Konser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Konser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Konser: AASM Aydın Esen ve Miroslav Vitous



İzmir'de zaten çok yoğun ve zengin olmayan konser hayatımızı, konser organizatörlerinin sabote etmesi konusu ile başlayacağım yazıma. Neden bilmiyorum ısrarla mail listeleri ve benzeri konser uyarı sistemleri bir türlü çalışmıyor. Çoğu konseri şans eseri duyuyoruz. Okuyucularım, tabii ki, web sitelerini düzenli olarak kontrol et diyebilirler ama ne yazık ki günlük koşuşturmalardan kaçırdığımız şeyler oluyor. Yine son dakika haberim olan konser Aydın Esen ve Miroslav Vitous konseriydi. İsterseniz şöyle kısaca konserden nasıl haberdar olduk onu anlatayım sizlere.

Sevgili Nabi Zorlu ile Fil Elektronik'te oturuyoruz. Bir bey geldi plak baktı. Sonrasında Aydın Esen'in gerçekten zor bulunan "Anatolia" albümünü sordu. Hamdi Ünlü, CD'sini bulmak zor ama bu akşam konser var benim de yeni haberim oldu hemde Miroslav Vitous ile birlikte dediği anda dükkanın içindeki herkes birbirine bakıp kaldı. Benim ilk yaptığım sanırım bir küfür sallamak oldu. Konsere neredeyse bir kaç saat vardı ve konserin yapılacağı yer AASM idi. Hemen web sitesine baktım bilet var gibi gözüküyordu zaten konser büyük salonda olduğundan zaten içeri girebileceğimizi düşündüm. Bu esnada eve giderken merhaba demek için uğramış olan Aydın Eroğlu'na konser haberini verdik. İlk işi telefona sarılmak oldu, evde yemeğe giderken bir anda plan değişmişti. Bir şekilde konser ekibi tamamlanmıştı.

Yağmurlu bir İzmir akşamında yola koyulduk.



Bunları yazarken "e ne var bunda niye bu kadar yazıyorsun" diyen okuyucularımız olabilir. İzmir gibi taşra kentlerinde Aydın Esen ve Miroslav Vitous gibi iki müzisyeni bir arada dinlemek pek kolay değil. Bu açıdan İstanbul'lu dostlarımız sene içerisinde bir çok önemli müzisyeni dinleyebiliyorlar ancak İzmir'de Avrupa Caz festivali ve sene boyunca yapılan bir kaç etkinlik haricinde çok fazla konser seyretme şansımız yok. Hele Aydın Esen ve Miroslav Vitous gibi müzisyenler her dakika denk gelmiyor.

Şimdi oturup ne yazayım ki. Konser başladığı gibi bitti, vakit nasıl geçti anlayamadım. Meraklı kulaklar klasik caz tınılarının sağında solunda altında ve üzerinde Aydın Esen ve Miroslav Vitous imzalarını keyifle dinledi. Akustik son derece başarılı olarak ayarlanmıştı ve genel dinleyicinin çok hoşuna gittiğini gözlemlediğim daha melodik -veya melodiye yakın diyeyim sonuçta iki müzisyeni de yakınen tanıyanlar durumu anlayacaktır- bir şarkı listesi sundular.

Keşke önceden vaktim olsa kulise girip plaklarımı ve CD'lerimi imzalatabilseydim. Ama son dakika haberim olunca fotoğraf makinemi bile yanıma almadım. Fotoğrafları Nabi Zorlu'nun iPhone'unu kullanarak çektim.

Çok güzeldi konser çok :)

22. Akbank Caz Festivali: Anthony Braxton Diamond Curtain Wall Konseri



22. Akbank Caz Festivali programı açıklandığında içimi bir heyecan sarmıştı. Anthony Braxton'ı canlı canlı dinleme fırsatı sonunda elime geçmişti. Konser programı açıklanır açıklanmaz hemen programımda ayarlamalar yaptım ve uçak biletimi aldım. Biliyorsunuz ben İzmir'de yaşıyorum ve öyle her konsere gidip gelebilmek çok mümkün olmuyor. Senenin bazı dönemlerinde "canlı izlemek istediklerim" listemdeki müzisyenler denk geldiğinde elimdeki tüm imkanları zorlayıp İstanbul'a gidiyorum. Anthony Braxton benim izlemek istediklerim listesinde en önemli isimlerden bir tanesiydi. İçimi kaplayan heyecanı sizlere anlatamam.

Aslında 2012 senesi konserler açısından çok verimli geçti benim için. Listenin en üst sırasında  ICP Orchestra var. Nasıl olmasın. Ab Baars, Han Bennink ve Misha Mengelberg'i bir arada dinleme fırsatım oldu. Geç tanıdığım eski Doğu Alman ikili  Uwe Kropinski ve Joe Sachse,  Tomasz Stanko, bence müthiş bir topluluk olan İtalyan  Livio Minafra Quartet derken liste uzar ve uzar. Aslında listeye yazılacak çok konser var. Eh bunların üzerine Anthony Braxton seyredecek olmak 2012'nin konserler açısından harika bir sene olması için yeterliydi.

Braxton deyince müziğini anlatmak pek mümkün değil. Bu yüzden kendi yorumuyla "creative music" yani "yaratıcı müzik" kavramı aslında her şeyi açıklıyor. Braxton'a bakarsanız sonu kesilmeyen arayışlarda olan bir müzisyen olarak tanımlıyor kendisini. Son yıllardaki çalışmalarında bunu görüyoruz zaten. Braxton'ın sayısı yüzlerle ifade edilen albümlerinde tek kişilik performanslardan, caz standartlarına, büyük hatta dev topluluklardan çok uç noktalardaki performanslara kadar bu sonu gelmeyen arayışın izlerine rastlıyoruz. Evet Braxton evriliyor bizde evriliyoruz. Zaman durduğu yerde durmuyor ve Braxton bir şekilde zamanı yakalıyor ve hatta ötesine geçiyor. Meraklılar bileceklerdir Braxton'ın müziğini "Tri-Axium Writings" adı altında yayınlanan üç ciltlik bir kitapta anlatmıştı. Aslında dünya müziğine bir bakış ile başlayan bu kitap adım adım müzik teorilerini anlatarak devam ediyor. Ayrıca beş bölümden oluşan "Composition Notes" kitabında yaptığı bestelerin altındaki teoriler ve düşünceler hakkında kapsamlı bilgiler vermiş. Braxton'ın bir çok plağında diyagramlar vardır. İşte bu diyagramlar öyle kafasına göre süs olsun diye çizilmiş şeyler değil. "Composition Notes"a baktığınızda -ki diyagramların açıklamaları mevcut- Braxton'ın müzikal zekasının ne kadar farklı çalıştığını anlıyorsunuz. Diyagramda 3 çizimde Charlie Parker'ın swing'li müziğinden nasıl Braxton yorumuna geçilir mevzularını görsel olarak anlamak mümkün. Ayrıca dnlediğiniz bir plaktaki formasyonu da bu diyagramlar sayesinde anlamak mümkün. Çünkü Braxton bu akış şemasına benzeyen diyagramlarda zaman zaman müzisyenlerin nerede durmaları gerektiğine dair ayrıntılara yer verebiliyor. Bu arada Braxton'ın izniyle "Tri-Axium Writings" dijital olarak edinilebiliyor. Özellikle e-kitap sitelerini kurcalasın meraklılar.

Yukarıda bahsettiğim akış şeması ve diyagramlar Braxton için olmaz ise olmazlardan. Tabii ki İstanbul konserinde de farklı değildi :) Bu arada fotoğraf harika yahu...

Braxton bildiğiniz üzere 1945 doğumlu. Ancak daha önce yazdığım gibi zamanı yakalamak konusunda örnek alınacak bir müzisyen Braxton. İstanbul konserinde kendisini zaman zaman diz üstü bilgisayarının başında gördük. Konserdeki büyünün oluşmasında Braxton'ın hemen her türden parametreyi istediği gibi kurcalayabilmesinin önemli bir etkisi olduğu aşikar. Şaka değil 70'ine yaklaşmış bir müzisyenden bahsediyorum. 1940-50'lerde kalmış, kendini geliştirememiş hatta kendisinin karikatürü haline gelmiş "büyük" müzisyenlere bakınca Braxton'ın değeri benim gözümde daha da artıyor.

Yazdıkça yazacağım coşkuyla ama çok uzatmak istemiyorum aslında. Orada burada okuduğunuz yazılarda şöyle dahi, böyle büyük müzisyen muhabbetleri ile uğraşmak yerine Sonic Genome ve hatta Trillium projeslerine göz atarak Braxton'ın yazarak çizerek anlatılamayacağını kolaylıkla görebilirsiniz. Gelin ben size kısaca Diamond Curtain Wall Quartet'ten bahsedeyim.


Uçakla gelirken yanıma çanta filan alamadığımdan plak veya CD taşıma fırsatım olmadı bende bunun üzerine konser biletimi imzalattım ustaya..

Diamond Curtain Wall aslında stabil bir topluluk değil. Biz aslında Diamond Curtain Wall Quartet izledik konserde. Quartet olunca topluluk, Anthony Braxton, Taylor Ho Bynum, Erica Dicker ve James Fei'den oluşuyor. Diamond Curtain Wall zaman zaman Erica Dicker'siz haliyle Trio haline zaman zamanda gitarist Mary Halvorson'ın katılımıyla Quintet haline geliyor. Biz konserde; sopranino, soprano ve alto saksafon'da James Fei; kornet ve diğer nefesli çalgılarda Taylor Ho Bynum; kemanda Erica Dicker'den oluşan Diamond Curtain Wall Quartet projesini dinledik. Bu üç isimde üzerinde durulması gereken müzisyenler. Örneğin Erica Dicker farklı klasik müzik orkestralarında da çalan bir müzisyen iken, Taylor Ho Bynum Anthony Braxton'dan eğitim alma -kendisi aynı zamanda hocadır- fırsatını bulmuş ve çok ilginç caz topluluklarında yer almış bir isim. James Fei ise aynı zamanda elektrik mühendisi ve diskografisinde çok garip çalışmalar var. İlerleyen günlerde mercek altına alacaklarım listesine yazdım şimdiden Tayvanlı müzisyeni...

Gelelim konser öncesine. İlk önce şunu söyleyeyim, memlekette kara ulaşımı bitmiş. Şöyle ki, ben uçağa binmekten korktuğumdan genelde varsa tren yoksa otobüs ile yolculuk ederim. En son İstanbul'a gittiğimde Ulusoy firması ile yolda perişan olunca, korkunun ecele faydası yok deyip havayolunu tercih ettim. Yine korktum korkmasına da, insan gibi bir yolculuk yaşadım en azından.

