ARPG etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ARPG etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HakanCez ile ARPG Tarihi: Titan Quest Anniversary Edition



Titan Quest Anniversary Edition, orijinal oyunun yayınlanmasından 10 sene sonra meraklılara sunulan ve içerisinde orijinal oyuna ek olarak eklenti paketi Immortal Throne'una da içeren bir edisyondu. İşin güzel ve önemli tarafı bu edisyonun THQ tarafından orijinal oyuna sahip olan herkese ücretsiz olarak verilmesi oldu.

Titan Quest Anniversary Edition sadece iki paketin birleştirilmesinden ibaret değildi. İki oyununda anlaması pek kolay olmayan çoklu oyuncu seçenekleri baştan aşağıya yenilenmiş ve Steam desteği eklenmişti. Modern bilgisayarlardaki uyum sorunlarının neredeyse tamamı çözülmüştü. Yeni nesi monitörler için daha fazla çözünürlük, daha geniş büyük kamera görüş mesafesi ve ölçeklenebilir kullanıcı arayüzü ile oyun daha modern bir görünüme sahip olmuştu. Yeni nesi işlemci ve ekran kartlarına destek verilmesi ile performans artışı sağlanmış ve genel kararlılık artmıştı. Ayrıca Steam Atölyesi ile mod desteği gelmişti.

Arayüzdeki gelişmeler ve geniş ekran desteği sayesinde bir oh dedik yahu
Normal koşullarda tüm bunlar bile 10 senelik bir oyunun yeniden ayağa kaldırılması adına ayakta alkışlanacak eklemeler olsa da, yapımcılar burada durmamıştı. Oyundaki tüm karakter özellikleri ve skill setleri elden geçirilmiş, yeni eşyalar eklenmiş ve iyileştirmeler yapılmıştı. Oyunun çok oyunculu modunda bazen kabus haline gelen parti ayarları elden geçiriliş, zorluk seviyelerinden, yapay zekaya kadar her konuda iyileştirmeler yapılmıştı.

Arayüzün arzu edildiği gibi düzenlenebilmesi oyun ekranını daha sade hale getirebiliyordu. 
Bunlarda yetmemiş, oyuna yeni düşmanlar, ara boss'lar ve hatta görevler eklenmişti. Sanırım bu denli kapsamlı bir gelişim çok az oyuna nasip olmuştur. Hele ki, 10 senelik bir oyun söz konusu olunca, yaşananlar inanılacak gibi değildi bana sorarsanız.

Helal sana THQ...

HakanCez ile ARPG Tarihi: Titan Quest: Immortal Throne


Titan Quest: Immortal Throne, ahanda şurada yazdığım üzere ana oyunun üzerine gelen bir eklenti paketi. Yine Iron Lore Entertainment tarafından geliştirilerek THQ tarafından yayınlandı. Bu eklenti paketinin güzelliği orijinal oyundaki hikayenin hemen ardından devam etmesi. Bir de üzerine ana oynanış, geçtiği dünya aynı olunca kaldığımız yerden maceraya devam edebiliyorduk. Antik Dünya ve eylem mücadelesi etrafındaki konumlarda gezinme ile Titan Quest ile aynıdır. Immortal Throne için, oyunun orijinal envanter sistemi elden geçirilmiş, daha önce yazdığım gibi karmaşık olan çok oyunculu  sistemi geliştirilmiş ve yeni bir karakter sınıfı eklenmişti.

Immortal Throne, ana oyunun olaylarından hemen sonra başlar. Titan Typhon'un ağzının payını verip dövdükten sonra  Olimpos tanrıları oynadığımız karakteri "insanlığın kahramanı" olarak selamlar ve insan dünyasının Olimpos tanrılarının koruması olmadan işleyebileceğine karar verirler. Muhtemelen tanrılar insanlardan bıkmış ve kendi dalgamıza bakalım moduna girmiştir. Aman ne güzelmiş diye ortalıkta dolaşırken Rodos'tan sıkıntılı haberler gelmeye başlar.

