Acer Aspire One D255 İncelemesi


Geçtiğimiz senelerde netbook denilen genelde 10” civarında ekranlarla donatılmış, basit konfigürasyonlara sahip, performanstan ziyade taşınabilirliği ön planda tutan minik dizüstü bilgisayarlar piyasada görülmeye başlandı. İlk örneklerden itibaren performanslarının düşüklüğü eleştiri konusu oldu. Aslında taşınabilir konsept tam benim aradığım şeydi ancak performans konusundaki soru işaretleri satın alma kararı vermeme engel oldu. Geçen sene kardeşimin elinde gördüğüm LG marka netbook fikirlerimin kırılmasına yardımcı oldu. Bizimkilere satın aldığım netbook bozması “HP-Compaq 100EU All In One PC” ise beni bayağı şaşırttı. Sonuç itibarı ile amaca yönelik kullanım söz konusu olunca gayet yeterli bir performanstan bahsetmek mümkündü. Netbook'lar hakkında bazı şehir efsaneleri var. Basit iki uygulama açınca bile bilgisayar yavaşlıyor, 3-4 sekme açınca internet tarayıcı kilitleniyor gibi. Pek böyle bir durum söz konusu değil.

Bir PC aldığım zaman hemen herkes gibi belli takıntılarım vardır. Belli markaları tercih ederim ve Acer bu markalardan kesinlikle bir tanesi değildir. Tayvanlı üreticinin Türkiye pazarına giren ilk ürünlerini bile hatırlıyorum. Hatta o bilgisayarlardan satmıştım, telefonları bile vardı. İlerleyen yıllarda özellikle ekonomik fiyat etiketleri ile dizüstü bilgisayar alanında ülkemizde de popüler oldular. Görünüşe göre bu popülerlik yanında servis sorunlarını getirdi, bugün Acer dediğinizde arıza yaşayan bir çok insan yaka silkiyor. Hoş Acer netbook'u bana hediye eden sevgili dostlarımın tamamı bu markanın kullanıcısı ve çok memnunlar. Bakalım bu durum gerçekten öyle mi, bekleyip göreceğiz. Uydunet içinde kaç senedir bir sürü yazı okuyorum, ancak alıp kullanmaya başladım günden beri gayet mutluyum. Demek ki, elektonik dünyası biraz şans gerekirir konusu doğruymuş.

Acer Aspire One D255, Intel'in yeni Atom N550 işlemcisine sahip. Gerçekten çift işlemcili ilk Atom işlemcisi bu. Bu işlemci minik netbook'a hayat veriyor. Acer, bilindik bir tasarım uygulamış netbook'una. Farklı renk seçeneklerine sahip olan cihazlarda standart olarak klavye koyu gri/siyah renk. Ben Aspire One'ımı kırmızı renk tercih ettim. Ancak bu son derece koyu bir kırmızı. Hatta kahverengiye çalıyor. Acer'ın Ferrari logolu ürünleri gibi canlı bir renk değil. Son yıllarda her markada görüldüğü gibi monitörün arkasında bol bol logo var. Ben bunu sevmiyorum. Benim HP dizüstünde olduğu gibi ışık yok Allah'tan.


Aspire One'ın dış görünüşünü sevdim. Cihazın klavyesi pek fena değil. Sorunsuz şekilde yazı yazmak mümkün ama plastiklik hissini pek sevmedim. Sanki çok zorlayınca esneyecekmiş gibi duruyor tuş takımı. Touchpad ise netbook'un şasisine oranlayınca gayet iyi boyutta ama ne yalan söyleyeyim bana küçük geldi. Bu arada Apple'larda görmeye alıştığımız belli fonksiyonları yerine getirebilen touchpad'leri Acer'da kullanıyormuş. Büyütüp, küçültme, evirip çevirme gibi işlemleri yapmak oldukça kolay. Ancak Apple rahatlığına alışınca arada biraz fark olduğunu söylersek yanlış olmaz.Aslında bir Apple satın almak çok isterdim ancak aradan geçen yıllar boyunca Apple tasarım olarak çok gelişirken, bazı alanlarda geriledi. Kullanımı son derece kolay, bir o kadar şık ürünler tasarlasalar da, şahsım adına o fiyat etiketlerini hakkettiklerini düşünmüyorum. Olay performans ise ne yazık ki, çok daha yüksek donanımlı bir bilgisayarı seçmek benim açımdan mantıklı olduğundan hayat boyu Apple sahibi olamayacağım galiba. Bu durum sadece iPhone için geçerli değil, bir de USB portu olduğu zaman iPad!

