik Özel sayımızda yayınlayacağım. Tüm bu hızlı trafik arasında Fransız Seventh Records plak şirketi  Mythes & Légendes adını verdiği 4 DVD'lik bir seri yayınladı. Güncel Magma performanslarını içeren seri göz kamaştırıcı. Serinin 2. DVD'sini edindim ve müzisyenlere hayran oldum. Fiyatlar pek ucuz değil ancak meraklısı kaçırmasın. Topluluğun Auraë isimli şarkısının bahsettiğim seriden alınmış videosunu yukarıda izleyebilirsiniz. Aman kaçırmayın!

Şeytan'ın Sözlüğü (Ambrose Bierce)


Bu nasıl bir kitap adı diye düşünebilirsiniz. Grand Grimoire veya benzeri bir okült/ ezoterik kitap değil. Bu son derece esprili bir dilde yazılmış bir sözlük. Ambrose Gwinnett Bierce yada kısaca Ambrose Bierce son derece ilginç bir yazar. Editör yazıları, kısa hikayeler, gazete yazıları ile tanınır. Satirist yaklaşımları dikkat çekicidir. Satirist yaklaşım dilimize nasıl çevrilir bilemiyorum. Belki yermek veya yergi demek doğru olur. En bilindik eserleri bir kısa hikaye olan "An Occurrence at Owl Creek Bridge" (Baykuş Deresi Köprüsünde Bir Oluşum diye çevirsem doğru olabilir. Bu hikaye dilimize çevrildiği konusunda bir bilgim maalesef yok) ve yazımıza konu olan meşhur "The Devil's Dictionary"dir (Şeytan'ın Sözlüğü) Sözlüğün ortaya çıkışı bendeki bilgilere göre San Francisco kökenli ekonomi dergisi News Letter'da olmuş. 1868 yılında bu dergide editör olarak çalışmaya başlayan Bierce 1969 yılından itibaren sözlük üzerinde çalışmaya başlamış. İlk bölümler ise 1881 yılında ortaya çıkmış. 1881 yılından 1904 yılına kadar aralıklı devam eden yazıların ilk bölümü 1906 yılında yayınlanmış. İkinci bölüm ise 1911 yılında yayınlanıyor.

Kitap ülkemizde Omega Yayınevi tarafından 2005 yılında Cemal Atila çevirisi ile yayınlanıyor. Burada kafa karıştırıcı bir konu da yok değil. Piyasada bu kitabın farklı kapakla yayınlanmış versiyonları da var. Omega'dan yayınlanan kitabın tam ismi Şeytan'ın Sözlüğü Toplumsal Değerlere Aykırı Düşenlerin Kitabı. Arka kapakta Giovanni Scognamillo yazısı var. Orijinal kapakta yukarıda mevcut. Kitabın fiyatı yaklaşık 7TL. Ama kitap evlerinde promosyon havuzlarında 5TL'ye bulabilirsiniz. Şanslıysanız tabii. Farklı kapaklı baskılar mevzuunu araştırıyorum, bir bilgi bulursam buraya eklerim.<

Sözlükte, çeşitli maddelere yazılmış çok keyifli, akıllıca ve bazen şaşırtıcı açıklamalar var. Bunların bir kısmı son derece spesifik ve anlamak zor. başarılı notlarla konu açıklanmaya çalışılmış. Kitabı anlatmak kolay değil. İsterseniz bir kaç örnek vereyim;

Reform: İyileştirmeye karşı olanları en çok memnun eden şey.
Samimiyet: Aptalların karşılıklı yıkımları için ihtiyatlı bir şekilde içine sürüklendikleri ilişki.
Talihsizlik: Asla ıskalanmayan bir talih türü.

Aslında Bierce'nin sözlüğü bir kitap okur gibi okunabilecek bir yapıt değil. Arada sırada aklınıza geldiğinde açıp okunacak ve gülümsetecek (ve düşündürecek)  bir yapıt.

İngilizcesi iyi olan dostlarımız orijinal metni Project Gutenberg içerisinde buradaki linkte bulabilirler. Project Gutenberg duymadıysanız mutlaka ziyaret edin. Dünyanın bence en önemli kitap projesi. Bildiğim kadarı ile Türkçe kaynaklar bulamıyor. Bu proje kapsamında çok sayıda kitap ücretsiz olarak sunuluyor. Çeşitli elektronik dergi formatlarında kitap indirebiliyorsunuz. Bu kitap veya belgelerin ortak özelliği tüm eserlerin lisans sözleşmeleri dışında kalması. Son kullandığımda 33bin civarın elektronik kitaptan bahsediliyordu. Özellikle tarih ve mitoloji meraklılarının uğramasını tavsiye ederim. Tabii bunlar benim ilgi alanlarım. Kimbilir daha neler vardır. O yüzden göz atmak şart!

Fazıl Say ve Arabesk Tartışması



Ben tatildeyken müzik piyasası yine bir tartışmanın içerisine girmiş. Tatildeyken konudan haberim oldu ve konuşulanları izledim ve dinledim. Yeni tartışmanın temelinde yine Fazıl Say var ve yaptığı açıklamanın satır başları şu şekilde;

“Arabesk müzik, arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. Aydınlığın, çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına külfettir. Emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı “yalan dolanla” doludur. Ortadoğu işi, 3. sınıf, acındırmaca, tembellik, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden yaşar. Arabesk müziği yapan yapsın! Bu sayfaya tek gık diyeni yukarıdaki sebeplerden hemen atacağım! Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum, utanıyorum, utanıyorum”

Ben kendi adıma farklı fikirlerin paylaşılmasını ve tartışmaya açılmasını önemli buluyorum. Ancak beğenmediğim, hoşuma gitmeyen şeylerle ilgili bir şeyler yazacağım zaman, özellikle, mümkün olan en fazla dikkati göstermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Dikkat edilmediğinde olanlar oluyor. Fazıl Say, fikirlerini keşke daha sakin bir şekilde ifade etseymiş. Bu açıklamalardan sonra olanlar oldu.
O müziktir, bu müzik değildir tartışması, yeni bir konu değil. Sadece bize özgü bir konu değil. Tüm dünyada aynı tartışmalar mevcut. Dozaj çoğu zaman bizdeki kadar yoğun oluyor. Ancak gazete manşetleri yerine müzik dergilerinden/sitelerinden takip edebiliyorsunuz. Bizim medyamız tartışma sevdiğinden, bazen böylesine tartışmalar gündemin en üst sırasına oturuyor.