Kaderimizde itle köpekle de uğraşmak varmış :)
Bunun üzerine "insanlığın kahramanı" olarak biz işi gücü bırakıp Rodos'a geliriz. Apollon'un bir nevi sağ kolu diyebileceğimiz Tiresias tarafından Yeraltı Dünyasında çekişmeye neden olduğu suçlamaları ile canavarlar serbest bırakılır. Rodos'ta işler karışır ve biz işleri ele almaya başlarız. Bu canavar saldırılarının sebebi keşfetmek için Pindos Dağları yakınlarındaki bir bölgeye gönderen büyücü Medea'yı aramaya başlarız.  Bir ipucunu bulunca yolları keşfetmeye başlarız ve Yeraltı Dünyası'na giden yolu buluruz. Asıl işlerini bırakıp ortalığı karıştıran Charon ve Cerberus'u yendikten sonra, Elysium'a doğru yola çıkarız. Burada yeraltı dünyasının tanrısı Hades'in, Olimpos Tanrılarının biz sizle uğraşamayız demesi üzerine, ben uğraşırım dediğini anlarız ve bunun üzerine Hades'in peşine düşeriz.

Charon abimize kayıkta kazandığı paralar az geldi herhalde 

Konu kısaca bu şekilde. Biraz elden geçirilmiş grafikler, yeni skill seti, yeni daha doğrusu geliştirilmiş envanter sistemi, yüzlerce yeni item, yeni artifact sistemi derken bayağı geliştirme olduğunu söylemek lazım. Rodos, Epirus ve Yeraltı Dünyası ile birlikte oyuna yen, NPC'ler, yerleşim alanları filan eklenmesi ile bana sorarsanız başarılı bir eklenti paketi olmuştu Titan Quest: Immortal Throne...

HakanCez ile ARPG Tarihi: Titan Quest


Titan Quest, Iron Lore Entertainment tarafından geliştirildi ve 2006 yılında THQ tarafından yayınlandı. Oyun için ilerleyen yıllarda iki genişleme paketi yayınlandı. 2007 yılında Titan Quest: Immortal Throne ve 2017 yılında Titan Quest: Ragnarök.

Titan Quest, Titanların bir zamanlar dünyaları nasıl yönettiklerini anlatan bir intro ile başlar. Aslında hikayeyi hepimiz biliyoruz. Büyük bir savaştan sonra Titanlar sürgün edilerek hapsedilir ve Olimposlular ölümlüler dünyasını yönetmeye başladılar. Bu döneme altın çağın başlangıcı da denir. Bilinmeyen bir süre sonra, Telkines olarak bilinen daha az tanınan Titanlar kökenli bir üçlü, ölümlü dünya ile Olympus'u birbirine bağlayan iletişim kanalını kırar ve dünyayı yakıp yıkmak ve Titanların serbest bırakılmasına hazırlamak için canavar ordularını çağırır.

Oyundaki bazı ortamlar eski filmleri anımsatıyor. Argonotlar filmini seyreden var mı? 
İşte tam burada oyun başlar. Oyuncu karakteri yani biz, canavarların temel gıda kaynaklarını yok ettiği Helos köyünde görevlerine başlar. Macera ilerledikçe antik Yunanistan boyunca ilerlermeye başlarız. Bu süreç içinde Order of Prometheus adlı bir gruptan Telkines'leri öğrenir ve onları yok etmek için maceramıza devam ederiz. Knossos sarayının altındaki ilk Telkine'yi yendikten sonra, yolumuz Mısır'a düşer ve Dünya ile Olympus arasındaki bağlantıyı yeniden kurmaya çalışırız. Tahmin edeceğiniz üzere bu bağlantıyı kurmak için yapılan ayin başarısız olur ve ikinci bir Telkine ile savaşmak zorunda kalırız. Arkasından Çin'e doğru uzanan İpek Yolu boyunca son düşmanı takip ederiz. Telkine'yi Wusou Dağları'na kadar takip ederiz ancak Titan Typhon'un serbest bırakılmasını önlemek için çok geç kalırız. Typhon oyunun son "boss"udur. Bu arkadaşı bir güzel dövdükten sonra Zeus kendini gösterir. Ne adamsın diyerek bizi yağlar ballar :) Aman efendim ne demek deyip farklı zorluk seviyelerinde oyunu oynamaya devam ederiz.

Titanları iki şimşekle yakabilecekken bizi boş işlerle uğraştıran Zeus hıyarı... 
Titan Quest, senaryo olarak Roma İmparatorluğu öncesi Antik dünyayı kendisine oyun alanı seçmiştir. Senaryo içerisinde Yunanistan, Mısır ve Asya'da maceralar yaşanır. karakter yaratma ekranında cinsiyet, isim ve tunik rengi seçebilirler. Üç boyutlu dünya, yukarıdan üçüncü şahıs görünümünde oynanan oyun tarzı itibarı ile türe bazı yenilikler getirmiştir. Özellikle Antik dünya ve buna bağlı efsaneler oyunun fantastik bir evrenden daha hızlı şekilde sizi sarmasını sağlar.