Acer minik netbook'una 3 adet USB portu, bir kart okuyucu birde monitör çıkışı eklemiş. Monitörün üzerinde webcam'i de var ancak pek iyi performans verdiğini söyleyemem. İş görür mü derseniz, kesinlikle evet. Ekran ise son derece başarılı. Ses performansı ise cep telefonundan hallice. Ancak neredeyse tüm netbook'larda bu durum geçerli. Eh bir çok cep telefonundan ucuz olan bir cihazda affedilebilir bir durum!
Performansa gelirsek, ben beklediğimden daha iyi buldum diyebilirim. Sabit sürücü son derece hızlı çalışıyor. 250Gb kapasitesi olan sabit sürücü korktuğum gibi çok yavaş değil. Dosya kopyalarken bekleme sürelerim gayet normaldi. Ekran kartı ise, beklentilerimi karşıladı. Sonuçta bu cihazla oyun oynamak gibi bir amacım yok ancak yanımda olsa iyi olur diyerek yüklediğim bir kaç oyunda sorun çıkarmadı. Ancak iş yüksek çözünürlüklü videolara gelince işlemci yeni bile olsa, netbook'lar için performanstan söz etmek olanaksız. Pil ömrü konusunda ise Acer'a aferin demek lazım. Netbook neredeyse 7 saat civarında dayanıyor. Ancak zamanla pil biteceği için bu günleri mumla arayacağımı biliyorum :)


Acer Aspire One D255, Windows 7 ile geliyor. Microsoft, Starter Edition diye bir versiyon üretmiş. Aslında yapmak istediğim herşeyi yapabildim ancak masaüstü görüntüsünü değiştirmek ne yazık ki mümkün değil. Ömrümde böyle bir saçmalık görmedim. Aslında böyle şeylere pek takmam ama koyu kırmızı bir cihazda yeşil masaüstü görüntüsü biraz acayip oluyor. Neyse ki, registry'i kurcalayarak bu duruma müdahale etmek mümkün :) Bu arada Acer, makineye binbir türlü gereksiz program yüklemiş. Bunların hepsi ile vedalaştım. Bir de Google Android 1.6 işletim sistemi var ki, üzerinde bir kaç satır yazmak lazım. Eğer canınız isterse Acer Aspire One D255'i Android işletim sistemi ile açabiliyorsunuz. Cep telefonları için geliştirilen Android'i netbook ile kullanmak tam anlamı ile eziyet. Cinnet geçirmek istemiyorsanız uzak durun. Keşke Android için ayrılan sabit sürücü bölümüne Windows dosyalarını yedekleselermiş.

Sonuç olarak  Acer Aspire One D255, fiyatına göre güzel bir netbook. Aynı fiyata satılan bir önceki nesil netbook'lara göre çok daha hızlı çalışıyor. Yanyana test yapınca bu durum görülüyor. Pil ömrü yeterli, ekranı gayet başarılı. Klavyesini de başarılı buldum ancak touchpad için aynı şeyi söyleyemem. Belki benim parmak yapımla uyum sağlamamıştır. Eğer siz de yanınızda nedense gitgide ağırlaşan dizüstü bilgisayarınızı taşımak istemiyorsanız, sanal klavye yerine klasik tarzda bir klavyeyi tercih ediyorsanız, kullanım amacınız internete girmek ve sizin için önemli bazı programları çalıştırmak ise, kısacası bir netbook ihtiyaçlarınızı karşılıyorsa  Acer Aspire One D255'e bir göz atın derim.

