My Little Pony Rainbow Kulaklık



My Little Pony Rainbow kulaklıklar aman nasıl olsa kimse almaz zihniyeti ile üretilmiş bir kulaklıkmış. Üreticisi efendi davranıp özelliklerini bile yazmış. 40mm sürücüye sahip olan kulaklığın frekans aralığı tahmin edebileceğiniz üzere 20-20kHZ, hassasiyeti ise 100dB. Bu rengarenk kulaklık bir anda genç yaşlı herkesin ilgisini çekerek satış rekorları kırmaya başlamış. Üretici ilk günden itibaren fiyatı makul tutmuş ama muhtemelen keşke iki katını koysaydım diyordur. İlle alacağım derseniz 29 Dolar karşılığında Amazon'dan satın alabilirsiniz...

Süt İçin İçirin!


Bu aralar güzel animasyonlar denk geliyor. Hemen bloğuma ekliyorum böyle enteresan olanları. Efendim bu animasyonumuz ile sosyal bir mesaj veriyoruz. Süt İçin İçirin! Animasyonun kalbinde hareketlendirilmiş pikap ve süt var. Aman pek leziz! Hoş aslan sütü olsa daha iyi olurdu. Neyse... Daha önce bulduğum animasyonlara göz atmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Uzaylı Rock-Ola



Bu ilginç bir illüstrasyon hatta reklam. 1950'lerin sonunda uzay çağı başladı muhabbetleri biliyorsunuz çok moda olmuştu. Dönemin en önemli jukebox üreticilerinden Amerikalı Rock-Ola firması bu modaya ayak uydurmaya karar verip son derece modern tasarımlı cihazlar üretmeye başlar. Yukarıdaki illüstrayon David A. Hardy tarafından çizilmiş ve dönem boyunca Rock-Ola tarafından kullanılmış..

KonstruKt ve Marshall Allen - Live At Sant'anna Aressi Jazz Festival LP


Sevgili okuyucum, bu bloğu takip ediyorsanız konstruKt ismine mutlaka denk gelmişsinizdir. Gerek konstruKt gerekse de ülkemizdeki bağımsız müzisyenleri ve oluşumları elimden geldiğince Stereo Mecmuası web sitelerine konuk etmeye çalışıyorum. Bu tarz işler öyle işler ki, ülkemizde az sayıda dinleyicisi olup ana akım medyada asla yer almayan işler. Ancak ülkemizdeki bir çok müzisyen, çok iyi albümler yapıyor ve bunları meraklılarla buluşturuyorlar. Bunun nasıl bir lüks olduğunu bu dünyanın içerisine girdikçe anlıyorsunuz...

Daha albümle alakalı bir şeyler yazmaya başlamadan önce açık açık konuşayım hatta sonda söyleyeceklerimi başta söyleyeyim. Elimde Türk müzisyenlerin İtalya'da verdiği bir konserin "Plak" kaydı var. Kaydın ikinci bölümüne efsanevi "Marshall Allen" konuk olmuş. Kayıt kötü olsa kötü deyip yerin dibine nasıl batırırsın, müzisyenler o gün doğru "mood"larında olmasa bu nasıl berbat deyip köşeye atarsın. İnsanın gönlü el vermez. Ülkenin dört bir tarafında bu tarz ilerici işlere imza atan müzisyenlerin konserlerinde beraber olduğumuz iki avuç insana yönelik bir yazı da olsa ne diyeceksiniz böyle işlere.



Açık konuşayım; Allah'tan böyle bir durum ortaya çıkmıyor. Bu tarz müzisyenlerin hepsine büyük saygı duyuyorum. Çünkü çok satan, çok sevilen müzisyenlerin kayıtlarına gösterdiği özenin daha fazlasını onlar belki dünya çapında 300-500 kişiye ulaşacak albümleri veya kayıtları için gösteriyorlar. Kapaklarından, şarkı içeriklerine kadar gösterilen özen, insanı mutlu ediyor ve duygulandırıyor. Sadece konstruKt için konuşmuyorum. Stereo Mecmuası sayfalarında yer verdiğimiz ve isimlerini bir çok meraklının duymadığı müzisyenlerin şarkılarını paylaştıkları sitelere gidip bir göz atın; kapağından içeriğine hatta imkanlar ölçüsünde kayıtlara nasıl bir özen var kendi gözlerinizle görün, kendi kulaklarınızla duyun.

Gelelim albüme!
A YÜZÜ
-Introduction
-Ateş
-Bulut
B YÜZÜ
- Anakara
- Toprak

Plağı pikabıma koyduğumda ilk anda volüm sanki biraz az gibi geldi. İlk bölüm "Introduction" yani takdim bölümü ancak hemen ardından ilk notalar hoparlörlerden süzülmeye başladığında her şey normale döndü. "A" yüzünün iki şarkısını da teorik olarak biliyoruz. Bulut plağının ilk yüzünde de bu şarkılara rastlayabilirsiniz. Ancak her iki şarkıyı da ilk anda çıkartabilmek kolay değil hatta mümkün değil. konstruKt ekibi canlı performanslarında zincirlerinden bir anda sıyrılıp çok acayip işlere imza atabiliyorlar. Bunun en uç örneğini Peter Brötzmann ve konstruKt'un 2014 sene içerisinde İstanbul Karga Bar'da çaldığı ve benim de bizzat şahit olduğum performansı için söyleyebilirim. Konseri kendi kulaklarımla dinledim ve sonrasında bazı kayıtları da gözden geçirdim, gerçekten canlı performanslarda işler tamamen kopuyor. Benzer bir durumu yine bizzat şahit olduğum konstruKt ve Joe McPhee İstanbul Babylon konseri içinde söyleyebilirim. Canlı performanslarda topluluk gerçekten tam anlamı ile parlıyor.