Konser günü benim için sabahtan devinimle başladı. Sevgili Reha Arcan'la buluştuk. Yemek, içmek, sohbet, muhabbet derken konsere İzmir'den katılacak kafilenin ikinci bölümünü havaalanından almak için Sevgili Emre Senemoğlu ile buluştuk. İstanbul'lu dostlarımızın keşfettikleri yepyeni bir radyo kanalı sayesinde yolculuk sanki uçan halıda geçti gibi geldi bana, ki İstanbul trafiği bir İzmir'li için nasıl bir kabustur tahmin edersiniz. İzmir'den uçak Allah'tan tam saatinde indi öbür türlü radyo kanalının harika reklam kuşağından bir radyolu lamba, bir adet chipli horlama önleyici ve ek olarak zırhlı, sırlı, faziletli ve nurlu bir kitap sipariş edebilirdim. Sevgili Bruno Manusso ve eşi Laura'yı havaalanından alıp boğazda bir balıkçıya gittik. Valla her şey birinci sınıftı yerken bir ara kendimi kaybettiğimi hatırlıyorum. Tabii bu yeme içme saatlerce sürdü tahmin edebileceğiniz gibi. Sevgili Bruno'yu uzunca bir süreden beri tanırım ve bir çok konser için haber verdiğimi hatırlıyorum, uzun zaman sonra onu  Anthony Braxton sevgisi İstanbul'a getirebildi.

Anthony Braxton'a performans için teşekkür ettik ama o bize konsere geldiğimiz ve plaklarını aldığımız için teşekkür etti. Konsere farklı bir şehirden kalkıp geldiğimizi öğrendiğinden çok şaşırdı..

Konserin "The Seed' diye bir mekanda olacağını biliyordum. Meğer Sabancı Müzesi imiş. Çok güzel bir mekan, konser salonu da harikaydı. Zaten konser başladı ve zaman mekan oryantasyonu kayboldu. Cazın ilk dönemlerinden John Cage'e, Charles Ives'e, Karlheinz Stockhausen ve Iannis Xenakis'e kadar bir döneme hatta daha ötesine kendi kulaklarımızla şahit olduk. Tabii ki konser salonunda caz konserine geliyoruz diye araştırıp etmeden gelen bir sürü insan vardı ve Braxton ile ilk kez tanışan bir çok kişi konser salonundan çıktı daha doğru bir tabirle kaçtı. Eh alıştığımız bir sahne.

Braxton konserde 2006 yılında yayınlanan Iridium albümünden sekizinci diskte yer alan Composition No. 357'yi çaldı. Bu kompozisyon neredeyse bir saat sürüyor ve aralıksız tek parça halinde icra edildi, bizimde dibimiz düştü haliyle. Dinleyenler bilecektir bu pek öyle kolay bir kompozisyon değil. Zaten memleketimizde konserde bu çalındı diyebilecek çok az insan olduğunu düşünüyorum. Bizim müzik eleştirmenlerimiz genelde konserlere gitmeden ahkam kesmeyi sevdiklerinden böyle ayrıntılara girmez, giremezler. Zaten kaçının elinde Braxton albümü vardır ki. Salla gitsin!

Konserden psycodelic bir enstantane. Laura, Bruno, Emre ve flulaşmış ve buharlaşmış bendeniz. Objektifin ardından Reha var...

Braxton ile bir daha nerede karşılaşırım nerede bir araya gelirim bilmiyorum ama şu müziği dinleyip, bu konsere gelmeyenler hayatlarının hatasını yapmıştır bence. Konser sonrasında Braxton ile tanıştım, muhabbet ettim, imza aldım. İstanbul'da harika zaman geçirmemi sağlayan dostlara, Akbank Caz festivaline, Braxton'ı konser için ülkemize getiren Pozitif'e sonsuz teşekkürler.

İzmirde Bir Halk Konseri: Erkin Koray



Aslında bu yazı biraz geç kaldı ama bir kaç satır kelam etmeden olmaz Erkin Koray hakkında. 12 Ekim’de Alsancak Vapur İskele’sinde ücretsiz halk konseri yapılacağını duyunca hemen planımı programımı yaptım. Öyle oturduğun yerden müzik dinlemek ile canlı canlı konser izlemek farklı şeyler. Ayrıca konser ambianslarını her zaman pek severim. Eh Erkin Baba burnumuzun dibine kadar gelmiş iken konsere gitmemek "eşeklik" olurdu. Sevelim veya sevmeyelim 1970'lere adını altın harflerle yazdıran isimlerden en önemlilerinden birisi olan Erkin Koray bana kalırsa günümüzdeki performansları ile ayakta durmayı başaran ender isimlerden bir tanesi.

Konak Belediyesi bu sene Kordon'u gerçekten güzel kullanıyor. Yaptıkları bir sürü hatalı iş olsa da, bu konuda haklarını vermek lazım. Hemen her hafta Kordonboyunda bir devinim var, hem ortam çok keyifli oluyor hemde özgür bir şekilde müzik dinliyorsunuz. Ayrıca geniş kitlelerin katıldığı bu etkinliklerde bir sürü farklı türden insan bir araya geliyor olsa da, en ufak bir tatsızlığın yaşanmaması pek sevindirici.

Erkin Koray konseri öncesi Alsancak Doy Doy'da karnımızı güzelce doldurduktan sonra Kordon'a çıktık. Hemen bir not Doy Doy'un et şinitzeli son derece başarılı mutlaka bir ara tadın. Kordon çok kalabalıktı. Çimlerin üzerinde oturanlar, sahil boyunda yemek yiyip, bir şeyler içenler, hemen herkesin keyfi yerindeydi. Konserin ses düzeni son derece başarılıydı. Hele ki bir halk konserine göre. Aslında izleyici profili de son derece ilginçti. Gençler, yaşlılar, bir tarafta başı kapalı genç kızlar, bir tarafta içki içen gençler, bizim gibi kendini genç hissedenler... Anlayacağınız bir Türkiye mozaiği vardı ve herkes Erkin Koray'ın şarkılarına keyifle eşlik ediyor, hoplayıp zıplıyordu. Şu durumu ülkenin dört bir tarafında yakalasak ne güzel olur ama bu pek mümkün gözükmüyor ne yazık ki. Siyaset çok kötü bir şey...

Baba, konser set-listini bilindik şarkılarla oluşturmuş ama şarkıları bayağı bir sert çaldılar. Pek güzel oldu. Konserin bir diğer ilgi çekici olayı, Kurtalan Ekspres'ten tanıdığımız Ahmet Güvenç'in sahnede basını konuşturmasıydı. "Baba"yla beraber coştukça coşan Güvenç sayesinde ezbere bildiğimiz Koray şarkıları daha güzel hale geldi. "Baba"nında keyfi yerindeydi, emprovizasyonlar, seyirciye takılmalar, kafasına göre şarkılara girmeler yani anlayacağınız canlı müzik dinlemenin tüm güzelliklerini yaşattı bize.

Bu arada kim ne derse desin, Erkin Baba yaşına rağmen hala iyi çalıyor ve sahneyi dolduruyor. Valla Konak Belediye'si ve Hakan Tartan'a çok teşekkürler. Bu sene yaz sonundan itibaren Kordon'u doyasıya yaşadık Seçil ile. Erkin Baba ise kapanış için harika bir konser oldu...

19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından



03 ile 17 Mart günleri arasında düzenlenen 19. İzmir Avrupa Caz Festivali sona erdi. Bu sene festivali doya doya yaşadığımı söyleyebilirim. Düzenlenen konserlerin büyük bir kısmına katıldım ve bu sene katıldığım tüm konserleri ayrıntıları ile elimden geldiğince sizlerle paylaşmaya çalıştım. Görülen o ki, yazılara büyük ilgi oldu ve binlerce meraklı tarafından okundu. Bu durum beni çok mutlu etti.

Festivalin ardından bu senede tıpkı geçen sene yazmış olduğum gibi hoşuma gidenleri ve gitmeyenleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçen seneki yazıma da atıflar yapmayı planlıyorum, bakalım geçen sene yaptığımız eleştiriler göz önüne alınmış mı? Hangi konularda iyileşmeler var, hangi konularda daha çalışılması gerekiyor.

Geçen sene yaptığım eleştirilerden en önemlisi festivalin duyurulması konusunda yaşanan sıkıntılar idi. Bu sene geçen seneden çok daha iyi çalışılmış olduğu İzmirli müzikseverlerin gözlerinden kaçmamıştır. Şehrin en önemli noktalarında mor renkli festival afişleri dikkat çekti. Ayrıca trafiğin akış noktalarında bulunan üst geçitlere de dikkat çekici afişler asılmıştı. Yani bir şekilde bu afişlere denk gelmemek imkansızdı ve renkleri itibarı ile afişleri görmemek için ciddi şekilde dalgın olmak lazımdı. Ayrıca önemli web sitelerinde de festival ile haberler en az bir kaç hafta öncesinden meraklılara sunulmuştu. Bu sene festivalin tanıtımı bence çok başarılı şekilde yapıldı. Ayrıca web sitesi konserlerle ilgili bilgiyle doluydu hatta konser kitapçığı bile son derece başarılıydı. Geçen seneye göre katedilen mesafe çok büyük. Emeği geçenlere teşekkürler.

Festivalin içeriği de bence çok başarılı idi. Festival ile alakalı olarak konuştuğum bir çok insan açılış konseri konusunda pek memnun değillerdi ve caz festivalinin açılışında neden Arifa gibi bir topluluk tercih edilmiş şeklinde eleştiriler yaptılar. Bana kalırsa açılış ve kapanış konserleri dinleyici topluluğu açısından oldukça farklı oluyor. Ayrıca üstat Şenol Filiz'in de geceye katılması genel sound'a çok olumlu katkılar yaptı. . Bir yönüyle Balkan cazına göz kırpan çok iyi bir performans dinledik. Benim şahsım adına açılış konserine pek bir itirazım yok.

Festivalde özellikle iki performans bence ön plana çıktı. Livio Minafra Quartet  ve  ICP Orchestra konserleri. Her iki konserde de hem seyirci hemde müzisyenlerin coşması ile büyük iki performans seyretmiş olduk. Benim festival listesindeki şahsi favorim sebeplerini yazımda da açıkladığım  ICP Orchestra konseri  idi. Uwe Kropinski ve Joe Sachse konseri ise tam anlamı ile bonus oldu. Konser neredeyse mükemmel geçti diyebilirim. Muhtemelen bu ikiliyi ülkemizde bir daha görebilmemiz mümkün olmaz. Konsere gelenler çok şanslıydı.

Konser programındaki Geraldine Laurent Time Out Trio konseri de önemliydi. Fransız cazına yeni bir soluk getirme potansiyeli yüksek bir müzisyeni canlı canlı dinledik. Festivalin asıl bonusu ise Polonya'nın caz dünyasına hediyesi Tomasz Stanko konseri idi. Florian Bramböck, Christian Maurer, Wolfgang Puschnig ve Klaus Dickbauer'ten oluşan Saxofour konserini ve Paganini Trio konserlerini seyredemedim. Ancak özellikle Açık Caz Orkestrası konserine işlerim dolayısıyla gidemediğim için ne yazık ki çok üzüldüm. Giden herkes çok keyif almış, seneye hayatta kaçırmam!

Ben kendi adıma konser programını çok beğendim. Düşünsem aklıma gelmeyecek isimleri dinleme şansım oldu. Festival benim damağımda çok güzel bir tat bıraktı. 19. İzmir Avrupa Caz Festivali'nin Danışmanı Francesco Martinelli ve tüm IKSEV çalışanlarına teşekkür ediyorum. Çıta bu senede biraz daha yükseldi, seneye beklentiler büyük...

