İleri Seviye Koleksiyoncular İçin Bilgiler: Plaklardaki Gizli Mesajlar
Plak koleksiyoncuları için bazı eğlenceli konularda vardır. Bunlardan en önemlisi sizlere neredeyse 1 aydır bahsettiğim “matriks” kodları ile alakalıdır.
1960'lardan itibaren bazı kayıt veya plak hazırlama mühendisleri hazırladıkları plaklarda yer alan kodların arasına bazı aslında olmaması gereken “şeyler” eklemeye başlarlar. Bunlar bazen fazladan kod harf veya sayıları olabilirken bazende esprili karikatürler veya çizimler bile olabilir. Bu tuhaflıklar plak koleksiyoncuları arasında en çok aranan şeylerdir. Zaman içerisinde bu bir gelenek haline gelmiştir. Tabii her plak firmasının ürettiği her plakta böylesine bir durumla karşılaşılmaz. Hatta farklı plakaların kullanıldığı aynı albümün aynı fabrikadan çıkan üretimlerinde bile nadiren denk gelebilir. Bunlara denk gelmek biraz şans, bundan çok daha fazla ise bilgi ve merak gerektirir.
Hemen bir not ülkemizde bu tarz bir duruma denk gelmedim. Konuyla alakalı herhangi bir yazı veya metin zaten bulunmuyor. Sohbetine de denk geldiğimi hiç hatırlamıyorum..
Peki bu tuhaf olay nasıl ortaya çıkıyor. Sonradan gelenek haline gelen bu esprili mesaj ve kod olayı çok önemli bir plak hazırlama mühendisi olan George Peckham tarafından başlatılmış. Peckham öylesine önemli bir mühendis ki, 1960'lardan itibaren İngiltere'de aklınıza gelebilecek tüm önemli plak firmalarında çalışıyor. Gittiği her firmada bu kodları yaptığını düşünürseniz ortada binlerce olması gereken matriks kodlarından farklı plak kodu olduğunu hayal edebilirsiniz.
Normal koşullarda her plak hazırlama mühendisinin bir kodu olur. Bu kod genelde isminin veya soyisminin baş harfleri olur. Örneğin George Peckham'ın kodunun muhtemelen “G” veya “P” veya “GP” olması gerekir. Ancak Peckham kendi içinde son derece esprili bir adamdır ve matriks kodlarına olması gereken harfler yerine "Porky" yazmaya başlar. Porky İngilizcede şişko için kullanılan bir argo terimdir. Peckham bununla da sınırlı kalmaz "A Porky Prime Cut" ibaresini kazımaya başlar master plak plakalarına. Hemen aşağıdaki fotoğrafta bu yazıyı görebilirsiniz. Bu durum uzun süre fark edilmez. Ardından Peckham başka haylazlıklar yapmaya karar verir. Bazen basmakta olduğu plaktaki müzisyenlerle alakalı bir şeyler karalar, bazen önemli sözler veya deyimleri kazır plakalar üzerine. Zaman içerisinde ufak ufak çizimler yapmaya başlar. Bazen çizgi film kahramanlarını bile taşır plak plakalarının üzerine. Zaman içerisinde bu durum fark edilir ve farklı mühendisler ve teknisyenlerde benzer işler yapmaya başlarlar. Hatta İngiltere'de başlayan bu gelenek kısa süre sonra Avrupa'nın geri kalanına hatta Amerika'ya kadar uzanır. Günümüzde CD'lerde de bu tarz tuhaflıklara yer veriliyor ancak olayın başlangıcı yazdığım gibi George "Porky" Peckham'dır. Kendisi ile yapılmış birkaç röportajda konuyla alakalı çok eğlenceli bilgiler veriyor. Belki ilerleyen aylarda bir çeviri yapabilirim. Söz vermiyorum ama :)
Son olarak bu tuhaflıkların nerelere varabileceği bir örnek vermek isterim. 1977 yılında Elvis Costello'nun ilk plağı My Aim Is True'nun yayınlanması sırasında bir yarışma yapılır. Plağın bir yerlerinde bir mesaj olduğu ve bu mesajı bulanların bir telefonu aramasıyla imzalı bir Elvis Costello fotoğrafı kazanacakları duyurulur. Tahmin edebileceğiniz gibi işin perde arkasında George "Porky" Peckham vardır. Plağın master plakalarında matriks kodu olarak bir mesaj kazınmıştır.