konstruKt'u ilk dinlediğim yıllardan daha doğrusu sevgili Reha Arcan sayesinde tanıdığım günlerden, bugünlere geldiğimizde en önemli gelişim, müzisyenlerin asıl enstrümanları dışında bazıları aynı aileden bazıları ise kendi asıl enstrümanlarından tamamen farklı ailelerden enstrümanlar konusunda kendilerini ne kadar geliştirdikleridir. Bu gelişimin yanında müzikal anlamda özellikle de şarkıların formunda da gelişim özellikle ülkemiz müzik tarihi açısından çok önemli olduğunu düşündüğüm Turkish Free Music kutu seti içerisindeki albümlerde özellikle de Bulut plağında kendisini gösteriyordu. Bazı müzik yorumcularının bile "aman canım free caz işte" deyip geçtiği bu müziğin kendi içerisinde meraklı kulakların duyabileceği son derece çalana özgü bir yapı olduğunu ve müzisyenler kendilerini geliştirdikçe bu yapının farklılaşıp, tonların ve notların dinleyiciyi daha fazla sarıp sarmaladığını söylemem gerekir. Özellikle ne dinleyeceğini bilen meraklılar için bu durum tadından yenmez bir durum haline gelir. Sözüm ona alakasız bir anda çıkılan solo, bazen bir nota dizisi, bir ton veya nefes , sizi bir yerlerden alır bir yerlere götürür ki, ne olduğunuza şaşarsınız. "Ateş" ve "Bulut" işte tam anlamı ile böylesine birer performans haline gelmiş... Her dakika bir sürpriz var. Ayrıntıya girmiyorum özellikle!



Plağın ikinci bölümünde ise konuk efsanevi Marshall Allen...

Marshall Allen denildiğinde benim için akan sular durur o kadar diyeyim size. Sun Ra Arkestra'nın önemli bir parçası olan ve 1990'larda bu orkestranın lideri haline gelmiş olması ayrı bir konu, bir çok müzik tarihçisinin benim de katıldığım görüşlerine göre savaş sonrası dönemin en kendisine özgü ve ayrık saksafoncusu olması ayrı bir konu. Marshall Allen çok sayıda enstrümanı çalabilen bir müzisyen ancak albümü dinlemeye başladığımda acaba çalmış mıdır dediğim bir enstrüman vardı özellikle; EVI.

Ve cevabı evet çalmış!

Plağın "B" yüzü dünyanın herhangi bir ülkesinden müzikseverler açısından ses çıkartılmadan dinlenilecek kıymettedir benim gözümde. Bulut plağının ikinci yüzünü kaplayan "Toprak" parçasına bir bakış atın arkasından konserde konstruKt'un zincirlerinden sıyrılmış halde Marshall Allen ile çaldığı versiyona bir bakış atın, neden ısrarla meraklılara konserlere gidin çağrıları yapmamızın sebebini anlayacaksınız.



konstruKt ve Marshall Allen "Live At Sant'anna Aressi Jazz Festival" albümü plak kaydı olması açısından konstruKt çevresel diskografisinin dördüncü üyesi. konstruKt ve Marshall Allen çalışmaları açısından ise ikinci kayıt olarak dikkatimizi çekiyor. Bildiğiniz üzere ilk kayıt "Vibrations Of The Day" Aradan geçen yıllarda, değişenleri önce bahsi geçen CD'yi arkasından "Live At Sant'anna Aressi Jazz Festival" plağını dinleyerek duyabilirsiniz. Haydi gelin doğrusunu söyleyelim, değişim değil gelişim demeliyiz buna!

Korhan Futacı, Umut Cağlar, Özun Usta ve Korhan Argüden'den oluşan konstruKt'ten yine başarılı bir performans ve tüm kalbimle söylüyorum göğsümüzü kabartan bir albüm. Albümün plak baskısı başarılı, zaten başarısız olsa da kimin umurunda o da ayrı mesele. Kapak pek keyifli. Bazı yorumcular şimdiden pizza kapaklı albüm tanımlamasını yapmışlar, ben ilk baktığımda mandala mı acaba demiştim.. Kapak, baskı, kayıt işin detayları asıl önemli olan müzik şahane... Meraklısı kaçırmasın! Elinize, kolunuza emeğinize sağlık, büyük üstadında ellerinden saygıyla öperim!

SPACE IS THE PLACE!

Not: Albümü satın almak isteyenler için buraya tıklayabilirler... 

Filmlerde Pikaplar ve Plaklar; Rush (2013)



Stereo Mecmuası Forumlarında üyemiz Sn Serdar Zımba (aka Astramastra) 2013 yapımı Rush - Zafere Hücum filminden çok sayıda ekran görüntüsünü eklemiş. Aşağıya bir kısmını ekledim ancak burada daha fazlası mevcut. Kendisinini hoşgörüsüne sığınarak yazdığı ufak bilgilendirmeyi de buraya ekleyeyim; 1976 F1 yarışında ki Ferrari pilotu ile Mclerin Pilotunun arasında ki gerçek hayattan alınma amansız yarış, tavsiye ederim...

Ben daha izlemedim ama yakında izlerim herhalde... Bu arada Serdar Bey, bloğumun bu bölümünün küratörü gibi oldu maşallah!


Panasonic Reklamı



Eskilerden bir Panasonic hifi reklamı. Ülkemizde Panasonic'ten ziyade biliyorsunuz Technics popülerdir ama malum hepsi aynı ellerde tasarlanmıştır. Ülkemizde 70'lerin öncesindeki Panasonic ekipmana nadiren rastlanıyor. En azından ben çok denk gelmedim. Yazılan çizilenlere göre özellikle Amerika piyasası için üretilen receiver'ların çok kaliteli ve performanslı olduğu söylenir. Dinlemediğim için kişisel bir yorum yok haliyle...

