Odyofil Ziyaretleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Odyofil Ziyaretleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sound At Home: Zaman İçerisinde Yolculuk



Yine zaman ve mekan oryantasyonun kaybolduğu bir mekandan Sound At Home mağazasından bahsedeceğim sizlere. Aşağıda adresini bulabileceğiniz ve bir İzmir'li olarak Şehr-i İstanbul'un Anadolu yakasını bilmeyen birinin tarif etmesi zor bu mekanı. Sound At Home iki mağazadan oluşan ve insanın ağzının suyunu akıtan cihazların bulunduğu bir yer.

 
Soldan sağa: Savaş Arıhan, Hakancez, pikapları ile tanıdığımız Reşit Bey, Mustafa kardeşimiz

Bu mekanda öyle yoğun bir cihaz kalabalığı yok. Ancak meraklısının hayır diyemeyeceği az ve öz sayıda cihaz bulunuyor raflarda. Ben dükkana girer girmez hemen pikapları mercek altına aldım. Tertemiz bir Luxman arkasından bir Dual, Revox vs derken aşağıdaki pikap daha ilk saniyelerde dikkatimi çekti.

Technics markası altında üretilmiş üst model pikaplardan bir tanesi SL-M3

Technics SL-M3 firmanın zamanının üst model pikaplarından bir tanesi. Üzerinde çok kafa yorulmuş Linear Tracking bir kol var. O dönemin Japon pikaplarının geleneksel yapısı hemen hemen aynıydı. Harika ahşap kasalar, zaman meydan okuyan cilalar, devasa metal platolar ve ayrıntı üzerine ayrıntı. Ağzımın suyu akıyor akmasına ama bir kaç gün içerisinde Technics SP-10 ve EPA-100 kombinasyonu dinleyeceğim için heyecanlıyım. Bir dönemin en iyi pikaplarını dinleyip amiyane tabiri ile dibi düşen bir insan olarak böyle pikapları görünce insan heyecanlanıyor. Daha önce Micro Seiki MA-505 kol ve Luxman PD 444 kombinasyonunu anlatmıştım sizlere. O zamanda söylediğim gibi bu eski pikapları eski deyip kenara itmemek lazım...


Nasıl yani Diatone markalı bir pikap ve İstanbul'dayım. Zaman ve mekan karmaşası...

Technics'ten gözümü almayı başardığımda bu kez Diatone LT-1 modeline denk geliyorum. Bu pikabı daha önceden garip tanjansiyel kolundan biliyorum. Kol yapısı çok farklıdır ve bence ilginç bir çözüm olarak daha yaşama olasılığı olan bir modeldi ancak ne yazık ki 80'lerde CD'ler pikapları bitirmişlerdi ve altın dönem sona ermişti. İşin komik tarafı bu pikabı Japonya dışında sadece Mitsubishi markası ile bulabilmek mümkündü. Diatone markasıyla görmek çok değişik bir deneyim oldu. Hakan bunları nereden biliyorsun derseniz bende bilmiyorum, bir nevi obsesyon deyip konuyu kısa keselim :)


Sonu gelmez; iğneler, kafalar, headshell'ler. La Dolce Vita...

Eski headshell'ler, iğneler de İstanbul ziyaretimde bol bol denk geldi. Benim de bu tarz iğnelere karşı özel bir afilitem vardır. Ancak tek sıkıntı şu an kullanmakta olduğum kol ne yazık ki headshell'i çıkan bir yapıda değil ve böyle giderse gaza gelip yeniden 3009 günlerime geri dönesim var. Onu çıkar bunu tak bundan güzel hayat mı var?

Mustafa, Hakancez, Reha Arcan

Mekanda pikaplardan başımı kaldırınca daha neler gördüm neler. JBL Ti serileri, harika makara teypler, McIntosh'lar derken insanın ağzı sulanmaya başlıyor bir anda. Aralara baktıkça ilginç bir şeyler görüyorsunuz. Ancak pikaplardan çarpılmış durumdayım. Kendime gelebilmek için biraz vakte ihtiyacım var :)


Sony ES serilerine özel bir ilginiz varsa bu fotoğrafa bakmayın :)

Pikaplardan kafayı kaldırınca karşı duvarda Sony ES serilerinden oluşan bir kule gördüm. Bu seriler ülkemizde de meraklılar tarafından çok seviliyor ve makul fiyatlarda sattım dediğiniz anda satılıyor. Görebildiğim kadarı ile Sound At Home mağazasında fiyatlar makul ve mantıklı, sahipleri müşterilere yardımcı olmaya çalışıyorlar. Hakan sakin ol diye diye ikinci mağazaya geçiyoruz hep birlikte.


Emre Seneoğlu, Hakancez, Mustafa Bey, Savaş Arıhan ve Reşit Bey.

İkinci mağazaya yürüyüş mesafesinde bir dakikadan az uzaklığı. Kapıdan girer girmez Lafayette marka bir amplifikatör kutusu açılıyor. Lafayette deyince hemen herkes Paris'te erkeklerin kabusu devasa mağazayı düşünür ama bizler gibi delilerin aklına hemen amplifikatörler geliyor. Hemen içeriye dalıyorum...


Vu-metre sevmeyen var mı?

Mağazanın içerisinde yine az ve öz sayıda cihaz var. Gözüm yukarılarda duran Dynaco pre-power sete takılıyor. Zamanın ötesinden gelmiş gibi. Ön yüzünde bir çizik bile yok. Dikkatli gözlerin hemen fark edeceği bir kaç önemli cihazın yanında mağazanın içerisinde plakta mevcut. Arkadaşlarımın söylediğine göre hiç olmayacak şeylerin denk geldiği oluyormuş arada. Bende tabii ki şöyle bir kurcalıyorum. Nasipte yokmuş bu kez bir şey bulmak :)


Eski püskü demeden her şeyi kurcalamak lazım...

Sound At Home ziyaretimde yine zaman içerisinde güzel bir yolculuk yaptım ve görmeyi hiç ummadığım bazı cihazlara denk geldim. Sağolsun Mustafa Bey ilgilendi gayet güzel bizlerle. Bir sürü cihazı kurcalayıp güzel tınılar duydum. Özellikle aradığınız bazı cihazları da sağlayabiliyor Sound At Home firması. Zaman içerisinde yolculuk yapmak isteyenler mutlaka ziyaret etsinler..

Adresi bulur bulmaz buraya ekleyeceğim...

Edit: Meraklılar için adres bilgileri şu şekilde;

Sound At Home
Erenköy Kazasker Çelebi Sokak No 9/b Yurdakul Apartmanı.
Telefon: 0216 369 18 37

En Sonunda Avantgarde Trio



Senelerdir Avantgarde Trio söyledir böyledir diye bir sürü yazı okumuşumdur. Bundan çok uzun seneler önce Rainer Leroy isimli bir odyofile ait bir sistemin fotoğraflarını sizlerle paylaşmıştım. Hem Tintin figürlerine hemde hoparlörlere bayılmıştık o zaman ailece. Seneler geldi geçti Avantgarde'ın bazı hoparlörlerini dinleme fırsatım oldu ancak Trio Classico'yu dinlemek yeni nasip oldu. Devasa bir mekanda harika tasarımlı objeler ve mobilyaların olduğu bir ortamda sonunda dinledim bu hoparlörleri.  Dinlediğim hoparlörler beyaz ama pearl tabir edilen renkteydi. Muhteşem görünüyorlar.



Sesi sorarsanız mekan devasa olunca manzara müthiş seste öyle. EL84 vakum tüplü son derece basit bir amplifikatör ile dinlediğim Classico'ları. Evimde büyük bir salon olacak, tavanlar yüksek olacak benim 2A3 ile nasıl bir ses elde ederim hiç hayal bile edemedim. Sanırım muhteşem olurdu.



Seçil Hanım'da bayıldı hoparlörlere. Keşke aynı formun daha ufaklığı bir şey olsa hiç düşünmez eve alırdık bir tane. Tabii fiyatının da makul olması şartıyla ;) Acaba çizim masasına otursak mı yavaş yavaş ...

New Audio Point: Şükrü Beyin Harikalar Diyarı!