Plak Koleksiyonculuğu: Yeniden Basılan Plağın Koleksiyonu Olur Mu?


Yeniden basılan plağın koleksiyonu olur mu, olmaz mı? Plak koleksiyoncusu (1) nedir, ne değildir. Son zamanlarda bu konunun ülkemizde de tartışıldığını daha fazla duyar olduk. İsterseniz bu konuya kısa bir yazı ile  giriş yapalım. İlerleyen günlerde (veya haftalarda) farklı yazılarla bu yazıyı geliştirmeye devam ederiz.

Plak koleksiyonculuğu aslında tüm dünyada azımsanamayacak sayıda insanın uğraştığı bir konu. Yüzlerce web sitesi, üye sayısı onbinlerle ifade edilebilecek topluluklar ve hatta basılı dergiler (örneğin Record Collector) ile tüm dünya çapında bir hobi, uğraş veya bir hastalık. Plak koleksiyonculuğu aslında görüldüğünden çok daha geniş bir alan. Bazı meraklılar "Picture Vinyl" denilen üzerinde resim bulunan baskıları, bazı meraklılar belirli bir müzik dönemine veya topluluğa ait plakların farklı baskılarını topluyor. Herkesin farklı bir fetişi var. Ancak bu koleksiyonculuğun en yaygın olduğu iki bölgede; (2) Amerika ve Uzak Doğu'da (özellikle Japonya) 45'likler çok çok önemli. Bu konuda aslında pek haksız değiller. Sebeplerini ayrı bir başlıkta tartışırız. 78'lik veya bizde popüler adıyla taş plaklar da koleksiyoncular için ayrı bir alan. Ancak 78'lik alanı kendi içerisinde bir çok alt dala bölünüyor. Tabi konu sadece bunlarla sınırlı değil, 16 devirlik plaklar, farklı hızlara ve standartlara ait plaklar, ciddi bir meraklı kitlesi tarafından takip ediliyor. 1950'lerde RIAA standartları ortaya çıkmadan önce ortalıkta çok fazla hatta daha doğru bir deyişle neredeyse her firmanın kendi standartları vardı. Bu konuyla alakalı olarak buradaki yazımda bayağı ayrıntı bulabilirsiniz. Bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Biz Stereo Mecmuası'nda genelde hifi pazarına yönelik ürünleri mercek altına alıyor ve haberlerini veriyoruz. Ancak odyofil pazarına hitap eden ürünlerde geçmişteki plak standartlarına yönelik ayar yapılabilecek özel donanımlar (pikap katları gibi) binlerce Dolarlık fiyat etiketlerine sahip iken, bu pazara kardeş bir alanda farklı firmalar, sessiz sedasız bu standartları destekleyen ürünleri çok daha makul fiyatlarla uzun yıllardan beri pazara sürüyorlar. (3) Hatta hifi dünyasının bir adım uzağındaki firmalar ürettikleri pikaplarda 1950'lerin öncesindeki hızları destekleyen pikaplar üretiyorlar. Bu tarz ürünlere büyük hifi dergilerinde veya hifi web sitelerinde rastlamak pek mümkün değil. İşin komik olan tarafı daha ortalarda büyük hifi siteleri yok iken, bu üreticilerin web siteleri, çeşitli koleksiyon topluluklarının web sitelerinde boy gösteriyordu.

Plaklar ve onlarla alakalı elektronikler aslında günümüzde de önemli bir pazar ancak bu pazarın büyük bir kısmı koleksiyoncular ve die-hard (sıkı mı desek acaba) plak dinleyicilerinden oluşuyor. Odyofiller, bu pazarın sadece küçük bir kısmı. Aklıma geldi. Benzer bir durum vakum tüp pazarı içinde geçerlidir. Sanılanın aksine bunca yıldır vakum tüplerin yaşamasının en önemli sebebi, gitar meraklılarıdır ve pazarın en önemli bölümünü onlar oluştururlar. Kısacası gitar meraklılarının ilgi duyduğu tüplerde sürümden, odyofillerin ilgi duyduğu tüplerde ise satış fiyatından kar edilir. Bu tespiti bir kenara not edelim, bir başka yazı da başlangıç noktamızı oluşturacak.