Penneys Kataloğunda Pikaplar



Penneys yılbaşı kataloğundan pikaplar. Yıl 1967. Penneys anladığım kadarı ile hem giyim hem de ev dekor ve aksesuarları satan bir firma. Günümüzde de devam ediyorlar ancak daha çok hazır giyim üzerine yoğunlaşmışlar. Firma 1967 yılbaşısı için müşterilerine çeşitli pikaplar sunmuş. Yazılan çizilenlere göre bu pikaplar zamanında kuvvetli bir olasılıkla Panasonic grubu tarafından üretilmiş. Çeşitli forumlarda üreticinin kesin Japon olduğu yazılıyor çiziliyor ancak kesin bilgi yok herhalde.  Farkında mısınız bilmiyorum, evlerimize son yıllarda gelen firma broşürlerinde yine yukarıdaki renkler ve tonlar ön plana çıkıyor. Bu arada afişteki fiyatlara hiç bakmayın. Ne kadar ucuzlar değil mi?

Yakaza Ensemble - Gen CD


Yakaza Ensemble'ın yeni albümü yayınlandı! Albümün ismi "Gen" Aslında albümü bir nevi EP olarak düşünebilirsiniz; 3 yeni şarkı var. Ancak 4 farklı isimden 4 farklı remix içeriyor.. Yani toplamda 50 küsür dakikalık bir Yakaza Ensemble albümü ile birlikteyiz. Albüm A.K. Müzik tarafından yayınlandı ve bir kaç gündür CD çalarımda dönüyor...

Yakaza Ensemble, şahsi bloğuma her albümü ile konuk olan bir topluluk. İlk albümlerinden beri topluluğu takip ediyorum, hatta geçmişe bakınca, "A’mak-ı Hayâl" albümü yayınlanmasının üzerinden neredeyse 4 yıl geçmiş. Albüm elime hatırladığım kadarı ile çıkmasının hemen akabinde A.K. Müzik'ten gelen bir seçki sayesinde geçmişti. Albümü ilk dinlediğimde "bu nedir ya" diyerek oturup kaldığımı hatırlıyorum. Sanırım üçüncü veya dördüncü dinleyişimde oturup bloğumda yayınladığım eleştiri daha doğrusu hakkettiği methiye yazısını yazmıştım. Aradan geçen 4 sene boyunca elimden herhalde binlerce albüm geçti, özellikle Türk müziği açısından bakarsam "A’mak-ı Hayâl" muhtemelen kendi özgün tarzı ve tarzına akraba alt türleri açısından kendi müzik tarihimiz açısından bugüne değin yapılmış ilk 5 albüm arasında kendisine yer bulur. Hemen her müzisyen için aslında kabus olan bir durum yaratır bu tarz albümler, daha ilk albümde böylesine bir çıta koyup daha sonraki albümlerde bu çıtayı geçmeye çalışmak...

Müzik tarihini hem dinleyerek hem de okuyarak öğrenmeye çalışan ancak bu yolun çok başlarındaki anlatıcınızın görebildiği kadarı ile böylesine albümleri geçmeye çalışmak sonunda büyük olasılık ile ortaya garabet işler ve albümler çıkartıyor.



2012 yılında "İçbükeydış" albümü yayınlandığında bu korkuların bir kısmını kendi içimde yaşamıştım. O dönem bir iş seyahati için İstanbul'daydım ve albümü çok merak ettiğimden İzmir'e dönüşü beklemeden hemen Lale Plak'tan satın alıp akşamına dinleyip derin bir oh çektiğimi söyleyebilirim, bir önceki albümü geçmeye çalışmak yerine bambaşka tatları bize sunmuştu topluluk. Bu albümü de senelerdir keyifle dinliyorum. Hatta zaman zaman eşimle iki albüm arasında ufak tefek kıyaslamalar yapıyoruz. Aslında geçen sene yani 2013'te yeni bir Yakaza Ensemble albümü gelir mi diye beklemiştim ancak yeni albüme bir sene gecikmeli kavuştuk. Ne diyelim geç olsun güç olmasın!

Tabii unutmadan "İçbükeydış" albümü öncesinde "Yakaza Ensemble meets Syuonoven" EP'si var. Başlı başına ayrı bir hikaye. Zaman Gazetesinden Zehra Onat'ın kaleminden okuyalım hikayeyi:
A’mak-ı Hayâl’den sonra yeni albüme başlamadan Japonya’dan bir albüm teklifi geldi. İşin bu kısmı film gibi. Orayla hiç bir bağlantımız yoktu. Japonya’da bir şey yapabilmek çok zor, herhangi bir Türk grubunun albümü yayınlanmamış orada. İnternetten bakıyoruz, Japonya’dan sitemize giren dahi yok. Meğerse grup orada bir yanlış anlaşılma üzerine Yakaza Ensemble değil de Yakuza Ensemle olarak aşırı derecede ünlenmiş. Müziklerimiz bazı CD’lere katılmış... Ne tepki verelim diye düşünürken, o CD’leri organize eden kişi Türkiye’ye geldi ve bizimle iletişime geçti. Bizi Baba Zula vasıtasıyla bulmuşlar. Devamındaki süreçte yeni albümü Japonya’da yapmak ve oradaki bir ressamın müziklerimiz için yapacağı resimlerle basmak istediler. Hem plak, hem kitap+CD olarak yayınlandı, bir ay sonra da aynı albüm Türkiye’de yayınlandı.




Gelelim yeni albüme...

