Hifi Sistemleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hifi Sistemleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Avantgarde Trio'lar ve Tintin Figürleri


Avantgarde firması horn hoparlörler üretiyor. Horn hoparlörlerin ses karakteristiğini sevenler ve sevmeyenler vardır eminim ki. Ancak firmanın "Trio" modeli tam anlamıyla görsel bir şölen bence. Aslında bütün ürünlerinde inanılmaz bir estetik güzellik var. İstanbul'da Audiogen firmasının demo odalarında Solo modelini bayağı inceleme fırsatı buldum. Gerçekten çok güzeller:) Yukarıdaki resimdeki hoparlörler ve müzik sistemi; Rainer Leroy isimli bir odyofile ait. Resimleri Avantgarde'ın web sitesindeki galeriden aldım. Sistem iyidir veya kötüdür bir bilemem ama çok sempatik göründüğü kesin. Cihazların durduğu rafın altındaki Tintin figürlerine özellikle dikkat..

Dekorasyon Dergileri ve Kültür Arasında Zorlama Bağlantı


Uzun zamandır kafama takılan bir konu hakkında yazı yazmak istediğim bugün. Annem hemen her ay bir sürü ev dekorasyon dergisi alır. Home Style, Evim, Maison Française vesaire. Bende her ziyaretimde dergilere hızlıca bir bakarım. Bakma amacım genelde insanların evlerini merak ettiğimden değil insanların kültüre bakış açılarını anlamak içindir.

İlk baktığım şey genelde evlerde kütüphane olup olmadığıdır. Son yıllarda kütüphane sayısında ciddi bir artış olduğunu görüyorum. Ancak bunun sebebinin kitaba olan ilgiden çok, kütüphanelerin ıvır zıvır sergilemek için kullanılması olduğunu da biraz geç de olsa çözdüm. Genelde çeşitli mimari ve dekorasyon kitapları tercih ediliyor kütüphanelerde. Bu kitaplar oldukça pahalılar. Ancak bu kitapların kat ve kat fazlası biblo, çeşitli cam vesaire eşyalar kütüphaneleri dolduruyor. Tabii ki keyifli kütüphanelerde olmuyor değil ancak senede bir veya iki tane denk geliyor.

Bu konuya neden takıntılısın diye sorarsanız hemen açıklamaya çalışayım. Bu tarz dergilerde yer alan evler sizin benim evlerimiz değil. Ülkenin önde gelen zenginleri, müzik insanları anlayacağınız cemiyet insanlarının evleri. Genelde maddi imkanları bizim gibi vatandaşlarla kıyaslanamayacak kadar yüksek. Zaten evlerden ve içlerinden bu durum belli oluyor.

Bu arada komik bir şey anlatayım. Son bir yıldır hemen herkesin orta sehpasında, kütüphanesinde veya evinin bir köşesinde Louis Vuitton kitapları görünce, kendimden şüphe ettim. Mimarlık veya dekorasyonla çok alakam olmasa da, çevremde bu mesleklerden çok insan olduğu için en azından ismen duyardım diye düşündüm. Sonuçta herkesin evinde devasa Vuitton kitapları var ise "kesinlikle" önemli bir insandı. Merak edip internetten arayınca neredeyse şoka girdim. Meğerse Louis Vuitton süper pahalı çantaları son derece "trendy" olan moda sektörünün süper lüks markalarından birisiymiş.


Evlerde diğer baktığım şey acaba müzik seti var mı? Senelerdir toplam gördüğüm müzik seti, ev sineması sistemleri sayısı tüm evlerin %20'sinden fazla değildir. Bunların bir çoğunun yakınında ise sanki süs gibi duran müzik veya film koleksiyonları görmüşümdür. Beni şaşırtan helal olsun dediğim bir kaç ev olmuştur tabii ama genelde durum gerçekten vahim.

Hele en şaşırdığım şey, müzik insanıyım diye (ülkemizde bunlar kendilerine sanatçı diyorlar ama bu terim çok saçma şarkı söyleyen insana şarkıcı demek en doğrusu) ortalarda dolaşan hatta toplum tarafından önemli addedilen çoğunun evlerinde insanın gözleri ciddi bir CD arşivi veya müzik seti arıyor.