Onlar ilerledikçe, haritaya dağılmış oyuncu olmayan karakterlerden (NPC'ler) alınan görevler ile oyunun senaryosu ve yan senaryosu ilerlemeye başlar. Geleneksel olarak oyunda ilerledikçe tecrübe puanları kazanılır, bunlar ile karakteriniz geliştirilir. Sağlık ve enerji seviyesi yanında yine hemen her oyunda görülen dexterity, intelligence ve strength puanları ile oyundaki karakterinizin ana özellikleri geliştirilir. Oyunda tahmin edeceğiniz gibi binbir türlü silah, zırh, aksesuar ve bunların yanında pasif özellikler ekleyen slotlar bulunuyordu. Bu arada kullandığınız takım taklavat gerçek zamanlı olarak karakterinizin görünüşünü de etkiliyordu.

Bol bol vakit geçirilecek ekranlardan bir tanesi, şu yüzüğü mü kullanayım, yoksa bunu mu?

Oyun o dönemler için yenilikçi sayılabilecek skill çeşitliliği de sahip idi. Oyunda yanılmıyorsam sekiz farklı savaşçı/büyücü seçeneği bulunuyordu ve hepsinin hem yetenek seti hemde oynanışı birbirinden oldukça farklıydı. Geleneksel kılıç kalkanlı veya menzilli silahlarla donatılmış savaşçı sınıflar, farklı element büyüleri yapabilen büyücü sınıfı ve doğaya hükmedebilen farklı bir sınıfla oynamak mümkündü. Oyunda Diablo II ile delilik haline gelen Relic ve Charm'larda vardı. Ama oyunun geçtiği ortam bakımından en zevklisi kılıç kalkanlı bir savaşçı sınıfı idi bana sorarsanız. Her sınıf için 8 sekiz farklı yetenek seti kullanılabiliyordu. Skill setinde yeni yetenekler açılıyor ve bu yetenekler geliştirilebiliyordu. Bazı yeteneklerin açılması için gereksinimler oluyor ve işler karıştıkça karışıyordu. Oyunda karakterinizi yaratmak için bir noktadan sonra hesap kitap yapılması gerekiyordu. Ki türün en önemli özelliklerinden birisi de budur zaten...

Oyunda sadece zindanlar olmaması önemli bir artı puandı. Dağ bayır dolaşmak mümkün! 
Oyunun dönemine göre gelişmiş multiplayer özellikleri vardı ama kullanmak pek kolay değildi. Daha doğrusu karışıktı. Oyunun ilerleyen yıllarda -daha doğrusu tam 10 yıl sonra- yayınlanan Anniversary Edition edisyonunda multiplayer özellikleri daha kolay kullanılabilir hale getirilmişti. Onu da ayrıca konuşuruz zaten.

Titan Quest'i özel kılan şey, bana sorarsanız antik dünyada geçmesiydi. Konusu bir şekilde aşina olduğumuz efsaneler ve mitolojiden geliyordu. Aynı şekilde düşmanlar ve mekanlar hatta şehirler bile. Grafikleri dönemine göre çok güzeldi ve hikayesi de keyifliydi. Ha senaryo daha iyi işlenebilirdi belki ama ben sevmiştim. Oyunda köyler, kasabalar güzel yaratılmış ve NPC'lerin yan hikayelerinin bir bölümü oldukça yaratıcı idi. Ayrıca farklı şekillerde oynayabilme ve karakterinizi geliştirebilme konusu da önemliydi. Ama bir süre oyun uzadıkça uzuyor, ne yaptığınızı tam bilmeden önünüze gelen bir tekme şeklinde ilerliyordunuz. Herşeye rağmen güzel oyundu.

HakanCez ile ARPG Tarihi: Dungeon Siege


Dungeon Siege, Gas Powered Games tarafından geliştirilen ve  Microsoft tarafından yayımlanan bir ARPG  oyunuydu. Ehb adında bir ortaçağ krallığındaki geçen ve işgalci güçleri yenmek için yola çıkan genç bir çiftçi ve yoldaşlarını konu alıyordu. İlk başlarda Krug adındaki  yaratıklarla uğraşırken zaman içerisinde işler derinleşir ve 300 yıldır uykuda olan Seck adı verilen başka bir ırkı yenmek için bir yol aramaya başlanır.