Peki bu gizli mesajların değeri nedir derseniz. Led Zeppelin'in 1970 yılı albümü Led Zeppelin III yayınlanmadan önce çıkan 45'liklerden bir tanesi olan Immigrant Song'un İngiltere baskılarının bir kısmında plağın hemen kenarında "Do What Thou Wilt Shall Be The Whole Of The Law" ibaresi vardır. Bu durum çok sonradan fark edilir, çünkü üretilen 45'liklerin neredeyse tamamında bu tarz bir yazı yoktur. Sonunda iş anlaşılır bir çok ülkeye gönderilen asıl plak plakalarında George "Porky" Peckham bu cümleyi kazır. Immigrant Song'un orijinal 45'liği günümüzde gayet pahalıdır ancak bu farklı versiyonu binlerce Dolar'a el değiştirmektedir. Led Zeppelin koleksiyoncuları hala bu özel plakların peşindedir.
Aklınızda bulunsun plaklarınızı temizlerken veya çalarken iç kısımdaki “dead wax” denilen yani plağın iz olmayan bölümlerine bir göz atın. Belki sizde esprili bir mesaj bulabilirsiniz.
Hi-Light Kulaklık
Yaz geldi ve renkli ürünler ortaya çıkmaya başladı. Mercury Innovasion isimli bir firma tam anlamı ile rengarenk kulaklıkları meraklılara sundu. Hi-Light olarak isimlendirilen kulaklıklar yaklaşık 40 Dolarlık fiyat etiketine sahip. Kulaklıkların sürücüleri 40mm, frekans yanıtı 20~20 KHz aralığında verilmiş. Ürününü hassasiyeti 108 dB, empedansı ise 32 Ω. Bu değerlere göre kulaklığı her türden taşınabilir müzik çalar ile kullanabilmek mümkün..
22. Akbank Caz Festivali: Anthony Braxton Diamond Curtain Wall Konseri
22. Akbank Caz Festivali programı açıklandığında içimi bir heyecan sarmıştı. Anthony Braxton'ı canlı canlı dinleme fırsatı sonunda elime geçmişti. Konser programı açıklanır açıklanmaz hemen programımda ayarlamalar yaptım ve uçak biletimi aldım. Biliyorsunuz ben İzmir'de yaşıyorum ve öyle her konsere gidip gelebilmek çok mümkün olmuyor. Senenin bazı dönemlerinde "canlı izlemek istediklerim" listemdeki müzisyenler denk geldiğinde elimdeki tüm imkanları zorlayıp İstanbul'a gidiyorum. Anthony Braxton benim izlemek istediklerim listesinde en önemli isimlerden bir tanesiydi. İçimi kaplayan heyecanı sizlere anlatamam.
Aslında 2012 senesi konserler açısından çok verimli geçti benim için. Listenin en üst sırasında ICP Orchestra var. Nasıl olmasın. Ab Baars, Han Bennink ve Misha Mengelberg'i bir arada dinleme fırsatım oldu. Geç tanıdığım eski Doğu Alman ikili Uwe Kropinski ve Joe Sachse, Tomasz Stanko, bence müthiş bir topluluk olan İtalyan Livio Minafra Quartet derken liste uzar ve uzar. Aslında listeye yazılacak çok konser var. Eh bunların üzerine Anthony Braxton seyredecek olmak 2012'nin konserler açısından harika bir sene olması için yeterliydi.