İstanbul'un Anadolu yakasını fazla bilmem. Bir kaç ana arteri ve semti bilirim. Bunların dışına çıktığımda, zaman ve mekan oryantasyonum kaybolur. Serin bir İstanbul gününde Kadıköy taraflarında bir hifi mağazasına doğru yola çıktık. Bu öyle bilindik tarzda bir mağaza değil. Hani hifi tarihinin yattığı mağazalardan bir tanesi. İzmir'de bulamadığımız ancak olmasını arzu edeceğimiz türden bir mağaza. Bu tarz dükkanlarda ciddi bir mal yığını olur genelde. Pek çoğumuz burun kıvırırız bu tarz cihazlara. Ancak dikkatli gözlere ve birazcık bilgiye sahipseniz çok ilginç şeyler ile karşılaşmaya hazır olmalısınız.



Mağazaya girer girmez karşıma çıkan görüntü yukarıda. Dışarıdan bakıldığında bir sürü hoparlör ve cihaz görüyorsunuz ama ben bu kalabalığa bakınca ortada duran beyaz toz korumalı hoparlörleri fark ediyorum. KLH yani Henry Kloss hoparlörler ile tanışın. Bahsettiğim şey tam anlamı ile bu bu cihaz kalabalığına nasıl gözler ile baktığınız önemli. Bismillah deyip kapıdan içeri bir adım atınca bu hoparlörler ile karşılaşınca daha neler denk gelecek bakalım diye içimden geçirdim.


Raflar dolusu cihaz. Bakmayı bilince çok güzel parçalar olduğunu fark edebilirsiniz.

Mağazanın sahibi Şükrü Bey ile tanışmadan önce kendimi kaybedip cihaz kalabalıklarının arasında buldum kendimi. Daha ilk bakışta ADC marka bir ekolayzır ünitesi dikkatimi çekiyor. Sound Shaper serisi olması lazım. Bu cihaz nereden çıkmış olabilir ki diye düşünürken eski Japon firmalarının üst seri amplileri, pre-amplileri bir anda radarıma giriyor. Bu tarz mağazaların en güzel yanı sizlerle aynı zevki taşıyan insanlarla sohbet olanağı sunması. Aynı dili konuştuğunuz bir vahanın içerisindesiniz.


soldan sağa Savaş Arıhan, bendeniz Hakancez, Şükrü Bey

ADC ekolayzır sistemi ilgimizi çekti ancak daha neler neler var. Şükrü Bey bazı ürünleri gösteriyor. Yukarıda görüldüğü gibi ağzım açık. Yamaha ve Sharp markalı iki üst sınıf ekolayzır çıkıyor ortaya. Vintage sitelerde gördüğüm ve zamanında kullananların yazdıklarını okuduğumda ağzımın suyunun aktığı cihazlar. Parametrik ekolayzır gibi mevzuular günümüzde çok popüler değiller. Ama room correction adı altında hifi dünyasında yaşamaya devam ediyorlar. Aslına bakarsanız ikisinin aynı şey olduğunu söylemek mümkün. Ancak parametrik ekolayzır out, room correction in! Ben bunları düşünürken ADC ekolayzır deneme amacı ile yola çıkmış durumda. Aklımdan Soundcraft diye geçirirken karşı raftan bana el sallayan Soundcraft güç amplisini görüyorum. Bugün buradan çıkamayacağım galiba diye düşünüyorum...


soldan sağa Emre Senemoğlu, Savaş Arıhan, Hakancez, Şükrü Bey

Daha ilk odanın içerisinde saatler geçirecek kadar incelenecek mal var. En yukarıdan en alta kadar hemen her yere bakmak şart. Son bir kaç yıldır kendime hiçbir cihaz almadığımı düşünüyorum bir yandan. Bir şeyler denk getirip alayım mı diye aklımdan geçiyor ince ince. Hakan tut kendini diyorum. Fiyatlar hiç abartı değil hatta gayet makul seviyelerde. Eskiden vitrinlerin arkasından ağzımın suyu akarak seyrettiğim cihazlara ulaşmak mümkün bir şekilde :)


Şükrü Bey, Hakancez, Reha Arcan...

Odanın içerisinde cihazları gördükçe günümüzde müzik dinlemeye meraklı gençlerin ne kadar şanslı olduğunu düşünüyorum. Ben üniversitede okurken hatta sanırım lise talebesiyken biriktirdiğim para ile cihaz alabilmem çok çok zordu. İlk düzgün müzik sistemimi üniversite zamanı kazandığım para ile almıştım. Aslında hep iyi cihazlarım olmuştu bütçeme göre. Ama hani o "deck sistem" hayallerimiz vardır ya ancak üniversite zamanı yavaş yavaş alabilme imkanım olmuştu. Bugünün gençleri ise çok şanslı. Bizim hayallerimizi süsleyen cihazları biraz tasarruf yaparak harçlıklarınız ile alabilmeniz olası. Hatta öyle ki, çok makul bütçelerle gelip gayet güzel bir sistem edinebilirsiniz. Seslerine bugün ne derseniz deyin, rock dinleyen bir insan Technics'in alt seviye cihazları ile mutlu olabilir. Ben senelerce böyle müzik dinledim. Hatta kendi sistemimi tanıdık bir arkadaşa sattım ki istediğim zaman dinleyebileyim diye. Hala mutlu olabiliyorum o eski cihazlarla. Detay, sahne, katman bunlara çok takılmayıp mutluluğu arayanlar için ve özellikle de bütçesi sıkıntı olan okuyucularım için böyle mağazalarda mutluluğa giden kapı açılabilir...



Şimdi bir sonraki odadayım. Daha girer girmez Platinum hoparlörler dikkatimi çekiyor. Bu hoparlörleri pek kimse bilmez mesela. Raf tipi hoparlörler üreten firma bundan çok uzun seneler önce bas çözünürlüğü denilen konunun dibini görmüştür. Günümüzde pek az firma bu seviyeye ulaşabildi benim gördüğüm kadarı ile. Bu seviyeye ulaşmak için vereceğiniz para binlerce Dolar seviyesindeyken burada yatıyor bu güzelim hoparlör. Kaşıntı yeniden başlıyor, sakin ol Hakan.


Orta raftaki karartı bir tasarım harikasıdır. Bence gelmiş geçmiş en güzel tasarımlı CD çalar. Sesini sormayın :)

Rafları incelerken Audiomeca Mephisto'yu görüyorum. Tanrım bunun kadar güzel bir CD çalar tasarımı yapılıp yapılmadığı konusunda emin değilim tarih boyunca. Pierre Lurné'nin işleri işte. Sadece dokunmak bile yeterli oluyor mutlu olabilmek için. Olaya gerçekçi bakarsam benim gibi hardcore müzik dinleyicisi için bu tarz CD çalarlar başa dert. Sanırım bir kaç gün içerisinde iflas ederler. Ancak rafımın bir köşesinde dursa sanırım fena olmazdı :) Raflarda bilinmedik bir sürü mücevher var. Daha üst sınıf cihazlar, daha alt segment cihazlar. Hemen her bütçeye uyabilecek bir sürü cihaz, hoparlör ve pikap...