Konserlerin tamamı Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezinde düzenlendi. Bu konuda bir kaç yorum yapmam lazım. Her ne kadar İzmir Belediye'sine İnönü Caddesini berbat edip bir türlü toparlayamadıkları için çok kızıyor da olsam, haklarını vermem lazım İzmir'e müthiş iki salon kazandırdıkları için her türlü övgüyü hak ediyorlar. Bu sene konser organizasyonlarında bilet gişelerinde çalışanlardan, güvenlik görevlilerie, yer gösteren ve salonda yerleşime yardımcı olan genç arkadaşlarımıza kadar herkes çok kibar ve güler yüzlüydü. Dünyanın herhangi bir tarafında bundan daha iyisine rastlanabileceğini pek düşünmüyorum. Tebrikler... AASM'de bu sene en az beğenilen şey ise konserlerdeki ses düzeni oldu. Bence bu seneyi güzel bir şekilde gözden geçirip seneye daha iyi hazırlık yapılması festivale çok olumlu etki yapacaktır. Özellikle Diva Ses logosu taşıyan hoparlörlerin bas seslerde titreşime girmesi ve yarattığı distorsiyon bazı konserlerde can sıktı. Seneye bu konu da iyileştirmeler yapılırsa bence çok güzel olur.

İzmirli müzikseverler konserlere bence daha fazla ilgi gösterebilirlerdi. Bazı konserlerde (örneğin Tomasz Stanko) salonda boşluklar vardı. Burada bana aktarılan bir notu da eklemeliyim. Bir arkadaşım bir konser için bir hafta önce bilet almaya çalıştığından bilet bulamamış fakat konserde yer yer boşluklar  vardı. Sanırım sponsorlara ayrılan biletlerden kaynaklanan bir durumdu. Şu an tamamen afaki konuşuyorum sponsor biletlerde LCV sistemi uygulansa ve cevap dönmeyenlerin biletleri satılsa pek güzel olur. Bu duruma başka çareler üretmek lazım sanırım. Aslında bir şekilde son dakika konserleri seyretmek isteyenler için çözümler bulundu ama daha farklı bir çözüm daha iyi olabilir.

Bilet fiyatlarında da yakınanlar vardı bu konuda bir yorum yapmam kolay değil. Genel ortalamaya bakınca biletler çok pahalı değil ancak çift olarak birden fazla konsere gidenlerin bütçelerinde ufak çaplı bir delik açılmış olma olasılığı da var tabii. Bu işin en iyi çözümü bir şekilde toplu bilet alımından geçiyor. Müzikseverler bir şekilde birleşip toplu bilet alarak %20 indirim fırsatından yararlanabilirler. Festival müdavimlerinin seneye bu konuyu irdelemesinde fayda var...

Sonuç olarak festivali kısaca değerlendirmek gerekirse; festival program, ön hazırlıklar ve tanıtım açısından tam puan aldı ve çok çok başarılıydı. AASM'deki hazırlıklar ses performansı hariç benden yine tam puan aldı. Ses sistemleri konusundaki hazırlık ortalamanın birazcık üzerindeydi ve kesinlikle festival daha başarılı bir ses performansını hak ediyor. Seneye bu konuda biraz dikkat! Seyirci ilgisi de konserden konsere değişmek ile beraber ortalamanın üzerindeydi. Festivalin seneye çok daha fazla sayıda müzikseveri çekeceğine eminim.

Festival konusunda sınıfta kalanlar ise hem yerel hemde ülke çapındaki müzik basını idi. Böylesine bir festivalin bence kendisine çok fazla yer bulması gerekirdi diye düşünüyorum. Gelen isimlere şöyle bir göz atmak bile müzikle ilgilenen ortalama bir yazarın kan basıncını arttırmaya yeterdi diye düşünüyorum. Her zaman söylediğim gibi internetin ortaya çıkması ve özgür yazarlar sayesinde adım adım müzik yazarıyım diyerek köşelerine ve/veya sitelerine dört elle sarılıp, hiçbir şey yapmadan imtiyazlarının getirilerini umarsızca harcayanların sonu geliyor. Dünyada yaşanan değişimlere ayak uydurulmasının zamanı geliyor hatta geç bile kalındı.. Bu konuyu ilerleyen yazılarımda ele alacağım.

Evet sonuç itibarı ile bir festivalin daha sonuna geldik. Benim açımdan dolu dolu geçen harika bir caz festivali yaşadım. Yazılarımda bahsettiğim ufak tefek sorunlar vardı ancak tablonun bütünü bence çok çok başarılıydı. Emeği geçen herkese içtenlikle teşekkürler.

Seneye 20. İzmir Avrupa Caz Festivalinde görüşmek dileğiyle...

--------------------------------------

19. İzmir Caz Festivali Yazılarım: Açılış Konseri : Arifa / Livio Minafra Quartet Konseri / Uwe Kropinski ve Joe Sachse Konseri / Geraldine Laurent Time Out Trio Konseri / ICP Orchestra Konseri Tomasz Stanko Konseri19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından
Yazılara ulaşmak için üstlerine tıklamanız yeterli... 

19. İzmir Caz Festivali: Tomasz Stanko Konseri



Tomasz Stanko okul hayatında klasik müzik ile ilgilenmiş keman ve piyano eğitimi almış. Arkasından caz müzik ile tanışmış. Yaşı genç olanlar ve soğuk savaş dönemi çok fazla yaşamamış insanlar, soğuk savaş döneminde doğu bloğunda caz müziğin ve emprovizasyona çok hoş bakılmadığını bilmeyebilirler. Ancak 1960'lara ve 70'lere baktığımızda Polonya ve Doğu Almanya başta olmak üzere hatta Sovyetler birliğinde bile müthiş müzisyenler var ve çok iyi albümler yapılmış. Stanko'da bunlardan bir tanesi. Bu arada caza merakı nasıl başlamış diye soracak olursanız, batı bloğunun radyoları sayesinde. Çok ilginç değil mi?

Stanko'nun ilk çalışmaları Adam Makowicz ile birlikte olduğu 1960'lı yıllarda ortaya çıkmış. Bu ikilinin o dönemlerde topluluğu Avrupalı bir çok eleştirmene göre Avrupa'nın ilk serbest caz çalan topluluğu olarak nitelendiriliyor. Hemen ardından Polonya'nın uluslararası müzik dünyasına önemli hediyelerinden bir tanesi olan Krzysztof Komeda ile çalışmaya başlamış Stanko. Birlikte çaldıkları 1964 tarihli "Astigmatic" albümü Avrupa caz sahnesinin önemli dönüm noktalarından birisi kabul ediliyor. Birlikte çok sayıda albüme imza atan ikilinin albümlerinin bir çoğu müzik meraklıları açısından büyük öneme sahipler. Komeda caz müzisyenliğinin haricinde çok önemli bir besteci olduğundan Stanko'nun müzikal gelişimine önemli etkileri olmuş.

Stanko'yu 1970'lerde Globe Unity orkestrasında görüyoruz. Burada dünyanın belki en kendisine özgü isimleri ile birlikte çalışan Stanko'yu Atavistic plak şirketinin bir 1970 yılında yayınladığı bir plakta görüyoruz. Globe Unity orkestrası bizdeki önemli caz siteleri hatta dergilerinde kendisine pek yer bulabilecek bir orkestra değil. Ancak yaptıkları müzik gerçekten müthiş. Konuyla ilgili bazı bilgiler ve aralarında Stanko'nunda bulunduğu müzisyenlerin canlı performans merak ederseniz sizi buraya alayım...



Stanko, Globe Unity macerasının hemen ardından Krysztof Penderecki ve Don Cherry ile birlikte çalışmalar yaptı. The New Eternal Rythm Orkestrasında yer aldı. Globe Unity Orchestra'dan bir çok müzisyeni bu çalışmada da görüyoruz ki serbest caz meraklıları bu orkestraya da bir bakış atmalılar...

1970'lerde Stanko'yu kendi topluluklarında da görüyoruz. Tomasz Stańko Quintet; Zbigniew Seifert; Janusz Muniak; Janusz Stefański; Bronisław Suchanek ve yine Adam Makowicz ile birlikte çalışmalarını görüyoruz. Uzun yıllar orkestralarda müzisyen olarak çalışmak ile bir topluluğun lideri olmak arasında eminim ki bazı farklar vardır ancak görünen o ki Stanko bu zorlukları aşmayı başarmış...

1980'lerde ise Stanko Hindistan'a gidiyor. Bunun basit bir gezi mi yoksa ruhsal bir deneyim mi olduğunu bilmiyoruz. Biyografilerinde pek yer almıyor. Ancak “Music from Taj Mahal and Karla Caves” albümüne bakarsak önemli etkileri olmuş bu gezinin. Bu arada bu albümü yanlış şekilde müzisyen olan Taj Mahal'e atfedenler var. Hayır, bu albüm dünyanın önemli yapılarından birisi olan Taj Mahal'e atfedilmiş. Hatta “Karla Caves” de Hindistan'daki en önemli Budist yapılarından birisi olarak kabul ediliyor.

Stanko'nun 1980'lerde Finli davulcu Edward Vesala ile çalışmaları var. Ancak asıl Cecil Taylor ile yaptığı iki albüm ön plana çıkıyor. Bu albümlerden özellikle Cecil Taylor European Orchestra ile olan albüm çok dikkat çekici. Çok ilginç isimleri görüyoruz.

Stanko'nun kariyeri boyunca çok farklı müzik türlerinden müzisyenlerle de birlikte yaptığı çalışmalar var. Stanko'yu bazen progressif rock'a yakın çizgilerde, bazen baladlar bazen daha klasik caz çalarken bazende en uç caz türlerinde görebiliyoruz. Bunun için iyi müzisyen olmanın yanında çok iyi bir müzik dinleyicisi olmasınında etkisi var. 1942 doğumlu müzisyen hala farklı türlerden müzik dinlemeye devam ediyor.

Stanko'yu 90'larda ve 2000'lerde daha çok kendi topluluklarında görüyoruz. Bu konuya girmeden önce 90'lı yıllarda kariyerinin önemli bir dönüm noktası olarak düşündüğüm bir ameliyat süreci var. Diş sorunları yaşayan Stanko'ya protez yapılıyor ve yeni dişler müzisyenin tonunu olumsuz yönde etkiliyor. Bunun üzerine uzun saatler pratik ve çaba ile sorunu aşmayı başarmış. Bu örnek alınması gereken bir dönem. Acaba hiç müzik kariyerinin sonuna geldiğinizi düşünmüş müdür?

90'lar ve sonrasında müzisyeni ECM plak firmasında görüyoruz. Genç müzisyenlerle gerçekleştirdiği son iki albüm (Lontano- 2005 ve Dark Eyes -2009) gerçekten takdire değer.



Konserde Tomasz Stanko'ya bazılarını önceki albümlerde de tanıdığımız müzisyenler eşlik etti. Dominik Wania, piyano ve kendisine özgü tonuyla Fender Rhodes. Michał Barański, kontrbas ve Olavi Louhivuori, davul. Bu genç müzisyenler gerçekten oldukça etkileyici bir performans gösterdiler. Ben birinci sıraya Michał Baranski koyuyorum. Gerçekten alkışı hak eden bir performans gösterdi.

Stanko konserde ağırlığı son iki albümüne vermiş olsa da, özellikle Adam Makowicz dönemine bol bol atıfta bulundu. Krzysztof Komeda esintileri de gözden kaçmadı. Zaman zaman kontrbasta arşeye geçilerek piyanonun öne çıktığı bölümler modern Polonya müziğinin bestecilerine bol bol gönderme içeriyordu.

