Müzik Dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müzik Dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Mobile Fidelity Reklam



Mobile Fidelity günümüzde çok sevilen bir firma. Hem bastıkları albümlerde yaptıkları remaster çalışmaları başarılı hemde bazı aksesuarlar konusunda (örneğin plaklar için inner sleeve yani iç kılıf) çok iyi seçenekler sunuyorlar. Firmanın kurulduğu ilk senelerden bir reklam. Yarım hızda baskı, süper kaliteli kapak ve iç koruma kılıfı yani bugün Mobile Fidelity ve bazı diğer firmaların yaptıkları iş aynıymış Tek fark bugünkü gibi iki tık ile sipariş verememek. Yapmanız gereken poponuzu kaldırıp en yakın müzik markete gitmek. Bence böylesi daha zevkli ama günümüzde çok az müzik market kaldı ne yazık ki...

Sun Ra Mısır ve İtalyada



Sun Ra Mısır ve İtalya'da önemli tapınma merkezlerini ziyaret ederken çekilmiş bir video. Kenarda köşede bulunsun diyerek bloğuma ekleyeyim dedim.. İlk başta çalan Watusa isimli şarkıyı pek severim. Sayısız konserde de Sun Ra orkestraları tarafından mükemmel şekilde seslendirilmiştir. Hal böyle olunca şarkı kendi başına bir marş halini almıştır gönüllerde veya en azından benim gönlümde.. Bu arada adamların mutluluğu gözlerinden okunuyor...

GarageBand ile Saçmalamak



Bu sıralar GarageBand ile saçmalayarak harika vakit geçiriyorum. GarageBand çok acayip bir yazılım. Müzik ile alakalı aklınıza gelebilecek her türlü düzenleme, kayıt ve operasyonu gerçekleştirebilmek mümkün. Yazılım Apple platformunda çalışıyor olsa da, IOS üzerinde yani iPad ve iPhone ile de kullanılabiliyor. Ben iPad versiyonunu edinip kullanmaya başladım. Bende müzik kabiliyeti çok sınırlı olduğu için GarageBand ile bazı hileleri kolaylıkla yapabilmek mümkün. Mesela tam hızında çalamadığınız bir parçayı yavaş çalıp hızlandırmak gibi. Tabii bunu yapabilen bir çok yazılım var ama GarageBand kadar kolaylıkla yapabileni yok. Eğer iPad üzerinden bir enstrüman kayıt etmek istiyorsanız araya bir küçük parça almanız lazım ki fiyatları 30-200 Dolar arasında değişiyor. Bunun haricinde varolan sample'ları birleştirerek saçmaladıkça saçmalayabilirsiniz. İyi vakit geçirip ev halkına kabus geçirtmek isteyenler için harika bir yazılım....

Yakında önemli eserlerimi sizlerle paylaşırım...

Motörhead İyi Haftasonları Diler...



"Lemmy" isimi 2010 yapımı son derece keyifli bir Ian "Lemmy" Kilmister belgeseli vardır belki denk gelmişsinizdir. Motörhead'in beyni pek görüldüğü kadar normal bir adam değil. Belgeselde haliyle çok normal değil. İngilizceniz ne kadar iyi olursa olsun alt yazılı seyredilmesi gereken belgeselde amcanın küçücük evindeki hengameden, yaşamının karmaşıklığına (bir yandan da basitliğine) kadar her şeyi görebiliyorsunuz. Belgesel ülkemizde yayınlanmadı ama malum ortamlardan edinebilir veya yabancı sitelerden DVD'sini alabilirsiniz. Film gerçekten çok güzel ve tavsiye ederim... Yukarıdaki görüntü belgeselden alıntı...

Gilda Filminden Put The Blame On Mame



Gilda muhteşem bir filmdir. 1946 yapımı siyah-beyaz film Charles Vidor tarafından çekilmişti. O dönemin iki ünlü oyuncusu Glenn Ford ve Rita Hayworth baş rollerdeydi. Rita Hayworth filmde müthiş bir femme fatale canladırmıştı. Hala da unutulmazlar arasındadır en azından benim için. Filmde meşhur iki sahnn vardır ve iki sahnede de iki müthiş şarkı çalar. Bunlardan birincisi yukarıda videosunu izleyeceğiniz "Put the Blame on Mame" ve ikincisi de "Amado Mio" tabii ki. Buraya kadar sorun yok muhtemelen sizler zaten bunları biliyorsunuz. Belki bilmediğiniz şey şarkıları Rita Hayworth'un değil Anita Ellis'in söylediğidir. Kanadalı bir isim olan Anita Kert Ellis böylesine iki muhteşem şarkıyı yorumlamış olmasına rağmen hem albümleri hemde filmleri hiçbir zaman çok popüler olmamıştır.