Bu tarz tartışmalar yerini daha sert davranış tarzlarına da bırakabiliyor. Örnek mi istiyorsunuz, hemen vereyim. Ben ortaokul çağlarındayken Acid diye bir müzik tarzı çıkmıştı. Oraya buraya sarı gülen yüzler çizen dinleyiciler, bana o zaman garip gelen son derece hızlı elektronik ritmler eşliğinde dans ederlerdi. Bunun tam aksi yönünde ise Heavy Metal vardı. O dönemin batıya dönük underground müzik arenasının 2 dominant müziğini dinleyenler arasında savaş koptu. Acid-Metal savaşları denilen şey başladı. Aslına bakarsanız birbirimize yumruk sallarken bunun kökenlerini hiçbirimiz bilmiyorduk ama tartışmanın (veya kavganın) kökeninde aslında müzikten fazlası vardı. Konuyu toplumsal, sosyal ve ekonomik açıdan incelediğinizde kitaplar yazacak kadar derin olduğunu fark edebiliyorsunuz.
Arabesk konusunda da, benzer bir durum söz konusu. Arabesk, ülkemizde bir vakadır ve bir kalemde silinecek, yok sayılabilecek bir şey değildir. Konuyu kültürel, toplumsal, sosyal ve ekonomik açıdan incelediğimizde ortaya çıkış hikayesini, gelişmesini daha iyi anlayabilmemiz mümkün. Hatta 1980'lerin Türkiye'sine dikkatlice bakmak gerekir.

İzmir I. Sanayi Sitesinde çalıştığım dönemler, Arabesk denilen müzik tarzının müzik piyasasını domine ettiği dönemlerdi. Seyyar arabalardan süzülen birbirine benzeyen melodiler, yanık sesler bana hitap etmiyordu ancak atölyelerde çalışan insanlar molalarında, derme çatma müzik setlerinden bu müziği dinleyip, uzaklara dalıp gidiyorlardı. Onların dünyevi sorunlarına, duygularına ve hayallerine hitap ediyordu belli ki bu müzik tarzı. Onlar, aşkı, sevgiyi benden farklı yaşıyorlardı belli ki. Aslında duygular aynıydı ama şehrin farklı yerlerinde yaşayanlar, farklı değer yargıları olanlar için yaşam dolayısıyla duygular her zaman aynı yaşanmaz. Arabesk müziğinde sessiz bir isyan vardı sahip olunamayan her şeye. O dönemlerde bende en uçlarda gezinen Heavy Metal gruplarını dinliyordum. İçimdeki şiddet duygusunu bastırmama yardımcı oluyordu. Sanırım müzik işte böyle bir şey, bazen müziğin tarzı, müzisyenler, teknik gibi konuların hiçbir önemi olmuyor. O melodileri duyduğunuzda sizi nereye götürdüğü ile önemli.

Müzik son derece kişisel bir şey. Ona yüklediğiniz anlam önemli. Hoşumuza gider ve gitmeyebilir ama onu yargısız infaz etmeye hiç gerek yok. Ha illaki bir şey yargılanacaksa, 1980'lerden günümüze ülkemizi yargılamayalıyız. Yapılanları, yapılamayanları... Bunlara sebep olanları.

Yüzlerce web sitesinin sansürlendiği, ifade özgürlüğünün 2 ileri 5 geri gittiği bir ülkede müzik tarzlarına sıra gelene kadar üzülecek çok yavşaklık (çok affedersiniz) var. Gerçekten garip bir ülkede yaşıyoruz...

not:
Adam haklı Beyler demeden önce Fazıl Say'ın twitter sayfasına bir göz atın.

Yaz Temizliği


Son zamanlarda bloğum biraz karmaşık bir hal almıştı. Bende üşenmeyip hemen her şeyi elden geçirmeye karar verdim. Özellikle sayfanın altındaki meta-tag'leri güncellemeye çalışıyorum. Umarım ben dahil okuyucuları aradıklarını daha rahat bulabilirler.

Mad Goes Hifi 1958





1958'lerden harika bir dergiden hifi sistemlerine dair harika bilgiler. Aradan geçen 50 yılı aşkın sene de pek bir şey değişmemiş galiba. Resimleri özellikle büyük eklemek istedim. Çünkü okudukça gülümsüyorsunuz. Resimleri büyütmek için üstlerine tıklayabilirsiniz. Bu güzel taramaları Hifi Literature sitesinden aldım. Orijinalleri işte burada... Bir ara bunları Retro sitemize de eklemeliyim...

Ali Yılmaz- Son Durum CD'sine Bir Göz Atalım!


Albüm kapağında sazı görünce bu yazıyı okumaktan vazgeçecek sabit fikirli okuyuculara sahip olmadığımız için bu CD'yi kendi bloğuma konuk etmeye karar verdim. Ülkemizde son günlerde müzik piyasasında yaşanan tartışmaları hepiniz biliyorsunuzdur. Böyle saçma sapan işlerle uğraşan insanların nasıl müziksever olduğunu anlamakta bazen zorlanıyorum. Benim için konu çok açıktır; hiç kendimi üzmem. Bir albüm, ruhuma hitap ediyorsa müzik tarzına hiç bakmam. İster İskandinavya'nın sisler içerisindeki fyordlarını çevreleyen ormanlardan süzülsün, isterse Afrika çöllerinde deve sırtındaki bedevilerin güneş enerjisi ile beslenen gitar amplilerinden (böyle şey mi olur demeyin örnek Tinariwen)  süzülsün, isterse hiç görmediğim coğrafyalarda, ismini bilmediğim enstrümanlarla yapılsın müziğin ruhu varsa, benim için sorun yok. Dinlerim... Zaten neredeyse dört seneyi bulan Stereo Mecmuası birlikteliğinde her türlü zorluğa rağmen ayakta durmamızın sebebi benim gibi düşünen insanların verdiği desteklerdir.

Ali Yılmaz, benim hiç duymadığım bir isimdi. Albümün duyurusunu burada yapmıştık. Bende merak ediyordum doğrusu. Albümü edindim ve keyifle dinledim. Benim halk müziğimizle alakalı engin bilgilerim yok ama özellikle Alevi türkülerine kafayı takıp araştırmalar yapmıştım. Bu söylediğimi yaptığım dönemlerde çok sıkı bir ekstrem müzik dinleyicisiydim. Sanırım bu ilgimin başlangıcı Ankara gezisinde olmuştu. İsminin TOBAV olduğunu hatırladığım bir lokale gitmiştik. Orada duyduğum melodiler beni çok etkilemişti. Zaten sonrasında fırsat buldukça Sabahat Akkiraz, Neşet Ertaş, Ali Ekber Çiçek gibi isimleri öğrenmiş ve dinlemeye çalışmıştım. O yıllardan günümüze inişli çıkışlı grafiklerle de olsa araştırmalarıma devam ediyorum. THM ile alakalı şu an bile söyleyebilecek fazla sözüm yok, dinlediğim albümlerle ilgili sadece hissettiklerimi yazabilirim.