Aslında albüm yayınlanmadan önce müzisyenler yeni albüm ile ilgili ipuçlarını sosyal platformlarda vermişlerdi. Hatta ben ipucu olayının biraz ötesine geçip bir İstanbul seyahatinde, hem topluluk elemanlarına denk gelebileceğiniz, hem "Müzik Hayvanı" projesinde ismini duyduğunuz bir çok ismi canlı dinleyebileceğiniz "Dunia"da hem eski albümler hemde yeni proje ile alakalı Yakaza Ensemble ile sohbet etme fırsatı buldum. O akşam beni çok güzel ağırladılar ve uzun saatler boyunca müzik, enstrümanlar, ortak hobiler üzerinden keyifle sohbet ettik. Bu vesile ile o gece bizi Dunia'da ağırlayan dostlarımıza da teşekkürler...

Ve sonunda albüm yayınladı. İzmir'deki müzik marketlere bir kaç gün gecikme ile ulaştı. Bir akşam vakti eşim elinde "Gen" ile çıkageldi ve hemen CD'yi dinlemeye başladık. Albümün içeriği şu şekilde;

1-Çiğ 07:11
2- Düş 07:12
3- Dal 13:55
4- Çiğ / Labelle Remix 04:36
5- Düş / 7dck Remix 05:15
6- Dal / Churashima Navigator Remix 07:22
7- Dal / Kuniyuki Remix 09:22

Şimdi şarkılara bir göz atalım, ilk şarkı "Çiğ"in ilk dakikalarının ardından sevdiğim ve topluluğu gözümde kendisine özgü kılan hemen her şeyi bulabilmek mümkün. Girişin ardından devreye giren elektronikler ile desteklenmiş altyapı üzerine birden fazla enstrüman çalabilen müzisyenlerin dokunuşları. Unutmadan albümde geçtiğimiz albümlerden tanıdığımız kadro yine iş başında; çello Ceren Düzgünsoy (Erendor), elektronikler, bas gitar Ömer Sarıgedik, gitar, vokal, tampura Eray Düzgünsoy ve shakuhachi, ryuteki M. Fakih Kademoğlu. "Çiğ" ile hızlı şekilde oryantasyon kayboluyor, bu coğrafyanın melodilerine çok uzak coğrafyalardan dokunuşlar. Özellikle çello'nun alt yapıdaki döngüsel kullanımı pek hoşuma gitti. Bu döngülere ek olarak, elektronik altyapı ve egzotik üflemeliler ile 7 küsür dakikalık "Çiğ" bir anda geçip gidiyor.



İkinci şarkı "Düş" doğuya doğru yolculuğa başlarken, ara sıra kulağınıza çalınan bizden melodilerin elektronik varyasyonları ile farklı enstrümanların arasında Yakaza Ensemble albümlerinde rastlamaya alışkın olmadığımız bir vokal ve şiir ile karşılaşıyoruz. Ayrıntıya girmiyorum ancak olmuş diyorum...

Üçüncü şarkı ile EP'nin özgün Yakaza şarkıları sona eriyor. "Dal" zaman zaman topluluğun kullandığı doğadan sesler ile başlayan ve pek alışkın olmadığımız şekilde devam eden bir şarkı. Puslu bir gitar tonu ile atmosfer ana yapısı kurulan şarkı tabii ki alışkın olduğum ve beklentilerimi karşılar şekilde bir anda yön değiştirip bambaşka bir hal alıyor. Şarkının elektronik alt yapısını çok beğendiğimi söylemem lazım. Şarkının son bölümü ise albümün konseptinin ikinci yarısına hazırlık yapmak istercesine yavaş yavaş ortadan kayboluyor.

Albümün ikinci yarısının konsepti şarkılara farklı DJ'ler tarafından remix'ler ile oluşturulmuş. Remix deyince korkan okuyucularım olduğuna eminim, inanın bende korkarım remix olaylarından. Aman merak etmeyin albümde korkacak bir şey yok, hatta keyifle dinleyeceğinize eminim. İyi kotarılmış bu remix işi...



İlk remix "Çiğ" şarkısına "Labelle" tarafından yapılmış. Jérémy Labelle, Fransızların Hint Okyanusundaki adalarından bir tanesi olan "Reunion"da yaşıyor. Bu ada Madagaskar'ın doğusunda yer alıyor. Son derece keyifli ve güzel bir çalışma olmuş. Ben çok beğendim. İkinci remix "Düş" şarkısına yapılmış. "7dck" mahlaslı Orhun Sevindik tarafından yapılan remix'te orijinal şarkıda olmayan son derece dikkat çekici bir vokal eklenmiş ve şarkıyı bambaşka bir yere alıp götürmüş. Üçüncü remix Japon Churashima Navigator tarafından yapılmış. Anlayabildiğim kadarı ile Churashima Navigator aslında Nu-doh ve Sinkichi isimli iki Japon DJ'den oluşan bir topluluk. Sanırım ilk kez "Yakaza Ensemble meets Syuonoven" EP'sinde duymuştuk bu ismi. Bahsettiğim EP, iTunes üzerinden satın alınabiliyor. Albümün plak baskısı da mevcutmuş ancak benim elimde yok. Belki ilerleyen dönemlerde eklerim arşivime, tabii denk gelirsem. Dördüncü ve son remix ise yine "Dal" şarkısına Japon Kuniyuki tarafından yapılmış. Bu ismi de "Yakaza Ensemble meets Syuonoven" EP'sinden "İçbükeydış" şarkısına yaptığı remix çalışması ile tanıyoruz.

Aslında tüm bu remix'ler müziğin "tüm sınırları aşar" tanımına ne kadar uyduğunu gösteriyor. Aslında bu önermeye müziğin yapılması sürecini de eklememiz lazım sanırım. Dünya geliştikçe, her şey değişiyor. Albümlerin kendileri bile...



