Diamanda Galas Albümlerine Genel Bakış



Diamanda Galas (1955-yaşıyor) Yunan asıllı Amerika'lı bir avant-garde bestecisi, piyanist, şarkıcı ve aslında daha fazlası. Yaşayan neredeyse tüm önemli avant-garde müzisyenleri ile ortak çalışmalarda yapan Galas, zor bir yaşam geçirmiş. Son derece tutucu olan Yunan Ortodoks kilisesine bağlı bir ailenin çocuğu olmasına rağmen caz ve klasik müzik eğitimine erken yaşlarda başlamış. Uzun seneler boyunca farklı müzik tarzları konusunda araştırmalar yapmış ve eğitim almış. Daha sonra 1970'lerin ortasında Avrupa'ya geri dönmüş. İlk performansını 1979 yılında Fransa'da gerçekleştirmiş. İlk performansında Vinko Globokar'ın "Un Jour comme un autre" operasında rol almış. Bu operadan pek bahsetmek istemiyorum. 1974 Kıbrıs Barış harekatından sonra Galas'ın Türklere bakış açısı sertleşiyor. Aslında burada duygular biraz karşılıklı. Yunan ve Türk halklarının arasında düşmanlığın devam etmesini isteyenler olması gayet doğaldır. Ben bile bu konuda çok uzun seneler kafa karışıklığı yaşamış bir insanım. Ailemin büyüklerinin büyük bir kısmı şu an Yunanistan'a ait adalarda yatıyor. Ne olumsuzluklar yaşadığımı anlatmaya başlarsam yazı bitmez ancak olumsuzlukların karşısında güzelliklerden de bahsetmeye başlarsam yazının yine bitmeyeceğine eminim. Bu yüzden tatsız konulara burada noktayı koyup müzikten bahsetmeye devam edeceğim.

1990'lara geldiğimizde Galas'ın müziğinde çok ciddi bir karanlıklaşma ve sertleşme başlar. Özellikle Roma Katolik Kilisesi'ne karşı oldukça sert sözler söyler. Kiliselerin ateş ile değil müzik ile yakılması gerekir buna bir örnektir. Tam bu dönemler Norveç 'te eski pagan dinlerine mensup müzisyenlerin Katolik kilisesine saldırılarının başladığı dönemdir. Norveç'te bir çok kilise ateşe verilmiştir. Galas'ın bu sözleri bu bilgi ile daha iyi anlaşılacaktır diye umuyorum. Bu savaşın ardında Philip-Dimitri Galas'ın AIDS yüzünden ölmesinin önemli bir katkısı var. Bu dönemlerde Roma Katolik Kilisesi AIDS konusunda son derece sert açıklamalar yapıyor ve bunları İncil'e dayandırıyordu. İlerleyen yıllarda hastalık konusunda daha çok şey öğrenildiğinden kilise bu söylemleri yumuşatmıştır. Aslında Galas'ın bir de fazla anlatılmayan bir hayatı var. Bu karanlık dönemlerde oldukça uç noktalarda yaşayan insanlarla birlikte ve kendisi de hayat kadınlığı yaparak yaşamını devam ettirmeye çalışıyor. Bu dönemde tatsız bir olaylar zinciri yaşanıyor ve ilk paragrafta bahsettiğim düşmanlıkta bu olaylarında etkisi çok büyük.



Galas albümlerinde Charles Baudelaire, Paul Celan, Pier Paolo Pasolini, Henri Michaux, Gérard de Nerval, César Vallejo gibi isimlerin şiirlerine rastlamak mümkün. Yazdığım gibi bir çok müzisyenle ortak çalışmalarının yanında bir çok albümde Galas ismine rastlamak mümkün. Hatta popüler bir çok projede bile. Bir kaç örnek, meşhur Conan the Barbarian filminin başlarında Conan'ın denk geldiği bir cadı vardır. Bu cadının form değiştirmesinin ardından attığı çığlıklar Galas'ındır. Bir diğer örnek benim çok sevdiğim bir film olan Oliver Stone'un yönettiği Natural Born Killers soundtrack albümünde Galas ismine denk gelebilirsiniz. Anlayacağınız önemli bir müzisyendir Galas!