Bu arada müzik seti derken bizlerinki gibi özellikli olması da mühim değil. Hani biraz kalburüstü sayılabilecek bir markanın eli yüzü düzgün bir sistemine razıyım.

Şimdi düşünüyorum, ben şarkıcı olsam kendi söylediğim tarzda yurt dışında kimler varsa, ülkemizde kimler varsa hepsini dinlerim. Sonuçta değişik tarzlar duymak insanı geliştirir. Ha tabii ülkemizin önde gelen şarkıcıları çoktan rahmete ermiş geçmişin müzik devlerini yaşıyor zannediyor, bir çoğunun ismini bile bilmiyor ama onlar yine de sanatçı değil mi?


Bunları neden yazdım. Dünyada müzik konusunda istatistikler tutuluyor. Örneğin İngiltere'de ev başına 200CD düşüyormuş. Ben ise hangi müzik marketi veya müzik firması ile konuşsam satışların kötülüğünden bahsediyorlar. Onların bahsetmelerine bile gerek yok zaten istatistikler ortada.

Yukarıda bahsettiğim evlerin sahipleri ülkemizin zenginleri, cemiyetin önde gelenleri. Eğer dergilerde evlerinin dinleme veya sinema odalarını göstermiyorlar ise (ki hiç zannetmiyorum bir çok kişi evinin her tarafını göstermeye son derece meraklı) ülkemizdeki müzik piyasasının durumu yine oldukça iyi sayılır. Tabii bu dergilere çıkmayan bir sürü zengin, cemiyetin önde gelenler vardır yukarıdaki tanımlara uymayan ama ben şimdiye kadar çok fazla görmediğimi itiraf edeyim.

Hal böyle olunca ülkemizde müzik endüstrisinin içerisinde bulunduğu vahim durumu daha iyi anlıyorum. Müzik dinlemek, kitap okumak insanları geliştiren şeyler. Bırakın kültür olayı olarak bakmayı aslına bakarsanız sosyalleşme sürecinin bile bir parçası olarak görebiliriz bunları. Memleketin en kaburüstü kesimlerinde durum böyle ise zaten çok uzatmaya gerek yok...

not1: Cemiyetin önde gideni nedir bir türlü anlamıyorum. Bu bahsettiğim dergiler yüzünden tanıştığım bir terim. Mühim bir şey olduğu belli, cemiyetin önde geleni. O yüzden aynen kullandım. hangi cemiyettir bana değil, bu tarz dergilere sorun.


not2: Mutlaka yazımda bahsettiğim tarzın çok dışından insanlar vardır. Hatta bir kısmını bizzat tanıyorum. Onlar ön planda gözükmeyi sevmediklerinden bu tarz yayınlarda pek yer almıyorlar sanırım. Aslında tam tersini yapsalar belki Vuitton'dur falandır filandır "trendleri" yerine daha hayırlı "trendler" moda olur :)



not3: resimleri arkadaşlarımın retro sitesinden arakladım :)

Sistemimden Siyah Beyaz Kareler!







Geçtiğimiz günlerde birlikte müzik dinlediğimiz arkadaşım Tansu hayli profesyonel bir fotoğraf makinesi ile benim sistemin resimlerini siyah beyaz olarak çekti. Aslında çok daha fazlası var ancak çok hoşuma giden bir kaç tanesini ekleyeyim dedim. Siyah beyaz fotoğrafın tadı bambaşka değil mi?

Bruno Manusso'nun Sistemi



Eski Google web sitemdeki yazılarımı bloğuma taşımaya devam ediyorum.

Bu kez, Odyofil ziyaretleri başlığı altında, kendisinden çok şey öğrendiğim sevgili dostum, Bruno Manusso'nun sistemini sizlere tanıtacağım. Muhtemelen bu sistemin ilk kez bu denli ayrıntılı fotografları çekildi ve ilk kez internet üzerinde yayınlanması için izin verildi. Büyük ihtimalle ilk kez bu kadar çok Verdier ürünün bu denli ayrıntılı fotografları da yayınlanıyor. Bunun ilk kez benim sitem aracılığı ile olması benim için daha büyük bir mutluluk ki ben hiçbir sitede bu denli ayrıntılı bir fotograflar da görmediğimi belirtmek isterim. Bunun haricinde tanıtacağım sistemdeki bir çok komponent Türkiye'de tek ve bazılarından ise dünyada da oldukça sınırlı adette var. Bunları dinlemenin büyük bir keyif olduğunu söyleyebilirim, umarım siz değerli okuyucularımda hem yazımdan, hemde çektiğim fotograflardan benzer bir keyif alırsınız.