JBL monitörler ağzımın suyunu akıtıyor. Aşağıda da güzelim bir Nakamichi CR-7 yatıyor :)

Saatler sonra son odanın içerisindeyim. Yukarıya kafamı kaldırdığımda gördüğüm JBL monitörler zaman makinesine girmiş gibi. Tek bir çizik yok üstlerinde. Ağzımın suyu fena halde akıyor. Allah'tan benim aradığım şey bu değil. Benim hayalim hep 4430 sahibi olmaktı ama merak etmeyin onu da görüp dinleme şansım oldu. Ancak bir mağazada değil sevgili Savaş abinin evinde. Hemen listeye adımı yazdırdım. Bir gün hoparlörü elden çıkartacak olursa sanırım birinci sıradayım. Böyle bir sıra bekleme coşkusu sevgili Koray abinin Altec hoparlörlerinde de var. Bu tarz efsanevi cihazlara sahip olmasam bile çevremde birilerinde olması harika bir şey. İstediğim gibi dinleyip kurtlarımı dökebilme şansım var. Sanırım çok şanslı bir insanım. Bu odanın içerisinde de harika şeyler denk geliyor. Bir Audio Technica iğne ile denk geldik mesela. Daha sonra dinleme fırsatım oldu. Gerçekten bayıldım. Bildiğim bir modeldi ama internet sayfalarından... Arkalarda bir Nakamichi CR-7 yatıyor. Uzun senler boyunca peşinde koştuğum, üniversite zamanı raflarda görüp ağzımın sulandığı ancak asla o parayı veremedim harika bir kasetçalar. Bir gün Fil Elektronik Hamdi Beyin evinde gördüm ve uzun senelerdir süren dostluğumuza güvenerek bunu senden çalacağım demiştim. Dediğimi yapacağımı bilen Hamdi Bey, bana güzelim bir CR-7 bulup hediye etmişti ve muradıma ermiştim. O da kendi CR-7'sini kullanmaya devam ediyor :)

Yaz yaz bitmez gördüklerim ve dinlediklerim...

Öncelikle Şükrü Beye ev sahipliği için İzmir'den selamlar. Gerçekten hem güzel ağırlandım hemde hifi tarihi içerisinde bedava bir tur yaptım. Dediğim gibi bu tarz dükkanlar ne aradığını bilen insanlar için birer hazine değerinde. Bunun yanında özellikle genç okuyucularımızın bir yerlerden başlamak için bir göz atmaları gereken mekanlar.

Kısa bir zaman içerisinde mekanı işaretleyeceğim bir Google haritasını aşağıya eklerim. Eminim ki bir çok okuyucumuz nerede diye soracaktır. Bana birazcık zaman verin :)
edit: Adres bilgileri şu şekilde;
New Audio Point
Altıntepe Değirmen Yolu Cad. Bayramoğlu Apt. No:7 Dükkan:1 Bostancı / Kadıköy / İstanbul
Telefon: 0216 367 77 30


Daha Büyük Görüntüle

Odyofil Ziyaretler: Evimi Dijitalciler İşgal Etti!!!



Yukarıdaki fotoğrafa bakıp bu adamlar ne yapıyor diyebilirsiniz. Sanırım bunu demeniz gayet doğal. Efendim bu kez Odyofil Ziyaretler bölümünde kendi evimde dijital dünyanın yeni oyuncaklarını test ettik. Fotoğraftaki arkadaşlar sistemlerini benim müzik sistemime entegre ediyorlar. Şimdi ayrıntılar;

Geçtiğimiz haftalarda yeni nesil dijital kaynakları test etmek üzere sevgili Nadir ve Levent ile sözleşmiştik. Özellikle benim ardı arkası kesilmeyen çevresel sağlık sorunlarım yüzünden bu buluşmayı bir türlü yapamamıştık. Sonunda bir gece ayarlamayı başardık ve değerli dostlarım ellerinde çantalarla bizim evin yolunu tuttular.

Benim sistemimi okuyucular zaten biliyorlardır. Ayrıntıları Stereo Mecmuası Forumlarında da mevcut. Bu sistem üzerine yeni nesil iki dijital kaynağı ekledik. Birinci kaynak cihaz Transport PC. Aslında Transport PC'nin geliştirilmekte olan versiyonu. Transport PC konusunda Stereo Mecmuası'nda özel bir sayı yayınlamıştık ancak konu bilgisayar olunca sistemler devamlı yenileniyor ve dolayısıyla Transport PC özel sayıyı yayınladığımız günden bugüne bayağı gelişti. Konuyla ilgili gelişmeleri başta sevgili Nadir (nam-ı diğer Ionian) olmak üzere diğer meraklılar forumlarımızdaki konu başlığında okuyucularımızla paylaşıyorlar. Benim bu bilgisayarı son gördüğümden bugüne gelişmeler devam etmiş. Çift güç kaynaklı, ses kartı üzerinde bir sürü modifikasyon ve kapasitör olan,  Frankstein Transport PC ismini verebileceğim son derece karmaşık ve standart bir bilgisayarın çok ötesinde bir "şey" ile karşılaştım bu kez.

İkinci dijital kaynak ise Apple'ın Mac Mini modeliydi. Bunun üzerinde de yazılımsal bazı iyileştirmeler yapılmış. Sistemin sahibi olan sevgili Levent evde kullandığı DAC'ı da getirdi. Blacknote DAC-30 modelini böylelikle yakından inceleme ve dinleme fırsatı buldum.


Uzun zamandır böyle bir kablo karmaşası yaşamamıştım. Salonda ancak sek sek ile ilerlemek mümkündü.. Ayağınızın altında bir sürü bozulabilir parça varken cesaret işi tabii...

İlk önce sistemlerin kurulmasına başlandı. Çok sayıda elektrik prizi, bir sürü taşınabilir Harddisk vesaire derken salonda neredeyse adım atacak yer kalmadı. Transport PC ve Mac Mini, Blacknote DAC'a bağlandı ve test şarkılarını her iki dijital kaynak ve en son pikapta dinledik. Öncelikle benim testten çıkardığım sonuçları sizlerle paylaşayım...

1- MAC veya farklı bir bilgisayar tabanlı sistem kullanıyorsanız, DAC'ın dijital kaynağın nihai performansına büyük bir etkisi var. Muhtemelen kaynağın transport bölüme harcayacağınız tutar kadar DAC'a da yatırım yapmanız gerekli.

2- Transport PC, ilk bakışta aslında çok karmaşık gibi gözükse de, ortalama bir bilgisayar kullanıcısının kolaylıkla altından kalkabileceği bir yapıya sahip. Ancak gelecekte yapılacak ileri seviye modifikasyonlar ilginizi çekiyorsa elinizin biraz havye tutması gerekiyor. İleri seviye bir miktar bu işlere aşinalık gerektiriyor.

3- MAC cephesinde işler biraz daha rahat. İşletim sistemi üzerinde belirli modifikasyonları yaptıktan sonra kullanacağınız yazılımı seçmeniz gerekiyor. Bizim denediklerimiz arasında "Decibel" açık ara daha iyi bir performans gösterdi. 50 Dolara satın alabileceğiniz bu yazılımın sese etkisi oldukça etkileyici. Oldukça pahalı olan Amarra'yı ezip geçmesi, benim açımdan çok şaşırtıcıydı...

4- Gecenin ilginç sonuçlarından bir tanesi, kablonun önemi idi. Bir çok insana sorarsanız DAC bağlantısı amacıyla kullanılan USB (veya benzeri) kablo(lar) "1" ve "0"lardan oluşan sayısal veriyi taşıdığından çok büyük bir öneme sahip değiller. Ancak iyi bir USB kablonun yerine standart bir kablo taktığınızda ses bir andan tanınmaz hale geliyor. Bu konu çok garibime gitti. Sevgili Levent sisteminde Goldenote firmasının üst sınıf gümüş bir USB kablosunu kullanıyor. Görünen o ki, sistemine katkısı inanılmaz boyutlarda. Bu tarz dijital kaynağa sahip olanların ne yapıp edip kaliteli bir USB kablo edinmelerini gecenin deneyimi olarak kayda geçirmek isterim. Ülkemizde bir çok markanın kaliteli USB kablolarını bulabilmek mümkün...

5- Transport PC mi yoksa MAC mi sorusu, gecenin önemli sorularından bir tanesiydi. Benim görüşüm ayrıntılarla ve teknik işlemlerle fazla uğraşmak istemeyenlerin MAC yönüne kaymalarında fayda olabilir. Transport PC ise hobiyi uzun zamana yaymaya meraklı, konuyu adım adım geliştirmek isteyenler için ilginç bir seçenek. Gece konuştuklarımızdan hareketle bugün bir MAC Mini ile iyice geliştirilmiş bir Transport PC'nin maliyeti hemen hemen aynı. Bu maliyetlerin üzerine bir DAC ve iyi bir USB kablosu eklemek gerekiyor. Bu kesinlikle kaçınılmaz.

