Kerem Görsev - Kentler ve Gölgeler; New York, Duke Ellington



Geçtiğimiz günlerde Kerem Görsev, TRT Türk kanalında "Kentler ve Gölgeler" programında büyük müzisyen Duke Ellington'ın hayatını konu alan bir bölümle televizyonlarda görülmüş. Bahsi geçen program anladığım kadarı ile tarihe mal olmuş önemli kişileri ve yaşadıkları kentleri konu alan bir program. Programı da konuyla ilgili veya başka bir deyimle konuya vakıf bir konuk sunuyor(muş) Benim gibi neredeyse hiç televizyon seyretmeyen birisi için bile "Kentler ve Gölgeler" programı ilginç bir içeriğe sahip. Geçen hafta yayınlanan bölümünün çekimleri Duke Ellington'ın hayatının büyük kısmının geçtiği Manhattan'da yapılmış. Kerem Görsev'in keyifli anlatımıyla kısa öyküler, anektodlar derken keyifle oturup seyrettiğim bir belgesel tadında program olmuş..

Benim bir dostum sağolsun program Hakan'ın ilgisini çekebilir diyerek uydu receiver'ına kaydetmiş. Şaka gibi değil mi? Bilmeyenler için söyleyeyim artık bir çok uydu receiver'ında (aslında alıcı mı demeliyiz) hard disk var ve canınız istediğiniz programları kaydedebiliyorsunuz. Benim gibi video çağında kalmış insanlar için bir nevi devrim sayılabilir. Velhasıl kelam, programı bende o sayede izle(yebil)dim. Programı şu an internet üzerinde youtube vesaire gibi yerlerde göremedim. Umarım birileri yükler de daha fazla insan seyredebilir. Bir şekilde TRT web sitesine veya Tivibu gibi uygulamalara bakıp seyredebilecek bir link bulanlar bana ulaşabilirlerse bende web sitemizden yayınlayayım...

Emeği geçenlerin ellerine sağlık... Umarım caz severler bir şekilde bu programı bulup seyrederler...

Montserrat Figueras Anısına Bir Kaç Satır



Montserrat Figueras veya tam adıyla Montserrat Figueras García, 23 Kasım 2011 tarihinde vefat etti. 15 Mart 1942'de Barcelona İspanya'da doğdu. Kendisine özgü soprano sesi olan Katalan müzisyen erken yaşlarda şarkı söyleme tekniğini geliştirmeye başlıyor. Kardeşi Pilar Figueras'ta bir müzisyen ve 1960'larda iki kardeş müzik dünyasında gelişimlerine devam ederler. Montserrat Figueras, 1968 yılında Jordi Savall ile evlenir ve müzik kariyerinde bambaşka bir dönem başlar. 1974 yılında Lorenzo Alpert ve Hopkinson Smith ile birlikte Hespèrion XX topluluğunu kururlar. Bu topluluk daha ilk günden beri eski dönem müziği konusunda uzmanlaşmaya odaklanır ve ilerleyen yıllarda tüm dünyada tanınır. Bildiğiniz gibi topluluğun ismi yeni bin yılda (milenyum) Hespèrion XXI olarak değişir. Figueras ve Savall, La Capella Reial de Catalunya ve Le Concert des Nations topluluklarını da birlikte kurarlar. İkilinin uzun soluklu mutlu evlilikleri boyunca iki çocukları olur; kızı Arianna ve oğlu Ferran.

Figueras uzun bir süredir kanser tedavisi görüyormuş ve ne yazık ki mücadelesinin sonucu mutlu sonla bitmemiş. Toprağı bol olsun...

Odyofil Ziyaretler: Evimi Dijitalciler İşgal Etti!!!



Yukarıdaki fotoğrafa bakıp bu adamlar ne yapıyor diyebilirsiniz. Sanırım bunu demeniz gayet doğal. Efendim bu kez Odyofil Ziyaretler bölümünde kendi evimde dijital dünyanın yeni oyuncaklarını test ettik. Fotoğraftaki arkadaşlar sistemlerini benim müzik sistemime entegre ediyorlar. Şimdi ayrıntılar;

Geçtiğimiz haftalarda yeni nesil dijital kaynakları test etmek üzere sevgili Nadir ve Levent ile sözleşmiştik. Özellikle benim ardı arkası kesilmeyen çevresel sağlık sorunlarım yüzünden bu buluşmayı bir türlü yapamamıştık. Sonunda bir gece ayarlamayı başardık ve değerli dostlarım ellerinde çantalarla bizim evin yolunu tuttular.