2000'lerin benzer oyunlarının aksine Dungeon Siege dünyasında zırt pırt yüklenen dungeon  haritaları yerine açık alanlarda vardır ve bölgeler arası geçişlerde yükleme yapılmıyordu. Böylelikle işin içerisine dungeon'larda eklenince sanki tek bir dünyada oyun oynanıyormuş hissi elde ediliyordu. Bence dönemi için büyük devrimdi. Zaten oyunun bu denli ilgi görmesinin ilk sebebi bu idi. Güzel yaratılmış oyun dünyası.

Oyunun açık arazi ve orman haritaları dönemi için benzersizdi.
Dungeon Siege, oyuncuyu araziye bırakıyor ve savaş yapmasına izin veriyordu. 3 boyutlu dünya gayet güzel yaratılmış ve çizim yerine direkt olarak 3D tasarlanmıştı. İlk önce cinsiyet seçilir arkasından çok kapsamlı olmasa da, karakter özelleştirilirdi. Dönemin ARPG oyunlarında bunlar pek rastlanan şeyler değildi. Dungeon Siege bu özellikleri rol yapma oyunlarından alıp büyük ölçüde özelleştirerek dönemin teknolojik imkanları ölçüsünde oyuna eklemeyi başarmıştı.

Karakter yaratma ekranı şimdilerde ne kadar ezik gözüküyor ama o dönemlerde heyecan yaratmıştı. 
Oyunun bir diğer özelliği parti kurulabilmesiydi. Oyun sırasında istediğimiz zaman karakterimizi değiştirebiliyorduk. Aslında farklı oyunlarda bilgisayar kontrolünde yapay zekalı karakterler ile parti kurmamıza izin veriliyordu. Dungeon Siege bunu bir adım öteye taşımayı başarmıştı.

Oyunda karakter sınıfı seçmek tam anlamı ile yoktu. Aslında Ranger, Melee, Combat Magic ve Naturel Magic skilleri vardı. Siz ana karakterinizle kılıç kalkan kuşanıp, düşmana "Ya Allah" deyip giriştikçe melee skiliniz gelişmeye başlıyordu. Bu sistem oyundaki parti oluşturma stratejisinin de temelini oluşturuyordu. Her skill setini kullanan birer karakter yapıp, uzmanlaştırmak en iyi yoldu. Bir karakter hem kılıçla milleti biçsin, hem ok yağdırsın tarzı bir oyun sistemi yerine, ok atan ayrı, yakın dövüşçü ayrı olsun gibi bir sistemi vardı oyunun. Oyun zorlaştıkça partiyi kontrol etmek zorlaşıyordu ama zevkliydi. Tabii ki yön bulma sorunları, yapay zekanın aptallıkları yüzünden arada sırada saç baş yolunuyordu ama deneyim yine de eşsiz idi. Eğriyi oturup doğruyu konuşmak lazım. Aslında oyuna bu haliyle Baldur's Gate tarzı RPG oyunlarının basitleştirilmiş hali denilebilir.

Vefakar eşeğimiz grubun arkasında olacaklara bakarken :)

Oyunun güzel taraflarından birisi eşek idi :) Bu hayvancağız sizden daha fazla malzeme taşıyabiliyor, Toplanan eşyaları gidip satabiliyordu. Zırt pırt town poral atılan oyunlara göre bu bile başlı başına bir devrim idi.

Oyunda karakterlere giydirilen takım taklavat gerçek zamanlı olarak görülebiliyordu. Oyunun grafik motoru sayesinde zarar ziyan keza aynı şekilde silah ve zırhlara yansıtılabiliyordu. Bunlarda oyunun bence artı puanlarında idi.

Oyunun haritası yani Ehb krallığı işte böyle bir şeydi... 
Grafikler çok güzeldi. Özellikle orman tasarımları. Zindanlarda güzel tasarlanmıştı. Meşale yakmak gibi bazı ince dokunuşlar dönemi için benzersiz bir deneyim idi. Kamera açıları iyi düşünülmüş ve çok iyi bir zoom seviyesi vardı. Zaman zaman kamera açıları tabii ki problem yaratıyordu ancak çok da sıkıntı olmuyordu. Oyunda space ile oyunu durdurmak da vardı. Savaşlarda taktiksel fark yaratmıyor olsa da, kafayı toplamak için iyi oluyordu ve tabii ki arada sırada ortalığa ayrıntılı şekilde bakma için faideli bir özellik idi.