Haydi isterseniz Ali Yılmaz'ın hayatına bir göz atalım. Hikayesi çok ilgi çekici. Hemen özetleyeyim, hemşehrim olan Ali Yılmaz, küçük yaşlarda müziğe ilgi duymuş ve darbuka çalmaya başlamış. Babası darbuka çalmasını istemediğinden ona bir bağlama almış ancak kısa süre sonra babasını kaybedince bağlama duvarda asılı kalmış. On'lu yaşlarında eve katkı sağlamak için pavyonlarda ve düğünlerde müzik yapmış. Ondokuz yaşında ise bir arkadaşıyla tartışıp tekrar bağlamaya dönmüş. Daha sonra Ege Üniversitesi Konservatuvarına girmiş son sene okulu bırakıp, ünlü olmak hayali ile İstanbul'a gelmiş. CD kitapçığında bu dönemi çok güzel anlatmışlar; "Bambaşka bir dünya olan İstanbul, İzmir'in yetenekli bağlamacısına hemen kucak açmadığından, başladığı noktaya, pavyon müzisyenliğine geri döndü" Nasıl macera değil mi? Tabii bunu yaşayana sormak lazım aslında. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarına girmiş ve İstanbul'da da tanınmaya başlamış. Çok sayıda enstrümanı çalabilen Ali Yılmaz'ın ilk albümü "Son Durum"

Albüm, safkan bir halk müziği albümü değil. Anadolu melodilerinin yanında, Azerbaycan'dan ve Ege'nin karşı tarafından esintiler var. Tüm bunlar melodiler, yapılan aranjmanlar ile farklı enstrümanlar ve tarzlarla birleştirilmiş. Albüme "fusion" diyebilmek mümkün. Esthema'nın Apart From Rest albümünün Türkiye prömiyerini ben yapmıştım hatırlıyorsanız. Tıpkı o albümdeki gibi bu albümde son derece samimi.

Albümde çok sayıda müzisyen görebilmek mümkün. Liste son derece uzun basgitar: Nurhat Şensesli, davul: Volkan Öktem, elektrik gitar: Ayhan Günyıl, perküsyon: Ömer Arslan, trompet: Charles Dawson, tuşlu çalgılar: Özgür Arkun, bakır üflemeliler: Erkut Yılmaz, Klarnet: Bülent Altınbaş (bu arada Kirpi albümünü 6Moons'tan Srajan'a göndermiştim, bayılmış) rhodes: Fırat Özbaylar diye liste uzadıkça uzuyor.

"Açıl Ey Ömrümün Varı"(Anonim), "Anacan" (Ali Yılmaz), "Şen-Ar" (Şenol Arkun, muhtemelen şarkının ismi isim soysiminin baş hecelerinden oluşturulmuş) "Hasret" (Özgür Arkun) albümün ilk dört şarkısı. Daha batılı düzenlemelere sahip bu dört şarkının ardından "Ürüzgar" (Ali Yılmaz) şarkısı benim özellikle ilgimi çekti. Buram buram Ege kokan şarkının ilk bölümündeki piyano bölümü ve arkasından gelen duygu dolu bölümler çok hoşuma gitti doğrusu. Azeri melodileri ile dikkat çeken "Guba'nın Ağ Alması"nın ardından dört telli bağlamanın farklı tonlarını duyabileceğimiz "Özlem" (Göksel Baltagir) benim gibi farklı saz tonlarına alışkın olmayanlara ilginç gelecektir. "İstanbul" (Özgür Arkun) ise tam anlamıyla Ege şarkısı. Şarkı mübadele ile alakalı duygularla yazılmış.

Bu noktada hemen bir parantez açayım. Çoğu İstiklal Harbi sonrasında başlayan mübadele döneminde herkes İstanbul'dan giden Rumları, Selanik'ten gelen Türklerin hikayelerini ön plana çıkartıyor. Ancak olay bununla sınırlı değil. Anadolu'nun her yanından giden Rumlar ve bugün Yunan Adaları olarak tabir edilen adalardan gelen Türkler işin içerisine girince olayın boyutları büyüyor. Sadece bu değil, her iki toplum çok uzun zaman kendi halklarında da kabul görmemiş. Bu da ayrı bir trajedi.

Çocukluğumda bu olayları anlamazken Yunanlılar hakkında ne düşüneceğimi bilememiştim. Hemen iki örnek vereyim. Çocukken, Rodos adasına gittiğimizde yaşlı Rum amcalar Yaşar'ın (hiç görmediğim dedemin ismi) torunları gelmiş diye beni ve kardeşimi öperlerdi. Babamla kucaklaşırlar ve her gittiğimiz yerde bizi sevgiyle karşılarlardı. Bazende olumsuz olaylar yaşadığımız olurdu. Bir gün dedemin mezarını ziyaret etmek için taksiye binmiştik. Yolun ilerleyen kilometrelerinde babam Türk mezarlığına (Rodos'taki) doğru dön dediğinde taksici ıssız bir arazide bizi arabasından indirmişti. Sebebini merak ediyorsanız, Türk mezarlığına gitmezmiş. Sadece bu değil, Türkiye'den geldiğinizde ilaçlı su dolu havuzlardan adalara girmek zorundaydınız. Sebebi mi; Türk toprağı mikroplu olabilir, dezenjekte etmek gerekli. Pasaport kontrol noktalarında Türk pasaportu olduğu için annemin saatlerce tutulması, buna kızan babamın görevlilerle her defasında Rumca kavga edip, kafalarına pasaportunu çarpması. Bir yanda bunlar, bir yanda her gittiğimiz yerde bizi dostça kucaklayan Rumlar. Bir çocuğun zihninde tüm bunların nasıl bir kavram karmaşası oluşturduğunu sizlere anlatamam. Nefret mi edeyim, seveyim mi? Seneler sonra insanların hepsinin iyi hepsinin kötü olmadığını, toplulukları şahıslar olarak ele almak gerektiğini anlamıştım. Tüm bunları yazdım ama sayfalarca yazabilirim. Size Ege'nin diğer tarafını anlattım, bu taraftan da hikaye çok. Özetlemek gerekirse siyaset, politika gibi şeyler b*ktan şeyler.

Albüme dönelim, Sarhoş'un ardından (Arif Sağ) Zeybek Potpuri geliyor. Bu şarkı tüm albümde benim favori şarkım oldu. Daha geleneksel tarzda çalınan 3 zeybekten oluşturulmuş potpuri insanın ruhunu okşuyor. Bir Egeli olarak bu bize özgü bir şey mi bilemiyorum. Hiç durmadan üflenen zurnalar ve bağlama ile aynı hatları izleyen davul harika. Gerçekten çok çok beğendim.