Bad Brains - Banned in DC



Bad Brains Amerika’nın başkenti Washington, D.C.’de 1977 yılında kurulan topluluk hardcore punk türünün öncülerinden bir tanesi sayılıyor. Topluluk hardcore punk öncüsü sayılırken ve gerçekten de öyle iken diskografilerine bakıldığında tam anlamı ile bir kavram karmaşası ile karşılaşacaksınız baştan uyarayım. Çünkü Bad Brains’in funk albümü de var, heavy metal albümü de var, içerisinde reggae , hip hop ve soul etkileri taşıyan albümleri de var. Karmaşa burada kalmıyor ayrıca bir de aynı elemanların içerisinde olduğu Mind Power isminde bir jazz fusion topluluğu da var. Bad Brains adı altında yayınlanan 9 albüm artı yan grupların albümleri de eklendiğinde ortaya çok zengin ve aynı zamanda kafa karıştırıcı bir mozaik çıkıyor. Aslında topluluğun içerisine girdikçe çıkmak çok zorlaşıyor. İşin içerisinde Afrika kökenli politik ve dini hareketlerde giriyor ki, çözebilene aşk olsun… Yukarıdaki video Bad Brains albümünden Banned in DC. Albümle kapsamlı bilgi ahanda burada

The Sex Pistols - Anarchy In The U.K.



Bu ay punk videolarından gidiyoruz:) Punk deyince The Sex Pistols'tan bahsetmemek olmaz. Anarchy In The U.K. şarkısını pek severim ve defalarca farklı topluluklar tarafından yorumlanmış versiyonlarını da dinledim ama orijinal hali de pek güzeldir. Şarkı, Never Mind the Bollocks, Here’s the Sex Pistols albümünden malum. Albümdeki dört şarkı topluluğun daha önceki 45′liklerinden alınmıştı. Geriye kalan bir çok şarkı ise B-side’lar, deneysel şarkılar ve sorunlu şarkıların yeniden ele alınmasıyla oluşturulmuştu. Tahmin edebileceğiniz gibi Sex Pistols’ın dönemin İngiliz mahkemeleri bol bol problemi oluyordu. Özellikle “God Save the Queen” ve “Anarchy in the UK” daha önce 45′lik olarak yayınlanmış ve ortalık birbirine girmişti. Bu iki şarkının İngiltere’ye ve Kraliçe’ye direkt olarak saldırdığı -ki saldırıyordu- söyleniyor ve topluluğun başı dertten kurtulmuyordu. Aslında bu albüm toplumdan dışlananların haykırışı idi. Son derece sinirli ve kızgın bir albümde… Hatta bugün için dahi bayağı sinirli bir albümdür… Daha fazla bilgi isterseniz sizi buraya alalım...

Bonus olarak Megadeth'in Anarchy In The U.K. cover'ını da buraya ekleyeyim arşivde bulunsun. Hiç fena değil, Dave Mustaine'nin ses tonu çok güzel oturmuş. Hadi ben Peace Sells dinlemeye gidiyorum :)

Dead Kennedys - California Über Alles



Dead Kennedys'in marş şarkısı California Über Alles'in canlı bir performans videosu bugünkü videomuz. Şarkı efsane ötesi Fresh Fruit for Rotting Vegetables albümünden. Dead Kennedys’nin müziği karman çormandır, hızlıdır yoğundur serttir ama garaj rock’ı ve saçma sörf müziğine bile göz kırpar. Bunların üzerine Jello Biafra’nın tokat gibi sözleri eklenince müzik bambaşka bir hale gelir. Bu adamlar kendi aralarında kavga edip durmasalar neler olacaktı müzik dünyasında tahmin etmek güç. Fresh Fruit for Rotting Vegetables bu güzide topluluğun ilk albümüdür. 1980′de yayınlanan albüm İngiltere ve Amerika’da farklı plak firmalarından yayınlandı. Tabii ilerleyen yıllarda bahsettiğim kavga dövüş yüzünden albüm üzerinde daha doğrusu baskılar üzerinde bol bol hengame olur. Bir punk albümüne göre anormal satışlarının etkisi ile kavga tabii ki büyür. Jello Biafra’nın ne kadar normal (&%!#) bir adam olduğunu videoda tespit edebilirsiniz. Albümle alakalı kapsamlı bilgi tam burada :)

