Gwangwon Arthall Galerisi
Hem "Twittering Machine" hemde "It Is Hifi" bloglarında rastladığım bir sanat galerisi. Kore'de bulunan bu galeri içerisinde hifi tarihinin altın çağında üretilmiş bir kısmın önemli cihazları dinlemek ve görebilmek mümkün. Liste oldukça uzun ancak bir kaçını yazayım. JBL'den Paragon ve Hartsfield ki bence her ikisi de çok güzel hoparlörlerdir. EV Patrician Ⅱ. EV deyince biliyorsunuz EV Electro Voice firmasının kullandığı bir kısaltma. Biz genelde bu firmayı seslendirme sistemleri ile tanıyor olsak da, Uzakdoğu'da 1980'li yıllarda ürettikleri hoparlörler bayağı ilgi çekiyor. Bir araştırmak lazım...
Klangfilm Bionor KLL433, ALTEC A-4, Western Electric 16A, 46, 555, MC 2500 derken liste uzadıkça uzuyor. Klangfilm 6S-ELA-2805 de ilgi çeken cihazlardan bir tanesi. Bu arada Uzakdoğuluları anlamak çok zor. Koskoca hoparlörleri, Amerika ve Avrupa'dan nasıl toplayıp ülkelerine götürmüşler. İşin komik tarafı şu an özellikle Avrupalılar günümüzde bayağı ağlayıp zırlıyorlar bu konuda. Neredeyse geçmişin tüm önemli hoparlörlerini Uzakdoğuya kaptırınca çoğu meraklı için bu hoparlörleri dinleyebilmek hayal. Amerika'da ise durum biraz daha iyi. O kadar çok mal üretmişler ki, yıllardır stok bitmediği gibi devamlı yenileri de bulunuyor.
Hakancez Oyun Dünyasında: Demon Hunter Olmak :)
Diablo III'ü Demon Hunter (DH) olarak oynamaya devam ediyorum. Biliyorsunuz DH ile çok farklı tarzlarda oynanabiliyor. Oynayan hemen herkes biliyordur, Glass Cannon, Survivability, Tank olarak oynayan DH oyuncuları var. Şimdi de Battlefield Engineer listeye eklenecek. Ben oyun başlarında Glass Canon olmaya niyetlendim. Ancak yaş itibarı ile reflekslerimin pek iyi olmadığını kabul edene kadar bayağı sorun yaşadım. Sonrasında kendi uyum tarzıma uygun bir karakter yaratmayı başardım. Daha yapılacak çok şey var tabii ki...
Oyunun ilk günlerinden itibaren özellikle Athene yüzünden DH çok popüler oldu ve bu yüzden ekipmanı her zaman pahalı. Ben oldukça ekonomik bir ekipman toplamaya çalıştım. En pahalı ekipman 1M aldığım Manticore idi arkasında ise her biri 200K tutarında toplam 400K'ya mal olan Danetta Creed idi. Bu halde oyunu rahatlıkla oynayabiliyorum. Bazı elit ve champion pack'ler de sıkıntı yaşıyor olsam da, kite ederek veya farklı çözümlerle bu sıkıntıları aşmak mümkün. Şu sıralar daha çok arkadaşlarımla oynadığımdan önde tanklar olunca neredeyse hiç ölmeden ACT III'ü tamamlayabiliyorum.
Şimdilerde çift crossbow oynayan yok pek ama ben arada oynuyorum. Benim karakterin linki ise burada..
Yukarıda ayrıntıları görebileceğiniz gibi, çok iyi özellikleri olmayan Manticore ile toplam damage 40k Sharshooter ile 150K civarına yükseliyor. Danetta Creed seti ile toplam damage düşüyor ancak farklı zamanlarda farklı avantajlar sağlıyorlar. Savunma özellikleri ise life 43K, armor yaklaşık 6k ve All resist değerleri ise 360 civarında. Dikkat edeceğiniz gibi life değeri ortalama DH standartlarına göre biraz yüksek dediğim gibi refleksler eskisi gibi çabuk yanıt vermediğinden life miktarı bana ek tepki süresi veriyor. Armor ve all resist değerleri ise ortalama DH standartlarında.
Bir de Danetta Creed 1h Crossbow'larla yaptığım bir konfigürasyonum olduğundan bahsettim. Her iki silahta da ek Disciple (19) ek hatred generation ve göreceli yüksek LOH değerleri var. Silahlar en üst düzey olmasa da çok ucuza denk gelmişti (200K tanesi) Bu silahları genelde yanımda taşıyıp reflect damage veren düşmanlarda bunları tercih ediyorum
Blizzard'çılar ilginç bir karakter yaratmışlar. Bence DH Lore'u da son derece zevkli. İlerleyen dönemlerde romanlarla geliştirirler herhalde..
Benim stratejim her iki konfigürasyonda da mümkün olduğunca hatred generation'a yüklenerek rapid fire veya benzeri sağ fare büyülerini uzun süre kullanarak maksimum damage verebilmek ve her konfigürasyonda mümkün olduğunca ek Disciple'a sahip olup sıkıntılı zamanlarda ortadan kaybolmak.