Albümün kaydı hiç fena değil. Şarkıların keyfine diyecek bir şey yok. Bu tarz fusion çalışmalar arttıkça halk müziğinin daha geniş kitlelere yayılacağını düşünüyorum.

notlar:
1- Ali Yılmaz'ın bir lakabı varmış, Motor Ali. Sanırım saz çalma performansı sebebi ile verilmiş bir lakap. Aşağıdaki videoda bir televizyon programından "Haydar Haydar" performansı var. Saz çalanlar arasında bu ezgileri çalabilmek mezuniyet belgesi gibi bir şey. Çalabiliyorsanız saz çalabiliyorsunuz demektir.
2- Ali Ekber Çiçek ismini andık, ruhu şad olsun.
3- Rodos'u özledim, gidesim geldi. Seneye artık...
4- Gerisi kendiliğinden gelir! Bu nereden çıktı derseniz Boris Vian yazıma buyrun!

Keith Jarrett / Charlie Haden - Jasmine CD


Bildiğiniz gibi son haftalarda Keith Jarrett ve Charlie Haden ikilisinin yeni albümlerinin haberlerini duyuruyoruz. Çeşme tatili dönüşü bugün ilk iş hemen albümü edindim. Aslında aklımın bir köşesinde acaba albümün plağı basılır mı diye bir soru vardı. Bunun en önemli sebebi ECM plak şirketinin seneler sonra yeniden plak basmış olmasıydı. Stereo Mecmuası'nın geçtiğimiz aylarda yayınladığımız Müzik Özel sayılarında ECM'in bastığı iki plağı mercek altına almıştık. Bu iki plak Keith Jarrett'in Yesterdays ve Enrico Rava'nın harika New York Days albümleriydi. Linklere basıp albüm eleştirilerini de okuyabilirsiniz tabii ki. Bu arada her iki albümünde plağı ülkemizde bulunuyor. Durum böyle olunca aklımın bir köşesinde Jasmine'in de plağı basılır mı düşüncesi olsa da, dayanamayıp albümün CD'sini alıverdim. Oh! pek de iyi yapmışım. Hemen kafasında benimle aynı soru olan meraklılara da bilgi vereyim. ECM'in açıklanan yakın zamanda yayınlanacak plaklar listesinde Jasmine ne yazık ki yok. Ha sürpriz yaparlarsa onu bilemem tabii :) Plaklardan bahsetmişken hemen yakın gelecekte basılan/basılacak ECM plaklarının listesini vereyim;

ECM 1022 Chick Corea: Return To Forever
ECM 1114 Pat Metheny Group: Pat Metheny Group
ECM 1216 Pat Metheny Group: Offramp
ECM 1360 Keith Jarrett/Gary Peacock/Jack DeJohnette: Still Live
ECM 1420 Keith Jarrett/Gary Peacock/Jack DeJohnette: Tribute

Ayrıca yakın bir gelecekte Keith Jarrett'ın efsanevi The Köln Concert'i (ECM 1064) de tekrar basılacak. Kafanız karışmasın yukarıdaki liste ECM'in yeni 180Gr odyofil baskıları. ECM'in ülkemizde (tabii ki dünyada da) daha eski baskı plakları buluyor. Bunların hem fiyatları uygun ve harika albümler var. Meraklısı kaçırmasın! ECM'in 180Gr plak baskıları (ki, programme of vinyl reissues olarak adlandırıyorlar) sıkı caz severlerin takip ettikleri üzere Jimmy Giuffre 3: 1961 (ECM 1438, bu albümde ülkemizde bulunuyor. Giuffre adını duyduysanız bence kaçırmamalısınız. Satın almamın üzerinden seneler geçmiş olsa da hala döner dolanır keyifle dinlerim) ile başlamıştı ve yukarıda yazdığım Enrico Rava - New York Days (ECM 2064) ve Keith Jarrett – Yesterdays (ECM 2060) ile devam etmişti. Anlaşılan liste zaman içerisinde uzayacak! Merakla bekliyorum...

Gelelim Keith Jarrett ve Charlie Haden birlikteliğine...

İsterseniz albümü sizlere tanıtmadan önce albümle ilgili neden fırtınalar koptuğundan bahsedeyim. Yabancı caz eleştirmenlerini takip edenler, albümün kokusu duyulduğundan beri yazdıkları yazıları okumuşlardır. Aynı şekilde müzisyenleri takip eden benim gibi "fazla" meraklı müzikseverlerde büyük bir heyecan içerisindeydi. Bir çok yerde bu konu nedense es geçiliyor. Biz tam tersini yapalım ve haydi isterseniz 1960'lara dönelim.

1960'ların sonunda Jarrett, Charlie Haden ve benim çok sevdiğim davulcu Paul Motian ile albümler kaydeder. Tabii bu yıllarda müzik dünyasında hemen herkes birbiri ile çalmaktadır, Jack DeJonette'ler, Charles Lloyd'lar... Liste oldukça uzun. Jarrett 1971 yılında Haden ve Motian'ın yanına saksafoncu Dewey Redman'ı da alarak American Quartet'i kurar. 5 yıl süre birliktelikten çok sayıda albüm yayınlanır. 1970'lerde (ortalarında) Jarrett ECM ile anlaşır ve American Quartet yerini European Quartet'e bırakır. Bu dönem benim pek sevmediğim bir dönemdir mesela. Jan Garbarek ile beraber çalışırlar ve Avrupa folk öğeleri işin içerisine girer. Hemen bir virgül koyayım. Burada bir tutarsızlık varmış gibi anlaşılabilir. Ben Avrupa folk müziği seven bir insanım. Özellikle de putperest dönemler benim için özellikle önemli. Tabii her türden okültist ve ezoterik yaklaşımlar da aynı şekilde. Zaten zaman zaman bu konularda pek normal sayılmayacak yazılar kaleme alıyorum. Savall'ın Le Royaume Oublié – La Tragédie Cathare albümü  veya Stille Volk albümleri için yazdığım yorumları okuyanlar bu merak durumunu fark etmişlerdir. Ama Garbarek tarzı veya European Ensemble dönemi folk pek bana göre değil.

Yine nerelere gidiyoruz. Jasmine ile konuya girip pagan folk'undan çıkmak pek normal bir şey değildir sanırım. Eh Stereo Mecmuası'nda ne normal ki?