Albüm, daha önceki Yakaza Ensemble albümler gibi A.K. Müzik etiketi ile yayınlandı. Geleneksel olarak kayıt ile alakalı bir kaç yorum yapmak gerekirse, kayıt gayet başarılı. Derinlik hissiyatı yine gayet keyifli. Akustik enstrümanlar ile elektronik altyapıların üst üste geldiği ve kesiştiği anlarda bile bir karmaşa yok. Tonlar gayet başarılı tınlıyor oda içerisinde. Albüm digipack ambalajda geliyor ancak geçtiğimiz iki albümde olduğu şekilde içerisinde bir kitapçık mevcut değil. Hoş şu dönemde albümlerin bile bin bir zorlukla yayınladığını düşünürsek buna şükür desek yeridir. Ancak anlatıcınızın biraz(cık) "kıl" olduğunu bildiğiniz için takacak bir şey bulduğunu söylesem eminim ki şaşırmazsınız. Albüme emeği geçenler ve künye bilgilerinin yazıldığı kısım tam CD kapağının sabitlendiği bölüme denk geldiğinden, yazılanlar çok rahat okunmuyor... Valla albümde eleştirecek bir bunu buldum kusura bakmayın artık!

Yakaza Ensemble yazılarını artık geleneksel şekilde bitirmek şart oldu benim için. Yakaza Ensemble’ın ilk albümü yayınlandığında cevaplamamız gereken bir soru vardı hatırlıyor musunuz? Yeni “dünya müziği” mi, yoksa “yeni dünya” müziği mi? Her iki albüm yazısında bu soruyu soruyorum. Cevabı mı merak ediyorsunuz, hala umurumda değil. Yakaza Ensemble'a yakışan bir albüm olmuş. 3 şarkıdan oluşan EP ve arkasına eklenen remix'ler ile yine farklı yine sıradışı bir iş... Şiddetle tavsiye edilir...

Mr. District Attorney


Mr. District Attorney diye bir şeyin varlığından haberim yoktu. Bu afişi görünce nedir diye bir araştırayım dedim. Araştırdıkça altından iş çıktı :) Geleneksel değil midir bu zaten. Efendim, Mr. District Attorney, zamanının çok popüler bir radyo piyesi imiş. 1939 ile 1952 yılları arasında NBC ve ABC kanallarında dinlenebilen polise piyes o dönemlerde çok popüler olmuş. konusu "Mister District Attorney," veya "şef" çeşitli cinayetleri akıllıca çözen bir hafiyeymiş. Popülerliği sayesinde 1950'lerde televizyona taşınmış hatta çizgi romanları bile yapılmış. Yukarıdaki sayısında kaçırılan bir DJ'in izini sürüyorlar...

Quiet Is the New Loud İllüstrasyonu


Yukarıdaki illüstrasyonun bin bir türlü edisyonu var. Ben en çok "Quiet Is the New Loud" albümü daha doğrusu kapağı olana denk geldim. Kings of Convenience, Norveçli ilginç bir indie folk-pop ikilisi. Erlend Oye ve Eirik Glambek Boe’den oluşan topluluk bana sorarsanız haddinden fazla sakin vokalleri, var ile yok arası gitar ve piyano melodileriyle tanınır. İkili albümdeki tüm enstrümanları çalıp beste ve düzenlemeleri yapıyor. Müzik yorumcularına göre topluluk "Yeni Akustik Hareket"in yeni nesil öncülerinden sayılır. Bu arada "Quiet Is the New Loud" albümünün plağı, analog modası yeniden hortlamadan önce ülkemize gelen ilk plaklardan idi...

Symbol Audio Müzik Konsolu


Amerikalı Symbol Audio isimli bir firma, geçmişte evleri süsleyen müzik konsollarının yeniden yorumlanmış versiyonları üretiyor. Firma aslında uygun tipte seçtiği hoparlörleri güzel tasarlanmış ve şık ahşap kaplama ünitelerin içerisine ekliyor. Bu güzel mobilyaların içerisinde ister siz kendi cihazlarınızı isterseniz firmanın sizin için sunduğu cihazları ekliyorsunuz ve modern bir müzik konsoluna sahip oluyorsunuz.

Laf aramızda bu tarz bir konsola sahip olmak isteyenler iyi bir marangoz bularak kendi projelerini yapabilirler. Yukarıdaki tasarım hiç fena değil bence. Siz ne dersiniz...

Rengarenk Gramofonlar


Dünyanın dört bir tarafında gramofon müzeleri var(mış) Denk geldikçe bloğuma eklemeler yapıyorum. Yukarıdaki müze Londra'daymış. Gramofon seversiniz sevmezsiniz orası ayrı ama horn denilen bölümlerindeki renk cümbüşü harika yahu. Zamanında hemen her üretici horn'ları bir bambaşka renklere boyamış. Günümüzde de yavaş yavaş meraklılar dandik de olsa gramofonları böylesine rengarenk boyamaya başladılar. Bende evdeki gramofona mı girişsem acaba :)

Westminister Sock Monkey Headphones



Hemen her ay bloğuma dünyanın dört bir tarafından saçma sapan kulaklıkları ekliyorum. Bu kez konuğumuz Westminister Sock Monkey. Aslında bu kulaklıkların içerisinde yani gerçekten kulaklık olan kısmında bir numara yok. Bildiğiniz ucuz yollu bir kulaklık. Ancak kulaklığı acayipleştiren şey çoraptan şekillendirilen maymun. Özelikle çocuklar ve çocuk ruhlu büyükler düşünülerek tasarlanan ürün yaklaşık 50 Dolar'a satılıyor. Nereden buluruz derseniz Amerikan Amazon'unda emrinize amade... Aşağıya kulaklığın yanından bir resim daha ekliyorum...