Ölümünün 17. Yılında Zeki Müren


Zeki Müren'in vefatının üzerinden tam 17 sene geçmiş. Türk müziğinin en önemli ismi midir derseniz muhtemelen değildir. Ancak bana sorarsanız en önemli ismidir, hep öyle kalmaya da devam edecek. Çok çok uzun yıllar önce anneannem hayatta iken en sevdiği şarkıcıydı Zeki Müren. Çocukken hayal olarak hatırlıyorum radyodan süzülen sesini. Hiç duymadığım ilginç bir diksiyon ve vurgular. Bir çok insan gibi bende büyülenmiş şekilde radyoyu dinliyordum. Seneler geçti sonra televizyonda sanırım özellikle yılbaşlarında TRT programlarında onun her ekrana çıkışı olay oluyordu. Ha bir de Nesrin Topkapı vardı. Tam gece yarısı dans ederdi elinde sopasıyla. Sanırım bugün her türden göbek dansı , burlesque veya pole dansı merakımı da Nesrin Topkapı'ya borçluyumdur. Ne olay oluyordu ama tüm memleket gece yarısını bekliyordu herhalde. Tek kanal dönemi işte. Daha sonra özel kanallar açılınca işin tadı kaçmıştı. Zaten sonraki dansözlerde Nesrin Topkapı değildi. Garip makyajlar, daha açık kıyafetler, saçma sapan hareketler. Olayın tüm estetiği ve zerafeti uçup gidiverdi.

Yaş ilerledikçe genç bir çocuk olarak farklı müzik türlerine merak saldım tabii ki. Heavy metal ile başlayan süreç daha ekstrem türlere gitmiş sonrasında ufak bir sakinleşme döneminin ardından avant garde müziği keşfedince ilşler daha da karışmıştı ama ne zaman Zeki Müren'in şarkı söylediğini duysam oturur dinlerim. İşin komik tarafı istemsizce söylemeye bile başlarım işte bazen. Aklıma kazınmış işte...


Mitleri veya hikayeleri biliyorsunuzdur zaten. O dönemin Türkiyesi acaba daha mı ileriydi veya hoşgörülüydü bilemiyorum. Günümüzde Zeki Müren o dönemlerde yaptıklarını yapsa veya o giydiği meşhur kıyafetleri giyse sanırım büyük olaylar çıkacaktır. Ama Zeki Müren o dönemlerde ne yaparsa yapsın, ne giyerse giysin insanlar onu sevmeye, dinlemeye ve alkışlamaya devam etmişler. Garip değil mi? Muhtemelen Zeki Müren'i kanıksamıştı insanlar. Tabii konserlerine bakınca durumu anlamak mümkün. Bir halk konserinde bile seyirci ile öyle kibar öyle tatlı bir dille konuşmuş ki, insanlar büyüsünün etkisinde kalıyorlarmış. Örneğin meşhur bir Bodrum konserinde Şimdi Uzaklardasın şarkısını söylemeden önce seyircilerden nakarat bölümlerine eşlik etmesini rica ettiği bir bölüm vardır. Seyirciyi öyle bir onurlandırır, öyle bir havaya sokar ki, kameralar seyircilere döndüğünde insanlar hipnotize olmuş gibidir. Ne evlerinde eşleri, ne anne babaları, ne işyerlerinde patronları veya çalışanları oradaki insanlara öylesine zarif şekilde konuşmamıştır muhtemelen. Haliyle insanlar kendilerine gösterilen zerafetin kat be kat fazlasını gösteriyorlardı Müren'e...

Rahmetli anneannem bana fuar zamanlarını anlatırdı. Hatta annemde hatırlıyor bazı şeyleri. O zamanlar İzmir Fuarı anlaşılan şimdiki gibi saçma sapan bir panayır değildi. Ben sanırım sonuna yetiştim dönemin. Zaten her şeyin en güzel olduğu dönemi kaçırmışım ne yazık ki. Hem gazinoları kaçırdım hemde pavyon çağının. Her ikisininde sonuna denk geldim. İşlerin rengi değişmişti ne yazık ki ben yetişene kadar. Neyse Fuar dönemi Zeki Müren'in çıkacağı gazino mahşer gününe dönermiş. Rahmetli hemen her sene seyrettiğinden bahsederdi Müren'i. O dönemin konserleri veya gazino programları da şimdinin konserleri gibi hatta daha ihtişamlıydı videolardan anlayabildiğim kadarı ile. Zeki Müren haliyle sahneye ön son çıkıyordu (bugünün headliner mevzuu gibi) ve istisnasız her şarkıcı sahne alırken önemli bir sunucu (genelde Halit Kıvanç) salonu bir dalgalandırırmış. Öncesinde güzel sözler söyleyip herkesin beklediği sanatçıyı sahneye çağırma konusu bence zarif bir şey. Youtube üzerinde çok güzel örneklerine denk gelebilirsiniz.

Bugün ben dahil en beklenmeyecek insnaların dahi Zeki Müren söz konusu olduğunda söyleyecekleri bir şeyler vardır. Genelde bunlar çok olumlu şeylerdir. Yani birçok kişi sever Müren'i. Hatırlarda o kadar sene geçmiş olmasına rağmen hala yer alır, unutulmamıştır.
Buraya kadar her şey iyi hoş. Ancak şimdi karanlık tarafa geçelim yavaş yavaş. Zeki Müren hakkında internet üzerinde veya yazılı olarak o kadar az bilgi var ki. Açın Wikipedia'nın Zeki Müren maddesini içler acısı durumu görün... Çekilen bir kaç belgesel var Allah'tan, bazı önemli bilgilere ulaşmak mümkün oluyor ama yaşıtları zamana yenik düşüp aramızdan ayrıldıkça bir çok hoş anı, anektod ortadan kayboluyor ne yazık ki...