Anlayacağınız plak koleksiyonculuğu üst başlığının altında onlarca alt başlık var. Ve konu dallanıp budaklanıyor. Bu yazımda bir soruya odaklanayım; "yeniden basılan plağın koleksiyonu olur mu, olmaz mı?"


Öncelikle konuyu bir açalım. Yeni basılan ile yeniden basılan plak arasında önemli bir fark var. Örneğin bugün yayınlanan bir albümün basılan plağını yeni basılan plak olarak nitelendirmek lazım. Bu tarz plaklar, koleksiyoncular için birer malzeme. Özellikle de sınırlı sayıda basılan albümler. Ancak yeni albümlerin bir çoğunun baskısı oldukça adetli olduğundan değerlerinin çok yükselmeyeceği aşikar. Ekonominin temel kuralı olan arz-talep dengesi, plaklar içinde geçerli. 30.000 adet basılan bir albümle, 3.000 adet basılan bir albüm arasında her açıdan farklar oluşuyor. Zaten önemli toplulukların albümleri, özellikle de kısıtlı sayıda basıldı ise Amazon gibi çeşitli alışveriş sitelerinde boy gösterdikten çok kısa bir süre (4) sonra stoklar bitti ibaresini görebiliyorsunuz. Bu tarz plaklar koleksiyoncuların ilgisini çekiyor.

Yeniden basılan plaklar ise, isminden anlaşılabileceği gibi geçmişte yayınlanıp baskısı tamamen tükenen albümlerin yeniden basılması anlamına geliyor. Genel olarak, bildiğimiz anlamda plak koleksiyoncuları bu tarz yeni baskıların peşine çok düşmüyorlar. Ancak günümüzde popüler olan özel 45 devir baskılar, kendisine yeni bir meraklı topluluğu yani koleksiyoncular yaratmış durumda. Bu durum bazı tartışmaları beraberinde getiriyor. Sınırlı baskı ve 45 devirler için, bazı önemli koleksiyon sitelerinde başlıklar açılıyor. Plak şirketlerinin kataloglarından son derece az basılan bazı 45 devirlik özel baskılar, koleksiyoncuların ilgisini çekmiş durumda. Zaten bu yüzden başta bazı Amerikan firmalarının yayınladıkları özel baskıların satıştaki son örneklerinin fiyatları bir anda artıveriyor. Bu özel baskıların kendi koleksiyoncu pazarı oluşmuş durumda.

Konu dallanıp budaklanacak, ancak şimdilik bu kadar :)
(1) Normal koşullarda ben yazılarımda koleksiyoner şeklinde kullanıyordum. Ancak TDK sözlüğüne göre koleksiyoncu olarak Türkçeleştirilmiş. Bundan sonra daha "koleksiyoncu"yu kullanmaya çalışacağım.
(2) İngiltere'yi de bu listeye eklemek lazım. Ancak son yıllarda bozulan ekonomisi nedeni ile bazı çok büyük arşivler Uzak Doğu'ya satılmış ve taşınmış.
(3) Bunlardan en bilindiklerinden bir tanesi Amerikalı Esoteric Sound firmasıdır. Koleksiyonculara yönelik çok ilginç ürünleri olan firma nadiren hifi dergilerine de konu oluyor.
(4) Amazon'da 15 dakika içinde tükenen bir albümü kendi gözümle gördüm örneğin.