Benim sistemimi okuyucular zaten biliyorlardır. Ayrıntıları Stereo Mecmuası Forumlarında da mevcut. Bu sistem üzerine yeni nesil iki dijital kaynağı ekledik. Birinci kaynak cihaz Transport PC. Aslında Transport PC'nin geliştirilmekte olan versiyonu. Transport PC konusunda Stereo Mecmuası'nda özel bir sayı yayınlamıştık ancak konu bilgisayar olunca sistemler devamlı yenileniyor ve dolayısıyla Transport PC özel sayıyı yayınladığımız günden bugüne bayağı gelişti. Konuyla ilgili gelişmeleri başta sevgili Nadir (nam-ı diğer Ionian) olmak üzere diğer meraklılar forumlarımızdaki konu başlığında okuyucularımızla paylaşıyorlar. Benim bu bilgisayarı son gördüğümden bugüne gelişmeler devam etmiş. Çift güç kaynaklı, ses kartı üzerinde bir sürü modifikasyon ve kapasitör olan,  Frankstein Transport PC ismini verebileceğim son derece karmaşık ve standart bir bilgisayarın çok ötesinde bir "şey" ile karşılaştım bu kez.

İkinci dijital kaynak ise Apple'ın Mac Mini modeliydi. Bunun üzerinde de yazılımsal bazı iyileştirmeler yapılmış. Sistemin sahibi olan sevgili Levent evde kullandığı DAC'ı da getirdi. Blacknote DAC-30 modelini böylelikle yakından inceleme ve dinleme fırsatı buldum.


Uzun zamandır böyle bir kablo karmaşası yaşamamıştım. Salonda ancak sek sek ile ilerlemek mümkündü.. Ayağınızın altında bir sürü bozulabilir parça varken cesaret işi tabii...

İlk önce sistemlerin kurulmasına başlandı. Çok sayıda elektrik prizi, bir sürü taşınabilir Harddisk vesaire derken salonda neredeyse adım atacak yer kalmadı. Transport PC ve Mac Mini, Blacknote DAC'a bağlandı ve test şarkılarını her iki dijital kaynak ve en son pikapta dinledik. Öncelikle benim testten çıkardığım sonuçları sizlerle paylaşayım...

1- MAC veya farklı bir bilgisayar tabanlı sistem kullanıyorsanız, DAC'ın dijital kaynağın nihai performansına büyük bir etkisi var. Muhtemelen kaynağın transport bölüme harcayacağınız tutar kadar DAC'a da yatırım yapmanız gerekli.

2- Transport PC, ilk bakışta aslında çok karmaşık gibi gözükse de, ortalama bir bilgisayar kullanıcısının kolaylıkla altından kalkabileceği bir yapıya sahip. Ancak gelecekte yapılacak ileri seviye modifikasyonlar ilginizi çekiyorsa elinizin biraz havye tutması gerekiyor. İleri seviye bir miktar bu işlere aşinalık gerektiriyor.

3- MAC cephesinde işler biraz daha rahat. İşletim sistemi üzerinde belirli modifikasyonları yaptıktan sonra kullanacağınız yazılımı seçmeniz gerekiyor. Bizim denediklerimiz arasında "Decibel" açık ara daha iyi bir performans gösterdi. 50 Dolara satın alabileceğiniz bu yazılımın sese etkisi oldukça etkileyici. Oldukça pahalı olan Amarra'yı ezip geçmesi, benim açımdan çok şaşırtıcıydı...

4- Gecenin ilginç sonuçlarından bir tanesi, kablonun önemi idi. Bir çok insana sorarsanız DAC bağlantısı amacıyla kullanılan USB (veya benzeri) kablo(lar) "1" ve "0"lardan oluşan sayısal veriyi taşıdığından çok büyük bir öneme sahip değiller. Ancak iyi bir USB kablonun yerine standart bir kablo taktığınızda ses bir andan tanınmaz hale geliyor. Bu konu çok garibime gitti. Sevgili Levent sisteminde Goldenote firmasının üst sınıf gümüş bir USB kablosunu kullanıyor. Görünen o ki, sistemine katkısı inanılmaz boyutlarda. Bu tarz dijital kaynağa sahip olanların ne yapıp edip kaliteli bir USB kablo edinmelerini gecenin deneyimi olarak kayda geçirmek isterim. Ülkemizde bir çok markanın kaliteli USB kablolarını bulabilmek mümkün...