Wega Sistem


Wega, Avrupa'da son derece popüler bir markaymış zamanında. Ülkemizde de zaman zaman pikaplarına denk geliyorum. Aslında yukarıdaki kombinasyon bir çok farklı formda karşımıza çıkıyor. Bazen pedestal tasarımlı bir stand üzerinde, bazen bir müzik konsolu olarak. Bu akrilik şasiler içerisinde üstüste konumlandırma karşıma çok sık çıkan ve çok hoşuma giden bir tasarım. Renk harika, yuvarlak köşeler harika, tasarım tam fetişlik. Çok güzel çok...

Playboy Nisan 2013



Nerede denk geldim bilmiyorum ama ilgimi çekti hemen bloğum için bir kopyasını aldım. Meşhur erkek dergisi bir dönem ülkemizde siyah poşette satılan Playboy, Nisan 2013 sayısını komple müzik temasına ayırmış. Derginin pardon sayının içeriği konusunda hiçbir fikrim yok ama bir yandan da fena halde merak etmiş durumdayım. eBay'den bakıyorum denk gelirse uygun bir fiyata satın alacağım. Kütüphanenin bir köşesinde bulunsun kimseye zararı olmaz...

Bu defa Kedilerin Pikapla İmtihanı


Bir süredir yeni bir plak animasyonlarını bloğuma eklememiştim. Bu sıralar yeni bir şeyler denk gelince siteye ekleyeyim dedim. Bu kez pikapta ne var belli değil ama internetin son yıllardaki fenomenlerinden bir tanesi olan kedi coşkusu var… Hemde bol bol var. Daha önce bulduğum animasyonlara göz atmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Paolo Cappello


Yukarıdaki tasarım Paolo Cappello tarafından yapılmış. İlk kez Milan Salone Satellite 2011 fuarında görücüye çıkan bu tasarımın amacı geçmişin görüntüsü ile modern çizgileri birleştirmekmiş. Aslında bu tarz mobilyalara bir çok mağazada rastlıyoruz ancak hoparlörleri ekleyince ve kablolar için özel bir yer düşünülünce, eşya bir anda mobiya olmaktan çıkıp özel bir tasarım objesine dönüşüyor. Bu ürün veya tasarım objesinin fiyatına bir türlü rastlamadım ancak ucuz olduğunu hiç düşünmüyorum. Ayrıca kolaylıkla yapılabilir bir proje meraklılar için...

Filmlerde Pikaplar ve Plaklar; True Blood



Stereo Mecmuası Forumlarında üyemiz Sn Serdar Zımba (aka Astramastra) 2013 yapımı Oblivion filminden çok sayıda ekran görüntüsünü eklemiş. Aşağıya bir kısmını ekledim ancak burada daha fazlası mevcut. Ben daha izlemedim ama yakında izlerim herhalde... Bu arada Serdar Bey, bloğumun bu bölümünün küratörü gibi oldu maşallah!






Clockwork Orange Plakları



Artık benim "Clockwork Orange" manyaklığımı bilmeyen kalmamıştır herhalde. Müziklerini de ayrıca severim; Müziklerin çok müthiş olduğundan değil, ne zaman dinlesem filmden kareleri aklıma getirmesinden dolayı. Ha diyeceksiniz Hakan manyak mısın, bu filmden neden bir şeyleri hatırlamak isteyesin ki! Eh sizde haklısınız. Manyaklık işte. Geçtiğimiz aylarca plağın kapağının Fransızca ve İngilizce edisyonlarını edinmiştim. Almanca edisyonu ise sevgili Reha Arcan'ın evinde denk geldi. Sonucu mu merak ediyorsunuz...

Sizce?

Tabii ki benim evde kardeşleriyle beraber duruyor. Reha Arcan'a bir tane Clockwork Orange plağı borcum oldu ama kesikleme izni için bir kez de buradan teşekkürler.

70'lerden Bir Plak Mağazası


Amerika'dan 1970'lerden Bir Plak Mağazası.  45'likler muhteşem gözüküyor eminim ki, şu rafları incelemek büyük bir keyif olurdu. Mağaza için her şey iyi hoş, karmaşa ve dağınıklık dahil. Ancak düşündüm düşündüm yukarıdaki darağacı ipine bir anlam veremedim. Acaba buradan plak çalmaya kalkarsanız sonunuz bu mu olur demek istediler...

Duvar Rafı Severim!


Yukarıdaki sistem gördüğüm kadarı ile çok özel bileşenlerden oluşmuyor. Tabii ki Transcriptor pikap her zamanki gibi farklı tasarımı ile dikkat çekmeyecek gibi değil ama alınmayacak bir şey de değil. Amplifikatörde öyle. Bugünlerde 1000 Dolar gibi tutarlara harika ampliler almak mümkün. Buradaki asıl konu cihazları duvara monte edilmiş rafa koyduğumuzda kazandığımız yer. Aslında pikaplar için duvara montaj önerilen bir şey. Titreşimlerin absorbe edilmesi açısından duvarın yere daha doğrusu tabana göre bir çok avantajı var. Ancak dediğim gibi önemli olan yer kazanımı.

Okuyucularımızdan sistemini duvara -bir şekilde- monte edilmiş raflara koyan var mı?