Diğer rezillik ki, aslında daha fazlasını söylemek lazım böylesine sevilen bir insanın diskografisinin ortalıktan adım adım kalkmış olduğu gerçeği. Kayıtlarda 45'likler dahil 600 adet albümden bahsediliyor. Bunlardan pek azı ulaşılabilir durumda. Benim ve eşimin şahsi arşivlerimizde bir kaç yüze yakın 45'lik var sanırım. Ancak bunların daha güncel edisyonları sözgelimi CD formatında basılmamış veya yok olmuş gitmiş. Sadece Zeki Müren değil, Türk müziğine damga vurmuş önemli isimlerin şarkılarına albümlerine ulaşmak ne mümkün. Tabii ki özel arşivlerde ve koleksiyoncuların elinde harika parçalar olduğunu bizzat gördüm, biliyorum ama size bana bir faydası yok.

Son dönemlerde basılan bir kaç plak, ortaya çıkan bir kaç CD var. Hadi eğri oturup doğru konuşalım durum içler acısı. Tamam bende aldım hepsini ama düzgün şekilde re-master yapılmış bir albüme daha fazlasını vermeye hazırım. Hoş yayınlananların fiyatları yüksek ve o fiyatları hak ettiklerini pek düşünmüyorum. Bunların arasından sadece TTNet müziği pas geçebilirim. Bayağı güzel bir çalışma yapmışlar ve bayağı bir albümü meraklılara sunmuşlar. Kullanıcısı değilim ama liste gitgide genişliyor...

Zeki Müren deyince aklıma gelen şey anneannem ve hepsi güzel anılardır. Zeki Müren'in ölüm yıldönümünde her ikisini de anmış olayım. Nurlar içinde yatsınlar...

Plak Satışlarındaki Artış Devam Ediyor...


Yukarıdaki "infographic" 1993 yılından 2012 yılına kadar plak satışlarını basit bir grafikle gözler önüne sürüyor. Özellikle 2008 yılından itibaren artış büyük boyutlara ulaşmış durumda ve söylenenlere göre 2013 senesinde rekor bir rakam bekleniyor. Tabii ki rakamlar sene sonuna doğru ortaya çıkacaktır. Ancak bu basit grafik bile artışın boyutlarını bize çok kolay şekilde anlatıyor. Tek sıkıntı bu artışa rağmen plak fiyatlarının da artmaya devam etmesi. Hem ikinci el pazarında hemde yeni plak dünyasında özlenen fiyat düşüşleri bir türlü yaşanmıyor. Bakalım bu senenin ilerleyen aylarında durum ne olacak....

Yves Montand - Les Feuilles Mortes



Yves Montand'ın Les Feuilles Mortes yorumu benim en sevdiklerimden bir tanesidir.Yukarıdaki video "Parigi è sempre Parigi" Paris her zaman Paris'tir isimli 1951 yapımı İtalyan komedi filminden alındı. Luciano Emmer tarafından çekilen filmin bence en güzel yanı Yves Montand'ı konuk etmesi. Filmin oyuncu listesinde Montand bulunuyor ve yukarıdaki şarkıyı seslendiriyor. Filmi boş verip sadece bu filmi seyretmek yeterli. Bu arada Montand ne kadar gençmiş...

Simone Signoret ve Yves Montand.



Simone Signoret ve Yves Montand bir arada. 1951 yılında evlenen çift Simone Signoret'in ölümüne kadar beraberdiler. Simone Signoret çok güzel bir kadındı. Muhtemelen Fransızların film dünyasına kattıkları en güzel aktiristlerden bir tanesiydi. Bir çok önemli filmi vardı sanırım en iyilerinden bir tanesi en azından benim hatırladığım Room at the Top idi. Yukarıdaki fotoğrafta çift Yves Montand'ın yeni bir albümünü dinliyor...

d-zAkord - De Futura Cover





Biliyorsunuz arada sırada denk geldiğim ilginç Magma cover'larını sayfalarıma ekliyorum. İşte onlardan bir tanesi. Fransız topluluk d-zAkord harika bir cover yapmış. Hemen bloğuma ekleyeyim dedim. Aslında Video 8 ayrı bölümden oluşuyor ancak ben en can alıcı bölümlerini aldım. Bazı ilginç cover'lar ise burada