Sistemi sizlere tanıtmadan önce, beni en çok etkileyen şeyin yukarıdaki müzik sistemi olmadığını söyleyerek başlamalıyım. Hayranı olduğum büyük tasarımcı Jean Constatnt Verdier tüm referans cihazlarına, herbiri birer efsane olan sistem bileşenlerine rağmen, beni Bruno Bey'in evinde en çok etkileyen şey, müzik bilgisi ve arşivi. Sayısı her hafta artan yaklaşık 40 bin CD, 20 bin plaktan oluşan devasa bir arşiv ve herbirinin üzerinde konuşulacak bir hikayesinin olması. Jazz'dan klasiğe, rock'tan etnik müziğe inanılmaz bir arşiv ve paha biçilemeyecek değerdeki, az bulunur kayıtlar. Ve her dinleti de, bu kayıtların değerini bilen, üzerinde konuşmaya yetkin dostlardan öğrendiğim bir sürü şey. Sistemin sahibi sevgili Bruno Bey ve hemen her dinleti de bizimle birlikte olan sevgili Hamdi Bey ve diğer dostlar sayesinde, benim müzik yolculuğum o kadar güzelleşti ve zenginleşti ki. Bilmediğim binlerce enstrümanist, şarkıcı ve kayıt, her dinleti de tanıştığım yeni müzisyenler... Müziğe dair ne kadar az yol kattettiğimin birer kanıtı. Evin salonunda, özel odalarda ve depolarda bulunan, bu derin arşivi bırakın dinlemeyi, arada ne var ne yok diye göz atmak bile büyük bir keyif.

Sistemi sizlere tanıtmaya geleneksel olduğu üzere kaynaklardan başlamak istiyorum. İlk kaynak benim hayranı olduğumu sıklıkla seslendirdiğim Fransız tasarımcı Jean-Constant Verdier'in efsanevi pikabı La Platine. Bu özel pikap tüm dünyadaki analog severlerin büyük saygısını kazanmış ve daha sonraki tasarımcıların bi çoğuna ilham vermiş bir pikap. Öyle ki, bugün bir çok tasarımcı, Fransız mühendis Verdier'in pikabının bundan neredeyse 20 sene önce konulmuş prensiplerini kullanarak pikaplar üretiyorlar ve her fırsatta Verdier'e atıfta bulunarak saygılarını gösteriyorlar. Son aylarda bunun bir örneğini, ünlü tasarımcı Paravicini'nin daha tasarım aşamasındaki La Platine pikabında da görmek mümkün. Bazı firmalar ise, bu prensipleri alıp kullansalarda, bu özel pikabın performansına ulaşamamaktalar, Verdier, kendi sitesinde zaman zaman "To my Pirates - Korsanlarıma" başlığı altında yapılan yanlışları ve bunların çözümlerini kendisine özgü tavır ile sunuyor. La Platine, üzerinde sayfalarca yazı yazabileceğim bir pikap. Şimdiye kadar gerçekten çok iyi ve büyük markaların pikaplarını inceledim, dinledim ve hatta kurcaladım. Ama hiçbirisi beni Verdier'in zerafeti, 20 sene öncesine dayanan mühendislik çözümleri ve en önemlisi sesi kadar etkilemedi. Bilmiyorum belki bundan daha pahalı bir çok pikap olabilir en azından benim için en önemlisi ve değerlisinin La Platine olduğu muhakkak. Bir çoğumuz bu pikabı resimlerinden tanıyoruz. Ama yanına gelip, incelediğinizde ayrıntılara dikkatlice baktığınızda nasıl müthiş bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Bu pikap ile ilgili kısa bir zaman sonra oldukça ayrıntılı bir yazıyı da sayfalarımda okuyabileceksiniz.