Braxton deyince müziğini anlatmak pek mümkün değil. Bu yüzden kendi yorumuyla "creative music" yani "yaratıcı müzik" kavramı aslında her şeyi açıklıyor. Braxton'a bakarsanız sonu kesilmeyen arayışlarda olan bir müzisyen olarak tanımlıyor kendisini. Son yıllardaki çalışmalarında bunu görüyoruz zaten. Braxton'ın sayısı yüzlerle ifade edilen albümlerinde tek kişilik performanslardan, caz standartlarına, büyük hatta dev topluluklardan çok uç noktalardaki performanslara kadar bu sonu gelmeyen arayışın izlerine rastlıyoruz. Evet Braxton evriliyor bizde evriliyoruz. Zaman durduğu yerde durmuyor ve Braxton bir şekilde zamanı yakalıyor ve hatta ötesine geçiyor. Meraklılar bileceklerdir Braxton'ın müziğini "Tri-Axium Writings" adı altında yayınlanan üç ciltlik bir kitapta anlatmıştı. Aslında dünya müziğine bir bakış ile başlayan bu kitap adım adım müzik teorilerini anlatarak devam ediyor. Ayrıca beş bölümden oluşan "Composition Notes" kitabında yaptığı bestelerin altındaki teoriler ve düşünceler hakkında kapsamlı bilgiler vermiş. Braxton'ın bir çok plağında diyagramlar vardır. İşte bu diyagramlar öyle kafasına göre süs olsun diye çizilmiş şeyler değil. "Composition Notes"a baktığınızda -ki diyagramların açıklamaları mevcut- Braxton'ın müzikal zekasının ne kadar farklı çalıştığını anlıyorsunuz. Diyagramda 3 çizimde Charlie Parker'ın swing'li müziğinden nasıl Braxton yorumuna geçilir mevzularını görsel olarak anlamak mümkün. Ayrıca dnlediğiniz bir plaktaki formasyonu da bu diyagramlar sayesinde anlamak mümkün. Çünkü Braxton bu akış şemasına benzeyen diyagramlarda zaman zaman müzisyenlerin nerede durmaları gerektiğine dair ayrıntılara yer verebiliyor. Bu arada Braxton'ın izniyle "Tri-Axium Writings" dijital olarak edinilebiliyor. Özellikle e-kitap sitelerini kurcalasın meraklılar.
Yukarıda bahsettiğim akış şeması ve diyagramlar Braxton için olmaz ise olmazlardan. Tabii ki İstanbul konserinde de farklı değildi :) Bu arada fotoğraf harika yahu...
Braxton bildiğiniz üzere 1945 doğumlu. Ancak daha önce yazdığım gibi zamanı yakalamak konusunda örnek alınacak bir müzisyen Braxton. İstanbul konserinde kendisini zaman zaman diz üstü bilgisayarının başında gördük. Konserdeki büyünün oluşmasında Braxton'ın hemen her türden parametreyi istediği gibi kurcalayabilmesinin önemli bir etkisi olduğu aşikar. Şaka değil 70'ine yaklaşmış bir müzisyenden bahsediyorum. 1940-50'lerde kalmış, kendini geliştirememiş hatta kendisinin karikatürü haline gelmiş "büyük" müzisyenlere bakınca Braxton'ın değeri benim gözümde daha da artıyor.
Yazdıkça yazacağım coşkuyla ama çok uzatmak istemiyorum aslında. Orada burada okuduğunuz yazılarda şöyle dahi, böyle büyük müzisyen muhabbetleri ile uğraşmak yerine Sonic Genome ve hatta Trillium projeslerine göz atarak Braxton'ın yazarak çizerek anlatılamayacağını kolaylıkla görebilirsiniz. Gelin ben size kısaca Diamond Curtain Wall Quartet'ten bahsedeyim.
Uçakla gelirken yanıma çanta filan alamadığımdan plak veya CD taşıma fırsatım olmadı bende bunun üzerine konser biletimi imzalattım ustaya..
Diamond Curtain Wall aslında stabil bir topluluk değil. Biz aslında Diamond Curtain Wall Quartet izledik konserde. Quartet olunca topluluk, Anthony Braxton, Taylor Ho Bynum, Erica Dicker ve James Fei'den oluşuyor. Diamond Curtain Wall zaman zaman Erica Dicker'siz haliyle Trio haline zaman zamanda gitarist Mary Halvorson'ın katılımıyla Quintet haline geliyor. Biz konserde; sopranino, soprano ve alto saksafon'da James Fei; kornet ve diğer nefesli çalgılarda Taylor Ho Bynum; kemanda Erica Dicker'den oluşan Diamond Curtain Wall Quartet projesini dinledik. Bu üç isimde üzerinde durulması gereken müzisyenler. Örneğin Erica Dicker farklı klasik müzik orkestralarında da çalan bir müzisyen iken, Taylor Ho Bynum Anthony Braxton'dan eğitim alma -kendisi aynı zamanda hocadır- fırsatını bulmuş ve çok ilginç caz topluluklarında yer almış bir isim. James Fei ise aynı zamanda elektrik mühendisi ve diskografisinde çok garip çalışmalar var. İlerleyen günlerde mercek altına alacaklarım listesine yazdım şimdiden Tayvanlı müzisyeni...