5- Transport PC mi yoksa MAC mi sorusu, gecenin önemli sorularından bir tanesiydi. Benim görüşüm ayrıntılarla ve teknik işlemlerle fazla uğraşmak istemeyenlerin MAC yönüne kaymalarında fayda olabilir. Transport PC ise hobiyi uzun zamana yaymaya meraklı, konuyu adım adım geliştirmek isteyenler için ilginç bir seçenek. Gece konuştuklarımızdan hareketle bugün bir MAC Mini ile iyice geliştirilmiş bir Transport PC'nin maliyeti hemen hemen aynı. Bu maliyetlerin üzerine bir DAC ve iyi bir USB kablosu eklemek gerekiyor. Bu kesinlikle kaçınılmaz.

6- Harcanacak tutar ne olursa olsun yeni nesil dijital kaynakların avantajı çalınacak müzik medyasını ekonomik olarak edinebilmek. Bu konu pek bana hitap etmiyor. Benim için dinleyeceğim albümün kapağı ve bilgilerinin elimin altında olması önemli diyerek bu konuyu geçeceğim.

7- Dijital müzik arşivi edinmek başlı başına bir planlama gerekiyor. Aynı albümün bir sürü farklı versiyonu var. Örneğin Bill Evans'ın Waltz For Debby albümünün 2-3 farklı versiyonunu deneme fırsatımız oldu. Anlaşılan bu yönde ilerleyen arkadaşlarımızın dosya düzenlerine daha ilk başlardan dikkat etmesi gerekiyor. Öbür türlü albüm listeleri arasında kaybolup gitmek mümkün....


Solda Ionian ve Transport PC'si, sağda DAC-30 ve MAC Mini. Tam bir kaos!

Gecenin bir diğer sonucu iyi bir analog kaynak performansına ulaşmak için dijital cepheye harcamak gereken tutarın hiç de az olmadığıydı. DAC + USB kablosu + kaynak cihaz maliyeti pek az değil ancak plakların fiyatlarına bakarsanız bu yatırım maliyeti pek önemli sayılmaz.

Gecenin sonucu, benim görüşüme göre yeni nesil dijital oyuncakların performansının aynı fiyat seviyesindeki CD veya SACD çalarların performansına ulaştığı hatta geçtiği yönünde. Tabii bunu giriş seviyesinin biraz üzerindeki bir kıyaslama olarak söylüyorum. Üst segmentlerde durumlar bir hayli farklı olabilir. İyi bir analog kurulumu ve plak arşivi olan meraklıların şimdilik rahat olduğunu söyleyebilirim. Dijital dünyanın bu seviyelere ulaşması şimdilik kolay gözükmüyor ancak gelişim baş döndürücü bir hıza sahip. Önümüzdeki yıllarda durumlar değişebilir. Hatta kesinlikle değişecektir. Son iki senede yaşanan gelişmelere bakarak önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde gerek donanım gerekse de yazılım anlamında önemli gelişmeler olacaktır.

Absürd Plak Kapakları: Fausto Papetti Sax



Ancak Papetti özellikle 1960 ve 70′li yıllarda az giyimli kızların kapaklarını süslediği acayip plaklarını bilmeyen yoktur. Neden bu plakları seviyoruz diye sorsam herkes başka cevaplar verecektir. 1970′lerin Türk sinemasının “konulu” filmlerine aşina olanlar yaşattığı nostaljiden dolayı Papetti plaklarını severler. Plak kapakları aslında son derece ilgi çekicidir. Her zaman az giyimli kızlar olur ancak bu kızlar mahallenin en güzel kızları değildir. Kapaklarda özellikle pastel tonlar hakimdir. Ayrıca az giyimli kızlar dünyanın en mutlu kızları da değildir. Değişik bir hüzün vardır yüzlerinde... Plaklardaki müzik ise bazen kapakların tam aksine son derece neşelidir, bazende garip bir hüzne sahiptir. Anlayacağınız Papetti plakları her şeyiyle incelenmesi gereken plaklardır. Belki de ciddi potansiyeli olan (veya olabilecek) bir müzisyenin hayatının çok büyük bölümünde müzik tarihi açısından bir hiç olarak kaldığı için böylesine garip işlere imza atmıştır. Oturup incelemek lazım...

Muppet Show: Mahna Mahna



Mahna Mahna, veya tam anlamıyla "Mah-Na Mah-Na," İtalyan besteci Piero Umiliani tarafından bestelenmiş. Şarkı aslında İsveç'te yaşayan bir İtalyanı konu alan Svezia, Inferno e Paradiso (Yani İsveç, Cennet ve Cehennem) isimli belgesel için yazılmış. Ancak şarkıyı hepimiz Muppet Show'dan hatırlıyoruz... Şarkı ilk kez Muppet Show'un ilk sezonunda seyircilerle buluşmuş ve hit haline gelmiş.. Komik ama gerçek...