Görebileceğiniz üzere karakterin ekipmanı üzerinde yapılabilecek çok şey var. Daha fazla Critical Chance (CC) daha fazla Attack Speed veren ekipmanlar ilk bakışta fark ediliyor. Zaman içerisinde daha fazla altın harcayarak edinilebilir. Ekipmanda MF veya gold find gibi ek özellikler yok. ACT I ve II için ayrıca sandıkta birer set tutuyorum. ACT III için böyle bir kombinasyonum yok şimdilik çok hem yaşayıp hemde iyi loot yapabileceğiniz ekipman çok pahalı.
Demon Hunter dünyasında bir süre daha takılmaya devam edeceğim sanırım. Bu arada Diablo oynayanlara oyundaki mahlasımın quorthan#2815 olduğunu hatırlatayım beni arkadaş listesine ekleyebilirsiniz...
Bir Zihni Sinir Projesi
Amerikalı bir arkadaşımız plak dinlerken kullandığı sistemi ev dekorasyonunun bir parçası haline getirmeye karar vermiş ve yukarıdaki manzara ortaya çıkmış. Her taraftan geçen kablolar, devre kartları derken ortaya çıkan manzara oldukça değişik. Hoş tabii ülkemizde böyle bir şeyi -artık dekorasyon veya ne derseniz deyin- yapabilecek insan sayısı azdır. 5 adet kabloya laf eden eşler varken bunu yapabilecek insan sayısı azdır herhalde. Benim bir ara buna benzer bir bilgisayar projem vardı. Tüm parçalar tozdan leş gibi olunca vazgeçmiştim.
Çok Özledik; Amy Winehouse
Geçenlerde aklıma geldi bayağı bir Amy Winehouse dinledim. Winehouse’u bu kadar değerli kılan şey bence soul müziğin önemli kadın solistlerine olan ilgisi sayesinde müziğinde yakaladığı çizgidir. Müzik tarihini incelemeyen, müzik dinlemeyen bir insanın böylesine bir karışımı elde etmesi mümkün değildir. Winehouse tahmin edebileceğiniz gibi iyi bir müzik dinleyicisidir aynı zamanda… Bunun yanında dünya müziğinde gitgide geriye düşen İngiliz müziğinin yeniden başarıdan başarıya koşmasını sağlaması önemlidir. 2000′lerde İngilizlerin dünyaca çok tanınmayan ama kaliteli müzik dergileri sıralamasında en başlarda kendilerine yer bulabilecek bağımsız müzik dergilerinde Winehouse rüzgarı öyle bir esiyordu ki, bu dergileri okuyanların onun müziğini merak etmemesi imkansız gibi bir şeydi. Bu dönemlerde de Winehouse’un kimyasallarla arasının iyi olduğu biliniyordu ancak ölümcül sorunlara yol açması olasılığı pek yoktu. Müzik dünyasının görünen yüzünden daha derinlere girdikçe konuşulmayan gerçekler vardır. Hemen herkes bu gerçekleri bilir ama küçük ve bağımsız hareket eden müzik dergileri, dinleyiciler ve müzisyenler arasında adı konulmamış bir sessizlik yemini vardır. Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Günaydın :) LP'lerin önlenemez yükselişi
Radikal Gazetesi'nde 13/05/2012 tarihinde yayınlanan Naim Dilmener imzalı yazı LP'lerin önlenemez yükselişi.
-------------------------------------------------------------
Müziğin tarihi, pekala formatlar ya da kayıt ortamları üzerinden de ferah ferah okunabiliyor, hem de ilk gün ya da yıllardan başlayarak. Bilen biliyordur ama tekrarlamakta fayda var. Müziğin tarihi eskidir, binlerce yıl öncesine uzanacak kadar eski. Ama yine de bugün alışık olduğumuz tarzda yaygınlık kazanması, gündelik hayatımızın içine sızması oldukça yeni. Bunun olabilmesi için, öncelikle müziğin kaydedilebilir olması gerekiyordu ve bu da ancak 1877’de gerçekleşebildi. Thomas Edison bir süredir üzerinde çalıştığı sesleri kaydedebilecek bir aletten, ancak 1877’nin 6 Aralık günü istediği sonucu aldı. O gün, fısıldadığı “Mary had a little lamb” cümlesini nihayet kaydetmeyi başardığını gördü ve sesleri bir silindir üzerine rapteden bu aleti “phonograph” olarak isimlendirdi.
Bir on yıl kadar sonra da Emile Berliner çıktı sahneye; onun keşfi epeyce farklıydı. Günümüzde kullanılan kayıt ortamlarına benzer yuvarlak diskler üzerine kayıt yapıyordu keşfettiği alet ve “gramophone” olarak adlandırdı. Keşifler tamamdı. Ses artık kaydedilebilir, yayılabilir, dağıtılabilir bir şeydi ve bunun için bir değil iki farklı yol vardı. Müzikte ticari rekabet ilk alınan nefesle başlamıştı.