Konserde çok yüksek performans gösteren müzisyenler Stanko dahil öylesine bir konsantrasyon içerisindeydi ki, seyirci ile tek iletişim konserin sonunda oldu. Bu durumu Kuzey Avrupa'lı müzisyenlerde sık sık görüyoruz ancak bu durumu pek sevmiyorum. Zaman zaman insan konserin içine giremiyor, performans fazla steril geliyor. Kişiden kişiye değişecek bir durum. AASM büyük salonda yapılan konserde salonun neredeyse yarısı boş kaldı halbuki Tomasz Stanko, tahmin ediyorum ki bu festivale katılanlar arasında en iyi bilinen müzisyendi. Ne olursa olsun böylesine önemli bir müzisyeni İzmir'de dinlemek gerçekten büyük bir keyif oldu...

--------------------------------------

19. İzmir Caz Festivali Yazılarım: Açılış Konseri : Arifa / Livio Minafra Quartet Konseri / Uwe Kropinski ve Joe Sachse Konseri / Geraldine Laurent Time Out Trio Konseri / ICP Orchestra Konseri Tomasz Stanko Konseri19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından
Yazılara ulaşmak için üstlerine tıklamanız yeterli... 

19. İzmir Caz Festivali: ICP Orchestra Konseri



Bu sene festivalin en önemli konuğu bana kalırsa ICP Orchestra yani Instant Composers Pool Orchestra idi. Bu akşam büyük bir heyecan ve keyifle AASM'nin yolunu tuttuk. Aslına bakarsanız izleyeceğimiz topluluk, serbest caz tarihine adını altın harflerle kazımış bir çok müzisyenden oluşuyor. Topluluk, bulunduğu ortama, katıldığı festivale ve dinleyicilere göre programını modifiye edebiliyor. Uzun yılların verdiği deneyim ve çok çok iyi müzisyenlerin olduğu bir toplulukta bu durum gayet doğal. Ben kendi adıma bu gece çok uçlarda dolaşmayan, hem genel caz dinleyicisini şoke etmeyecek hem de topluluğu uzun senelerdir takip eden serbest caz meraklılarını küstürmeyecek bir program ile dinleyicinin karşısına çıkacağını tahmin ediyordum. Tam tahmin ettiğim gibi oldu.

Topluluğa şöyle bir baktığımızda bir kaç müzisyen hemen ön plan çıkıyor. Bunlardan ilki Ab Baars. 1970 doğumlu Hollandalı müzisyen kariyeri boyunca bir çok önemli caz müzisyeni ile çalışmış. Bu akşam klarnet ve tenor saksafonda dinlediğimiz müzisyenin benim için en ilginç topluluğu kendi adını taşıyan üçlüsü yani Ab Baars Trio. Bu üçlü ve Ken Vandermark'ın ortak performansları benim de son dönemlerde deli gibi dinlediğim plaklardan.



Han Bennink ise Avrupa serbest cazının tarihi yazılırsa, ismi altın harflerle yazılacak bir davulcu. Avrupalı olup bilindik neredeyse tüm önemli müzisyenlerle çalışmış Bennink'i özellikle Peter Brötzmann ile 1960'ların sonunda ve 70'lerde yaptığı plaklarda görebilirsiniz. Ayrıca Alexander von Schlippenbach ve Globe Unity Orchestra'dan tutun daha klasik caz müzisyenlerine kadar bir çok önemli isim ile çalmış. Misha Mengelberg ile uzun yıllardır birlikteler ve ICP projesinin ilk başlarından beri Bennink'in müzikal yolculuğunda önemli bir yere sahip.



Bu arada Han Bennink'in pek bilinmeyen bir yönü, çizmeye olan merakı. Uzun yıllardır hem ICP plaklarınım hemde kendi plaklarının kapaklarını kendisi çiziyor. Bu arada hemen bir not daha ICP'nin tüm plakları bir kutu setinde CD formatında yayınlanacak gibi gözüküyor. Şimdilik gözüken 50 adedi geçen CD ve en az 2-3 DVD'den oluşan set için şu an ön siparişler toplanıyor. Fiyat oldukça yüksek, 400 Euro civarlarında olması lazım. 300 adet ön sipariş toplanınca kutular üretim hattına girecek. Tabii ilk 300 adedin kapağı bizzat Bennink tarafından elde çizilecek(miş)

Misha Mengelberg ise Ukrayna asıllı bir müzisyen. Han Bennink ile birliktelikleri yazılan çizilenlere göre Eric Dolphy'nin son plağı "Last Date" ile resmileşiyor. Bu plakta her iki müzisyen birlikteler. Mengelberg sonraki yıllarda Derek Bailey, Peter Brötzmann, Evan Parker, Anthony Braxton gibi en önemli isimlerle birlikte çalıyor. Misha Mengelberg 1960’ların ortalarında, "Fluxus" akımına dâhil oluyor.

1963 yılında George Maciunas tarafından yazılan manifestosunda, akımın bağımsızlığı ön plana çıkartması ve bir eserin bir ideale/kurama veya teoriye dayandırılmaması gibi dönemi için oldukça yenilikçi bir takım düşünceler ile ortaya çıkması sayesinde güçleniyor. Akımın bir şekilde öncüsü uzun senelerdir yılmadan anlamaya çalıştığım -ki ciddi efor gerektiriyor- John Cage olarak gösteriliyor. Tabii Amerikalı öncüsünün yanında bu akımın etkilendiği bazı Avrupalı isimlerde var. Bunlardan en öne çıkan isim Karlheinz Stockhausen. Akım ilk önce New York sahnesini sonrasında da Avrupa'yı etkiliyor. Günümüzde bazı minimalist klasik müzik bestecileri ve bazı serbest cazcılar bu akımın temsilcileri olarak kabul ediliyor. Konu uzadıkça uzayacak. Şimdilik konuya bir nokta koyalım. Akımı belki ilerleyen aylarda bir başka yazıya konu ederiz.



Nerede kalmıştık. Artık 1960'ların sonuna gelelim ve Misha Mengelberg, ICP Orchestra'yı kursun. Uzun soluklu bu proje içerisinde zaman içerisinde çok sayıda müzisyen bulunuyor. Böyle projelerde ciddi bir müzisyen devinimi olur, ICP'de de durum farklı değil. Ancak Bennink ve Mengelberg topluluğun temel taşları. Mengelberg'in müziğinde bir çok etkiden bahsetmek mümkün, klasik büyük orkestra müziğinden, önemli piyanistlere, minimal klasik müzikten çok uçlardaki caz öğelerine kadar... Tüm bu etkiler bir potada eritilerek yaylı ve üflemeliler arasında etkileşimlere, atışmalara ve zaman zaman sert tartışmalara konu oluyor. Tüm bu müziğin üzerine Mengelberg'in piyano dokunuşları ve Bennink'in davulları eklenince ICP müziğinin temeli ortaya çıkıyor.

ICP, İzmir konserinde Baars, Bennink ve Mengelberg'e ek olarak klarnet ve saksafonda Tobias Delius, trombonda Wolter Wierbos, trompette Thomas Heberer, keman ve viyolada Mary Oliver, çelloda Tristan Honsinger ve kontrbasta Ernst Glerum'dan oluşan bir kadro ile İzmirlilerin karşısına çıktı. Aslında vaktiniz olduğunda tüm bu müzisyenlerin işlerine bakın. Çok ilginç albümlerle denk geleceksiniz. Bu arada belki hatırlayanlar olacaktır Wolter Wierbos'u geçen sene yine caz festivali kapsamında düzenlenen ve ayrıntılarını sizlerle paylaştığım "Bik Bent Braam" konserinde dinlemiştik.

Konserde dinleyicinin sıkılmayacağı güzel bir program hazırlanmıştı. Büyük orkestra dönemine bol bol atıf vardı. Son yıllarda orkestranın vazgeçilmezi "The Mooche" şarkısını dinleme fırsatımız oldu. Ellington'ın yanısıra Monk melodilerini de bol bol duyduk. Minimalist klasikçilere bol bol atıfta bulunuldu ve hatta Schlippenbach unutulmadı...

Konser her türden izleyici için son derece keyifli geçti tahmin ediyorum. Hareket neredeyse hiç durmadı ve en keskin tonlarda bile müzisyenler dinleyicilerin ilgilerini çekmeyi başardılar. Hatta şarkı bitişlerinde ve müzisyenlerin performanslarının sonunda Mary Olive seyirciye bir şekilde istiyorlarsa alkışlayabileceklerini son derece zarif bir şekilde işaret etti.



Bir caz konseri, bir klasik müzik konseri gibi değildir. Seyircilerin korkması için hiçbir sebep yoktur. Bir tonu sevdiğinizde, bir solo içinizi kıpırdattığında alkışınızı müzisyenlerden esirgemeyin. Bir caz konserinde yanlış yerde alkışlamak gibi şeylerden çekinmeye, korkmaya gerek yok. Birkaç kasıntı caz müzisyeni hariç sahnedekilerde bundan keyif alacaklardır. Kendinizi kasmanıza, sıkıntıya sokmanıza gerek yok. ICP Orchestra bunun en güzel kanıtı... Hoş vakit geçirmek için konserlere gidiyoruz, mükemmeli oynayan seyirci olmaya gerek yok. Bu akşam seyircilerin büyük bir kısmının aslında çok önemli müzisyenleri dinlediklerinin farkında olduklarını pek zannetmiyorum ama herkes keyif aldı ve konser bitiminde salon tam anlamıyla alkışlardan yıkılıyordu. Ne güzel işte...

Sanırım müzisyenlerde bu duruma çok memnun oldular. Hele zar zor yürüyen Misha Mengelberg'in, sonu gelmez alkışlarla onurlandırılması herkesi çok sevindirmiştir eminim ki...

Büyük müzisyen olmayı bugün sahnede canlı canlı gördük. Cazın orta akımından uzak bir yerlerinde 30-40 sene geçirmiş müzisyenler yine ana akımların uzağında tonlarıyla, bir salonu yıkıp geçebiliyorlar. Bunu yapabilmek hiç kolay değil, hatta herkes yapamaz... Öyle veya böyle bu akşam İzmir'de Baars, Bennink ve Mengelberg'i dinledik canlı canlı.. Daha ne olsun :)

Geçtiğimiz sene "Bik Bent Braam"  ve bu sene ICP Orchestra konserleri ile Hollanda'lı topluluklar festivale bambaşka bir soluk getirdiler. Gelecek sene için bekletimiz çok yüksek. Şimdiden söyleyeyim.

Bu arada festival tüm hızıyla devam ediyor. Şimdi sırada Tomasz Stanko konseri var. Biletlerinizi almayı unutmayın. AASM'de büyük salonda bir dörtlü seyretmek müthiş keyifli olacaktır.

--------------------------------------

19. İzmir Caz Festivali Yazılarım: Açılış Konseri : Arifa / Livio Minafra Quartet Konseri / Uwe Kropinski ve Joe Sachse Konseri / Geraldine Laurent Time Out Trio Konseri / ICP Orchestra Konseri Tomasz Stanko Konseri19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından
Yazılara ulaşmak için üstlerine tıklamanız yeterli... 