Neyse... 33 yıllık uzun bir ayrılığın sonrasında Haden ve Jarrett  tekrar bir albüm yapmaya karar verirler. Tam olarak bilemiyorum ancak bu karar 2007 yılında verilmiş olsa gerek. Bazı okuduklarıma göre albüm yapım fikri Haden konusunda çekilen bir belgesel sırasında çıkmış. Hikayeyi tam olarak yakında okuruz sanırım. İkili, albümde standartların seslendirilmesine karar verirler. Şarkı listesi son derece ilginç. Örneğin albümün açılış parçası "For All We Know", 1934 yılında J. Fred Coots tarafından bestelenmiş. Şarkıyı kendi arşivinizde araştırırsanız Dinah Washington, Aretha Franklin, Billie Holliday (Lady In Satin yorumuna dikkat, hoş böyle yazdığımda kendimi Cüneyt Sermet hoca gibi hissediyorum. Tabii onun 1/1milyonu olmak bile önemli bir şey olurdu benim için o ayrı! Ama yazdığım free/avant-garde albüm yorumlarını okusa eminim ki çok kızardı) veya Rosemary Clooney gibi önemli isimlerden bir yorumuna mutlaka denk gelirsiniz. "Body and Soul" keza aynı şekilde. Ella Fitzgerald, Billie Holiday gibi solistlerin yanında çok sayıda caz müzisyeninin defalarca söylediği/çaldığı çok bilindik bir parça. Coleman, McCarthy bestesi olan "I'm Gonna Laugh You Right Out Of My Life", Peggy Lee'nin kendi yazdığı sözlerle zamanında meşhur olan "Where Can I Go Without You" derken liste uzadıkça uzar. En iyisi albüm listesini yazayım. Meraklılar kendi arşivlerinde derinlemesine inceleme yaparlar.

For All We Know
Where Can I Go Without You
No Moon At All
One Day I'll Fly Away
Intro - I'm Gonna Laugh You Right Out Of My Life
Body And Soul
Goodbye
Don't Ever Leave Me

Albüm Jarrett'ın evinde kaydedilmiş. Yazılan çizilenlere göre müzik son derece spontan şekilde gelişmiş. Zaten bir çok melodi tanıdık gibi görünse de, ilk kulak kabartma sırasında hemen anlaşılamıyor. İki usta müzisyen düşük tempolu şarkılarda, gözümüze sokmadan bazen birlikte bazen de tek başlarına çok ilgi çekici bölümler seslendiriyorlar. Birliktelik mükemmel, şarkılardaki yorumlar ilgi çekici. Özellikle "Body and Soul" ve albümün açılış parçası "For All We Know"u dikkatle dinleyince bu yazdıklarıma katılacaksınız. Keith Jarrett'ın standartları seslendirdiği albümlerdeki ortak huzur duygusu bu albümde fazlası ile var. 1970'lerdeki Keith Jarrett ile bugünkü Jarrett arasındaki (özellikle havada uçuşan nota sayısındaki) değişime merakla tanıklık eden müzik meraklıları Jasmine'e de bayılacaklardır. Değişmeyen tek şey Jarrett'ın şarkılar esnasında çıkarttığı sesler. Onu ilk dinlediğim zamanlarda bu duruma pek alışamamıştım. Ama ne yalan söyleyeyim artık sorun etmiyorum. Jarrett mı daha az ses çıkartıyor yoksa ben mi değiştim bilemiyorum :)

Bu arada albümün Jarrett'ın albümü evinde kaydettiğini yazmıştım. Kayıt neredeyse mükemmel. Stüdyosunu çok merak ettiğimi itiraf edeyim.

AK Müzik'in albüm tanıtımlarında yer verdiği bir yorumda Independent on Sunday yazarı Phil Johnson şunu söylemiş; "bu yıl sadece bir albüm alacaksanız o da Jasmine olmalı!" Bu kadar iddialı bir cümle kurabileceğimi zannetmiyorum (zaten yılda bir albüm alma olayını Allah kimsenin başına vermesin) ancak Jasmine bence de alınıp dinlenmesi gereken bir albüm. 60 dakikayı geçen albümle ilgili tek eleştirim kısa olması. Daha ne olsun diyeceksiniz. İkinci bir CD'ye hayır demezdim doğrusu. Şiddetle tavsiye olunur.

Yine uzun bir yazı oldu. Okuduğunuz için çok teşekkürler.

notlar:
1- Uzun yazı okumak istemeyenler için özet: bu albümü almanızı öneririm.
2- Büyük müzisyenleri böylesine albümlerde dinlemek gerçekten çok büyük keyif. Haden ve Jarrett.. Eh daha ne olsun!
3- Albümün ismi aklıma başka bir albümü getirdi; Archie Sheep'in "Yasmina, a Black Woman" albümü. BYG Actuel plaklarını bir ara İtalyan Abraxas şirketi basmıştı. Bir çoğu artık bulunamıyor. Birileri tekrar bassın.
4- Bu önemli bir not. Bir çok albüm tanıtımımızı sanki müzik eleştirmeni veya müzik tarihçisiymişiz gibi okuyup yorumlayan okuyucularımız var. Bendeniz, Hakan Cezayirli de dahil olmak üzere Stereo Mecmuası'nda yazan herkes sadece ve sadece müzik severdir. Tüm yorumlarımız müziği seven insanlardan müziği sevenlere zihniyetiyle yazılmaktadır.
5- Genel özet: Müzik çok güzel şey!

Savaş Temalı Oyun Kültürü


Tatildeyken yanıma kitap alırım çoğu zaman. Ancak bazen unutup veya çantam hafif olsun diye tatile gittiğim yerde kitap almak da bir seçenek olabiliyor. Geçtiğimiz hafta Çeşme'de tatildeydim. Bir haftalık tatil iyi geldi doğrusu. Çeşme ile alakalı yazacağım şeyler bol bol var tabii. Sanırım ilerleyen günlerde yazmaya başlarım.

Tatilin son 3 gününde bir süredir alışveriş listemde olan bir kitabın Türkçe çevirisi ile karşılaştım ve hemen aldım. "Ed Halter" tarafından yazılan kitabın orjinal ismi "From Sun Tzu to Xbox". Kitap 2006 yılında yayınlanmış. Kitap dilimize "Savaş Temalı Oyun Kültürü" adıyla 2009 yılında çevrilmiş. Kitabın orijinal kapağı son derece ilgi çekici olsa da, ülkemizde yayınlanan çevirisinin kapağı pek albenili değil. (yukarıda solda orijinal kapak, sağda ise Türkçe çevirisinin kapağı görülebilir) Aslında bu da bir pazarlama taktiği olabilir. Bu kadar saçma bir kitap kapağı ne olabilir ki diye elimi kitaba attığımda, uzun zamandır listemdeki kitap olduğunu fark ettim. Ama çoğu kişinin bunu bir çocuk kitabı zannetmesine şaşırmam doğrusu.

Kitap aslında iki bölümden oluşuyor. Her iki bölümde birbirine zekice yedirilmiş. İlk bölüm savaş oyunlarının tarihçesini anlatıyor. Özellikle masa üstü generallerinin hoşuna gidecek, ayrıntılı ama sıkmayan bir anlatımla tarihin ilk çağlarından bugüne bir yolculuk yapılıyor. İkinci bölümde ise bilgisayar oyunlarının doğuşuna tanıklık edip, oyunların gelişim süreci ile askeri birimlerin birbiri ile etkileşimi ve özel oyunların geliştirilme öykülerini okuyabilmek mümkün. Meraklılar için bilgisayar korsanlığının kısa bir tarihçesi, ARPANET olarak başlayıp internet haline dönüşen ağlar gibi çok spesifik alanlar ile alakalı harika bölümlerde mevcut.