Oyunun yapımcılarının örümcekler ile bir alıp veremediği kesin olarak var. Bir süre sonra örümcek kesmekten ikrah geliyordu. 
Dungeon Siege serisi ilerleyen yıllarda Dungeon Siege II (2005) ile devam ettirildi. İkinci oyuna bir yıl sonra Broken World isimli bir genişleme paketi yapıldı. 2011 yılında ise Dungeon Siege III yayınlandı. Böylelikle üçleme tamamlanmış oldu. Aslında oyun dünyasını konu alan bir de film üçlemesi var ama o maalesef facia :)

Oyunun dönemi için hemen her türlü multiplayer seçeneğini desteklediğini söyleyebilirim ancak benim kişisel olarak fazla bir deneyimim olmadı maalesef. İlerleyen zamanlarda serinin diğer oyunlarına da bakarız hep birlikte...

HakanCez ile ARPG Tarihi: Diablo


Diablo, Blizzard North tarafından geliştirilen ve 31 Aralık 1996'da Blizzard Entertainment tarafından piyasaya sürülen erken dönem bir ARPG oyunuydu. Fantastik Khanduras Krallığı'nda geçen oyun, şeytan Diablo'yu yenebilmek için tek başına savaşan bir kahramanın mücadelesini konu alıyordu. Tristram kasabasının altından geçen oyunda on altı katlı ve en önemlisi rastgele oluşturulmuş zindanlarda her türlü yaratığa karşı savaşılır, en sonunda cehenneme inilir ve şeytanın inine girilirdi.

Diablo: Hellfire adında bir genişleme paketi, 1997 yılında Sierra Entertainment tarafından piyasaya sürüldü. Günümüzde Blizzard bu eklenti paketine üvey evlat muamelesi yapıyor ama zamanında ağzımızın suyu akarak oynamıştık valla. 1998 yılında Electronic Arts, PlayStation için Diablo'yu hazırladı. Bir dönem bunu da oynama fırsatı bulmuştum. Hatta hala RetroPie sistemimde bulunuyor bu versiyonu. Yazılan çizilenlere göre oyunun Sega Saturn versiyonu da hazırlanmış ancak hiçbir zaman piyasaya sürülmemiştir.

Büyücümüz Diablo'nun bizzat kendisi ile cebelleşirken
Diablo'da üç karakter sınıfı vardır: Warrior, Rogue ve Sorcerer. Her sınıf, birbirinden farklıydı ve oyunu değerli kılan şeylerden bir tanesi buydu. Oyunun başında bir karakter seçiyordunuz ve onu geliştirmeye çalışıyordunuz. Tahmin edebileceğiniz üzere Warrior kardeşimiz kılıç kalkan ile düşmanlara Allah ne verdiyse girişiyor, Rogue hanım kızımız işleri uzaktan ok ve mızrak ile hallediyor, Sorcerer ise bildiğiniz büyücü idi. Hellfire ek paketinde ise bunlara Monk eklendi.

Bugünlerdeki gibi eşyaların kendi özellikleri vardı.  Beyaz renkli eşyalar, normal iken, mavi renkli olanlar ise belirli büyülü güçlere sahip idi. Altın renkli olanlar ise unique eşyalardı ve bazıları oyundaki en değerli eşyalardı. Eşyalar ve silahların belirli bir dayanıklılığı vardı, oyunda ona dikkat etmek gerekiyordu. Arada sırada town portal atıp eşyalar tamir ediliyordu. Griswold amca ücreti mukabilinde tamir işlerini hallediyordu.  Warrior kendi silahını kendi tamir ediyordu ama dayanıklılık azalıyordu. Adamlar o yıllarda neler düşünmüşler valla...