Bantlar, plaklar, kasetler...
Sonra da aynen devam etti. İşin içinde “para” varsa, herkes bu paranın kendi cebine akması için elinden geleni ardına koymuyordu. Makara bantlı teypler, plaklar, kasetler girdi devreye. Kullanılan malzemenin aynı olduğu durumlarda dahi, firmadan firmaya hep bir şeyler fark ediyor ya da değişiyordu. Dijital çağa bile böyle gelindi. CD’nin keşfi dahi bu konuda bir rahatlama ya da basitleştirme sağlayamadı. Özellikle de ilk yıllarında. CD’ye kayıt yapılabilen o ilk yıllarda, her alet ancak kendi markasını taşıyan boş disklere kayıt yapabiliyordu mesela.
CD’nin keşfiyle birlikte, (kaset ve plak gibi) daha önceki formatların tarihin derinliklerine gömüleceği de sanılıyor ya da varsayılıyordu. Öyle ya, müzik artık yepyeni bir kayıt ortamı üzerinden yayılacak ve dinlenecekti. Kim, hangi sebeplerle eski bir formatta ısrar edebilirdi ki?En azından ilk yıllarda bu beklenti gerçekleşti de. LP satışları azalmaya yüz tuttu, sıfırlanacağı günler sayılmaya başlandı. Ama öyle olmadı. LP’ler hiçbir biçimde çekip gitmedi hayatımızdan. Eski kuşak koleksiyoncuların tutkusu, her zaman bu formatı bir biçimde gündemde tutmaya yetti. Sonra bu nokta da geçildi. Genç kuşak da, hem boyutları hem de görselliği bambaşka olan bu formatın cazibesine kapıldı ve pikap almaya, plak dinlemeye başladı. Derken olanlar oldu: LP satışları yükselmeye başladı.
Senar, Pekkan, Aksu...
2011, müzik piyasasının 2004’ten beri durmadan aşağı doğru inmiş satış rakamlarının toparlanabildiği bir sene oldu. Rakamlar düşmemiş aksine yükselmişti. Ve tuhaflığa bakın ki, buna sebep olan gelişmelerden biri de LP satışlarındaki yükselişti. Müziğin rakamlarını toparlayan, ölçen biçen Nielsen SoundScan, yeni yılda yayımladığı raporunda, LP satışlarının giderek arttığını açıkladı.
Elbette bir kısmımız şaşırdı ama hepimiz değil. Çünkü bizim buralardan bile bu işlerde ilginç gelişmeler yaşandığı fark edilebiliyordu. Hem plaklara hem de bunları çalabilecek aletlere internetten satış yapan sitelerde daha fazla ilgi gösterilir olmuştu. Genç kuşak koleksiyoncular yalnızca geçmişe özlem nedeniyle değil, daha sahici bir ses verdikleri için düşmüştü bu geçmiş zaman malzemelerinin peşine. Zaten ağabeyleri ve ablaları da aynen bunu söyleyip duruyordu. Dijital kayıtlar o kadar kusursuz, o kadar mükemmeldi ki, bir noktada inandırıcı gelmemeye başlamışlardı. Yapay hatta sahte gibi gözükür olmuşlardı.
Ve zaten çok miktarda LP de basılıyordu artık. Sezen Aksu (Bahane, Bahane Remixes) Nazan Öncel (Hatırına Sustum), Teoman (En Güzel Hikayem, Söz Müzik Teoman ), Sibel Can (Benim Adım Aşk) ve başka star’lar, bu formatı bir prestij unsuru gibi görmeye başlamış ve albümlerini (CD’nin yanında) bu şekilde de yayımlamaya başlamışlardı.
Devamı da geldi. Başını Yavuz Asöcal, Emre, Elenor, AJS ve diğer firmaların çektiği bu hareket yayıldıkça yayıldı. Yakın zamanda Ajda Pekkan’ın ‘Best of Ajda’, ‘Ajda 1990’ ve ‘Seni Seçtim’ adlı albümleri bu formatta basıldı. Zeki Müren’in ‘Türk Sanat Müziğinin Paşası’, ‘Saklı Kayıtlar’ ve Müzeyyen Senar’ın ‘Yayınlanmamış Şarkılar’ plakları da raflarda. Sezen Aksu ’nun ‘Sen Ağlama’, Barış Manço’nun ‘Mançoloji’ ve Cem Karaca’nın ‘Ölümsüzler’ serisi de öyle.
Plağı olan albümün CD’sini beklediğimiz günlerden, CD’si olan albümün LP’sini beklemeye başladığımız bir zamana geldik. Plakçılar LP kaynıyor. Bunları çalacak aletler de marka marka. Hem de modern çağa ayak uydurmuş, USB girişli ve dijital kayıt yapabilen bir kılıkta. CD öldü, LP ise yaşıyor. Öngörülen bu değildi halbuki.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)