6- Harcanacak tutar ne olursa olsun yeni nesil dijital kaynakların avantajı çalınacak müzik medyasını ekonomik olarak edinebilmek. Bu konu pek bana hitap etmiyor. Benim için dinleyeceğim albümün kapağı ve bilgilerinin elimin altında olması önemli diyerek bu konuyu geçeceğim.

7- Dijital müzik arşivi edinmek başlı başına bir planlama gerekiyor. Aynı albümün bir sürü farklı versiyonu var. Örneğin Bill Evans'ın Waltz For Debby albümünün 2-3 farklı versiyonunu deneme fırsatımız oldu. Anlaşılan bu yönde ilerleyen arkadaşlarımızın dosya düzenlerine daha ilk başlardan dikkat etmesi gerekiyor. Öbür türlü albüm listeleri arasında kaybolup gitmek mümkün....


Solda Ionian ve Transport PC'si, sağda DAC-30 ve MAC Mini. Tam bir kaos!

Gecenin bir diğer sonucu iyi bir analog kaynak performansına ulaşmak için dijital cepheye harcamak gereken tutarın hiç de az olmadığıydı. DAC + USB kablosu + kaynak cihaz maliyeti pek az değil ancak plakların fiyatlarına bakarsanız bu yatırım maliyeti pek önemli sayılmaz.

Gecenin sonucu, benim görüşüme göre yeni nesil dijital oyuncakların performansının aynı fiyat seviyesindeki CD veya SACD çalarların performansına ulaştığı hatta geçtiği yönünde. Tabii bunu giriş seviyesinin biraz üzerindeki bir kıyaslama olarak söylüyorum. Üst segmentlerde durumlar bir hayli farklı olabilir. İyi bir analog kurulumu ve plak arşivi olan meraklıların şimdilik rahat olduğunu söyleyebilirim. Dijital dünyanın bu seviyelere ulaşması şimdilik kolay gözükmüyor ancak gelişim baş döndürücü bir hıza sahip. Önümüzdeki yıllarda durumlar değişebilir. Hatta kesinlikle değişecektir. Son iki senede yaşanan gelişmelere bakarak önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde gerek donanım gerekse de yazılım anlamında önemli gelişmeler olacaktır.

Odyofil Ziyaretler: Accuphase Cenneti



Sizlere geçen haftalarda yaşadığım Micro Seiki Coşkusundan bahsetmiştim. Sevgili Aytaç Ünal'a yaptığım ziyaretin benim için en ilginç olan kısmı Micro Seiki MA-505 kol ve Luxman PD 444 idi. Şimdi sıra ikinci en ilginç bölüme geldi; Accuphase'ler..

Accuphase veya tam adıyla Accuphase Laboratories veya bir dönem bilinen adıyla Kensonic Laboratories, 1972 yılında Kenwood firmasından ayrılan mühendis Jiro Kasuga tarafından kurulmuş. 1970'lerin ortalarından itibaren isimlerini duyurdukları daha doğrusu ünlendikleri ürünleri pazara sunmaya başlamışlar. Firmanın ismi Accu İngilizce "accurate" yani "keskin"in kısaltması ve phase yani İngilizce "faz" kelimelerinden oluşuyor.  Accuphase tüm dünyada güçlü amplileri ve pre-amplileri ile tanınıyor. Firmanın kendisine özgü bir tasarım anlayışı var. Şampanya rengi ön korumaları ve ışıl ışıl yanan vu-metre'leri onları nerede görürseniz görün tanımanızı sağlıyor.

Accuphase, ülkemizde çok yaygın bir marka değil. Ancak kullanıcı kitlesi son derece fanatik. Eh bir noktada haklılar. Evet oldukça pahalılar, güçlüler ve gösterişli tasarımları var. Ancak sesleri bakalım nasıl?

Ben çok fazla Accuphase ile denk gelmedim. Evet çeşitli mağazalarda gördüm, kurcaladım ve dinledim. Ancak bir kaç kadeh içki eşliğinde ev konforunda dinletiler her zaman farklıdır...



Sistemin analog kısmından bahsetmiştim sizlere; Micro Seiki MA-505 kol ve Luxman PD 444. Yazıyı eminim ki okumuşsunuzdur.  Sistemin geri kalanında elektronikler tamamen Accuphase markasından seçilmişti.   Accuphase PX-600 devasa boyutlarda bir güç amplifikatörü. 6 Kanallı bu devasa cihaz, zor sürülmesi ile tanınan KEF - 107.2 Ref +Qube hoparlörü sürmekle görevli. Devasa vu-metreleri karanlıkta ışıl ışıl parlayan bu gösterişli cihaz devasa boyutlu hoparlörleri şaka gibi sürüyor...



Accuphase  CX-260 ise sistemin kalbinde tüm bağlantılardan sorumlu. Hem ev sineması hemde stereo sistemlerde kullanılabilir bir pre-amplifikatör olan CX-260 yine Accuphase'in DG-28'i ile tamamlanmış. DG-28'e bayıldım. Bu aslında özel bir ekolayzır ünitesi ancak 64 frekans aralığında 1/6-oktav'lık değişimler yapabilmek mümkün. Arada sırada bana sistemlerimizde nasıl ekolayzır üniteleri kullanabiliriz diye soranlar olur. Soundcraft'ların yanında Accuphase DG-28'i de listeye alabilirim. İster kullanılsın ister kullanılmasın manzara mükemmel. Aşağıdaki fotoğrafı çekmeyi pek beceremesem de, bir şeyler belli oluyor. Oldum olası ekranda her parametrenin oynanabildiği cihazlara bayılırım. Bir nevi fetiş!



Sistemin CD çaları durun siz tahmin etmeden ben söyleyeyim, tabii ki Accuphase'ten seçilmiş. Modeli Accuphase  DP-55.  Tank gibi sağlam gözüken bu CD çalar bir dönem tam anlamı ile ortalığı kasıp kavurmuş. Tıpkı Wadia'lar, Esoterci'ler gibi kaya gibi sağlam gözüküyor ve mekanizmasından iç bileşenlere kadar gösterilen özen üst sınıf...



KEF - 107.2 Ref , 1980'lerin sonlarına doğru üretilen bir hoparlör. Yukarıdaki fotoğraflar buzdağının görünen yüzü daha alt kısmı da var. Bu devasa hoparlörler bugün bile çok fanatik bir kullanıcı kitlesine sahip. Bu hoparlörün bir de Qube adı verilen bir dış x-over(vari) ek ünitesi var. Aşağıdaki fotoğrafta DG-28'in üzerinde bu üniteyi görebilirsiniz.. Oldukça güç isteyen bu hoparlörleri ilk kez dinleme şansım olacaktı...



Sistemi ilk gördüğümde sesin biraz sert olacağına dair bir düşüncem vardı. Ancak ısınmayla beraber pek beklediğim tarz bir ses ile karşılaşmadığımı söylemem lazım. Gayet güçlü ancak insanı müzik dinlemekten soğutan tarzın oldukça uzağında bir ses ile karşılaştım. Dark Side Of The Moon'da sistemin gücü kendisini hissettirirken, caz geçtiğinizde o güç yerini bambaşka bir tada bırakıyor. Sistem çok uzun seneler süren bir arayış sonucunda kurulmuş. Bunu anlamak mümkün. Böylesine bir metrajda, böylesine güçlü cihazlarla bu sesi elde etmek pek kolay değil....

CD çaları pek az kullandık. Zaten Micro Seiki MA-505 kol,  Luxman PD 444 pikap kombinasyonu ortalığı tam anlamı ile dağıttı. İğne olarak Goldenote'un basit Babele'si ve pikap katı olarak Fil Elektronik'in yerel üretim Audiophile Phonobox'u gibi son derece ekonomik yani uygun fiyatlı bileşenlerle tamamlanmış bir analog kombinasyonun böylesine bir sonuç vermesi olacak şey değil. Evet ilerleyen günlerde Babele yerine çok iyi bir iğne gelecek ancak Audiophile Phono Stage sistemde kalıcı gibi duruyor. İlerleyen dönemlerde Accuphase'in çoook pahalı referans pikap katını almadıkça bu pikap katı sistemimde kalacak diyor Sevgili Ünal...