Peter Brötzmann'dan Canlı Bir Performans

Geçtiğimiz Müzik özel sayısında Peter Brötzmann Octet'in "Machine Gun Sesssion" albümünden bahsetmiştim. Artık albümün türüne ne denir bilemiyorum ama albümü bir şekilde edinen bir kaç okuyucumuz kulaklarımı biraz çınlattı doğrusu. Türünün muhtemelen o yıllardaki en uç örneklerinden olan bu albüm ve benzerlerini zaman zaman sayfalarıma konuk ediyorum. Ancak Stereo Mecmuası'nda yazılara video ekleyemediğimiz için bazı karışıklıklar oluyor doğrusu. Bu yüzden blog yazılarıma video eklemeye çalışıyorum. Efendim neyse, aşağıda Peter Brötzmann'ın Polonya Varşova kentindeki bir performansının videosu var. Video'daki ekipte Brötzmann dışında piyanoda Alexander von Schlippenbach, basta Peter Kowald ve davulda Paul Lovens var.

Bu arada Alexander von Schlippenbach'ın FMP'den (Free Music Production) 1972'de yayınlanmış Pakistani Pomade, (FMP 110) albümünü arıyorum.

Anders Plak Standı


Amerikalı tasarımcı George Nakashima'nın ağaç işçiliğinden etkilenerek tasarlanmış, özel bir stand. Masif ağaçtan tasarlanmış olan ürünün fiyatı 2.000 Dolar civarında. Amerika'da Room and Board firması tarafından hazırlanan Anders koleksiyonun bir parçası.

Sizi Magali Noël İle Tanıştırayım


Magali Noël ismini daha önce duydunuz mu? Belki çok çok fanatik bir sinema meraklısıysanız cevabınız evet olacaktır. Müzik meraklısı iseniz özellikle de Fransız müziği ilgi alanınıza giriyor ise cevabınızın düşük olasılık bile olsa evet olması mümkün. Aslına bakarsanız Magali Noël'i bende tanımıyordum. Elime 45'likleri geçtiğinde tanıma şansım oldu, sonra hızlıca eksiklerimi tamamladım. Tabii bunlar çok seneler önce oluyor. Neyse aklıma geldi ve bu pek duymadığımız ismi okuyucularımla paylaşmak istedim. Çünkü nereden nereye denilebilecek bir hikayesi var.

Magali Noël veya asıl adıyla Magali Noëlle Guiffray; 27 Haziran 1932'de doğmuş. Şimdi sıkı durun, doğum yeri İzmir. Çocukluğu da İzmir'de geçmiş. Daha sonra Fransa'ya göç etmiş. Herhalde expatirié (1) olarak 1940'larda Türkiye'de yaşamak oldukça zordu. Bilemiyorum.

1950'lerde sinemada boy göstermeye başlamış. Bu yıllarda bazı çok önemli yönetmenlerle çalışma fırsatı bulmuş. Costa Gavras, Jean Renoir, ve Jules Dassin bunlardan sadece bir kaçı. Ancak asıl önemli olan ise Federico Fellini. Noël, Fellini'nin La Dolce Vita (1961), Satyricon (1970) ve Amarcord (1974) filmlerinde oynamış. Yazılan çizilenlere göre Noël, Fellini'nin o çok iyi bilinen takıntılı derecede sevdiği oyunculardan bir tanesi(ymiş) Noël kariyeri boyunca bir çok ödül almış.

Gelelim olayın müzik yönüne..


Kendi biyografisinde yazdığına göre müzik kariyeri 1956 yılında başlıyor. İlk albüm Magali Noël numéro 1 adıyla çıkan bir 45'lik (Philips 432.044 NE)  İçerisinde 45'liğe adını veren "Le Rififi", "Johnny Guitar", "Si tu m'aimais" ve "J'aime valser dans tes bras" adlı şarkılar var. Ben bu 45'liğin kapağındaki resmini çok beğeniyorum. (sağ altta yeşil olan)