Gelelim konser öncesine. İlk önce şunu söyleyeyim, memlekette kara ulaşımı bitmiş. Şöyle ki, ben uçağa binmekten korktuğumdan genelde varsa tren yoksa otobüs ile yolculuk ederim. En son İstanbul'a gittiğimde Ulusoy firması ile yolda perişan olunca, korkunun ecele faydası yok deyip havayolunu tercih ettim. Yine korktum korkmasına da, insan gibi bir yolculuk yaşadım en azından.
Konser günü benim için sabahtan devinimle başladı. Sevgili Reha Arcan'la buluştuk. Yemek, içmek, sohbet, muhabbet derken konsere İzmir'den katılacak kafilenin ikinci bölümünü havaalanından almak için Sevgili Emre Senemoğlu ile buluştuk. İstanbul'lu dostlarımızın keşfettikleri yepyeni bir radyo kanalı sayesinde yolculuk sanki uçan halıda geçti gibi geldi bana, ki İstanbul trafiği bir İzmir'li için nasıl bir kabustur tahmin edersiniz. İzmir'den uçak Allah'tan tam saatinde indi öbür türlü radyo kanalının harika reklam kuşağından bir radyolu lamba, bir adet chipli horlama önleyici ve ek olarak zırhlı, sırlı, faziletli ve nurlu bir kitap sipariş edebilirdim. Sevgili Bruno Manusso ve eşi Laura'yı havaalanından alıp boğazda bir balıkçıya gittik. Valla her şey birinci sınıftı yerken bir ara kendimi kaybettiğimi hatırlıyorum. Tabii bu yeme içme saatlerce sürdü tahmin edebileceğiniz gibi. Sevgili Bruno'yu uzunca bir süreden beri tanırım ve bir çok konser için haber verdiğimi hatırlıyorum, uzun zaman sonra onu Anthony Braxton sevgisi İstanbul'a getirebildi.
Anthony Braxton'a performans için teşekkür ettik ama o bize konsere geldiğimiz ve plaklarını aldığımız için teşekkür etti. Konsere farklı bir şehirden kalkıp geldiğimizi öğrendiğinden çok şaşırdı..
Konserin "The Seed' diye bir mekanda olacağını biliyordum. Meğer Sabancı Müzesi imiş. Çok güzel bir mekan, konser salonu da harikaydı. Zaten konser başladı ve zaman mekan oryantasyonu kayboldu. Cazın ilk dönemlerinden John Cage'e, Charles Ives'e, Karlheinz Stockhausen ve Iannis Xenakis'e kadar bir döneme hatta daha ötesine kendi kulaklarımızla şahit olduk. Tabii ki konser salonunda caz konserine geliyoruz diye araştırıp etmeden gelen bir sürü insan vardı ve Braxton ile ilk kez tanışan bir çok kişi konser salonundan çıktı daha doğru bir tabirle kaçtı. Eh alıştığımız bir sahne.
Braxton konserde 2006 yılında yayınlanan Iridium albümünden sekizinci diskte yer alan Composition No. 357'yi çaldı. Bu kompozisyon neredeyse bir saat sürüyor ve aralıksız tek parça halinde icra edildi, bizimde dibimiz düştü haliyle. Dinleyenler bilecektir bu pek öyle kolay bir kompozisyon değil. Zaten memleketimizde konserde bu çalındı diyebilecek çok az insan olduğunu düşünüyorum. Bizim müzik eleştirmenlerimiz genelde konserlere gitmeden ahkam kesmeyi sevdiklerinden böyle ayrıntılara girmez, giremezler. Zaten kaçının elinde Braxton albümü vardır ki. Salla gitsin!