Keith Jarreth'lar, Pink Floyd'lar, Louis Sclavis'ler derken koskoca bir gecenin sonu geliyordu. Gözüm sistemin hemen yanında duran Revox A-700 makara bant okuyucusunda kaldı. Bir defa ki sefere dinlemeden bırakmayacağım. Son dönemlerde gördüğüm en temiz Revox makara teypti ve işin en cazip tarafı  Sevgili Aytaç Ünal'ın süper bir makara teyp arşivi var. Accuphase'ler, Micro Seiki'ler, Luxman'lar derken yaşlı İsviçre'liye sıra gelmedi...

Bir sonraki ziyarete kadar teşekkürler Aytaç Abi...

Micro Seiki Coşkusu!



Sizlere geçtiğimiz haftalarda ya bloğumda yada Stereo Mecmuası forumlarında bazı Micro Seiki ürünlerini kurcalayacağımdan bahsetmiştim. Aslında Micro Seiki'lerin yanında bayağı bir şeyler kurcaladım ama ilk önce meraklısına hitap edecek Micro Seiki fotoğraflarını paylaşayım ve bir kaç kelam edeyim dedim...

Fotoğrafları dikkatlice inceleyen okuyucularım, ortalıkta bir yanlışlık olduğunu düşünebilirler. Pikap üzerinde Luxman PD-441 yazıyor olsa da, pikap aslında bir Micro Seiki alamet-i farikası. Pikaplara biraz ilgisi olanlar aslında pikapların tarihçesine biraz ilgisi olanlar Japonların efsanevi firması Micro Seiki'nin bir çok efsanevi Japon pikabında parmağı olduğunu bilirler. 1978 ile 1980'li yıllarda üretilen Luxman PD-441'in bir de büyük kardeşi var; Luxman PD 444. Bu pikabın en önemli farklılığı ikinci kol takılabilmesi için pikabın yatay ekseninin bayağı büyütülmüş olması...  Sevgili Aytaç Ünal'ın sahip olduğu pikap, 30'lu yaşlarında olmasına rağmen mükemmele yakın durumda..



Analog sistemin asıl ilgi çekici bileşeni fotoğraflarını gördüğünüz Micro Seiki MA-505 kol. Bu kol zamanının çok ötesinde bir zihniyetin ürünü bence. Hassasiyet neredeyse mükemmel, işçilik birinci sınıf, performans ise zamana meydan okuyan cinsten. Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Aslında daha fazlasını bile söyleyebilirim. Kol için özel Micro Seiki headshell'inde bulunduğu bir dizi yedek parça Japonya'dan getirilmiş ve ortaya ağzımı sulandıran bir görüntü çıkmış. Kol üzerine Goldenote Babele iğneyi geçici olarak takıp bayağı bir plak dinledik. Dinleti ile ilgili şimdilik yazmayacağım. Tüm sistemin fotoğrafları ile birlikte yayınlayacağım..

Şimdilik analog setup'ın fotoğraflarını yayınlayayım.. Aşağıdaki fotoğraflara tıklayınca büyüyorlar...


Bu yazıyı bitirmek için söyleyebileceğim tek şey; "adamlar yapmış be"

Odyofil Ziyaretleri: Reha Arcan



Geçen hafta İstanbul'a gittim. Bu seyahatin birincil sebebi yapmam gereken bürokratik işlemlerdi. 4,5 günlük sürecin büyük bölümünde hatta neredeyse tamamında son derece zorlu işlemleri tamamlamak için koşuşturdum. Yapmam gereken işlemleri çok güzel bir döneme denk getirdim; KonstruKt ve Peter Brötzmann konseri. Ama ne yalan söyleyeyim bu sefer İstanbul'dan neredeyse hiçbir şey anlamadım. Yakında yine İstanbul yolları gözükecek gibi duruyor. O zaman acısını çıkartırım inşallah.

Konser öncesinde sabahtan yapmam gereken işlemleri tamamlayıp konser öncesi sevgili Reha Arcan ile buluşmak için yola çıktım. Güzel bir İstanbul gününde Reha'nın afacanları okuldan aldıktan sonra ilk önce parkta biraz oyun oynadık. Afacanlarla iddialaşıp, arkasından kaybedip ve “Metro” çikolataları kaptırdıktan sonra sistemin karşısındaki yerimizi almak üzere hareketlendik. Sade ama güzel bir sofranın başında hem sohbet ettik, hem konser öncesi ısınma turu yaptık, hemde yeni sistemi dinledik.

Sevgili Reha'nın sistemindeki değişmeleri buradaki linkte sizlerle paylaşmıştım. Geçtiğimiz senelerde dinlediğim sisteme göre bayağı değişiklik olmuştu yeni sistemde. Açıkçası sistemde en merak ettiğim cihaz amplifikatördü. Western Electric 300B vakum tüpten optimal performansı almak için tasarlanan Loth-X Ji300b ampli oldukça ilginç bir tasarıma sahip. Amplifikatörün temeli geçmişteki bazı önemli Westrex tasarımları ile erken dönem Japon Single Ended örneklerine dayanıyor. Tabii ki tüpleri Western Electric 300B. Anlayacağınız çok ciddi bir tasarımla tanışma, dinleme ve kurcalama fırsatı buldum. Sistemde bir diğer önemli değişiklik hoparlörlerdi. Opera Callas SP (Super Pavarotti) son derece narin bir tasarıma sahip. Narin derken bir kule tipi hoparlöre göre daha küçük yapılı. Hoparlörün arkasında da sürücülerin bulunması sayesinde konvansiyonel bir tasarımdan farklı bir konumlandırma yapmak gerekiyor. Opera hoparlörleri geçmişte Lotus Concept'te dinlemiştim. Özellikle Mini modeline bayılmıştım. Ancak ülkemizin sonu gelmez hi-fi savaşları sonunda Opera markası olması gerektiği yerden ne yazık ki uzak şimdilik. Belki ileri ki dönemlerde daha fazla ilgi çeker. Bence en keyifli çalan İtalyan hoparlörlerden bir tanesi. Bakalım ilerleyen yıllar neler gösterecek.

Sevgili Reha, hoparlörleri son derece keskin bir toe-in (1) ile konumlandırmış. Bu alışılmışın dışında gibi gözükse de, üreticinin bu konuda bazı tespitleri olduğunu anlattı. Sistemde analog kaynak çok yakından tanıdığım Michell Orbe, Technoarm ve Benz Ace, dijital kaynak ise Rega'nın yeni DAC'ı ve Apollo CD çalardı. Rega DAC konusuna ilerleyen günlerde döneceğim ama tahminimin gerçekten ötesinde bir performansa sahipti, bunu belirtmem lazım.


Galas, dinlenmesi her açıdan zorlu bir isim. Her açıdan derken, gerçekten her açıdan... 

Cihazları yakında inceledikten sonra sistemden Paul Bley plağından tınılar duyulmaya başladı. Daha ilk notalarda sistemin yine ustalıkla oluşturulduğu, sahnenin, detay seviyesinin olması gerektiği anlaşılmıştı. Zaten o noktadan sonra konser öncesi sohbetimize geri döndük. Plak bitince yerine yenisi takıldı ve çok çok az kişinin evinde dinleme fırsatım olacağını tahmin ettiğim bir plak dönmeye başladı. Reha bu çalan Diamanda Galas (2) değil mi diye sordum. Gülümseyerek evet dedi. Çalan "Malediction & Prayer" albümünün plağıydı. İlk yüzü bitince sevgili Reha başka bir plak aramak için kalkınca aman abi Galas bulmuşum sonuna kadar dinleyelim dedim. Dinlediğimiz yüzün en başını bir kez daha dinleyip sonra diğer yüze geçtik. Vay be, hala şaşırıyorum Diamanda Gallas, eh Reha'dan beklenilecek bir hareket :) O an çok keyif aldım, Allah razı olsun dedim. Ama akşamın devamında bunu bir çok kez söyleyecektim.