Ancak asıl bomba 1957 yılında yayınladığı Magali Noël: Rock and Roll 45'liği (Philips 432.131)  ve LP'si (Philips N 76.089 R) 45'liğin içerisinde "Fais-moi mal Johnny", "Strip-rock", "Alhambra rock" ve "Rock des petits cailloux de Boris Vian" şarkıları var. Bu plakla itibaren Magali Noël'in Boris Vian şarkılarına yaklaşması başlıyor. Ayrıca albümdeki  "Fais-moi mal Johnny" şarkısı -ki Boris Vian tarafından yazılmıştır-  Fransızca sözlü ilk rock'n'roll şarkısıdır. Boris Vian'dan bekleneceği üzere şarkı son derece garipti ve sado-mazoşist olarak nitelendirilebilecek sözlere sahipti. (2) Tabii o yıllarda şarkının radyolarda çalınması yasaklandı. Bende plak versiyonu var. Kapağı aşağıda. Bu plaktaki fotoğrafı da pek hoştur, Noël'in


Daha sonra "Fais-moi mal Johnny" şarkısı İngilizce'ye de çevrildi ancak bildiğim kadarı ile o dönemde çok büyük bir hit olmadı. Ancak daha sonraki yıllarda farklı isimler şarkının mükemmel yorumlarını seslendirdiler. Bunlardan bence en iyisi Dagmar Krause imzalıdır. Birgün çok ayrıntılı bir yazı yazacağım onun hakkında ama merak edenler için Henry Cow'u ele aldığım Stereo Mecmuası'ndaki albüm eleştirisinde kendisiyle ilgili bazı ayrıntıları bulabilirler. İlerleyen yıllarda yayınladığı 45'liklerden  en önemlisi 1957 tarihli Magali Noël, numéro 4: Sexy songs'dur. (EP Philips 432.193) Yukarıda 45'liklerin olduğu fotoğrafta sağ üstte turuncu olan 45'lik. Bu 45'likteki "mon amour de Boris Vian" şarkısı gerçekten çok etkileyici. Çoğu kişi için bu tarz şarkılar içerisinde en sevileni ve en bilineni Sergei Gainsburg'un güzeller güzeli Jane Birkin ile söylediği "Je t'aime moi non plus" şarkısıdır. Ama müzik tarihinin derinliklerinde çok daha ilginç şarkılar var. "Je t'aime moi non plus" deyince ilk önce bu şarkının Brigitte Bardot ile seslendirildiğini ve daha sonra  Gainsburg ile Bardot ayrılınca şarkının bu kez Gainsburg'un yeni sevgilisi Birkin ile kaydedildiğini de bir ara not olarak ekleyeyim.

Bu vesileyle ilginç bir ismi sayfama konuk ettim. Yazıda kullandığım fotoğraflardaki 33 ve 45'lik plakların hepsi kendi arşivimden. Zaten özellikle elimde bulunan plaklarla ilgili yazı yazıyorum. Bazı müzik dergilerinde yazılan yazılardaki gibi komik olmamak lazım. İnternetten indir, bilgisayarında dinle yaz. Oh ne güzel hayat değil mi? Ama bunları yaparken ilk baskı plaktan dinleyip yazıyorum derken, bari internet arşivlerinden o plakla ilgili bilgileri edinseler. Hiç olmaz ise daha inandırıcı olurlar. Neyse isteyen istediğini yapsın. Biz kendi işimize bakalım :)

Bu kadar Boris Vian'dan bahsettim, isterseniz Boris Vian Dinlerken yazıma da bir göz atın. Hoşunuza gideceğine eminim.

(1) Expatrié, fransızların ülke dışında yaşayan vatandaşları için kullanılan bir terim. Latince. ex (bir şeyin dışında olmak, dışarıda olmak) ve "et patria" (ülke veya memleket) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor.
(2) 1950 ve 60'larda Fransız sanatında bu tarz farklı yaklaşımlara oldukça sık rastlanıyor. Güzel bir örneğini Luis Bunuel'in "Belle de jour" filminde görmek mümkün. Catherine Deneuve'ü de pek beğenirim doğrusu.

(3) Noël yazarken her defasında bu özel e harifini kopyala yapıştır yaptığımı düşünebilirsiniz ancak meraklısına kolay yolu var;  ALT + 137