Kitapta özellikle Full Spectrum Warrior, Army Battlezone, Americas Army, Marine Doom gibi özel oyunlar ve oyun mod'larının gelişimi ayrıntılı şekilde ele alınmış. Bu oyunları oynayan bir çok insanın fark etmediği öğeler ve yapım aşamasındaki tasarım fikirleri son derece şaşırtıcı. 300 sayfalık kitabı çok hızlı ve keyif alarak okudum. Bloğumu takip edenlerin bir kısmının ilgisini çekeceğine eminim.

Bu arada kitap Yakamoz yayın evinden çıkmış. Yaklaşık 300 sayfa olan kitabın fiyatı online sitelerde 9TL civarında geziniyor. Ancak çoğu kitapçıda promosyonlu ürün olarak daha uygun fiyata bulabilirsiniz. Çevirisi gayet akıcı ve göze batan hatalar yok. Bence çok iyi bir iş yapılmış. Böyle bir kitabı yayınlamaya nasıl karar verildi bilemiyorum ama ben kendi adıma Yakamoz'a teşekkür ederim.

Son olarak Ed Halter çok ilginç bir insan. Son derece göz bozucu sitesinde çok ilgi çekici yazılar yayınlıyor. Genelde sinema konusunda yazan yazar aynı zamanda bilgisayar teknolojisi ile ilgili. Yazılarının bir çoğuna farklı sitelerden ulaşabiliyorsunuz. Zaten sinema yazılarının çoğu için farklı sitelere link verilmiş. Tüm linkleri kendi sitesinde bulabilirsiniz. Zaman buldukça göz atmanızı tavsiye ederim. Ed Halter'ın web sitesine ulaşmak için tıklayın. (sitedeki animasyon çok sinir bozucu değil mi?)

Vacuum Tube Amp


Yeni nesil bir MP3 çalarınız var ve havalı bir ses sistemi almak istiyorsunuz. Modern tasarımlı dock sistemleri ilginizi çekmiyor ve daha eski tarz bir şey istiyorsunuz. İşte bu sistem tam size göre. 4 vakum tüple donatılmış ampli ve hoparlör sistemi. DVD çalar, discman, iPod ve benzeri istediğiniz bir cihazı bağlayabileceğiniz bu sistem eski görünüşlü bir amplifikatör ve eski tarz bir horn hoparlörden oluşuyor. İki adet pille çalışan sistemin fiyatı 150 dolar. Hem lambalı hemde şık. İnsan daha ne ister ki?

Facebook Grubumuza Katılın!


Günümüzde sosyal imleme siteleri, sosyalleşme siteleri, listeleme siteleri derken Stereo Mecmuası'na hemen her yerde denk gelebilmeniz mümkün. Facebook, tüm bu siteler içerisinde en popüler olanı. Tabii ki bu durum muhtemelen Türkiye için geçerli. Neyse, şimdilik 300 civarında üyesi olan bir Facebook grubumuz var. Nedense sayımız bu aralar artmıyor ama zamanla kalabalıklaşacağımızı umuyoruz. Facebook grubumuzda web sitemizde yayınlanan tüm haberler ve köşe yazılarına kolayca ulaşabilirsiniz. Sitenin hemen her köşesinde yayınlanan yazılara bir kaç saniye fark ile yayınlanıyor. Bu yazdıklarım sadece forumlarımız için geçerli değil. Belki bir gün forumlarımızdaki yeni mesajları da Facebook'tan takip edersiniz. Stereo Mecmuası Facebook grubuna katılmak için tıklayınız

Sound Wave


Yukarıdaki resim çok ilgimi çekti. Geçtiğimiz senelerde Jean Shin tarafından yapılan TEXTile installation adlı sergide ortaya çıkan ilgi çekici eser fark edebileceğiniz gibi plaklardan yapılmış. Merak edenler için eser, 2007 yılında New York Brooklyn Academy of Music, 2008 yılında ise New York Museum of Arts & Design'da gösterilmiş. Sanatçı ile daha fazla bilgi için buraya tıklayınız. Eserin adı Sound Wave ve yapımında 78 devirlik plaklar kullanılmış.

Edison-Style Cup Phonograph Kit


Biliyorsunuzdur fonografı Thomas Edison icat etmişti. Thomas Edison'ın yolundan giden Japon tasarımcılar fonogafı evimize taşıyorlar. Hemde oldukça garip bir şekilde. Biliyorsunuz orijinal fonograflar, özel bir iğne ve balmumu medya okuyorlardı. Gakken mühendisleri,  günümüzde bulmanın çok zor olan balmumu medya yerine plastik kaplar kullanmışlar. Yanlış duymadınız, plastik kaplar.. Yukarıdaki resimde görüldüğü gibi boş bir plastik kabı fonografa takıp, kayıt işlemine başlıyorsunuz. İşlem bittiğinde sesiniz kaba kaydediliyor. Artık istediğiniz kadar dinleyebilirsiniz. Kutunun içerisinden yeterince kap çıkıyor. Yani özgürce şarkılarınızı kaydedebilirsiniz. Bu eğlenceli aletin fiyatı 40 dolar. Eğer sesiniz iyiyse ve çevrenizdekiler fonografı kafanızda kırma gibi tehditkar davranışlarda bulunmayacaklarından eminseniz bir tane edinmek için önünüzde herhangi bir engel yok demektir.

Sansüre Karşı Yürüdüler Darısı İzmir'in Başına!


Sizlere geçtiğimiz gün burada Internet Sansürüne Karşı Protesto yürüyüşünden bahsetmiştim. Yürüyüş olaysız ve son derece renkli şekilde geçmiş. Sanırım bir kaç yakın arkadaşımız bizim siyah logomuzu kullanarak bir pankart ile yürüyüşe katılmışlar. Fotoğraflar gelince yayınlarım. Bu arada yukarıdaki fotoğraf NTV'den. Umarım bu tarz bir organizasyon İzmir'de de yapılır ve bizlerde katılırız.

Solve et Coagula


Geçtiğimiz günlerde Solve et Coagula konusuna kısaca burada değinmiştim. Aslında ben konuyu tamamen farklı bir alana bağlamayı düşünüyordum ama eski bir dost aynı motto'yu içeren bir resim yollamış. Resimdeki benim.. Biraz efekt ile oldukça hoş olmuş. Tarihe meraklı hemen herkes gibi eski kesici silahlara oldukça ilgim vardır. Ancak çeşitli yerlere verdiğim sözlerden dolayı, bu merakımı oldukça sınırlandırmış durumdayım. Ancak bu sözler bile bir kaç ilgi çekici hançere sahip olmamı engelleyemedi. Bir ara o konuda yazmak istiyorum ancak konu Stereo Mecmuası ile alakalı olmadığından diğer sitelerimizden birisinde yer versem iyi olur sanırım.