19. İzmir Caz Festivali: Geraldine Laurent Time Out Trio Konseri



Bugün Fransız cazının yeni yeteneklerinden bir tanesi olarak gösterilen Geraldine Laurent'in Time Out Trio'sunu dinledim. 1975 yılında doğan müzisyeni bir caz kulübünde Fransız “Jazz Magazine” dergisinin editörü dinlemiş ve performansını dergisine taşımış. Hemen arkasından bir çok Fransız caz eleştirmeni tarafından müzisyene dikkat çekilmiş ve yavaş yavaş daha iyi tanınır hale gelmiş. Hemen arkasından bir ödül ve başarılı konser gelmiş. Hikayenin bu kısmı oldukça etkileyici değil mi?  Konser öncesinde bende kendimce araştırmalar yapıp müzisyenin çeşitli performanslarını dinlemeye çalıştım.

Bu noktada Fransız baterist Aldo Romano'nun dörtlüsü benim açımdan ön plana çıktı. Bu dörtlü basta Henri Texier, klarnette Mauro Negri ve saksafonda Geraldine Laurent'ten oluşuyor. Bu ekiple 2008 yılında çıkarttıkları albüm ve hemen arkasından yayınlanan “Complete communion to Don Cherry” albümünde (bu albümde Mauro Negri yerine Fabrizio Bosso var) gerçekten Fransız saksafoncu çok etkileyici performanslara imza atıyor. Tabii burada Aldo Romano ve Henri Texier gibi Fransız cazının iki önemli ve duayen ismi dikkat çekiyor. Bu dörtlünün bazı konser performansları çeşitli video sitelerinde bulunabiliyor. Bir göz atmanızda fayda var.



Geraldine Laurent 2000'li yıllarda iki adet trio kurmuş. Bunlardan konserde dinlediğimiz Time Out Trio kalıcı olmuş. Davulda Laurent Bataille ve basta Yoni Zelnik'ten oluşan üçlü ilk albümlerinde büyük caz müzisyenlerinin parçalarını yorumlamışlar. Konserde de ağırlık 2007 yılında yayınlanan ve üçlünün ismini taşıyan albüme verilmişti. Zaten konserin başında Laurent konserde çalacakları şarkıların büyük bölümünün Charles Mingus'a ait olduğunu belirtti.

Üçlünün albümünde Tijuana Gift Shop hemde Fable of Faubus'a yaptığı yorumlar gerçekten müthişti bakalım konserde neler olacak diye merak içerisindeydim. İlk önce şunu söylemem lazım Geraldine Laurent'in alto saksafonda elde ettiği ton gerçekten çok başarılı. Tonlamalar, emprovizasyonlar başarılı. Çok uçlardaki tonlarda bile başarı ile çalabiliyor Fransız müzisyen. Basta dinlediğimiz Yoni Zelnik genç bir müzisyen olmasına rağmen Paris caz sahnesinde bayağı aktif bir müzisyenmiş. Bu arada sizlere 2010 yılı albümü tanıttığım ve bayağı insanın albümü alıp sevdiği Youn Sun Nah'ın kendi beşlisi yani Youn Sun Nah 5tet ile 2000'lerin sonlarına doğru ilginç işlere imza atmış bir müzisyen. Konserde fazla abartıya kaçmadan iyi bir performans gösterdiğini düşünüyorum. Laurent Bataille ise Berklee College of Music'te okumuş 1964 doğumlu bir müzisyen. Fransa'da oldukça iyi bir davulcu olarak gösterildiğini ve çeşitli Fransız caz dergilerinde yazarlık yaptığını söyleyebilirim. Ancak ben konserde pek başarılı bir performans gösterdiğini düşünmüyorum. Hatta bana kalırsa bayağı aksadığını söylemeliyim. Tabii performansını çok beğenenler olmuştur ancak Mingus'un “Tijuana Moods” ve “Mingus Ah Um” plaklarında Dannie Richmond'un katkılarını şöyle bir göz önüne getirince sanırım pek haksız sayılmam. Zaten tahmin ediyorum Geraldine Laurent'i ilerleyen yıllarda çok farklı oluşumların içerisinde görebilme şansımız olacak. Aldo Romano'nun dörtlüsündeki gibi ortalamanın çok üzerinde bir müzisyenler topluluğu ile Laurent'i dinlemek büyük bir keyif olacaktır.



Geçtiğimiz sene düzenlenen 19. Akbank Caz Festivalinde Fransız müzisyeni dinleme şansı bulan İstanbul'lu dostlarımızın birkaç sene ardından bu geç keşfedilen Fransız bayan alto saksafoncuyu dinlemek benim için iyi oldu. Açıkçası bu sene festival sayesinde izlenecek müzisyenler listeme yeni bir isim daha yazılmış oldu. Zaten konserlerin daha doğrusu festivallerin müzikseverlere en büyük katkısı yeni müzisyenleri dinleyebilme fırsatı sunması.

19. İzmir Avrupa Caz Festivali tüm hızıyla sürüyor ve doğrusu pek keyifli şekilde sürüyor. 12 Mart Pazartesi günü bana kalırsa festivalin en büyük bombası olan ICP Orchestra konseri var şimdi sırada. Dört gözle bekliyorum ve tahmin ediyorum şimdiye kadar yapılan konserler arasında hatta İzmir caz festivalleri tarihinde yer edecek bir performansa gözlerimizle şahit olacağız. Misha Mengelberg, Ab Baars, Han Bennink gibi isimleri duyup eli ayağı birbirine dolanan tüm meraklıları konsere bekliyoruz.

--------------------------------------


19. İzmir Caz Festivali Yazılarım: Açılış Konseri : Arifa / Livio Minafra Quartet Konseri / Uwe Kropinski ve Joe Sachse Konseri / Geraldine Laurent Time Out Trio Konseri / ICP Orchestra Konseri Tomasz Stanko Konseri19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından
Yazılara ulaşmak için üstlerine tıklamanız yeterli... 

19. İzmir Caz Festivali: Uwe Kropinski ve Joe Sachse Konseri



Öncelikle ne yalan söyleyeyim bu konseri bir yandan çok merak ediyordum bir yanda da bir şekilde fazla abartmamak için gitmesem mi acaba diye düşünüyordum. Zamanının GDR (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) veya bilinen ismiyle Doğu Almanya'dan çıkan kaç müzisyeni canlı canlı görme fırsatım olacak ki diye düşündüm. Belki de bir kaç nesil sonra Doğu Almanya'nın adını bile anımsayan olmayacak. Kafamda böylesine gidip gelmeler yaşarken gökten kafamın ortasına bir bilet düştü, kendime geldim ve konser salonunun yolunu tuttum. Kendime gelmemi sağlayan e-postanın sahibine teşekkürler bu arada :)

Uwe Kropinski, ismini duyup duymadığıma çok emin değilim. Belki Joachim Kühn’le birlikte yaptıkları çalışmalardan elimde olabilir ama arşivimi kontrol etmedim. Anlayacağınız Uwe Kropinski benim çok yakından tanıdığım bir isim değil. Aslında müzisyenin kariyeri oldukça ilginç. Bu noktada biraz biyografisinden bahsedeyim, şaşıracağınıza eminim.



İlk olarak müzisyen 1952 yılında doğmuş. Neredeyse 60 yaşında. Müzik kariyerine dünyada ortalık birbirine girdiği sıralarda yani 68 yılında başlamış. 1970'li yılların sonralarında ise emprovizasyon ve serbest caz üzerine yoğunlaşmış. 1977-86 yılları Doğu Almanya'da bir çok önemli müzisyen ile çalışmış. Sanırım Peter Brötzmann ile beraber bazı performanslara imza atan Konrad Bauer bu isimlerin başında geliyor. Ayrıca John Tchicai, Joelle Leandre ve Rudolf Dasek gibi isimlerle bu dönemlerde birlikte müzik yapmış. Bu arada bu isimleri yazıyorum, elinde bir şekilde Doğu Almanya'da basılan plaklar olan varsa bir akşam seve seve ziyaretinize gelebilirim... Sevgili bir dostumda eski SSCB döneminde serbest caz çalan müzisyenleri dinleyip şapkam havalara uçtuktan sonra Doğu bloğuna biraz odaklanmaya çalıştım ama dinleyecek bir şeyler bulabilmek pek mümkün değil ve de çok ama çok pahalı. Neyse 90'larda iki Almanya birleşince her müzisyen gibi Kropinski'nin de önünde bir çok imkan olmuş ve harika albümlere imza atmış. Sanırım Caz Festivali bana uzun zaman devam edeceğim bir araştırma konusu vermiş oldu:)

Helmut Joe Sachse ise 1948 doğumlu bir Doğu Alman müzisyen. Müzik kariyerinde serbest cazla tanışması ile çok ilginç işlere imza atmış. Aslına bakarsanız bazı plakları Free Music Production (FMP) tarafından basılmış ancak ne yazık ki bu plaklar pek alınabilecek fiyatlarda değil. Peter Brötzmann, Tony Oxley, Han Bennink ve Albert Mangelsdorff gibi türün önemli isimleri ile çalışan Sachse 90'lı yıllarda Almanya'nın birleşmesiyle yeniden keşfedilmiş.



Bu arada lafı geçmişken Han Bennink'i 12 Mart Pazartesi günü ICP Orchestra'nın konserinde canlı canlı seyredeceğim. Bu seneki festival gerçekten programı çok acayip. İsimleri öyle yazıyorum ama farklı şehirlerde yaşayan serbest caz meraklılarının yazılarımı okudukça ellerinin ayaklarının titrediğine eminim. Hani diyorum seneye Peter Brötzmann konseri olursa şaşırmayacak hale geleceğim bu gidişle. (1)

Gelelim konsere...

Aslında çok harikaydı deyip geçeyim diyorum ama biraz ayrıntı vermeden tabii ki olmaz. Öncelikle AASM'nin küçük salonunda bu kez akustik olarak sorunsuz hatta harika bir konser izlediğimi söyleyeyim. İki gitarın tüm detaylarını duydum. Her iki müzisyende ayaklarını bir ritm aracı olarak kullandıklarından yere de iki adet mikrofon yerleştirilmişti ve çok ilginç şeylere tanık olduk. Uwe Kropinski, gitar konusunda son derece ilginç çalışmalar yapıyor. Gitar gövdesini bir vurmalı çalgı olarak kullanmak üzere özel bir sistem kuran müzisyen Alman luthier Theo Scharpachile'nin müthiş gitarlarını kullanıyor. Konserdeki gitarın tonu gerçekten muazzam idi. Ayrıca gitar zaman zaman bir perküsyon haline geldi ki, çıkan sesleri anlatmam imkansız. Ayrıca müzisyenler naylon torbalardan, gitar kutularına, ayağa takılan kastanyet türevlerine kadar hemen herşeyden ses çıkarttılar ve kelimenin tam anlamı ile salondaki dinleyiciyi coşturdular.



Sahnede ciddi anlamda iki virtüöz olunca ortaya çıkan müziği tanımlamak çok güç. Hani neredeyse Ortaçağ Almanya'sının melodilerinden 1970'lerin rock riff'lerine, Akdeniz ve hatta Flamenko ritmlerinden Maveraünnehir bölgesinin son derece tanıdık melodilerine kadar ortalıkta dört bir taraftan melodiler uçuştu.