Konser: KonstruKt ve Joe McPhee @ İstanbul Babylon


Geçen ay neredeyse günü birlik İstanbul'a kalkıp gitmek zorunda kalmıştım bir konser için. Yine canlı canlı Peter Brötzmann'ı seyretme şansı buldum ve kurtlarımı döktüm. KonstruKt ekibi son yıllarda öyle işler yapıyor ki, pılıyı pırtıyı toplayıp İstanbul'a gitmekten başka yapacak bir şey kalmıyor. Aman nasıl olsa bir süre rahat dururlar derken bu ay içerisinde Joe McPhee'nin ülkemize geleceği haberi kesinleşti ve bana yine İstanbul yolları gözüktü.

Yahu nasıl gözükmesin. Joe McPhee geliyor. Müzisyen 1939 doğumlu, seyretmek için kaç fırsatımız olacak diyerek işleri güçleri bırakmak şart oldu. Neredeyse hemen her tür üflemeli çalgıyı çalabilen McPhee, John Coltrane, Albert Ayler ve Ornette Coleman gibi isimlerle çalışma fırsatı bulmuş. Arkasından Avrupa dönemi başlıyor. Bu dönemde de Ken Vandermark, Peter Brötzmann, Evan Parker, Mats Gustafsson, Jeb Bishop, Clifton Hyde gibi isimlerle çalma fırsatı buluyor. Zaten şu kısa liste benim açımdan rüya gibi. Sevdiğim tüm isimler bir arada. McPhee'nin kendisi ayrı bir hikaye zaten...



Konser günü oldukça yoğun bir programla başladık. İlk önce Nişantaşı Reasürans Galerisinde "Hasan Deniz" fotoğraf sergisi arkasından akşamüstü rakısı ile devam eden program, Reha Arcan ile Babylon'da konser öncesi DJ'lik ile devam etti. Bu arada rakı sofrası için bir not, konserin sponsoru TSP firmasının genel sekreteri Sn. Rüştü Çelebioğlu ve Marmaris'ten konser için gelen arkadaşı Sn. Tunca Erdoğu ile eski İstanbul sohbetlerinden bugünlere harika bir muhabbet oldu. Keşke daha uzun sürseydi dedim içinden. Umarım bir yerlerde yine denk gelir ve yine keyifle sohbet ederiz...


Tabii Reha Arcan ile beraber, konser öncesi Ornette Coleman'dan Diamanda Gallas'a kadar uzanan geniş bir listeden şarkılar çaldık. Bu arada mekanlarda artık yeni teknoloji CD turntable veya ne deniyorsa onlar kullanılıyor. Eskisi gibi Technics 12xx pikapların başında DJ'lik yapılmıyor. Ancak buna rağmen rahat durmayıp devirle oynamaktan, şarkıları üst üste bindirmeye kadar her türden numarayı yapmaya devam ettik. Reha yukarı katta DJ'liğe devam ederken ben kulise doğru yola çıktım.



Kulis'te bayağı uzun kaldım galiba. McPhee'nin anıları ve keyifli sohbetinin yanında İstanbul'u komşu kapısı yapmak zorunda kalıp işlerimden uzaklaşmamın en büyük müsebbibi haline gelen (şaka tabii) Umut Çağlar, Özün Usta, Korhan Futacı ve Korhan Arguden'den oluşan KonstruKt ekibi ile uzun uzun sohbet ettik. Joe McPhee kadar önemli bir müzisyen olup, egolardan bu kadar uzak, sempatik bir adam daha tanıdığımı hatırlamıyorum. Havalimanında valizini kaybetmiş olmasına rağmen son derece neşeliydi. Ne muhabbetler, ne muhabbetler..

Avrupa ve Amerika'da konserlerde yaşanan eğlenceli sıkıntılar, özellikle Ornette Colemann ve Peter Brötzmann ile anılar derken bir ara aklımdan ya konseri boş versek, sohbet etsek diye düşünmedim değil. Konserin yaklaşmasına yakın bir delilik yapıp Reha, bendeniz, KonstruKt ve Joe McPhee bir kaç poz fotoğraf çekildik. Pek güzel bir anı oldu yahu!

Konser için Babylon'a geçince sevgili Murat Akduman gibi tanıdık yüzlerle karşılaştık, kısa bir sohbetin ardından konser başladı.



KonstruKt bu konserde yeni elektronik oyuncaklar ile donanmış şekilde çıktı sahneye. Bu yenilikçi sound'a McPhee'nin ne olursa olsun kendisine özgü tonu eklenince çok güzel bir performans seyrettik. McPhee müzikte özellikle elektroniklerin işin içerisine girmesinden hiç şikayetçi olmadığı gibi bunu destekliyormuş. Ayrıca sahnedeyken müziği can kulağı ile dinleyip, her notayı kendim basarım tarzının çok uzaklarında bir anlayış ile gerçekten az ve öz cümleler kuruyor. Zaten duyduklarınız yetiyor artıyor. Hoş duymasanız da olur yahu, karşınızda Joe McPhee var. Seyretmek bile yeter...

Konser nasıl geçti bilemedim gerçekten. Başladı ve bitti. Ancak programlar devam etti. Hafta içi Timpani'de sohbet ve muhabbet toplantısı oldu. McPhee bir tat bir doku kıvamında müziğinden örnekler verdi. Timpani'deki performans ve sohbetin videoları mevcut. Sevgili Adnan Arduman videolara alt yazıda eklemiş. Buraya tıklayarak büyük ustanın keyifli sohbetinden bazı bölümler dinleyebilirsiniz. Meraklısına bulunmaz nimet...


Konserin akabinde geleneksel olduğu üzere imzalar alındı, o cicilerimi de yakında eklerim bloğuma. Yazının sonunda ie teşekkürler. Tabii ki yine ilk teşekkür eşime. Yine bir konser yine ben İstanbul'da eşim İzmir'de. Ama bu defa bir kaç gün sonra kendi işlerini toparlayıp kısa bir İstanbul turu attık beraber. Diğer büyük teşekkür konserin sponsoru TSP firmasına. İçimizi bukan tek şey, konserin gerçekleşmesinde en önemli payı olan insanlardan olan Sevgili Savaş Arıhan ağabeyin çeşitli sebepler ile konsere gelememesiydi.