Müslüm Gürses'in Ardından Birkaç Satır



Müslüm Gürses'i de kaybettik. Kendisi ile tanışmam yine üniversite yıllarında İzmir'de sanayi sitesinde çalıştığım yıllarda olmuştu. O dönemleri bloğumda bir kaç kere anlatmaya çalıştım. Kaset satıcılarının seyyar arabalarda bangır bangır müzik çalarak ortalarda gezindiği bu garip ortamda Müslüm Gürses'in gerçekten fanatik bir dinleyicisi vardı. O dönemlerde işyerimizde bir çırağımız vardı. Esmer bir çocuktu, adını hatırlamıyorum. Gözleri felfecir okurdu, zeki bir velet idi. İki ismi çok severdi Ferdi ve Müslüm. Çalışarak biriktirdiği paralar ile albümlerini satın alır, naif bir şekilde koleksiyon yapardı. O yıllarda çok sert müzik dinliyordum ve ne yalan söyleyeyim bu akımları pek sevmezdim. Ama bir gerçeğin içerisinde yaşadığımı biliyordum, bu insanlar duygularına tercüman olması için o burun kıvrılan müzisyenleri seçmişler. Onları kendilerine yakın hissediyorlardı. Bu çocukların hiçbirisi iyi bir okulda okumamışlardı, küçücük yaşlarında insanın ruhunu körelten sanayi sitelerinde çalışmaya başlamışlardı. Onların duygularına örneğin Iron Maiden hitap etmezdi, zaten ne anlattıklarını da anlamazlardı. Onların ruhlarına hitap eden Orhan idi, Ferdi idi, Müslüm idi.

Yazık çocukcağız biriktirdiği paralarla aldığı kasetleri Hakan abisine beğendirmek için uğraşırdı. Oturur dinlerdim bende. Ne yapayım. Heves etmiş. Ama hafızamda pek azı kalmıştı dinlediklerimin  ta ki askere kadar.

Azer Bülbül'ün vefatının ardından yazdığım yazıda olduğu gibi hafızam askerde yenilendi. Bir ortam ki, herkes bu tarz müziği dinliyor, bende dinliyorum yapacak bir şey yok. Zaman zaman adamlar bazı konularda haklı diyorum. Adam haklı Beyler durumu :) Gerçekten yerel sorunlardan bahsediyorlar, başlık parası, yokluk vesaire.

Zaman geçiyor Müslüm Gürses tarzını değiştiriyor. Murathan Mungan ile kesişen yolları Gürses''i bambaşka bir dinleyici kitlesi ile tanıştırıyor. Bu bir değişim süreci. Kızan oluyor, bağrına basan da. Ama herkes bir şeyi gayet iyi biliyor. Geçmişteki gibi geniş arabesk dinleyicisi kitleleri yok artık. Sanayi sitelerinde ter döken zamane gençleri artık Orhan, Müslüm, Ferdi dinlemiyor. DJ Tiesto, Paul van Dyk, Armin van Buuren dinliyorlar. Toplum 20 sene içerisinde batılılaşmayı başarmış. Güler misin, ağlar mısın...

Müzik dünyasında varolabilmenin, belki de vefatına kadar sevdiği işi yapmayı yani şarkı söylemeyi başarmış bir insan Müslüm Gürses. Sevelim veya sevmeyelim, müzik dünyamızın önemli bir figürü vefat etti. Allah rahmet eylesin.

Abbey Road: Kazaran Orada Olmak



Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz amcanın ismi Paul Cole. Amerika'nın Florida kentinde yaşayan Cole, 1969 yılında eşiyle beraber İngiltere'ye tatile gitmiş. Londra'da bulundukları gün, Beatles'ın meşhur Abbey Road albümünü plak kapağı çekiliyormuş. Cole o enstantanede orada bulunuyormuş ve bu kılıksızlar (Beatles üyeleri için söylüyor) ne yapıyor diye bakarken fotoğraf karesinin içerine girmiş. Tabii o sırada bu olayın farkında değil.

Neyse bundan bir sene sonra eşi albümü görünce Cole'u tanıyor ve plağı alıp eve geliyor. Ancak Cole albümü hayat boyu hiç dinlemiyor. Gerekçesi de şu, zamanında Beatles'ı televizyonda dinlemiştim müzik tarzları hiç hoşuma gitmedi. Ben zaten klasik müzik dinleyicisiyim ne işim olur Beatles'la demiş.

Dünyanın en ünlü plak kapaklarından bir tanesinde kazaran bulunan bir kişinin hikayesi buymuş işte. Çok eğlendim orijinal haberi okurken, bloğuma da ekleyeyim dedim:)

iTunes Türkiye ve İkilemler



2012 yılının son günlerinde Apple, iTunes Store yani sanal mağazasını ülkemizde de yayına aldı ve resmi olarak açılış yapıldı. Benim gibi arşivini genelde fiziksel formatlarda yapan bir kişinin ilk adımda iTunes mağazasına burun kıvırması normal. Sonuçta sevdiğim albümleri CD veya plak formatında uzun yıllardır hafiye gibi arıyorum ve bu durumdan genel olarak memnunum. Ancak bir süre sonra özellikle ara albümler ve az baskılar söz konusu olunca gelir düzeyimi aşan paralar konuşulmaya başlanıyor. Özellikle popülerlikten uzak alt türler ve müzisyenlerde albüm bulmak ayrı bir dert bulduğunuzda satın almak bir dert.