Festival çok iyi gidiyor. Eğer İzmir'de yaşıyorsanız, yazıları okumak yerine gelin bu güzelliklerin bir parçası olun. Emin olun üzülmeyeceksiniz....

(1) Vallahi ne güzel olur. Goethe Institut'in de IKSEV'in de en büyük duacısı olurum :)

--------------------------------------

19. İzmir Caz Festivali Yazılarım: Açılış Konseri : Arifa / Livio Minafra Quartet Konseri / Uwe Kropinski ve Joe Sachse Konseri / Geraldine Laurent Time Out Trio Konseri / ICP Orchestra Konseri Tomasz Stanko Konseri19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından
Yazılara ulaşmak için üstlerine tıklamanız yeterli... 

19. İzmir Caz Festivali: Livio Minafra Quartet Konseri



Öncelikle yazıma şu şekilde başlamak istiyorum. Dün gece konserde olanlar çok şanslıydı eğer bu yazıyı okuyorsanız ve konsere gitmediyseniz büyük eğlenceyi kaçırdınız demektir. Sizin için çok üzgünüm :)

Livio Minafra Quartet, isminden anlaşılabileceği gibi İtalyan kökenli bir caz dörtlüsü. Topluluk piyanoda Livio Minafra, alto & soprano saksafonda Gaetano Partipilo, elektrik gitarda Domenico Caliri ve davulda Maurizio Lampugnani'den oluşuyor. Livio Minafra aslında bir akademisyen ve caz müzik alanında çalışmaları ile bir çok ödül kazanmış. Dörtlünün canlı performansı son derece etkileyici ancak konserden hemen sonra satın aldığım albümlere bakılırsa albümleri de hiç öyle yabana atılacak türden değil. 2011 yılında konserde izlediğimiz dörtlüyle kaydettiği "Suprise!!!" albümü Alman Enja Records plak firması tarafından yayınlanmış. Konserdeki ağırlıklı program bu albümden idi.



Topluluğun müziği oldukça ilginç, özellikle 1970'lerin İtalyan progresif rock topluluklarına göndermeler türe meraklı dinleyicilerin hemen dikkatini çekmiştir. Bir ara Area'nın mükemmel "Arbeit Nacht Frei" albümünden bölümleri duyuyor gibi oldum konserde. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi kompozisyonların yapısına göre Minafra'nın zaman zaman sintisayzır başına geçip o dönemin riff'lerini bizlerle paylaşması olabilir. Tabii gitar tonları da bu duruma eşlik eder hale gelince müziğin rengi bir anda değişiveriyor. Sadece progresif rock değil, Balkanlardan Anadolu'ya ve İtalya'nın kendisine özgü yerel tatları da topluluğun müziğinin içerisinde harmanlanmış. "Suprise!!!" albümünde yer alan "Uzbek" şarkısı bambaşka bir alem mesela. Bizlerin kulağına çok yakın gelen melodiler bambaşka şekilde yorumlanmış ve ortaya çıkan şarkı son derece ilginç.



Topluluğun müziği oldukça farklı yapılarda ve bu yapılar arasındaki geçişler oldukça etkili şekilde yapılıyor. "Lacrime Stelle" gibi daha bilindik caz riff'lerinden "Sassi" gibi daha yenilikçi caz türevlerine bir anda geçebilen topluluğun müziği öylesine dolu dolu ki, hem konserde hemde albümleri evde dinlerken nereye dikkat kesileceğinizi bilemiyorsunuz. Ancak çok eğleneceğiniz kesin...

Gitarist Domenico Caliri'yi konser boyunca dikkatle izlemeye çalıştım. Farklı stilleri çok rahatlıkla çalabilen müzisyen oldukça eğlenceli bir tip. Konser boyunca enstrümanıyla rahat durmamasının topluluğun müziğinin alt yapısına kazandırdıkları çok fazla. Ayrıca seyir zevki açısından da özellikle solo bölümde çok keyifli anlar yaşamamızı sağladı. Hatta şu an eşimin törpüleri ile gitarımda bazı denemeler yapıyorum ancak kabiliyet olmayınca sonuç facia oluyor ne yazık ki...



Davulcu Maurizio Lampugnani ise bambaşka bir alem. Zaman zaman vokaliyle, zaman zaman ilginç enstrüman ve "şeylerle" konser boyunca seyircinin gönlüne fethetti. Topluluğun beyni Livio Minafra apayrı bir olay zaten. Son derece bozuk İngilizcesi ile şarkılar arasında yaptığı gereksiz açıklamalar bile göze batmadı. Hatta çoğu zaman gülümsememize sebep oldu. Ancak iş müzisyenliğe geldiğinde, dün gece çok iyi bir müzik adamının canlı performansını izledik.

Bir konsere ne için gidersiniz sorunun cevabı mutlu olmak ise eğer -ki benim için öyle- dün gece mutlu olduk ve çok ama çok eğlendik. Dinlediğimiz müzik öyle böyle değildi, müzisyenlerin performansı ise ayakta alkışlanacak düzeydeydi. Hepimiz tipik Akdeniz insanlarıyız işte, eğlenmeyi biliyoruz :)

AASM'nin küçük salonu büyük ölçüde doluydu ve bu konsere gelenler gerçekten çok şanslıydılar. Bu sene İzmir Caz Festivali çok keyifli isimlere ev sahipliği yapıyor. İşinizi gücünüzü ayarlayın, en az bir kaç konsere gelmeye çalışın. Bilet fiyatları çok çok ucuz olmasa da, 25TL öyle verilemeyecek astronomik bir para değil.

AASM'nin küçük salonunu ben çok seviyorum. Genel olarak akustik konusunda pek sıkıntı yaşanmıyor ancak bu konserde piyanonun arka koltuklarda duyulmasında biraz sıkıntı olmuş yorumlara göre. Bu konulara biraz daha dikkat diyelim!

Valla Livio Minafra Quartet'i getirmeyi kim akıl ettiyse buradan kendisine çok teşekkürler. Son iki senedir festival çok iyi başlıyor ve çok iyi devam ediyor. Gelecek yıllarda bu durum devam ederse gerçekten yaşadık demektir.

Tüm müzik meraklılarını konserlere bekliyoruz.

--------------------------------------


19. İzmir Caz Festivali Yazılarım: Açılış Konseri : Arifa / Livio Minafra Quartet Konseri / Uwe Kropinski ve Joe Sachse Konseri / Geraldine Laurent Time Out Trio Konseri / ICP Orchestra Konseri Tomasz Stanko Konseri19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından
Yazılara ulaşmak için üstlerine tıklamanız yeterli... 

19. İzmir Caz Festivali: Arifa Konseri



Bu yıl 19.su düzenlenen İzmir Caz Festivali, Arifa konseri ile resmen başladı. Bu sene uzun senelerin ardından ilk kez açılış konserine katıldım. Keyifli oldu doğrusu. Büyük salonda konser dinlemek gerçekten keyfin ötesinde bir şey, bir nevi mutluluk. Bu sene konserlerin tamamının Ahmed Adnan Saygın konser salonlarında gerçekleştirileceğini belirteyim. Bu senenin programında hemen her türden caz meraklısına hitap edecek isimler var. Zaten bu konserlerin bir çoğuna katılacağım.

Açılış konserinde bu sene caz müziğinden çok dünya müziği sınıflamasına sokabileceğimiz bir topluluk seçilmiş. Aslında topluluğun müziği Mezopotamya'nın kuzeyinden Anadolu'ya ve oradan da Balkanlara kadar uzanıyor. İçerisinde etnik öğelerin yanında Balkanların eğlenceli caz müziğinden esintiler dikkat çekiyor. Açılış konseri için uygun bir seçim. Çünkü açılış konserlerinde seyirci profili oldukça farklı oluyor diğer konserlerden....



Arifa'dan kısaca bahsetmek gerekirse, Hollanda'nın Amsterdam şehrinde ilk tohumları atılan topluluk oldukça kısa bir tarihçeye sahip. 2010 yılında kurulan müzik eleman yapısı itibarı ile oldukça kompozit sayılabilir. Bu karmaşık yapı topluluğun müziğinde belirgin bir etkiye sahip. Topluluğun üyeleri Türkiye, Irak, Romanya ve Hollandalı kökenli. Topluluğun ilk ve şimdilik tek albümleri “Beyond Babylon” 2010 yılında Hollanda'lı Mundus Records tarafından basılmış. Topluluk, Mezopotamya müziğinin aslında günümüzün modern tarzlarının bir nevi atası olduğunu ve bir gün müziği yine kökenlerine doğru yaklaştıracağını düşünüyor ve geniş bir coğrafyanın farklı tarzlarını tek bir potada eritmeye çalışarak dünyanın bambaşka yerlerindeki dinleyicilere müziklerini götürmeye çalışıyorlar.

Topluluğun bir nevi beyni, saksafon ve klarnet çalan Romen Alex Simu, memleketinde bir çok ödül almış genç bir müzisyen. Müziğin içerisine bazı elektronik öğeler ekliyor olsa da, bu durum pek abartılı değil. Kanunda ise Osama Abdulrasol, Irak doğumlu bir müzisyen. Farklı orkestralarda çalışan Abdulrasol hem doğulu hemde batılı müzisyenlerle ilginç projeler içerisinde bulunmuş. Topluluğun ilk Türk kökenli müzisyeni Mehmet Polat ud çalıyor ve zaman zaman vokali ile topluluğun müziğini renklendiriyor. Müzisyenin ses rengi oldukça ilginç. Konser sırasında bir şarkıda vokalini duyma şansımız oldu. Konserde büyük ilgi gören ve bol bol alkış alan Sjahin During ise yarı Türk yarı Hollanda kökenli bir perküsyoncu. Konserde anladığımız kadarı ile çok farklı coğrafyalarda bulunmuş.

Konserde topluluğa neyzen Aziz Şenol Filiz'de katıldı. Müzik dünyasında mütevazi kişiliği ile tanınan bu önemli müzisyen usta çırak ilişkisi ile sanatını geliştiren neyzenlerimizden bir tanesi. Çok sayıda albüm ve projeye imza atan Filiz'in kendisine özgü bir üfleme tekniğinin olduğu ve çok saygı gören bir müzisyen olduğunu ekleyeyim. Son yıllarda ney müziğine karşı özel bir alakam var ancak arşiv bulmak konusunda ciddi sıkıntı yaşıyorum. Ney sesi gerçekten insanı bambaşka yerlere götürüyor ve konserde Arifa'nın müziğine çok olumlu bir artı getirdiğini söylemeliyim.



Konserin son konuğu ise aslında herkes için sürpriz oldu. Caz müziği söyleyen genç vokalist Ayça Gündüz, çok sevilen "Sarı Gelin" türküsünde topluluğa eşlik etti. Genç yaşına rağmen oldukça ilginç bir ses tekniği olan müzisyeni izleme listenizde bir kenara not edebilirsiniz. Bakalım ilerleyen senelerde nasıl çalışmalara imza atacak.



