Khruangbin

 Khruangbin basta Laura Lee ki topluluğu sevenler genelde Kleopatra diyorlar, gitarda Mark Speer ve davulda Donald Ray "DJ" Johnson Jr. Houston, Texas'ta kurulmuş bir Amerikalı bir müzik üçlüsü. Grup, klasik soul, dub ve psychedelia gibi küresel müzik etkilerini harmanlamasıyla tanınır.

İlk stüdyo albümleri The Universe Smiles Upon You (2015), 1960'larda Tayland müziğinin tarihinden, özellikle Luk Thung'dan etkilenmiştir. Tayland'ın country müziği olarak tanımlanabilecek Luk Thung, batı dünyasında Khruangbin sayesinde ilgi çekmiştir. 

İkinci albümleri Con Todo El Mundo (2018) ise İspanya ve yoğun olarak bir Ortadoğu etkisine sahip. 2020 albümleri olan Mordechai ise yine büyük ölçüde Tayland müziği ve Ortadoğu müziği ağırlıklı olarak ise İran rock müziğinden etkilenmiş. . 

Khruangbin'in müzik türü tam anlamı ile bir karmaşa. Dünyanın dört bir yanından etkilere sahip,  çoğunlukla enstrümantal olan müzik, soul, surf, psychedelic ve funk  etkilerine sahip, kendilerine sorarsanız ise Thai funk'varidir. 

Adı Üstünde Yabani Betta

Evet bir önceki yazımda balıklarıma kavuşmuş ve onları akvaryuma eklemeye hazır hale geldiğimden bahsetmiştim. Akvaryumum veya Fifty Shades of Brown gerçekten tam istediğim gibi olmuş durumda, görüntüsü, uğraşma amacıma tam anlamı ile hizmet ediyor. Ay bir mutluyum ki, sormayın. Balıklarımı 1 erkek 2 dişi olarak seçtiğimi söylemiştim. Cahil kafamla düşündüm ki, koca akvaryum hiç olmazsa arada sırada balıkları da görür mutlu olurum. 

Vira Bismillah diyerek, dikkatli bir şekilde balıkları akvaryuma ekledim. Ekleyiş o ekleyiş! Akvaryuma önden bakıyorum kimse yok, sağdan bakıyorum kimse yok. Zaten ışıkta az. Ambiyans yapacağız ya malum, görmeyen gözlerimle balık arıyorum akvaryumun içinde. 


Stresteler ya, ilk gece alışırlar diye düşündüm. Ertesi gün, başlarlar akvaryumda fink atmaya. Neyse akşam yattım, ertesi sabahın köründe akvaryumun başında soluğu aldım. Yüzeyin neredeyse yarısı köpük dolu. Bu iyiye işaret; keyifleri yerinde. Peki balıklar nerede... 

Önden bakıyorum yok, yandan bakıyorum yine yok. Uzun uğraşlar sonucu erkek Betta beyefendiyi gördüm. Renkleri yerine gelmiş, keyfi yerinde gibi. Şimşek gibi akvaryumun bir tarafından diğer tarafına yüzdü, sonra, ara ki, bulasın. Ha bu arada birkaç kez dişilere de denk geldim, tam gördüm derken, tankın içinde bir kovalamaca yine herkes kayıp. Hemen yazıyorum tabii ki gruba, abi diyorlar normal. Normalde renkleri bir günde kendine gelmez, senin tankı sevmişler belli ki. E peki ne zaman görürüm bunları, orası nasip kısmet, yabani Betta bunlar... 

Büyük dişi, küçük dişiyi kovalıyor. Erkek ikisini birden kovalıyor. O enstantanede oda içerisinde bir şenlik havası, balıkları gördük. Sonra balıklar ortalıklarda yok. Betta Imbellis'ler saklanma yeri severler filan derken, anladım ki bizim biyotop çakması tankımız bir kara delik haline gelmiş. Her taraf saklanacak alan. Hani kendi boyutumuzda bir alan olduğunu düşünüp saklambaç oynasak birini bulmak yıllar sürecek. Sittin sene kimseyi bulmazsınız... 