Bu güzel pikaba tam üç adet birbirinden değerli ve özel kol eşlik ediyor. İlk varyasyonu bundan neredeyse 40 sene önce üretilmiş olan, belki de analog tarihini değiştiren en önemli kollardan bir tanesi olan SME 3012, bu kollar arasında ismi en büyük olanı. Standart SME 3009'un 12"lik versiyonu olan bu kol üzerindeki Ortofon SPU Signature iğne ile başlı başına bir makale konusu zaten. Bu zarif kol, üzerindeki efsane ve sınırlı sayıda üretilmiş iğne ile bırakın dinlemeyi, pikabı seyretmeyi bile özel kılıyor. Verdier pikaba eşlik eden bir diğer kol ise gene geçmişin önemli ve efsanevi kollarından Ikeda. Oldukça farklı yapısı ile dikkat çeken bu kolun üzerindeki iğne ise gene analog-severlerin efsane olarak nitelendirdiği Denon DL-103 iğnenin "R" versiyonu. Bu iki kol, zamanında üretildiklerinde devrim niteliğinde idi, üretimlerinin üzerinden seneler geçmiş olsa bile, bugünkü hiçbir kolla kıyas edilmeyecek kadar etkileyiciler. Karşınızda analog dünyasının en önemli temsilcileri duruyor, kelimelerle bazı şeyleri ifade edebilmek gerçekten çok güç. Denon DL-103 ve "R" gibi diğer türevleri, bugün bir çok odyofil tarafından burun kıvırılan iğneler ne yazık ki. Fakat kendi yapılarına uygun kollarla ve düzgün ayarlamalarla neler yapabildiklerini görmek şaşırtıcı. Dediğim gibi Ortofon SPU için bir şey söylemek imkansız. Bu özel iğne, özel yapısı, tutma yerinin altın olması, özel kutusu, imzalanmış olması, Ortofon'un bu efsanevi serisinin en üst versiyonu olmasıyla zaten çok değerli iken, inanılmaz sesi ile insanı büyülüyor. Bu iki kol ve iki iğne, Bruno Bey'in geçmişle ilişkisini koparmama isteğinin birer kanıtı benim gözümde. Bir çok insanın değerini bilmeyip, çok daha pahalı kolları alıp, bu efsanevi parçaları elden çıkarmalarına nazire yaparcasına, sisteminin en önemli parçası olan La Platine'in en güzel yerine monte etmiş. Bu noktada SME Series V sahibi olsam da, ne zaman bir 3009 yada 3012 görsem gider uzun uzun bakarım. Teknik spec'leri, ses performansı inanın hiç önemli değildir, bu kollar ve iğneler hepsi yaşayan efsanelerdir ve saygıyı, en önemlisi pikaplarımızda en güzel yeri hakediyorlar.

La Platine süsleyen son kol ise Morch imzalı. İnanılmaz zariflikteki bu kol, gelişmiş mühendislik özellikleri ile de bambaşka. Bearing yerine kullanılan safir taşları, benzerine az rastlanır zerafette bir kesite sahip. Bu kolun üzerinde ise Koetsu iğne mevcut. Koetsu iğne üretiminde efsanevi bir firma. Ürettikleri iğnelerin ses kalitesi gerçekten inanılmaz. İnanın bu dediklerimi bir gün Koetsu'nun bir iğnesini dinleyince hatırlayacaksınız. Doğruyu söylemek gerekirse, bu pikabı defalarca dinlemiş olmama rağmen, hem pikabın kendisi hem sizlere tanıttığım efsanevi kol ve iğneleri, evin salonuna her girişimde tekrar tekrar inceler, kurcalarım. Sanırım bunu hem gördüğüm hemde dinlediğim için çok şanslı bir insanım...