Konser son derece keyifli bir ortamda yapıldı. Ses konusunda biraz sıkıntı olduğunu söyleyebilirim. Özellikle neyin ulaştığı yüksek frekanslarda hoparlörlerin bir miktar distorsiyona uğraması gözümden kaçmadı. Umarım ilerleyen konserlerde bu konunun önüne geçilir. Ancak genel olarak AASM'de gittiğimiz konserlerde özellikle de büyük salonda bu tarz problemlere sık sık rastlıyor olmamız üzücü. Sistem veya insan dolayısıyla ayar kaynaklı bir sıkıntı var sanki. Küçük salonda ise genelde çok daha başarılı konserler dinliyoruz.

Bu sene, geçtiğimiz seneye göre çok daha iyi çalışılmış bir reklam kampanyası yapıldı festival için. Şehrin hemen her önemli noktasında konser afişleri dikkat çekti, muhtemelen salonların dolduğu çok güzel bir festival olacak bu sene. Çok umutluyum. Bendeniz, Livio Minafra Quartet, Geraldine Laurent Trio, ICP Orchestra ve Tomasz Stanko Quartet konserlerine katılmayı planlıyorum. Tüm İzmirlileri de konserlere bekliyoruz.

Festival ile ilgili tüm ayrıntıları IKSEV web sitesinde bulabilirsiniz. Bu arada biletlerinizi de vakit geçirmeden edinmenizi tavsiye ederim.
--------------------------------------


19. İzmir Caz Festivali Yazılarım: Açılış Konseri : Arifa / Livio Minafra Quartet Konseri / Uwe Kropinski ve Joe Sachse Konseri / Geraldine Laurent Time Out Trio Konseri / ICP Orchestra Konseri Tomasz Stanko Konseri19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından
Yazılara ulaşmak için üstlerine tıklamanız yeterli... 

Konser: Tamer Temel 11 Ocak 2012



Ocak ayı benim için güzel başladı. Ayın daha ikinci haftası ve iki güzel konser seyrettim. Bu akşam Tamer Temel konserindeydim. Her zaman olduğu gibi konseri kısaca yorumlayacağım. Konsere geldiyseniz bir sonraki paragrafı pas geçip okumaya devam edin...

Yaşadığım şehirde her hafta ülkenin ve dünyanın en önemli caz müzisyenlerini canlı canlı dinleme şansım olsa bazı konserlerin boş olmasını anlayabilirim. Seyirci konser konusunda çok seçici deme şansım olur. Veyahut konser biletleri söz gelimi 50TL olsa, genel ekonomik yaşamın ortalamasına bakıp insanların konserlere gelmemesi gayet doğal diyebilirim. Ancak bilet fiyatlarının neredeyse bir paket sigara fiyatı olduğu bir konserin boş olmasını anlayabilmem mümkün değil. Evet bugün İzmir için son derece soğuk bir gündü. Sabahtan itibaren çok koşuşturdum ve soğuk içime iyice işlemişti. Akşam sokaklar gerçekten boştu, bende sevmiyorum soğuğu. Ne kadar üşümüş olsam da, güzel bir konser seyretmekten alıkoyamadı beni. Konser salonuna girdiğimde salonun boş olduğunu görünce şaşırdım. İzmir Sanat'ın Fuar'daki salonunun en fazla 1/4'ü doluydu. Belki de daha azı. Konsere gelenlerin neredeyse üçte birinin tanıdık isimler olduğunu düşünürsek ortaya çok çok vahim bir tablo çıkıyor.


Tamer Temel. Konser boyunca saksafonundan harika tonlar duyduk. Ben büyük keyif aldım...

Vehameti arttıran bir diğer faktör Tamel Temel ve Ferit Odman'ı beraber dinleyecek olma şansıydı. Bildiğiniz üzere Tamel Temel 2010 yılının sonlarında harika bir albüm yayınlamıştı. Barcelona adını verdiği albüm bence çok başarılıydı ve kendi bloğumda geniş yer vermeye çalışmıştım. Şimdi o yazıya geri dönüp baktığımda kafamda en ufak bir şüphe yok. Albümün hakkını veren bir yazı olmuş. Ferit Odman ise geçtiğimiz ay içerisinde merakla beklediğimiz Autumn In New York albümünü yayınlamıştı. Davul konusunda genç yaşına rağmen her iki albümünde de kendisini ispatlayan Odman ile Temel'i aynı sahnede görmek ilginç bir deneyim olacaktı. Beklediğim gibi de oldu.


Ferit Odman. Genç yaşında çok iyi bir davulcu ve ilginç bir sahne ışığı var. Şaşırtıcı....

Konserde Tamer Temel'e kontrbasta Volkan Topakoğlu ve piyanoda Serkan Özyılmaz eşlik etti. Volkan Topakoğlu görebildiğim kadarı ile çok çok genç bir müzisyen. Yalnız bu akşam ki performansını çok beğendim. Daha önce canlı performansını seyrettiğimi hatırlamıyorum ancak çalma şeklini çok çok beğendim. Gecenin bir yarısında elimdeki albümleri kurcalamaya gitmeye pek niyetim yok ama elimde performansının olduğu bir kayıt olmadığını sanıyorum. İsmini bir kenara not edip takip etmekte fayda var.

Tamer Temel'in Barcelona'sını dinleyenler arasında müziğine gitarın çok yakıştığını düşünenler vardır. Bende o gruptayım. Konser kadrosunda piyanoyu görünce şaşırdım. Ancak olmuş diyebilirim. Serkan Özyılmaz'ı daha önceki yıllarda çeşitli caz performanslarında seyretmiştim. Fazla nota karmaşası yapmadan az ve öz çalmaya çalışan bir piyanist. Ancak konserin benim için ilginç yanı solist Çağıl Kaya'nın sahne almasıydı. Genç vokalistin özellikle İstanbul'da caz kulüplerinde iyi müzisyenlerle performanslarını uzaktan takip ediyorum ancak daha önce hiç dinlememiştim. Hal böyle olunca konseri genel olarak iki bölüme ayırabiliriz. Ağırlıklı olarak Temel'in bestelerinin çalındığı ilk bölüm ve Kaya'nın vokalleriyle süslenen ikinci kısım. Benim en sevdiğim şarkı ise “bis”te çalındı :)


Tamer Temel, Çağıl Kaya ve Volkan Topakoğlu;  Herbie Hancock - Butterfly dinliyoruz.

Daha ilk şarkıdan itibaren salonun boş olmasından kaynaklı yaşadıkları hayal kırıklıklarını bizlere hissettirmeden çalan tüm müzisyenlere teşekkürler. Tamer Temel'i bir daha İzmir'de ne zaman görürüz bilmiyorum ama İstanbul'da yaşayan okuyucularımın çeşitli kulüplerde canlı performansını izleme şansları var, mutlaka göz atsınlar.

Mühim Not: İzmir'de konser düzenleyenlere seslenmek istiyorum, şu blog'ta onlarca hatta yüzlerce kez yazdığım gibi lütfen konser programlarını duyurmak için daha fazla çaba sarf edin. Biz sitemize yazıyoruz isteyen oradan baksın tarzı bakış açılarının sonucunu bu akşam bir kez daha gördük. Seyirci için ise zaten yazacaklarımı yazdım. Bu durum böyle giderse zaten konser fakiri olan güzide şehrimizdeki dinleyicileri daha da vahim günler bekler. Bende söylemesi....

Timuçin Şahin İzmir 2012



2012 yılının konser sezonunu açtık. Yeni yılın ilk konseri geçtiğimiz sene olduğu gibi Timuçin Şahin konseri oldu. Güzel şans... Bu sene Timuçin Şahin yine bir dörtlü ile müzikseverlerin karşısına çıktı. Saksafonda Michael Attias, basta Josh Davis ve davulda Tyshawn Sorey bu seneki konserde Şahin'e eşlik ettiler. Konser Adnan Saygun Sanat merkezinin küçük salonunda gerçekleştirildi. Bu salonu ben çok seviyorum, bana nedense çok sempatik geliyor...

Konser için koca bir sırayı komple almış olmamıza rağmen salon genelinde bayağı eş dost vardı. İzmir'de doğaçlama müziğe gönül veren hemen herkes oradaydı. Orada olamayanlarla kapıda denk geldik. Bayağı insan bilet bulamayıp geri döndü. Bunlar güzel kıpırtılar. Sonuçta Şahin'in müziği sıradan bir dinleyici için öyle kolay bir tarz değil...



Bu sene en dikkat çekici şey, salondan sadece bir kişinin ayrılmasıydı. Bu şimdiye kadar gittiğim Şahin konserlerinde bir rekor. Bayağı konserini de takip ettiğimi söyleyebilirim. Demek ki, bu kez biletler gerçekten onun müziğini merak edenler ve takip edenlere gitmiş. Bu arada 5TL gibi bir fiyata yani neredeyse bedavaya, çok güzel bir salonda sağlam müzik dinlemek harika bir şey. İzmir gibi zaman zaman gidecek doğru dürüst konser bulamadığımız bir şehri göz önüne alırsak insanların böylesine etkinlikleri duyduklarında balıklama atlaması gayet doğal. Bu arada bir bakarsınız ilerleyen senelerde büyük salonları dolduracak hale geliriz...



Şahin, 2012'nin ilk konserinde neredeyse 10 seneyi kapsayan bestelerinden bir program hazırlamış. Bu sene en dikkat çekici olay, alıştığımız bilgisayar efektlerine çok daha az yer verilmesiydi. İkinci dikkat çekici nokta, geçtiğimiz senelere göre şarkılarda daha sert düzenlemeler veya gitmeler gelmeler/doğaçlamalar yaşanmasıydı. Özellikle davulcu Tyshawn Sorey, bu sene şarkılara daha hakim aslında daha kendinden emin bir performans göstermesi ile şarkıların icra ediliş tarzına sağlam bir etki yapmış... Konser sırasında zaman zaman prog/rock diyarlarına doğru bile yolculuklar yaptık. Aslında yaptığımız yolculuklar pek çoktu. Elektriğin caz müziğin içerisine girmesinden, Avrupa'daki yenilikçi hareketlere kadar farklı tatlar alabileceğiniz bir müzik ziyafeti dinledik. Bu dinleyici için her zaman keyifli bir durumdur. Performansa arzu ettiğiniz pencereden bakabilmenin yolunu açar. Bu sene konsere gittiğimiz grubumuzun içerisinde bu tarz müziğe biraz ön yargılı bakan bir arkadaşım ve daha önce bu tarz müziği hiç dinlememiş olan bir diğer arkadaşım vardı. Konser sonunda her ikisinin de yüzlerinde gülücükleri gördüm. Eminim her ikisi de farklı şeylerden keyif aldı.

Bir konserin en güzel yanı da bu değil midir? Keyif almak....

Bu seneki konser genel olarak bas-gitar-davul üçlüsünün hakimiyetinde geçti. Saksafoncu Michael Attias'ın biraz rahatsız olması bu durumu ortaya çıkartmış sanırım. Zaman zaman gözlerimi kapatıp Şahin'i bas ve davuldan oluşan bir üçlü içerisinde hayal etmeye çalıştım. Sonuç çok çok değişik olabilir.