Her konser yazısında yaptığım gibi bitireceğim bu yazıyı; KonstruKt (Umut Çağlar, Özün Usta, Korhan Futacı ve Korhan Arguden) elinize, kolunuza, nefesinize ve yüreğinize sağlık! Joe McPhee’ye Allah uzun ömürler versin, daha nice performanslarını keyifle dinleyelim…

İzmir Semalarında Doğaçlama Gecesi: Konjo ve Noksan


İzmir'de yaşayıp çok fazla yenilikçi müzik dinleme fırsatımız yok. Caz festivalleri, konserler olmuyor değil ancak son yıllarda nedense daha ana akıma kayış var. Durum böyle olunca benim gibi biraz şanslı insanlar özellikle İstanbul'da kurtlarını dökebiliyorlar. Geçenlerde Facebook'a boş boş bakarken Şevket Akıncı'nın İzmir Fransız Kültür Merkezinde konser duyurusunu görünce irkildim. Konser 04 Nisan Cuma günüydü ve aynı gün öğle saatlerinde haberim olmuştu. Aslında bu da ayrı bir İzmir geleneği ortalıkta ne konser oluyor ne etkinlik var, pek belli değil. Şansa denk gelmek veya birilerinin (özellikle Aydın Eroğlu) haber vermesi gerekiyor. Öbür türlü bir şeyler kaçıyor devamlı. Neyse efendim, hızlı bir şekilde geleneksel akşam rakı-balık etkinliğini iptal edip Seçil Hanım ile Alsancak'a doğru yola çıktık.

Aslında içten içe, eşimden biraz korkuyordum, fazla deneysel işleri sevmiyor ve evde bu tarz müziği dinleyeceğim zaman kulaklık ile idare ediyorum. Ancak konserlerde daha rahat oluyoruz, aslına bakarsanız evde müzik setinde bu tarz müziği dinlemekten ziyade bende konser tercih ederim.Bakalım akşam ne olacak..

Konserin saatini yanlış öğrenince biraz önce gidip Şevket Akıncı ve diğer müzisyenlerle ile sohbet ettim. Konser saati geldiğinde ise ilk önce "Konjo" sahne aldı. Konjo ekibi şu şekilde; Şevket Akıncı: Gitar, dombra, vokal. Orçun Baştürk: Davul, gitar, vokal. Sumru Ağıryürüyen: Vokal, akustik vurmalı çalgılar.

Bu tarz müziği kategorize etmek çok zordur zaten buna gerek yoktur. Konjo ekibini bir çok farklı projelerden tanıyoruz ve her müzisyen birden fazla enstrüman çalabildiğinden sahnede doğaçlamaların havalarda uçuşacağı zaten çok belli. Elektronik altyapılar üzerine, caz, blues ve etnik öğelerin bir birleşimi olarak tanımlarsam yanlış olmaz. Örneğin benim zihnimde Moğol/Türk etkileri, şamanlar canlandı konser boyunca. Eşimin şamanlar ve Hint yarımadasından ezgiler akmış zihninden. Birazcık Albert Kuvezin'in Yat-Kha'sı, azıcık Huun-Huur-Tu... Bu tarz müziğin bence en büyük güzelliği müzisyenin ne düşündüğü değil sizin olayı nasıl anlamlandırdığınız... Aynı konseri seyreden çok sayıda insanın düşünceleri kimi zaman bambaşka olabiliyor.



Kısa bir aranın ardından sahneye "Noksan" çıkıyor...

Noksan bir nevi bir müzisyenler topluluğu. Anladığım kadarı ile her konserde farklı bir ekip sahneye çıkıyor ancak kendi tarzı açısından bir nevi "super band" tabir edilebilir. İzmir konserinde topluluk şu isimlerden oluştu. Sarp Keskiner: Gitar, orglar, oyuncaklar, kil flütler, melodika. Orçun Baştürk: Davul, ziller. Şevket Akıncı: Gitar, piyano. Cem Karal: Bas. Kemal Begtaş: Sampler, çeşitli enstrümanlar..

Yine müziğin kategorize edilmesi açısından kendimi hiç zorlamayacağım. Elektronik alt yapılar (ki bazen üst yapıda demek mümkün oluyor) ile deneysel rock, blues ve çok sayıda enstrümanın yardımı ile farklı coğrafyalara uzayan bir tarz..

Önümüzdeki günlerde Müzik Hayvan'ından bazı örnekler dinleme şansı bulacağız. Takip etmekte fayda var. Bu arada bloğu takip edenler açısından havadis olabilecek bilgi; Sarp Keskiner'in Müzik Hayvanı / Kronovox Archives ismiyle çok sayıda vukuatı yayınlanacak. Sevket Akıncı keza bazı vukuatlarla Müzik Hayvan'ından albüm yayınlıyor. Takibe devam...



Fransız Kültür Merkezinin konser salonunu çok özlemişim yahu. Neredeyse çocukluğum burada geçti! Valla eski bir salon, çok özelliği yok daha doğrusu AASM gibi iddialı değil ama bana sorarsanız bir çok salondan daha keyifle müzik dinleniyor.

Çok güzel oldu bu Cuma akşamı...

Not: Mutlaka soranlar olacak, konser sonunda Seçil Hanımın durumu ne oldu diye. Özellikle "Konjo" performansına bayıldı. "Noksan" performansını da beğendi. Eh körle yatan şaşı kalkarmış değil mi?