Solda KonstruKt'ün Peter Brötzmann sağda ise Marshall Allen ile yaptığı albüm görülüyor

Konser saati yaklaşınca Reha o akşam Radyo Babylon'da yapacağı programı hazırlarken bende Esma (3) ve afacanlarla sohbete devam ettim. Radyo programına ilerleyen günlerde geri döneceğim. Çünkü dönülmeyecek gibi değil. Program hazırlığı bitince sevgili Reha, elime iki adet CD tutuşturdu. Konser öncesi her türlü hazırlık yapılmıştı vallahi. KonstruKt'ün Peter Brötzmann ile yaptığı albümün yanında efsanevi saksafoncusu Marshall Allen (4) ile yaptıkları albüm.

Artık konserin yapılacağı Nublu'ya doğru yola çıkma zamanı gelmişti.

Tüm bunların sonucunda söyleyebileceğim tek bir şey var, bir sistem çok iyi çalabilir, çok iyi sinerjiye sahip olabilir, harika cihazlarla oluşturulmuş olabilir. Böylesine bir sistemi oturup yıllarca keyifle dinleyebilirsiniz. Sevgili Reha'nın sistemi işte öyle bir sistem. Ancak bir sistemi bence asıl değerli kılan şey, onun nasıl çaldığının yanında, neler çaldığıdır. Bu direkt müziği sevmek ile alakalı bir konu. Reha'nın farklı farklı sistemlerini her dinlediğimde şaşırdım. Hem nasıl çaldığına hemde neler çaldığına.

Böylesine keyifli bir dinleti ve sohbetin ardından Radyo Babylon'a doğru yola çıkıyoruz. Orada kısa bir mola verip, KonstruKt ve Peter Brötzmann konserine doğru ilerleyeceğiz.

(1) Hoparlörleri içeri doğru açı vererek konumlandırmak
(2) Bana neredeyse yüzlerce CD vererek Diamanda Gallas ve daha niceleri  ile tanışmama vesile olan dostlara buradan selamlar. Onlar kendilerini biliyorlar.
(3) Reha'nın eşi. Keyifli sohbet için tekrar teşekkürler.
(4) Allen'ı Sun Ra'dan tanıyorsunuz.

Diamanda Galas fotoğrafı:  Richard Termine, 2005

Bruno Manusso'nun Sistemi



Eski Google web sitemdeki yazılarımı bloğuma taşımaya devam ediyorum.

Bu kez, Odyofil ziyaretleri başlığı altında, kendisinden çok şey öğrendiğim sevgili dostum, Bruno Manusso'nun sistemini sizlere tanıtacağım. Muhtemelen bu sistemin ilk kez bu denli ayrıntılı fotografları çekildi ve ilk kez internet üzerinde yayınlanması için izin verildi. Büyük ihtimalle ilk kez bu kadar çok Verdier ürünün bu denli ayrıntılı fotografları da yayınlanıyor. Bunun ilk kez benim sitem aracılığı ile olması benim için daha büyük bir mutluluk ki ben hiçbir sitede bu denli ayrıntılı bir fotograflar da görmediğimi belirtmek isterim. Bunun haricinde tanıtacağım sistemdeki bir çok komponent Türkiye'de tek ve bazılarından ise dünyada da oldukça sınırlı adette var. Bunları dinlemenin büyük bir keyif olduğunu söyleyebilirim, umarım siz değerli okuyucularımda hem yazımdan, hemde çektiğim fotograflardan benzer bir keyif alırsınız.

Sistemi sizlere tanıtmadan önce, beni en çok etkileyen şeyin yukarıdaki müzik sistemi olmadığını söyleyerek başlamalıyım. Hayranı olduğum büyük tasarımcı Jean Constatnt Verdier tüm referans cihazlarına, herbiri birer efsane olan sistem bileşenlerine rağmen, beni Bruno Bey'in evinde en çok etkileyen şey, müzik bilgisi ve arşivi. Sayısı her hafta artan yaklaşık 40 bin CD, 20 bin plaktan oluşan devasa bir arşiv ve herbirinin üzerinde konuşulacak bir hikayesinin olması. Jazz'dan klasiğe, rock'tan etnik müziğe inanılmaz bir arşiv ve paha biçilemeyecek değerdeki, az bulunur kayıtlar. Ve her dinleti de, bu kayıtların değerini bilen, üzerinde konuşmaya yetkin dostlardan öğrendiğim bir sürü şey. Sistemin sahibi sevgili Bruno Bey ve hemen her dinleti de bizimle birlikte olan sevgili Hamdi Bey ve diğer dostlar sayesinde, benim müzik yolculuğum o kadar güzelleşti ve zenginleşti ki. Bilmediğim binlerce enstrümanist, şarkıcı ve kayıt, her dinleti de tanıştığım yeni müzisyenler... Müziğe dair ne kadar az yol kattettiğimin birer kanıtı. Evin salonunda, özel odalarda ve depolarda bulunan, bu derin arşivi bırakın dinlemeyi, arada ne var ne yok diye göz atmak bile büyük bir keyif.

Sistemi sizlere tanıtmaya geleneksel olduğu üzere kaynaklardan başlamak istiyorum. İlk kaynak benim hayranı olduğumu sıklıkla seslendirdiğim Fransız tasarımcı Jean-Constant Verdier'in efsanevi pikabı La Platine. Bu özel pikap tüm dünyadaki analog severlerin büyük saygısını kazanmış ve daha sonraki tasarımcıların bi çoğuna ilham vermiş bir pikap. Öyle ki, bugün bir çok tasarımcı, Fransız mühendis Verdier'in pikabının bundan neredeyse 20 sene önce konulmuş prensiplerini kullanarak pikaplar üretiyorlar ve her fırsatta Verdier'e atıfta bulunarak saygılarını gösteriyorlar. Son aylarda bunun bir örneğini, ünlü tasarımcı Paravicini'nin daha tasarım aşamasındaki La Platine pikabında da görmek mümkün. Bazı firmalar ise, bu prensipleri alıp kullansalarda, bu özel pikabın performansına ulaşamamaktalar, Verdier, kendi sitesinde zaman zaman "To my Pirates - Korsanlarıma" başlığı altında yapılan yanlışları ve bunların çözümlerini kendisine özgü tavır ile sunuyor. La Platine, üzerinde sayfalarca yazı yazabileceğim bir pikap. Şimdiye kadar gerçekten çok iyi ve büyük markaların pikaplarını inceledim, dinledim ve hatta kurcaladım. Ama hiçbirisi beni Verdier'in zerafeti, 20 sene öncesine dayanan mühendislik çözümleri ve en önemlisi sesi kadar etkilemedi. Bilmiyorum belki bundan daha pahalı bir çok pikap olabilir en azından benim için en önemlisi ve değerlisinin La Platine olduğu muhakkak. Bir çoğumuz bu pikabı resimlerinden tanıyoruz. Ama yanına gelip, incelediğinizde ayrıntılara dikkatlice baktığınızda nasıl müthiş bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Bu pikap ile ilgili kısa bir zaman sonra oldukça ayrıntılı bir yazıyı da sayfalarımda okuyabileceksiniz.