Sistemin dijital kaynak olarak parçası ülkemizde de oldukça yoğun bir ilgi gösterilen İtalyan Bluenote firmasının Stibbert Tube Output versiyonu. Bu gerçekten zarif ve ilginç tasarıma sahip bir CD okuyucu. Çıkış katında 2 adet 6922 lamba kullanılan cihazın en ilgi çekici özelliği titreşim engelleme mekanizması. Pek alışılagelmemiş bir tasarım kullanmış İtalyan firma bu üründe. Alt kısmında daha çok pikaplarda görmeye alışkın olduğumuz akrilik bir tabla üzerine titanyumdan yapılmış özel dikmeler ile yükseltilen, ikinci bir akrilik plakanın altına CD okuyucunun elektronik kısmı monte edilmiş. Bu kısımda özel bir yay sistemi ile CD transportuna gelebilecek titreşimler azaltılmaya çalışılmış. Ses rengi açısından firmanın Koala modeline oldukça benzer karakterde olsa da, detay, sahne gibi diğer ayrıntılar çok daha üstün bu cihazda. Bruno Bey, yıllar içerisinde çok farklı markaların hi-end seviyesinde kaynak cihazlarını kullandığını ve Stibbert'in sesinin sistemiyle çok iyi sinerji sağladığını söylüyor. Sisteminde Stibbert öncesinde kullandığı CD okuyucusunu kumandasından tanımıştım. Bir Wadia idi, bu ilginç tasarımlı İtalyan'ın bir çok büyük markadan Bruno Bey'in kulağına göre daha iyi olması ilginç bir nokta. Çünkü muhtemelen bu şık İtalyan rakiplerinin bir çoğundan neredeyse 1/3 oranında daha ucuz. Her zaman söylediğim gibi, nasıl bir sisteme sahip olursak olalım, ürünlerin fiyatlarına bakmadan önce sistemlerimizle sinerjisine bakmalıyız. Her zaman en pahalı, sistemimize en iyi uyan demek değildir.

Hazır kaynaklardan bahsederken, sistemin değerli bir diğer parçasından bahsedeyim. Zamanının en önemli kaset deck'lerinden biri sayılan Tanberg. Bruno Bey'e neden Nakamichi değil de, Tanberg diye sorduğumda gülerek bir gün ikisini yanyana dinlediğimiz zaman görürsün demişti. Elinde Nakamichi Dragon olan birisi varsa bir ara test için bana gönderirse sevinirim. Tanberg'in yanısıra sistemin bir diğer özel parçası, benim gibi meraklıların sadece dergi sayfalarında görebildiğimiz Stax elektrostatik kulaklıklar. Bu fazlasıyla kendine özgü kulaklıklar bildiğimiz electro statik hoparlör prensibine göre çalışıyorlar. Kısaca bundan bahsetmem gerekirse, 3 ana parçadan oluşurlar. En önemli parça, diyaframdır. Bu özel plastik bir madde olabileceği gibi farklı maddelerin karışımdan kompozit yapılarda kullanılabilir. Özellikle 2000'li yıllarda farklı kompozit maddelerin bulunması ile bu tarz hoparlörlerde diyaframda oldukça yenilikçi tasarımlar yapılmıştır. Diğer önemli parça ise statörlerdir. Statör, diyaframın iki yanına yerleştirilir. Statörlerde genelde özel çelik levhalar kullanılabileceği gibi, gene farklı metaller de kullanılmaktadır. Özel voltaj yükleyiciler kullanılarak diyafram pozitif şarj edilir. Statörlerde gelen sinyallere göre negatif şarj edilerek farklı kutupların birbirlerini itme prensibine göre diyafram hareket eder. Karşıt güçler çeker, benzer güçler iter. Diyafram sürekli ve pozitif şarjlıdır. Karşıt kutuplarda şarjlı olan statörlerin kutupları sürekli değişerek diyaframı hareket ettirirler. Statörler, amplifikatörden gelen sinyalin, özel trafolarda ters kutuplarda sarj edilmesi ile, belirli bir voltajda elektrik ile yüklenir. Bu yüklemeler ile, gelen sinyal diyaframda itme ve çekme hareketini oluşturur. İşte bu sayede diyaframlar vasıtası ile ses oluşur. Teorik olarak klasik hoparlörlerden çok daha etkili bir tasarım olmasına rağmen üretiminin zorluğu, karmaşık teknolojik yapısı ve üretim maliyetinin yüksekliği yüzünden asla çok yaygınlaşmamış ama özel örneklerinin mükemmel ses kalitesi onları hi-fi tarihinde çok özel cihazlar haline getirmiştir. İşte Stax kulaklıklar böyle ilginç ve özel kulaklıklardır. Bir daha nerede yazacağım diyerek biraz uzattım kusura bakmayın.