Internet Sansürüne Karşı Protesto


17 Temmuz 2010 Cumartesi günü Taksim'de Internet Sansürüne Karşı Protesto yürüyüşü düzenleniyor. Son zamanlarda yasaklamalarla yaşadığımız sorunlara dikkat çekmek üzere yapılacak yürüyüşe Izmir'den de olsa destek vermek istedim. Umarım bu hassas konuya dikkat çekilmesinde faydası olur.

Mike Valentine - Amy Turk Kaydı :)


Son sayımızda Mike Valentine'ın son kayıtlarından izlenimleri sizlere sunmuştuk. Yazıyı okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz. Tabii hızımızı alamayıp kayıttan ortalamanın üzerinde çözünürlükteki bir dosyayı da sizlere burada sunmuştuk. Gelen tepkilere göre yeni Nagra dijital kaydedici ile yapılan kayıt çok başarılı bulunmuş. Mike bu hafta burada ve kaydın özel bir CD baskısını bana hediye etti. CD baskısı limitli ve satışa sunulan bir albüm değil. Tamamen kişisel amaçlarla üretilmiş. O yüzden linkini verdiğim kayıt ile idare etmek zorundayız. Şimdilik tabii ki... Her an sürprizler olabilir ;)

Vinyl Killer!


Yaz boyunca blogumda garip ürünlere yer vermeye karar verdim. İşte birincisi; Razy Works firması garip bir firma. Firmanın çok ilginç bir plak okuyucusu var. Aslında bu ürün ilk önce VW minibüs olarak karşımıza çıkmıştı. Firma bu kez işi büyütüp BMW'den lisans alarak yeni plak okuyucusunu Mini Cooper şeklinde piyasaya sürmüş. 9V pil ile çalışan plak okuyucunun kendi hoparlörleri, kendi iğnesi ve kendi amplisi var. İsminden anlayacağınız gibi tam anlamı ile bir plak katili olsa da, bayağı eğlenceli bir ürün. Aşağıda da son derece zevkli bir videoyu izleyebilirsiniz. Bu arada Mini Cooper plak okuyucunun farklı renkleri var.


Meraklısına fiyatı 100 Doların üzerinde. Elinizde haşat etmeyi planladığınız plaklarınız varsa almanızda fayda olabilir :)

Ereshkigal Fotoğraflar 12 Temmuz 2010


 




Dün ve bugün kendi pikabım Ereshkigal ile ilgili son yaptığım geliştirmelerle ilgili bazı bilgiler vermiştim. Eh bilgileri bir kaç fotoğraf ile taçlandırmak gerekir değil mi? Bu arada pikap fotoğraflarda görüldüğünden çok çok daha güzel gözüküyor. Benim fotoğraf konusundaki kabiliyet(sizliğ)imi bilenler sanırım gerçeğinin bundan çok daha güzel olduğunu tahmin ediyorlardır.

Son zamanlarda pikabımla ilgili bazı sorular soruluyor. İlk sorulan soru, ses performansıyla alakalı. Bu konuda tüm açık yürekliliğimle şunu söylemek isterim. Bu projenin çizim masasındaki halinden üretime geçildiği her anda ter döktüm. Stereo Mecmuası'nın 22. sayısında proje ile alakalı bilgileri vermiştim. Okumadıysanız buraya bir göz atmanızı tavsiye ederim. Bu durumda pikabım için söyleyeceğim her söz son derece subjektif olacaktır. Bana göre önümdeki seneler boyunca sahip olmaktan ve dinlemekten keyif alacağım, gururla ben yaptım diyebileceğim bir pikap sahibi oldum. Her şeyden çok ama çok mutluyum. Buna pikabın ses rengi de dahil. Tam anlamıyla hayal ettiğim bir şeydi ve oldu. o kadar mutluyum ki ...

En çok sorulan ikinci soru, Ereshkigal'in üretime girip girmeyeceği  ve ticari olarak satılıp satılmayacağı konusunda. Bu konuda tek söyleyeceğim, hayır bir ticari amaç yoktur!

Yukarıdaki resimlerin biraz daha yüksek çözünürlüklü olanlarını forumlarımızda kendi sistemime ayrılan bölüme ekleyeceğim. Göz atayım derseniz sizi buraya alayım. Sayfalar devamlı geliştiğinden sonraki sayfalara bakmayı unutmayın..

Ereshkigal Motor Controller



Ereshkigal pikap projemi sanırım takip eden çok sayıda meraklı var. Gelişmeler oldukça sizleri haberdar etmek beni çok mutlu ediyor. Dün yazdığım yazıda motor kontrol ünitesinden bahsetmiştim. Bu ünitenin içerisinde motor için kullanmak gereken elektronik komponentler bulunuyor. Ayrıca pikabın çalıştığını anlayabilmem için küçük bir kırmızı led ışık taktım. Tabii ki açma kapama düğmesini de bu ünite üzerine aldım. İlerleyen günlerde belki bir devir kontrol ünitesi ekleyebilirim ama buna karar vermiş değilim. Çünkü pulley üzerinden devri ayarlayabiliyorum.

Ereshkigal - SME V Buluşması



Dünkü yazımda yeni pikabım üzerine emekli Gyrodec'imden gelen SME V'i kullanmak için bazı geliştirmeler yaptığımı yazmıştım. Özel bir arm board üretimi ile SME pikap kolum için gerekli platformu hazırlamış oldum. Delrin malzemesinden üretilen yeni pikap kolu kulesinin en önemli özelliği gerektiğinde ince ayar yapabilme şansı vermesi. Eğer bu kuleyi düzgün olmayan bir yere koyarsam, teraziye getirebilmek için kolun monte edildiği platform ile kolu yükselten kulenin arasına bir vida sistemi tasarladım. Böylelikle kuleyi koyduğum yer yamuk olsa bile, pikap ile aynı düzleme gelecek şekilde ayar yapabiliyorum. SME kulem hazır ancak hafta sonu yaptığım bazı denemeler sonrasında pikap kolundan pre-ampliye giden kabloyu değiştirmeye karar verdim. İlk resimdeki delikten kablolar çıkacak ancak şimdilik boş görünüyor. Kablomu sipariş ettim gelir gelmez, lehimleri yapıp SME'i de kullanıma alacağım.

Eh artık sırada 12" kol projesi var. Bakalım ondan ne sonuç çıkacak

Yukarıdaki resimlerin biraz daha yüksek çözünürlüklü olanlarını forumlarımızda kendi sistemime ayrılan bölüme ekleyeceğim. Göz atayım derseniz sizi buraya alayım. Sayfalar devamlı geliştiğinden sonraki sayfalara bakmayı unutmayın..