İşin en komik tarafı oğlum geliyor, "baba sen 3 balık almadın mı" diye soruyor. Aldım oğlum deyince, neden ortalıkta gözükmüyor bunlar diyor. Oğlum diyorum bunlar yabani. Eşim de merak içinde. Evdeki ana muhabbet, bu balıklar nerede. Biraz vakit harcayıp birkaç fotoğraf çekmeyi başardım da, en azından elimde bir vesika var... Sorulara cevap belli; yabani Betta bunlar. Bir yandan da, ulan bu kadarı da normal mi diye düşünüyorum. Soruyorum araştırıyorum, bu durum normal deniyor. Oğlan geliyor, baba boşver sen bunları gelip istediğin zaman benim Betta'ya bakabilirsin diyor. Çocuk haklı, "Gek Gek Yele" yüzgeçlerini açıp hükümet gibi dolaşıyor minik akvaryumun içinde. Bizimkiler ortalıkta yok! 

Fifty Shades of Brown, biyotop çakması filan iyi hoş şeyler şimdi Allah için. Yapması, kurması da zevkli, planlaması da. Görsel, gerçekten muazzam. Ama okulda resim derslerinde öğrendiğimiz "natür mort" kıvamında bir olay. Fransızca "ölü doğa" demektir, aha işte bizim ortamda öyle. Dal, yaprak herşey var. Balık var, ama yok! Yabani bunlar...

Arkadaş, biyotop çakmasıdır, bol dallı güllü, pardon dallı yapraklı akvaryum yapacaksanız, çoğu zaman göreceğiniz manzaranın bu olacağını bilin. Balıkları şansınız varsa bu hengamenin içinde arada sırada görebilirsiniz. Neden diye sormayacaksınız herhalde, yabani bunlar tabii ki :)

Neyse bir hafta geçsin, birbirimize alışırız herhalde. 


BOSE 301


BOSE'nin ülkemizde de çok sevilen hoparlör sistemi; 301. O günlerde BOSE hoparlör ailesinin en küçüğü olan hoparlör sistemi düşük maliyet için tasarlandı. Yüksek frekansları dışa doğru eğimli tutturma özelliğinin yine görüldüğü bu hoparlörler olmuştur. Sürücü olarak 20cm "corn" tipi alt frekans ve tizler için ise 7.5cm "corn" tipi sürücü kullanılmıştı. Eğik monte edilmiş tweeter'ın önündeki deflektörün açısını değiştirerek, akustik olarak değişken  bir oda ve yapıya sahiptir. İlk üretim tarihi 1976..

Bu özellikler BOSE 301'i hem çok sevilen hem de hiç sevilmeyen bir hoparlör olarak bilinmesine sebep oldu. Aynı zamanda hem sevilip hem nefret edilen bir marka olmak kolay değil... 

McIntosh Power Supply


Yahu 1950'lerin reklamları her zaman çok hoşuma gitmiştir. 1950'lerden bir diğer McIntosh reklamı, D101 güç kaynağı. 

MOV-1 Seramik Ses Sistemi



KEAS MOV-1 Ceramic Audio System ile gözlerinize ve kulaklarınıza ziyafet amacı için üretilmiş. Tamamen kablosuz olan bu sistem, cihazınıza Bluetooth ve aptX teknolojisi ile bağlanır. Danimarkalı Peerless sürücülere sahip bu hoparlör, her tür için kusursuz ses üretir. Ek olarak, size tam sekiz saatlik bir çalma süresi sağlayan güçlü bir lityum iyon pile sahiptir. MOV-1'in ön tarafında parçaları atlamak, oynatmak, duraklatmak ve ses seviyesini ayarlamak için sezgisel dokunmatik kontroller bulunur. 


Güzel seramik kasa, ses için akıcı bir tasarım sunar. Aslında, bir hoparlör sisteminden çok bir sanat eseri olarak ortaya çıkıyor. Fiyat ise 650 Dolarcık... Meh...