Sistemin bir diğer özel parçası Fransız Triangle firmasının referans hoparlörü olan Magellan. Gerçekten inanılmaz şık ve büyük hoparlörler. Bildiğim kadarı ile Türkiye'de sadece bir çift var. Onu da dinleme şansım oldu. Fransız firmanın uzun seneler boyunca geliştirdiği ve büyük bir lansman ile piyasaya sunduğu bu devasa hoparlörler, tüm dünyada çok olumlu tepkiler almıştı. Bu tepkilerin doğruluğuna kulaklarımla şahit oldum diyebilirim. İnanılmaz bir sahnesi olan hoparlörler Triangle firmasının kendisine özgü, o bambaşka sesinin doruğa ulaşması olarak nitelendirilebilir. Üzerinde kullanılan tüm sürücülerin benzer versiyonlarının firmanın daha alt seri hoparlörlerde kullanılması bu firmanın sessel özgünlüğü sağlayan faktörlerden kesinlikle en önemlisi. Hoparlör gerçekten o kadar inanılmaz ki, fotograf makinesinin kadrajına bile girmiyor. Triangle'ın diğer hopalörlerinden ayrıldığı en önemli nokta kesinlikle dış kaplaması, özel olarak bu seri için kullanılan bu özel kaplama Magellan serisi hariç sadece Cométe'in 25. özel yıl versiyonu için kullanılmıştı. Hoparlör, ön tarafında 6, arka tarafında 2 olmak üzere toplam 8 sürücüden oluşuyor ve birbirinden bağımsız 3 parça olarak tasarlanmış. Özel plakalar ile birbiriyle birleşen bu 3 hoparlör, yüksek kazanç oranı ile lambalı amplifikatörlerle de kullanımı kolaylaştırıyor.

Arka sürücülerinde kullanılması ile inanılmaz bir sahneye sahip. Gerçekten dinlenildiğinde etkilenmemek imkansız. Gene Fransız üreticinin karakteristik özelliği olan kağıt sürücü kullanımı sayesinde bu devasa hoparlörün aynı zamanda çok da hızlı olduğunu söylemeliyim.

Sitemin Jean-Constant Verdier imzalı diğer 2 özel komponentinden bahsetmenin zamanı geldi artık sanırım. Bu 2 özel cihaz, tasarımcının referans cihazları ve dünya üzerinde de çok fazla olduğu söylenemez. Verdier tasarımı diğer cihazlardan üzerlerindeki özel boya ile ilk başta ayrılan bu özel parçalar, tasarımcının amplifikasyon konusunda geldiği son noktayı işaret ediyor. Bu arada işaret etmek istediğim bir şey var, tasarımcının web sitesinde görülen resimlerle, aletlerin gerçekleri arasında bariz bir görsel fark var. Nedense sitedeki resimlerden baktığınızda referans boya sizin için herhangi bir etki yapmazken, söylenen şekilde üretilmiş cihazlardan gözünüzü bir saniye bile alamıyorsunuz. Tüm dünyadaki özel tasarımcılar nedense ürünlerine gösterdikleri hassasiyeti, kendi sitelerine göstermiyorlar. Sanırım buradaki fotograflar tasarımcının hayranları ve merak edenleri için bulunmaz birer hazine olacak. Neyse çok uzatmadan öncelikle siz değerli okuyucularıma, tasarımcının referans pre-amplifikatöründen bahsetmek istiyorum.

Tasarımcısının kendi deyimi ile 20 senelik üretim hayatının tüm deneyimini aktardığı bu özel pre amplifikatörün ismi "MM MC Pre Amplificateur" Bu oldukça iddiasız bir isim olarak görülebilir ama cihaz cidden inanılmaz ve çok iddialı. 4 devasa parçadan oluşan bu pre amplifikatör, toplamda 36 adet lamba kullanıyor. Tamamen tube rektifierli özel PSU'lar tarafından besleniyor. Her kanal için ayrı bir pre kullanılıyor yani, mono tasarımda. Verdier, kendi pikaplarına yakışır ayrıntıda bir phono katı eklemiş bu inanılmaz pre ampliye. Her ayarın birbirinden bağımsız tasarlanması, dünya üzerindeki neredeyse tüm iğneler ile mükemmel uyumu sağlayabilmek amacını taşıyor. Bu pre-amplifikatörde standart girişlerin yanısıra bir adet MM, bir adette MC karakterinde phono katı mevcut. Bu kadar fazla lambanın kullanılmasının sebebi tasarımın hiç transistör içermemesi amaçlı. Etap etap yükseltilebilir empedans ayarları bile lambalar tarafından kontrol ediliyor. Biliyorsunuz MC phono katlarında salt lambalı yapı pek kullanılamıyor. Bunun öncelikli sebebi oluşan "hum". Jean-Constant Verdier bunu lambalar ve amplifikatörlerle geçen uzun yılların ardından inanılmaz bir şekilde çözmüş. Cihazın üzerinde kullanılan lambalar bile standart bir lamba satıcısında bulunabilir markalar kesinlikle değil. Benim her gördüğümde uzun uzun incelemekten sıkılmadığım bir cihaz.