Bu güzel pikaba tam üç adet birbirinden değerli ve özel kol eşlik ediyor. İlk varyasyonu bundan neredeyse 40 sene önce üretilmiş olan, belki de analog tarihini değiştiren en önemli kollardan bir tanesi olan SME 3012, bu kollar arasında ismi en büyük olanı. Standart SME 3009'un 12"lik versiyonu olan bu kol üzerindeki Ortofon SPU Signature iğne ile başlı başına bir makale konusu zaten. Bu zarif kol, üzerindeki efsane ve sınırlı sayıda üretilmiş iğne ile bırakın dinlemeyi, pikabı seyretmeyi bile özel kılıyor. Verdier pikaba eşlik eden bir diğer kol ise gene geçmişin önemli ve efsanevi kollarından Ikeda. Oldukça farklı yapısı ile dikkat çeken bu kolun üzerindeki iğne ise gene analog-severlerin efsane olarak nitelendirdiği Denon DL-103 iğnenin "R" versiyonu. Bu iki kol, zamanında üretildiklerinde devrim niteliğinde idi, üretimlerinin üzerinden seneler geçmiş olsa bile, bugünkü hiçbir kolla kıyas edilmeyecek kadar etkileyiciler. Karşınızda analog dünyasının en önemli temsilcileri duruyor, kelimelerle bazı şeyleri ifade edebilmek gerçekten çok güç. Denon DL-103 ve "R" gibi diğer türevleri, bugün bir çok odyofil tarafından burun kıvırılan iğneler ne yazık ki. Fakat kendi yapılarına uygun kollarla ve düzgün ayarlamalarla neler yapabildiklerini görmek şaşırtıcı. Dediğim gibi Ortofon SPU için bir şey söylemek imkansız. Bu özel iğne, özel yapısı, tutma yerinin altın olması, özel kutusu, imzalanmış olması, Ortofon'un bu efsanevi serisinin en üst versiyonu olmasıyla zaten çok değerli iken, inanılmaz sesi ile insanı büyülüyor. Bu iki kol ve iki iğne, Bruno Bey'in geçmişle ilişkisini koparmama isteğinin birer kanıtı benim gözümde. Bir çok insanın değerini bilmeyip, çok daha pahalı kolları alıp, bu efsanevi parçaları elden çıkarmalarına nazire yaparcasına, sisteminin en önemli parçası olan La Platine'in en güzel yerine monte etmiş. Bu noktada SME Series V sahibi olsam da, ne zaman bir 3009 yada 3012 görsem gider uzun uzun bakarım. Teknik spec'leri, ses performansı inanın hiç önemli değildir, bu kollar ve iğneler hepsi yaşayan efsanelerdir ve saygıyı, en önemlisi pikaplarımızda en güzel yeri hakediyorlar.

La Platine süsleyen son kol ise Morch imzalı. İnanılmaz zariflikteki bu kol, gelişmiş mühendislik özellikleri ile de bambaşka. Bearing yerine kullanılan safir taşları, benzerine az rastlanır zerafette bir kesite sahip. Bu kolun üzerinde ise Koetsu iğne mevcut. Koetsu iğne üretiminde efsanevi bir firma. Ürettikleri iğnelerin ses kalitesi gerçekten inanılmaz. İnanın bu dediklerimi bir gün Koetsu'nun bir iğnesini dinleyince hatırlayacaksınız. Doğruyu söylemek gerekirse, bu pikabı defalarca dinlemiş olmama rağmen, hem pikabın kendisi hem sizlere tanıttığım efsanevi kol ve iğneleri, evin salonuna her girişimde tekrar tekrar inceler, kurcalarım. Sanırım bunu hem gördüğüm hemde dinlediğim için çok şanslı bir insanım...

Sistemin dijital kaynak olarak parçası ülkemizde de oldukça yoğun bir ilgi gösterilen İtalyan Bluenote firmasının Stibbert Tube Output versiyonu. Bu gerçekten zarif ve ilginç tasarıma sahip bir CD okuyucu. Çıkış katında 2 adet 6922 lamba kullanılan cihazın en ilgi çekici özelliği titreşim engelleme mekanizması. Pek alışılagelmemiş bir tasarım kullanmış İtalyan firma bu üründe. Alt kısmında daha çok pikaplarda görmeye alışkın olduğumuz akrilik bir tabla üzerine titanyumdan yapılmış özel dikmeler ile yükseltilen, ikinci bir akrilik plakanın altına CD okuyucunun elektronik kısmı monte edilmiş. Bu kısımda özel bir yay sistemi ile CD transportuna gelebilecek titreşimler azaltılmaya çalışılmış. Ses rengi açısından firmanın Koala modeline oldukça benzer karakterde olsa da, detay, sahne gibi diğer ayrıntılar çok daha üstün bu cihazda. Bruno Bey, yıllar içerisinde çok farklı markaların hi-end seviyesinde kaynak cihazlarını kullandığını ve Stibbert'in sesinin sistemiyle çok iyi sinerji sağladığını söylüyor. Sisteminde Stibbert öncesinde kullandığı CD okuyucusunu kumandasından tanımıştım. Bir Wadia idi, bu ilginç tasarımlı İtalyan'ın bir çok büyük markadan Bruno Bey'in kulağına göre daha iyi olması ilginç bir nokta. Çünkü muhtemelen bu şık İtalyan rakiplerinin bir çoğundan neredeyse 1/3 oranında daha ucuz. Her zaman söylediğim gibi, nasıl bir sisteme sahip olursak olalım, ürünlerin fiyatlarına bakmadan önce sistemlerimizle sinerjisine bakmalıyız. Her zaman en pahalı, sistemimize en iyi uyan demek değildir.

Hazır kaynaklardan bahsederken, sistemin değerli bir diğer parçasından bahsedeyim. Zamanının en önemli kaset deck'lerinden biri sayılan Tanberg. Bruno Bey'e neden Nakamichi değil de, Tanberg diye sorduğumda gülerek bir gün ikisini yanyana dinlediğimiz zaman görürsün demişti. Elinde Nakamichi Dragon olan birisi varsa bir ara test için bana gönderirse sevinirim. Tanberg'in yanısıra sistemin bir diğer özel parçası, benim gibi meraklıların sadece dergi sayfalarında görebildiğimiz Stax elektrostatik kulaklıklar. Bu fazlasıyla kendine özgü kulaklıklar bildiğimiz electro statik hoparlör prensibine göre çalışıyorlar. Kısaca bundan bahsetmem gerekirse, 3 ana parçadan oluşurlar. En önemli parça, diyaframdır. Bu özel plastik bir madde olabileceği gibi farklı maddelerin karışımdan kompozit yapılarda kullanılabilir. Özellikle 2000'li yıllarda farklı kompozit maddelerin bulunması ile bu tarz hoparlörlerde diyaframda oldukça yenilikçi tasarımlar yapılmıştır. Diğer önemli parça ise statörlerdir. Statör, diyaframın iki yanına yerleştirilir. Statörlerde genelde özel çelik levhalar kullanılabileceği gibi, gene farklı metaller de kullanılmaktadır. Özel voltaj yükleyiciler kullanılarak diyafram pozitif şarj edilir. Statörlerde gelen sinyallere göre negatif şarj edilerek farklı kutupların birbirlerini itme prensibine göre diyafram hareket eder. Karşıt güçler çeker, benzer güçler iter. Diyafram sürekli ve pozitif şarjlıdır. Karşıt kutuplarda şarjlı olan statörlerin kutupları sürekli değişerek diyaframı hareket ettirirler. Statörler, amplifikatörden gelen sinyalin, özel trafolarda ters kutuplarda sarj edilmesi ile, belirli bir voltajda elektrik ile yüklenir. Bu yüklemeler ile, gelen sinyal diyaframda itme ve çekme hareketini oluşturur. İşte bu sayede diyaframlar vasıtası ile ses oluşur. Teorik olarak klasik hoparlörlerden çok daha etkili bir tasarım olmasına rağmen üretiminin zorluğu, karmaşık teknolojik yapısı ve üretim maliyetinin yüksekliği yüzünden asla çok yaygınlaşmamış ama özel örneklerinin mükemmel ses kalitesi onları hi-fi tarihinde çok özel cihazlar haline getirmiştir. İşte Stax kulaklıklar böyle ilginç ve özel kulaklıklardır. Bir daha nerede yazacağım diyerek biraz uzattım kusura bakmayın.