Nagaoka Jewel Tone Mat


Dün yazdığım pikabın gelişim notlarında bir pikap mat'ından bahsetmiştim. Stereo Mecmuası web sitesinde mat'lar hakkında Sn. Asım Uysal imzalı güzel bir yazı yayınlamıştık. Eğer okumadıysanız sizi hemen buraya alalım. Geçmiş yazılarımda bahsettiğim üzere pikabımın platosunu delrin maddesinden ürettim. Delrin üzerine bol bol yazıp çizmiştim. Son zamanlarda yaptığım dinletiler sırasında tiz seslerde biraz sorun olduğunu fark ettim. Buna sorun demek doğru olur mu bilmiyorum ama neler yapabileceğimi düşündüm. Aklıma gelen ilk şey mat'lar ile oynamaktı. Keçe, plastik ve mantar denemelerinden sonra seneler önce almış olduğum Japon Nagaoka marka pikap mat'ım aklıma geldi. Kutusundan çıkartıp, pikabımın üzerine oturttum. Pikap kollarımı on the fly'a yakın ayarlayabildiğim için ortaya çıkan 10mm'lik yüksekliği hızlıca pikap kollarıma uyguladım. Bu arada hemen bir not, pikap kolunun on the fly ayarlanabilmesi demek, plak çalarken kol üzerinde ayarların yapılabilmesi anlamına geliyor. Günümüzde Triplanar gibi müthiş kollarda bu ayarları yapabilmek mümkün. benim kullandığım Bluenote Borghese ve SME V'te ise pikabı durdurmak gerekiyor. Ancak bazı küçük hileler ile ayarlamayı kısa zamanda (bir kaç saniye) yapabiliyorum. Neyse...

Nagaoka Jewel Tone, şansıma tam istediğim etkiyi sağladı. Michell Gyrodec'imle böyle bir sonuç alamadığımdan paketi içerisinde kalmıştı. Zamanında iyi ki almışım. Özellikle Delrin plato kullananlar bence bir göz atabilirler.

Dikkat ederseniz bu tarz tunning, modifikasyon ve benzeri dokunuşlarda iddialı şeyler yazmaktan özellikle kaçınıyorum. Her yeni bileşen her sistemde aynı etkiyi yapmıyor. Bu yüzden bu tarz çalışmaları denemeden ezbere yapmamak lazım...

Sistemim 11 Temmuz 2010



Bir anda müzik sistemim fotoğraflarını ekleyince, bir değişiklik mi var diye düşünebilirsiniz. Tabii ki yok.. Değişiklikten ziyade ufak tefek geliştirmeler var. Bu gelişmelerin bir kısmını burada yazmıştım. İlk yaptığım çalışma, motor kontrol ünitesi oldu. Yarına bu ünitenin fotoğraflarını çeker yayınlarım. Diğer bir yenilik emekliye ayrılan Michell Gyrodec'imde kullandığım SME V pikap kolunun özel bir yapı üzerinde Ereshkigal ile birlikte kullanıma uygun hale gelmesi oldu. Şimdi sıra üçüncü kolda. Onun 12" olmasını istiyorum. Biliyorsunuz daha önce bahsetmiştim 12" kol tamamen özgün olacak (inşallah yani) Daha çizim aşamasındayım. Bu süreç tamamlanınca üretim sürecine geçeceğim.

Motor ünitesinde de titreşimin önlenmesi için bazı düzenlemeler yaptım. Yeni düzenleme ile motorun artık istediğim (ve daha hassas) şekilde açısını da ayarlayabiliyorum. Motor içinde de, silikon bir havuz oluşturdum. Şu an ki hali oldukça keyifli oldu. Tüm bu gelişimlerle birlikte motor bloğu üzerindeki gelişim süreci tamamlanmış oldu. Şimdi sıra pulley'e geldi. Yeni süreçte lastik yerine film ile platoyu çevirecek yeni bir pulley geliştireceğim. Bu projede özgün bir çalışma... Tabii ki örnekleri bol bol var. Ancak uygun parçaları dışarıdan almak yerine kendi pikabıma uygun bir üretim yapacağım. Bu süreç muhtemelen bir kaç ay alır. Malum hesap kitap....

Bu arada birde pikap matı kullanmaya başladım. Onun havadislerini de yarın sabah fotoğrafı ile eklerim.

Şimdilik bu kadar ama devinim devam edecek! Bu arada fotoğrafları daha yüksek çözünürlüklü olanlarını forumlarımızda kendi sistemime ayrılan bölüme ekleyeceğim. Göz atayım derseniz sizi buraya alayım. Sayfalar devamlı geliştiğinden sonraki sayfalara bakmayı unutmayın...

Bloğumun En Çok Okunan Yazısı :)


Bildiğiniz gibi blog'umda çeşitli konularda yazıp çiziyorum. Senelerdir yazdığım bu blog'da bir çok yazı yayınladım, bu yazılarla ilgili bir sürü dönüşler aldım. Ancak dijital fotoğraf makineleri ile alakalı yazdığım üç yazıdan ulaşan mini makale blog'umun en çok okunan yazıları. Bırakın benim kendi bölümümü, Stereo Mecmuası'nın da en çok okunan yazılarından bir tanesi bunlar herhalde. Meğer fotoğraf makineleri ile ne kadar çok sorun yaşayan varmış. O kadar şaşırdım ki. Aslına bakarsınız benim fotoğrafçılık ile fazla bir alakam yok. Seçil Hanıma aldığımız bir fotoğraf makinesinde sorun yaşayınca yaptığım araştırma ve denemeleri, belki birilerine yardımcı olur diyerek yazmaya karar vermiştim. Şimdi anlıyorum ki, pek iyi bir şey yapmışım!

Arada sırada bu yazılarımla alakalı özellikle servislerden tenkit yazıları geliyor. Yazılarıma yorum yazanlara bakılırsa, garanti kapsamı oldukça karışık. Bazı servislerde yazıda geçen sorunlar giderilirken hiçbir ücret talep edilmiyor, bazıları tarafından ise farklı tutarlarda faturalar kesiliyor. Her ne olursa olsun, tüketici elektroniğinde ilk kural arızalarda ürünlerin mutlaka servislere gönderilmesidir. Sizin için olumlu sayılabilecek bir yanıt bulamadığınız takdirde aşağıdaki yöntemleri deneyiniz.

Yazılarımın linkleri şu şekilde;
Nikon Coolpix Lens Arızası İlk Yazı
Dijital fotoğraf makinelerindeki arızalara genel bakış
Dijital Fotoğraf makinelerindeki arızaları çözme rehberi

Umarım yazılar benim gibi fotoğraf amatörlerine yardımcı olur.