Sistemin kalbinde ise, gene Jean-Constant Verdier imzalı 845 mono blok amplifikatörler var. Verdier bu cihazda da, kendi referans cihazlarında kullandığı özel kaplama ve tasarımı kullanmış. Zaten bu mono bloklar, sahibi olduğu atölyenin en üst seviye cihazları. her bir mono blok 1x845 - 2x5R4 - 2x6550 - 2xEL84 - 2xEF184 lamba kombinasyonundan oluşuyor. Tasarımcı, bu amplifikatörlerde bizim sıklıkla güç lambası olarak gördüğümüz bir çok lambayı da rectifier olarak kullanmış. Verdier'in tasarımlarımda bu tarz ilginçlikler sıklıkla karşılaşılabilir bir durum. Lambalar, iç tasarımın mimarisine uygun şekilde, gerekirse cihazın içine gerekirse de dışına koyuluyor. Ben her zaman 845'i sert bir lamba olarak zannederken, Verdier neredeyse bir 300B sıcaklığında çalıştırmayı başarmış. Lambanın karakterinden kaynaklanan güç ise Triangle Magellan'ın devasa siluetini ortadan kaldırıyor. Hani hepimizin aradığı seslerin, hoparlörlerden geldiğini hissetmemek isteği var ya, işte bunu gerçekten duyduğumu söyleyebilirim. Monoblokların arkasında tanıdık bir dostu gördüğüme sevindim. Bluenote'un ilginç tube damper'i Midas burada da iş başındaydı.

Son olarak sistemin kablolarını ve diğer aksesuarlarını da kısaca merak edenler için yazmak istiyorum. Kısaca diyorum, kullanılan her komponenti yazmaya kalkarsam bu tanıtım 10 sayfaya ulaşacak herhalde. Şaka bir yana sistem bileşenlerinden hiçbirinde özel bir modifikasyon yada ekleme yok, hemen hepsi standart halinde kullanılıyor. Öncelikle sistemin hoparlör kabloları "Bluenote Siena Plus", pre ile monobloklar arasındaki kablolar ise, "Bluenote" Frenze Connection Plus Interconnect. Bu iki kablonunda özelliği saf gümüş olup, dielektrik yağ içerisinde bulunmaları. Sistemin eski kabloları "Cardas" Golden Reference iken, eve test amaçlı gelen Bluenote kablolar sistem bileşeni haline gelmişler. Elektrik sisteminde ise, İngiliz Isotek firmasının en üst seviye filtre sistemleri olan Nova ve Titan kullanılmış. Sistem genelindeki tüm kablolar ise yine Isotek'in "Optimum" ve "Supreme" serisi kabloları. Sistemde herhangi bir regülasyon cihazı bulunmasa da, Bruno Bey, dört gözle Isotek'in "Centauri" power plant'ini bekliyor ki, sanırım bu ürün Türkiye'de sağlam bir başarı yakalayacak, çünkü bayağı bekleyeni var. Bunlar dışında son not olarak, sistemin bulunduğu salon'da alışılmışın tamamen dışında oldukça özel bir akustik düzenleme yapılmış. Bu düzenleme ile ilgili yakın gelecekte ayrıntılı bir makale yazacağım, şu an için herhangi bir yorum yapamıyorum.

Artık yazımın sonuna gelmiş durumdayım, böyle özel bir sistemi umarım sizlere layıkıyla tanıtmışımdır. Yazımın başında yazmış olduğum üzere bu sayfalar Türkiye'de olduğu kadar, özellikle hayranı olduğum tasarımcı Jean Constant Verdier'in referans cihazlarının fotograflanması açısından da internet geneli anlamında sayılı sayfalardan oldu. Konukseverlikleri için hem Sevgili Bruno Bey'e, hemde WAF* faktörü en yüksek hanım olarak addettiğim değerli eşleri Laura Hanıma teşekkürler.. Yeni sistem tanıtımlarımda yolda, beni takip etmeye devam edin...