Neredeyse kanlı geçiyor diyebileceğim eBay açık arttırmaları, gecenin bir vakti bitecek açık arttırma için bilgisayarın başına tünemeler (vallahi samimi söylüyorum) en acı olan taraf delinin birinin gelip tam aldığım diye sevindiğim albüme iki kat fazla para basması ile elimden uçup gitmesi... Bu tarz durumları yaşayanlar beni mutlaka anlayacaklardır.

iTunes ülkemize geldikten sonra bir gün meraktan iyice bir araştırma yapayım dedim. Ah keşke demez olaydım. İlk aklıma gelen bazı isimlere baktım. Mesela John Zorn. Uzun zamandır bazı DIW ve Tzadik baskıları arkasında koşturuyorum. Bir kaç tuşa basıp liste karşıma çıkınca canım sıkıldı. Son dönemlerde 2 albüme verdiğim parayla tüm Zorn diskografisini hadi abartmayalım tüm önemli albümleri edinebilmek mümkün. Tamam satın aldığınızda binbir türlü kısıtlama var. Format hifi dünyasında popüler olan FLAC değil. İlla ki iTunes yüklü bir bilgisayar, tablet veya dijital müzik çalara ihtiyacınız var. Ancak bunların yanında fiyatlar olacak gibi değil.

Hani hep yazıp çizdiğimiz olay, önemli olan müzik dinlemek ise elimizin altındaki imkanlar müthiş. Makul fiyatlara bazen eBay'de 50 Doların çok üzerinde seyreden albümleri dakikalar içerisinde edinmek mümkün. Koleksiyon fetişini bir kenara bırakınca imkanlar muazzam.

Bu işin sonu ne olacak bilemiyorum. Ülkemizde popüler işler yapmayan plak şirketlerinin durumları çok parlak değil (hoş dünyada da böyle) Kendi kendime bir karar adlım. Ülkemizde dağıtılan albümleri iTunes'den almayıp, bulma olasılığının çok çok az olduğu albümleri almaya karar verdim. Hoş bu durumdan pek mutlu değilim. O albümlerin fiziksel edisyonlarını edindiğimde o kadar çok mutlu oluyorum ki, bu iTunes üzerinden satın alma işi hiç heyecanlı değil. Öte yandan senelerdir aradığım ve bütçemin almaya izin vermediği albümler 5 dakika içerisinde dinlenmeye hazır.

Teknoloji de bazen iyi bir şey değil yahu..

Çok Özledik; Amy Winehouse



Geçenlerde aklıma geldi bayağı bir Amy Winehouse dinledim. Winehouse’u bu kadar değerli kılan şey bence soul müziğin önemli kadın solistlerine olan ilgisi sayesinde müziğinde yakaladığı çizgidir. Müzik tarihini incelemeyen, müzik dinlemeyen bir insanın böylesine bir karışımı elde etmesi mümkün değildir. Winehouse tahmin edebileceğiniz gibi iyi bir müzik dinleyicisidir aynı zamanda… Bunun yanında dünya müziğinde gitgide geriye düşen İngiliz müziğinin yeniden başarıdan başarıya koşmasını sağlaması önemlidir. 2000′lerde İngilizlerin dünyaca çok tanınmayan ama kaliteli müzik dergileri sıralamasında en başlarda kendilerine yer bulabilecek bağımsız müzik dergilerinde Winehouse rüzgarı öyle bir esiyordu ki, bu dergileri okuyanların onun müziğini merak etmemesi imkansız gibi bir şeydi. Bu dönemlerde de Winehouse’un kimyasallarla arasının iyi olduğu biliniyordu ancak ölümcül sorunlara yol açması olasılığı pek yoktu. Müzik dünyasının görünen yüzünden daha derinlere girdikçe konuşulmayan gerçekler vardır. Hemen herkes bu gerçekleri bilir ama küçük ve bağımsız hareket eden müzik dergileri, dinleyiciler ve müzisyenler arasında adı konulmamış bir sessizlik yemini vardır. Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Günaydın :) LP'lerin önlenemez yükselişi



Radikal Gazetesi'nde 13/05/2012 tarihinde yayınlanan Naim Dilmener imzalı yazı LP'lerin önlenemez yükselişi.
-------------------------------------------------------------

Müziğin tarihi, pekala formatlar ya da kayıt ortamları üzerinden de ferah ferah okunabiliyor, hem de ilk gün ya da yıllardan başlayarak. Bilen biliyordur ama tekrarlamakta fayda var. Müziğin tarihi eskidir, binlerce yıl öncesine uzanacak kadar eski. Ama yine de bugün alışık olduğumuz tarzda yaygınlık kazanması, gündelik hayatımızın içine sızması oldukça yeni. Bunun olabilmesi için, öncelikle müziğin kaydedilebilir olması gerekiyordu ve bu da ancak 1877’de gerçekleşebildi. Thomas Edison bir süredir üzerinde çalıştığı sesleri kaydedebilecek bir aletten, ancak 1877’nin 6 Aralık günü istediği sonucu aldı. O gün, fısıldadığı “Mary had a little lamb” cümlesini nihayet kaydetmeyi başardığını gördü ve sesleri bir silindir üzerine rapteden bu aleti “phonograph” olarak isimlendirdi.