Albümlerine göz atarsak, The Litanies of Satan ilk albümü. 1984 yılında Diamanda Galas albümünü yayınlar. Bu albümü günümüzde "Panoptikon" adıyla bulmanız daha kolay. Albüm Yunanistan'da 1967-74 yılları arasındaki cunta yönetimi sırasında kaybolanlar ve öldürülenlere adanmıştır. 1986 yılında The Divine Punishment sonrasında gelecek 2 albümle beraber bir üçleme oluşturur. AIDS konusundan yukarıda bahsetmiştim. İşte özellikle kiliseye olan düşmanlık bu albümle başlar. Genel olarak albüm çok karanlık ve serttir. 1986 yılında yayınladığı Saint of the Pit yine sert bir albümdür. Bu albümde Fransız şairlerin şiirleri kullanılmıştır. Üçlemenin sonuncusu olan You Must Be Certain of the Devil'da ise Amerika zenci kilise müziğinden alıntılar dikkat çeker. 1989 yılında üçlemeyi oluşturan albümler bir kutu seti şeklinde yayınlanır; Masque of the Red Death Trilogy.

Bu üçlemenin ardından 1992 yılında The Singer albümü yayınlanır. Bu albüm özellikle blues şarkılarının cover'landığı bir albüm ve son derece keyiflidir. Hoş tabii ki şarkıları tanımak pek kolay değil ama Galas standartlarında daha az yırtıcı bir albüm olduğunu söylemem mümkün. 1994 yılında yayınlanan The Sporting Life bir Galas ve John Paul Jones ortak çalışması. Galas ile yeni tanışacak okuyucular için tavsiye edebileceğim bir diğer albüm. Bu dönemin ardından uzun bir konserler dizi başlıyor. Hepsi son derece başarılı. 1998 tarihli Malediction & Prayer, 2003 tarihli La Serpenta Canta. 2003 yılında "Defixiones, Will and Testament" konseri de performans açısından çok ilginç ancak bu topraklarda yaşayan bir insan için hazmetmesi pek kolay değil. Bu yüzden alışveriş listenize eklemememizi tavsiye ederim şahsen.

Aşağıdaki video'da Galas, Son House'un "Death Letter Blues" şarkısını yorumlamış. Nasıl şarkıyı tanımak pek kolay olmadı değil mi?

2 yorum :

Ahmet dedi ki...

Birkaç not da Halil Turhanlı'nın "Ütopyanın Sesleri"kitabından ilave yapmak istiyorum,müsadenle.
Pierre Boulez ve Yannis Xenakis ile tanışmış ve onlardan ders almış.Kendisini "performans sanatçısı"olarak tanımlamak yerine Auteur(yazar) nitelemesini tercih ediyor .Bir zamanlar tedavi gördüğü akıl hastanelerinde performanslar da verdi,şizofrenin baskıya,denetime karşı bir isyan olduğunu haykırdı.Şarkı söylemek için eğitilmeyi dövüş sanatlarını öğrenmeye benzetiyor,"Sesimi düşmanlara karşı bir silah olarak kullanıyorum".Performanslarında beş-altı mikrofon birden kullanıyor.Şarkıyı bu mikrofonlara ayrı ayrı seslerle söylüyor.Farklı sesler ,bir şizofrenin bölünmüş,çözülmüş ve çoğalmış kişiliğini temsil ediyor.Galas baskılanmış,ezilmiş,susturulmuş,aşağılanmış olanlara derin sempati duyuyor.Kıyımlara uğramış ve yurtlarından kovulmuş halkların,işkence edilmiş muhaliflerin, hayat kadınlarının, cinsel azınlıklaın, AIDS hastalarının sesi oluyor.

Vigo

hakancez dedi ki...

Sn Vigo,
Eklemeler harika. Böyle güzel yorumlar, eklemeler gelince büyük keyif alıyorum. Elinize sağlık.

Selamlar