Konserden psycodelic bir enstantane. Laura, Bruno, Emre ve flulaşmış ve buharlaşmış bendeniz. Objektifin ardından Reha var...
Braxton ile bir daha nerede karşılaşırım nerede bir araya gelirim bilmiyorum ama şu müziği dinleyip, bu konsere gelmeyenler hayatlarının hatasını yapmıştır bence. Konser sonrasında Braxton ile tanıştım, muhabbet ettim, imza aldım. İstanbul'da harika zaman geçirmemi sağlayan dostlara, Akbank Caz festivaline, Braxton'ı konser için ülkemize getiren Pozitif'e sonsuz teşekkürler.
İzmirde Bir Halk Konseri: Erkin Koray
Aslında bu yazı biraz geç kaldı ama bir kaç satır kelam etmeden olmaz Erkin Koray hakkında. 12 Ekim’de Alsancak Vapur İskele’sinde ücretsiz halk konseri yapılacağını duyunca hemen planımı programımı yaptım. Öyle oturduğun yerden müzik dinlemek ile canlı canlı konser izlemek farklı şeyler. Ayrıca konser ambianslarını her zaman pek severim. Eh Erkin Baba burnumuzun dibine kadar gelmiş iken konsere gitmemek "eşeklik" olurdu. Sevelim veya sevmeyelim 1970'lere adını altın harflerle yazdıran isimlerden en önemlilerinden birisi olan Erkin Koray bana kalırsa günümüzdeki performansları ile ayakta durmayı başaran ender isimlerden bir tanesi.
Konak Belediyesi bu sene Kordon'u gerçekten güzel kullanıyor. Yaptıkları bir sürü hatalı iş olsa da, bu konuda haklarını vermek lazım. Hemen her hafta Kordonboyunda bir devinim var, hem ortam çok keyifli oluyor hemde özgür bir şekilde müzik dinliyorsunuz. Ayrıca geniş kitlelerin katıldığı bu etkinliklerde bir sürü farklı türden insan bir araya geliyor olsa da, en ufak bir tatsızlığın yaşanmaması pek sevindirici.
Erkin Koray konseri öncesi Alsancak Doy Doy'da karnımızı güzelce doldurduktan sonra Kordon'a çıktık. Hemen bir not Doy Doy'un et şinitzeli son derece başarılı mutlaka bir ara tadın. Kordon çok kalabalıktı. Çimlerin üzerinde oturanlar, sahil boyunda yemek yiyip, bir şeyler içenler, hemen herkesin keyfi yerindeydi. Konserin ses düzeni son derece başarılıydı. Hele ki bir halk konserine göre. Aslında izleyici profili de son derece ilginçti. Gençler, yaşlılar, bir tarafta başı kapalı genç kızlar, bir tarafta içki içen gençler, bizim gibi kendini genç hissedenler... Anlayacağınız bir Türkiye mozaiği vardı ve herkes Erkin Koray'ın şarkılarına keyifle eşlik ediyor, hoplayıp zıplıyordu. Şu durumu ülkenin dört bir tarafında yakalasak ne güzel olur ama bu pek mümkün gözükmüyor ne yazık ki. Siyaset çok kötü bir şey...
Baba, konser set-listini bilindik şarkılarla oluşturmuş ama şarkıları bayağı bir sert çaldılar. Pek güzel oldu. Konserin bir diğer ilgi çekici olayı, Kurtalan Ekspres'ten tanıdığımız Ahmet Güvenç'in sahnede basını konuşturmasıydı. "Baba"yla beraber coştukça coşan Güvenç sayesinde ezbere bildiğimiz Koray şarkıları daha güzel hale geldi. "Baba"nında keyfi yerindeydi, emprovizasyonlar, seyirciye takılmalar, kafasına göre şarkılara girmeler yani anlayacağınız canlı müzik dinlemenin tüm güzelliklerini yaşattı bize.
Bu arada kim ne derse desin, Erkin Baba yaşına rağmen hala iyi çalıyor ve sahneyi dolduruyor. Valla Konak Belediye'si ve Hakan Tartan'a çok teşekkürler. Bu sene yaz sonundan itibaren Kordon'u doyasıya yaşadık Seçil ile. Erkin Baba ise kapanış için harika bir konser oldu...
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)