Sistemin bir diğer özel parçası Fransız Triangle firmasının referans hoparlörü olan Magellan. Gerçekten inanılmaz şık ve büyük hoparlörler. Bildiğim kadarı ile Türkiye'de sadece bir çift var. Onu da dinleme şansım oldu. Fransız firmanın uzun seneler boyunca geliştirdiği ve büyük bir lansman ile piyasaya sunduğu bu devasa hoparlörler, tüm dünyada çok olumlu tepkiler almıştı. Bu tepkilerin doğruluğuna kulaklarımla şahit oldum diyebilirim. İnanılmaz bir sahnesi olan hoparlörler Triangle firmasının kendisine özgü, o bambaşka sesinin doruğa ulaşması olarak nitelendirilebilir. Üzerinde kullanılan tüm sürücülerin benzer versiyonlarının firmanın daha alt seri hoparlörlerde kullanılması bu firmanın sessel özgünlüğü sağlayan faktörlerden kesinlikle en önemlisi. Hoparlör gerçekten o kadar inanılmaz ki, fotograf makinesinin kadrajına bile girmiyor. Triangle'ın diğer hopalörlerinden ayrıldığı en önemli nokta kesinlikle dış kaplaması, özel olarak bu seri için kullanılan bu özel kaplama Magellan serisi hariç sadece Cométe'in 25. özel yıl versiyonu için kullanılmıştı. Hoparlör, ön tarafında 6, arka tarafında 2 olmak üzere toplam 8 sürücüden oluşuyor ve birbirinden bağımsız 3 parça olarak tasarlanmış. Özel plakalar ile birbiriyle birleşen bu 3 hoparlör, yüksek kazanç oranı ile lambalı amplifikatörlerle de kullanımı kolaylaştırıyor.

Arka sürücülerinde kullanılması ile inanılmaz bir sahneye sahip. Gerçekten dinlenildiğinde etkilenmemek imkansız. Gene Fransız üreticinin karakteristik özelliği olan kağıt sürücü kullanımı sayesinde bu devasa hoparlörün aynı zamanda çok da hızlı olduğunu söylemeliyim.

Sitemin Jean-Constant Verdier imzalı diğer 2 özel komponentinden bahsetmenin zamanı geldi artık sanırım. Bu 2 özel cihaz, tasarımcının referans cihazları ve dünya üzerinde de çok fazla olduğu söylenemez. Verdier tasarımı diğer cihazlardan üzerlerindeki özel boya ile ilk başta ayrılan bu özel parçalar, tasarımcının amplifikasyon konusunda geldiği son noktayı işaret ediyor. Bu arada işaret etmek istediğim bir şey var, tasarımcının web sitesinde görülen resimlerle, aletlerin gerçekleri arasında bariz bir görsel fark var. Nedense sitedeki resimlerden baktığınızda referans boya sizin için herhangi bir etki yapmazken, söylenen şekilde üretilmiş cihazlardan gözünüzü bir saniye bile alamıyorsunuz. Tüm dünyadaki özel tasarımcılar nedense ürünlerine gösterdikleri hassasiyeti, kendi sitelerine göstermiyorlar. Sanırım buradaki fotograflar tasarımcının hayranları ve merak edenleri için bulunmaz birer hazine olacak. Neyse çok uzatmadan öncelikle siz değerli okuyucularıma, tasarımcının referans pre-amplifikatöründen bahsetmek istiyorum.

Tasarımcısının kendi deyimi ile 20 senelik üretim hayatının tüm deneyimini aktardığı bu özel pre amplifikatörün ismi "MM MC Pre Amplificateur" Bu oldukça iddiasız bir isim olarak görülebilir ama cihaz cidden inanılmaz ve çok iddialı. 4 devasa parçadan oluşan bu pre amplifikatör, toplamda 36 adet lamba kullanıyor. Tamamen tube rektifierli özel PSU'lar tarafından besleniyor. Her kanal için ayrı bir pre kullanılıyor yani, mono tasarımda. Verdier, kendi pikaplarına yakışır ayrıntıda bir phono katı eklemiş bu inanılmaz pre ampliye. Her ayarın birbirinden bağımsız tasarlanması, dünya üzerindeki neredeyse tüm iğneler ile mükemmel uyumu sağlayabilmek amacını taşıyor. Bu pre-amplifikatörde standart girişlerin yanısıra bir adet MM, bir adette MC karakterinde phono katı mevcut. Bu kadar fazla lambanın kullanılmasının sebebi tasarımın hiç transistör içermemesi amaçlı. Etap etap yükseltilebilir empedans ayarları bile lambalar tarafından kontrol ediliyor. Biliyorsunuz MC phono katlarında salt lambalı yapı pek kullanılamıyor. Bunun öncelikli sebebi oluşan "hum". Jean-Constant Verdier bunu lambalar ve amplifikatörlerle geçen uzun yılların ardından inanılmaz bir şekilde çözmüş. Cihazın üzerinde kullanılan lambalar bile standart bir lamba satıcısında bulunabilir markalar kesinlikle değil. Benim her gördüğümde uzun uzun incelemekten sıkılmadığım bir cihaz.

Sistemin kalbinde ise, gene Jean-Constant Verdier imzalı 845 mono blok amplifikatörler var. Verdier bu cihazda da, kendi referans cihazlarında kullandığı özel kaplama ve tasarımı kullanmış. Zaten bu mono bloklar, sahibi olduğu atölyenin en üst seviye cihazları. her bir mono blok 1x845 - 2x5R4 - 2x6550 - 2xEL84 - 2xEF184 lamba kombinasyonundan oluşuyor. Tasarımcı, bu amplifikatörlerde bizim sıklıkla güç lambası olarak gördüğümüz bir çok lambayı da rectifier olarak kullanmış. Verdier'in tasarımlarımda bu tarz ilginçlikler sıklıkla karşılaşılabilir bir durum. Lambalar, iç tasarımın mimarisine uygun şekilde, gerekirse cihazın içine gerekirse de dışına koyuluyor. Ben her zaman 845'i sert bir lamba olarak zannederken, Verdier neredeyse bir 300B sıcaklığında çalıştırmayı başarmış. Lambanın karakterinden kaynaklanan güç ise Triangle Magellan'ın devasa siluetini ortadan kaldırıyor. Hani hepimizin aradığı seslerin, hoparlörlerden geldiğini hissetmemek isteği var ya, işte bunu gerçekten duyduğumu söyleyebilirim. Monoblokların arkasında tanıdık bir dostu gördüğüme sevindim. Bluenote'un ilginç tube damper'i Midas burada da iş başındaydı.

Son olarak sistemin kablolarını ve diğer aksesuarlarını da kısaca merak edenler için yazmak istiyorum. Kısaca diyorum, kullanılan her komponenti yazmaya kalkarsam bu tanıtım 10 sayfaya ulaşacak herhalde. Şaka bir yana sistem bileşenlerinden hiçbirinde özel bir modifikasyon yada ekleme yok, hemen hepsi standart halinde kullanılıyor. Öncelikle sistemin hoparlör kabloları "Bluenote Siena Plus", pre ile monobloklar arasındaki kablolar ise, "Bluenote" Frenze Connection Plus Interconnect. Bu iki kablonunda özelliği saf gümüş olup, dielektrik yağ içerisinde bulunmaları. Sistemin eski kabloları "Cardas" Golden Reference iken, eve test amaçlı gelen Bluenote kablolar sistem bileşeni haline gelmişler. Elektrik sisteminde ise, İngiliz Isotek firmasının en üst seviye filtre sistemleri olan Nova ve Titan kullanılmış. Sistem genelindeki tüm kablolar ise yine Isotek'in "Optimum" ve "Supreme" serisi kabloları. Sistemde herhangi bir regülasyon cihazı bulunmasa da, Bruno Bey, dört gözle Isotek'in "Centauri" power plant'ini bekliyor ki, sanırım bu ürün Türkiye'de sağlam bir başarı yakalayacak, çünkü bayağı bekleyeni var. Bunlar dışında son not olarak, sistemin bulunduğu salon'da alışılmışın tamamen dışında oldukça özel bir akustik düzenleme yapılmış. Bu düzenleme ile ilgili yakın gelecekte ayrıntılı bir makale yazacağım, şu an için herhangi bir yorum yapamıyorum.

Artık yazımın sonuna gelmiş durumdayım, böyle özel bir sistemi umarım sizlere layıkıyla tanıtmışımdır. Yazımın başında yazmış olduğum üzere bu sayfalar Türkiye'de olduğu kadar, özellikle hayranı olduğum tasarımcı Jean Constant Verdier'in referans cihazlarının fotograflanması açısından da internet geneli anlamında sayılı sayfalardan oldu. Konukseverlikleri için hem Sevgili Bruno Bey'e, hemde WAF* faktörü en yüksek hanım olarak addettiğim değerli eşleri Laura Hanıma teşekkürler.. Yeni sistem tanıtımlarımda yolda, beni takip etmeye devam edin...