İyi esnaf Griswold dayı müşterisini dükkanının kapısında karşılıyor :)
Oyunu nasıl oynayacağınıza göre eşya ve silahları kombine etmek mümkündü. Unique ekipman oldukça zor düşüyordu. Bazısının pek bir önemi yoktu örneğin "Undead Crown" gibi. Skeleton King'i kestiğinizde sizin oluyordu ama oyun ilerledikçe pek unique'liği kalmıyordu. "Veil of Steel" vesaire ise insanın ağzını sulandırıyordu. Bir şekilde elinizdeki ekipmana göre bir kombinasyon yapıp, mümkün olduğunca tüm özelliklerinizi dengeli şekilde arttırmanız gerekiyordu. Yani arada sırada hesap kitap yapmak şart idi. Tabii bunu mantıklı şekilde yapmak lazımdı, savaşçı karakterle oynarken büyü özelliklerine yatırım yapmanın hiç mantığı yoktur mesela. Bu basit konular, ilerleyen yıllarda neredeyse tüm ARPG oyunlarının temelini oluşturacaktı.

Belirli bir süre sonra oyun biter, sonra loot adı verilen daha iyi ekipman bulmak için oyun defalarca oynanmaya başlardı. Diablo'nun güzelliği tüm katlar rastgele yaratıldığı için oyunda tekrar hissi dönemine göre pek azdı. Tabii ki temel görevler aynı tasarımdaydı ama ara katlar daha doğrusu dungeon'lar değişiyordu. Bazı özel bölümler ise arada sırada denk geliyordu. İlk aklıma gelen su kaynaklarını temizlediğimiz bölüm oluyor mesela. Poisoned Water Supply diye geçer meraklısına...

Butcher reisin mekanı. Oyunun ilk başlarında buraya girmek biraz g*t isterdi.

Oyunda atmosfer son derece karanlık ve gotik idi. O dönemlerde aklımız başımızdan uçmuştu oyuncular olarak. Bazı düşmanlar harika yaratılmıştı, örneğin Butcher reis. Fresh meat diye tepenize atladığında aklınız çıkıyordu. Mesela oyuna daha yeni başladığınızda Butcher'ı öldürmek neredeyse imkansızdı. Acemi halinizle özel bölümünün kapısını açarsanız duyacağınız son şey, "Ahh... fresh meat!" cümlesi olurdu. O yüzden biraz ilerlenir, karakter güçlenir sonra geri dönüp öldürürdünüz mesela. Oyuna çeşit çeşit düşman vardı, basit iskeletler ile başlanır sonrasında Balrog, Knight, Lightning Demon, Succubus hanım kızlar gibi bir sürü rakip ile karşılaşırdınız.

Zaman içerisinde oyun normal seviyede bitirilir. Arkasından aynı hikaye "Nightmare" ve "Hell" seviyelerinde defalarca oynanırdı. Tabii ki herkes daha iyi silah daha iyi eşya peşindeydi. ARPG oyunları bu "loot" olayı ile oyuncunun gözünü döndürür, Diablo'da bunun erken örneklerinden idi...

Çoğu zaman burada nalları dikmek üzere olan bir abi olur, bu p*ştları öldür intikamımı al diye gazlardı bizi...

Oyunun müzikleri de bana sorarsanız çok güzeldi. Toplamda -orijinal oyun için konuşuyorum- 6 şarkı Matt Uelmen tarafından bestelenmiş ve özellikle açılış şarkısı hafızalarımıza kazınmıştı. Oyunda çok sohbet muhabbet yoktu ama olanlar insanın hafızasına kazınmıştı. Yazayım bir kaç tanesini hemen hatırlayacaksınız. Deckard Cain; "Hello, my friend. Stay awhile and listen" Veya ilk dungeon'a indiğinizde duyduğunuz "The sanctity of this place has been fouled!" cümlesi gibi.

Oyunun dönemi için ilgi çekici multiplayer yani çoklu oyuncu özellikleri de vardı tabii. Dört oyuncuya kadar birlikte oynanabiliyordu. Hatta oyuncu oyuncuya karşı da savaşabiliyordu. Kulak mevzuunu hatırlayanlar olacaktır. O dönemler için her türlü bağlantı destekleniyordu, doğrudan bağlantı, modem bağlantısı, Battle.net bağlantısı ve IPX ağ bağlantısı. İlerleyen zamanlarda oyunun tabii ki amiyane tabiri ile b*ku çıkmıştı çünkü herkes hile veya trainer yazılımı kullanıyordu. Herkes god mode açıp ortalıkta dolaşır olmuştu.

Benim için en önemli bilgisayar oyunlarından birisi olan Diablo'nun kısaca hikayesi bu işte. Vakit buldukça farklı oyunlara da bakarız...