Bir on yıl kadar sonra da Emile Berliner çıktı sahneye; onun keşfi epeyce farklıydı. Günümüzde kullanılan kayıt ortamlarına benzer yuvarlak diskler üzerine kayıt yapıyordu keşfettiği alet ve “gramophone” olarak adlandırdı. Keşifler tamamdı. Ses artık kaydedilebilir, yayılabilir, dağıtılabilir bir şeydi ve bunun için bir değil iki farklı yol vardı. Müzikte ticari rekabet ilk alınan nefesle başlamıştı.

Bantlar, plaklar, kasetler...
Sonra da aynen devam etti. İşin içinde “para” varsa, herkes bu paranın kendi cebine akması için elinden geleni ardına koymuyordu. Makara bantlı teypler, plaklar, kasetler girdi devreye. Kullanılan malzemenin aynı olduğu durumlarda dahi, firmadan firmaya hep bir şeyler fark ediyor ya da değişiyordu. Dijital çağa bile böyle gelindi. CD’nin keşfi dahi bu konuda bir rahatlama ya da basitleştirme sağlayamadı. Özellikle de ilk yıllarında. CD’ye kayıt yapılabilen o ilk yıllarda, her alet ancak kendi markasını taşıyan boş disklere kayıt yapabiliyordu mesela.

CD’nin keşfiyle birlikte, (kaset ve plak gibi) daha önceki formatların tarihin derinliklerine gömüleceği de sanılıyor ya da varsayılıyordu. Öyle ya, müzik artık yepyeni bir kayıt ortamı üzerinden yayılacak ve dinlenecekti. Kim, hangi sebeplerle eski bir formatta ısrar edebilirdi ki?En azından ilk yıllarda bu beklenti gerçekleşti de. LP satışları azalmaya yüz tuttu, sıfırlanacağı günler sayılmaya başlandı. Ama öyle olmadı. LP’ler hiçbir biçimde çekip gitmedi hayatımızdan. Eski kuşak koleksiyoncuların tutkusu, her zaman bu formatı bir biçimde gündemde tutmaya yetti. Sonra bu nokta da geçildi. Genç kuşak da, hem boyutları hem de görselliği bambaşka olan bu formatın cazibesine kapıldı ve pikap almaya, plak dinlemeye başladı. Derken olanlar oldu: LP satışları yükselmeye başladı.

Senar, Pekkan, Aksu...
2011, müzik piyasasının 2004’ten beri durmadan aşağı doğru inmiş satış rakamlarının toparlanabildiği bir sene oldu. Rakamlar düşmemiş aksine yükselmişti. Ve tuhaflığa bakın ki, buna sebep olan gelişmelerden biri de LP satışlarındaki yükselişti. Müziğin rakamlarını toparlayan, ölçen biçen Nielsen SoundScan, yeni yılda yayımladığı raporunda, LP satışlarının giderek arttığını açıkladı.
Elbette bir kısmımız şaşırdı ama hepimiz değil. Çünkü bizim buralardan bile bu işlerde ilginç gelişmeler yaşandığı fark edilebiliyordu. Hem plaklara hem de bunları çalabilecek aletlere internetten satış yapan sitelerde daha fazla ilgi gösterilir olmuştu. Genç kuşak koleksiyoncular yalnızca geçmişe özlem nedeniyle değil, daha sahici bir ses verdikleri için düşmüştü bu geçmiş zaman malzemelerinin peşine. Zaten ağabeyleri ve ablaları da aynen bunu söyleyip duruyordu. Dijital kayıtlar o kadar kusursuz, o kadar mükemmeldi ki, bir noktada inandırıcı gelmemeye başlamışlardı. Yapay hatta sahte gibi gözükür olmuşlardı.

Ve zaten çok miktarda LP de basılıyordu artık. Sezen Aksu (Bahane, Bahane Remixes) Nazan Öncel (Hatırına Sustum), Teoman (En Güzel Hikayem, Söz Müzik Teoman ), Sibel Can (Benim Adım Aşk) ve başka star’lar, bu formatı bir prestij unsuru gibi görmeye başlamış ve albümlerini (CD’nin yanında) bu şekilde de yayımlamaya başlamışlardı.

Devamı da geldi. Başını Yavuz Asöcal, Emre, Elenor, AJS ve diğer firmaların çektiği bu hareket yayıldıkça yayıldı. Yakın zamanda Ajda Pekkan’ın ‘Best of Ajda’, ‘Ajda 1990’ ve ‘Seni Seçtim’ adlı albümleri bu formatta basıldı. Zeki Müren’in ‘Türk Sanat Müziğinin Paşası’, ‘Saklı Kayıtlar’ ve Müzeyyen Senar’ın ‘Yayınlanmamış Şarkılar’ plakları da raflarda. Sezen Aksu ’nun ‘Sen Ağlama’, Barış Manço’nun ‘Mançoloji’ ve Cem Karaca’nın ‘Ölümsüzler’ serisi de öyle.

Plağı olan albümün CD’sini beklediğimiz günlerden, CD’si olan albümün LP’sini beklemeye başladığımız bir zamana geldik. Plakçılar LP kaynıyor. Bunları çalacak aletler de marka marka. Hem de modern çağa ayak uydurmuş, USB girişli ve dijital kayıt yapabilen bir kılıkta. CD öldü, LP ise yaşıyor. Öngörülen bu değildi halbuki.

Küçülen Dünya ve Magali Noël



Bundan seneler önce Magali Noël hakkında bir yazı yayınlamıştım. Belki hatırlayanlar vardır ama yazı nedense pek ilgi çekmemişti. Aslına bakarsanız Noël oldukça değişik bir hayat hikayesine sahip ve en önemlisi yolu Türkiye ile kesişiyor. Yazıdan bir bölüm aşağıda, devamı ise burada.
Magali Noël ismini daha önce duydunuz mu? Belki çok çok fanatik bir sinema meraklısıysanız cevabınız evet olacaktır. Müzik meraklısı iseniz özellikle de Fransız müziği ilgi alanınıza giriyor ise cevabınızın düşük olasılık bile olsa evet olması mümkün. Aslına bakarsanız Magali Noël’i bende tanımıyordum. Elime 45′likleri geçtiğinde tanıma şansım oldu, sonra hızlıca eksiklerimi tamamladım. Tabii bunlar çok seneler önce oluyor. Neyse aklıma geldi ve bu pek duymadığımız ismi okuyucularımla paylaşmak istedim. Çünkü nereden nereye denilebilecek bir hikayesi var.

Magali Noël veya asıl adıyla Magali Noëlle Guiffray; 27 Haziran 1932′de doğmuş. Şimdi sıkı durun, doğum yeri İzmir. Çocukluğu da İzmir’de geçmiş. Daha sonra Fransa’ya göç etmiş. Herhalde expatirié (1) olarak 1940′larda Türkiye’de yaşamak oldukça zordu. Bilemiyorum.

1950′lerde sinemada boy göstermeye başlamış. Bu yıllarda bazı çok önemli yönetmenlerle çalışma fırsatı bulmuş. Costa Gavras, Jean Renoir, ve Jules Dassin bunlardan sadece bir kaçı. Ancak asıl önemli olan ise Federico Fellini. Noël, Fellini’nin La Dolce Vita (1961), Satyricon (1970) ve Amarcord (1974) filmlerinde oynamış. Yazılan çizilenlere göre Noël, Fellini’nin o çok iyi bilinen takıntılı derecede sevdiği oyunculardan bir tanesi(ymiş) Noël kariyeri boyunca bir çok ödül almış.

Son dönemlerde Noël hakkında bayağı mesaj alıyorum. Ancak ülkemizden değil, çok uzaklardan Japonya'dan. Sanırım bir grup Japon dostumuz internet aramaları sonucunda benim siteme denk geliyorlar ve 45'likleri görünce bazı ayrıntıları öğrenmek istiyorlar. Bir şekilde çevirimiçi tercüme araçları ile konuya da hakim olmuşlar. Son günlerde bu plakların ve 45'liklerin ayrınt fotoğraflarını çekmek için bayağı çaba sarfettim. Anlaşılan bir grup Japon okuyucumuz (dolaylı da olsa) Fellini'nin takıntılı oyuncularından Noël'e kafayı takmışlar.

Dünya iyice küçüldü anlayacağınız...

Bugünün Anlam ve Önemine İstinaden



Bugünün anlam ve önemine istinaden bir şarkı eklemek istedim bloğuma. İtalyan progresif rock devi Area'dan L'Internazionale. BU çok bilindik melodiyi albümlerinde hiç yayınlamamış olsalar da, neredeyse tüm konser kayıtlarında hatta nadir bootleg'lerinde bile bulabilirsiniz. Sanırım ilk olarak 1976 yılında yayınlanan Are(A)zione konser albümünde görüldü bu melodiler. Bu arada 1979 yılında İtalyan Cramps şirketinden yayınlana 1976 konser kayıtlarını da okuyucularıma tavsiye ederim. Demetrio Stratos, Paolo Tofani, Patrizio Fariselli, Steve Lacy ve Paul Lytton gibi çok acayip konuk müzisyenler var. Video son derece kötü ama yapacak bir şey yok!