Konser bitiminde Şahin'e bir merhaba demek üzere kulise girdim. Aslında bir sonraki albümü merak ediyorum ve ne zaman çıkacağını sormak istiyordum ama sonrasında vazgeçtim. Açıkçası bir sonraki albümden çok büyük beklentim var. Albümün nasıl bir yöne doğru akacağını çok merak ediyorum. Çeşitli tahminlerim var ama :)



Geçtiğimiz seneki konser yazımı şu şekilde bitirmişim;

Sonraki adımlar, meraklı ve ileri görüşlü müzikseverler açısından büyük olaylara gebe. Şarkıların yapısı, kendi içindeki gelişimi ve enstrüman kullanımı açısından Timuçin Şahin ismini uluslararası basında daha çok duyacağız ve iddialı yazılar okuyacağız. Garip ama ben dün akşam direkt bunu hissettim. Böyle iddialı cümleleri benden pek duymaya alışkın değilsiniz ancak tarihe not düşmek istedim. Bir kaç sene sonra, büyük bir keyifle bu yazıya dönüp, bakın ben demiştim diyeceğim.

Bafa albümü için yazılan çizilenlere bakılırsa yazdıklarımın ilk bölümü gerçekleşti. Özellikle böylesine bir müziğin içerisinde gitarın kullanımı konusunda ciddi bir açlık yaşanıyor ve Şahin, ilk albümlerinden bugünlere hem enstrüman kullanımında kendisini bambaşka bir yere getirmiş olması, hemde müzikal gelişiminde geldiği nokta itibarı ile bu açlığı bastırabilecek çok az sayıda müzisyenden bir tanesi. Hal böyle olunca Bafa için özellikle yabancı sitelerde yazılan çizilenlere şaşırmamak lazım. Bizim bu taraflara ise pek bakmayın. Yazılarını severek okuduğum bir kaç müzik meraklısı haricinde olana bitene boş gözlerle bakanlar. Üzücü ama kimin umurunda :)

Heyecanla bekliyorum, bekliyoruz....

AASMde Kayıttayız!



Önümüzdeki bir kaç gün boyunca Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde kayıttayız. İlk adımda bazı Vivaldi ve Tchaikovsky eserlerini çalan genç arkadaşlarımızı kaydettik. Kaydettik derken aslında ben daha çok izleyici olarak olayın içerisindeyim. Ayrıntılar, fotoğraflar ve oldukça kapsamlı izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım. Aşağıda Neumann mikrofonlarla oluşturulmuş Decca Tree düzenini görebilirsiniz. Bu konuyla ilgili ayrıntılara, Mike, Venedik'te yaptığı kayıtları konu alan yazısında yer vermişti.

KonstruKt & Peter Brötzmann İstanbul Konser 2011 Uzun Video

KonstruKt'teki dostlar bu sene istanbul Nublu'da düzenlenen Peter Brötzmann konserinden daha uzun bir performans videosunu eklemişler. Hemen bloğuma da ekleyeyim dedim. Konserin -bayağı- uzun yorumuna ise buradan ulaşabilirsiniz.. İyi seyirler...

Natalie Cole Konseri



Bu aralar IKSEV'in düzenlediği 25. Uluslararası İzmir Festivali devam ediyor biliyorsunuz. Gülsin Onay ve Esa-Pekka Salonen yönetimindeki Philharmonia Orkestrası konseri ve Efes Celsus Kütüphanesinin harika atmosferinde düzenlenen “I Musici” topluluğu konserleri klasik müzik basınında bol bol yer aldı. Festivalin açılış konseri olan Gülsin Onay ve Esa-Pekka Salonen yönetimindeki Philharmonia Orkestrası konseri ile ilgili Sevgili Asım Uysal imzalı harika bir yazıyı Stereo Mecmuası Müzik bölümünde sizlerle paylaşmıştık. Okumadıysanız sizi şuraya alalım. Ayrıca forumlarımızda da konuyla ilgili basında çıkan bazı yazıları bulabilirsiniz.

25. Uluslararası İzmir Festivali kapsamında düzenlenen konserlerden bir tanesi olan Natalie Cole konserine gitmeye karar verdik. Konseri özellikle Seçil'in seveceğini düşünüyordum. Çok çok sıcak bir İzmir akşamında Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu'nun yolunu tuttuk. Konser organizasyonu bence Natalie Cole ismini iyi seçmiş. Bu sıcakta farklı bir isim konser alanını bu denli doldurabilir miydi bilemiyorum. Natalie Cole, çok farklı müzik dinleyicilerine hitap etme potansiyeli yüksek bir isim. Caz dinleyicisi için (hardcore olanlardan bahsetmiyorum) ve tabii ki pop müzik dinleyicisi için Natalie Cole ismi bir şeyler ifade ediyor. Böylesine sıcak bir akşamda konser alanı tahminimden çok daha doluydu. Dediğim gibi Natalie Cole ismi bunun altında yatan en önemli sebep....

Natalie Cole veya tam ismiyle Natalie Maria Cole, 1950 doğumlu. Hemen herkesin bildiği gibi efsanevi Nat King Cole'un kızı. Cole ailesinde müzisyenden bol bir şey yok. Annesi Maria Cole bir dönem Duke Ellington orkestralarında şarkıcılık yapmış. Zaten Natalie annesininde ismini taşıyor. Tabii liste bu kadar değil. Örneğin amcası piyanist. Hatta ek bilgi olarak Cole'u dünyaya tüm tanıtan 1991 yılında yayınladığı “Unforgettable… with Love” albümünde piyano bölümlerinin büyük bir kısmını amcası çalıyor. Nat King Cole genelde şarkıcı yönüyle tanındığı için kızının da iyi bir şarkıcı olacağını düşünen çoktur sanırım. Ancak baba Cole'un bence en önemli yönü piyanistliği. Özellikle King Cole Trio ile yaptığı plaklara baktığınızda bazı performanslarına şapka çıkartmamak mümkün değil. Baba Cole, büyük savaş döneminde şarkı söylemeye başlayınca geniş kitlelerin ilgisini çekiyor ve sayısız önemli şarkıya imza atıyor. Baba Cole'dan bahsetmeye başlarsam bu yazının bitmeyeceğine emin olabilirsiniz. O yüzden biz kızı Natalie'ye dönelim.

Natalie Cole'un bilinen ilk kaydı 6 yaşındayken babasının yılbaşı (1956-57 yılbaşında 7” olarak yayınlanan ) plağında yaptığı vokaller. Hemen ardından ilk gençliğinde müzik dünyasına adım atıyor. 1975 yılında yayınlanan ilk albümü “Inseparable” ile iyi bir çıkış yakalıyor ve 1980'lerin başına kadar yayınladığı her albümde iyi satış grafikleri yakalıyor. Bu yıllarda önemli bazı “American Songbook” şarkılarının yorumları ile önemli ödüller de alıyor tabii. "Sophisticated Lady" bunlardan en önemlisi. Bu dönemde daha çok pop, soul ve cazın bir arada karıştırıldığı bir müzik yaptığını söylemek mümkün. Bu karışım ona hala başarı sağlıyor, bu da bir gerçek!

1980'lere gelindiğinde Cole'un başarılarının sonu geliyor. Bu yıllarda dünya müziğinde de bir değişim var. Çok satan albümlerin yerini başarısız albümler alınca Cole'un psikolojik düşüş dönemi başlıyor. Bu dönemde uyuşturucu problemleri de baş gösteriyor. Aslında 1980'lerde bazı şarkıları listelerde başarı gösteriyor. Ancak albümlerde bu başarıya rastlamak mümkün değil. Bence 80'lerdeki en önemli Cole şarkısı "Pink Cadillac" Aslında şarkı büyük patron Bruce Springsteen imzalı. Ancak “B Side” olarak nitelendirebileceğimiz şarkı bir nevi pop hiti haline Cole'un sayesinde geliyor.

90'lara yaklaşırken uyuşturucu problemini büyük ölçüde çözen Cole, 1991 yılında en çok satan albümü “Unforgettable...with Love”u yayınlar. Albümde babasının "The Very Thought of You", "Mona Lisa", "Route 66" gibi şarkılarını yorumlar. Ancak asıl bomba albüme ismini veren şarkıdır. Teknolojinin yardımıyla babası ile -sanal- düet yaptığı şarkı o sene müzik dünyasına bomba gibi düşer ve Cole ne kadar ödül varsa hepsini toplar. Albüm satışlarında da rekor kırar. Yazının en alt bölümünde bu şarkının videosunu izleyebilirsiniz.

İlerleyen yıllarda kendi albümlerinin yanında “Unforgettable...with Love” konseptindeki “Stardust” ve “Still Unforgettable” gibi albümlerle farklı dinleyici kitlelerine ulaşmayı başarır.



Gelelim konsere.. 61 yaşındaki Cole'un sahneye daha geniş bir orkestra ile çıkacağını düşünüyordum ama daha pop/soul tarzını çalmaya yakın bir orkestra ile sahneye çıktı. Konserin ilk yarısında kendi albümlerinden Amerikalıların “jazzy” dediği türden şarkılardan oluşan bir performans sundu dinleyicilere. “Mr. Melody” gibi kariyerinin önemli parçaları dinleyiciden fazla tepki almadı. Charles Chaplin veya daha tanındık şekilde Charlie Chaplin imzalı “Smile” şarkısı konserin ilk bölümünün en iyi tepki alan şarkısıydı. Meraklısına ufak bir not Chaplin şarkıyı “Modern Times” filmi için bestelemiş. Ben konseri biraz çapraz bir açıdan seyrettim. Genelde daha orta bölümleri tercih ederim ama bir yandan dinleyicilere göz atmak onların tepkilerini görmek de farklı oluyormuş.

Konserin kopma noktası ise “Unforgettable...with Love” albümünde de yer alan "Tenderly" ve "Autumn Leaves" medley'i oldu. Albümde bu iki şarkıya ek olarak "For Sentimental Reasons" şarkısı da medley içerisinde yer alıyor. Bildiğiniz gibi her iki şarkıda caz tarihinin en çok seslendirilen şarkılarından. Hal böyle olunca benim gibi müzik meraklıları tarih içerisinde bir yolculuğa çıkıyorlar. Walter Gross ve Jack Lawrence bestesini öyle isimlerden dinleme şansınız var ki, liste yaz yaz bitmez. Ella Fitzgerald'ın 1950'lerin sonlarında yayınladığı “Hello, Love” albümünde ayrıca American Songbook'lar içerisinde müthiş yorumlarını dinleme şansınız var. Ayrıca Billie Holiday'in “An Evening with Billie Holiday” albümüne de bir göz atın. Tabii bunlar öyle icralar ki, müzik tarihine yorumcularının isimleri altın harflerle kazınmış. Orkestrasyonlar müthiş. Autumn Leaves ise başlı başına bir olay. Aslında bir çok insan bilmez ama bu şarkının aslı Fransızdır. Orijinalinin adı "Les Feuilles Mortes" ve 1940'lardan itibaren tüm önde gelen Fransız şarkıcıları bu şarkıyı yorumlamıştır. Fransızca yorumlar arasında bence en üst düzeyi “Yves Montand” tarafından seslendirilmiştir. Senelerdir dinlemekten sıkılmam. Sonrasında Amerika'ya sıçrayan caz tarihi açısından bu önemli şarkının muhtemelen son noktası Cannonball Adderley'in “Somethin' Else” plağıdır. Bu albüm hem Cannonball Adderley'in hemde Miles Davis'in soloları tarihe altın harflerle kazınmıştır. Tabii piyanist “Hank Jones”, basçı “Sam Jones” ve davulcu “Art Blakey”nin performansları içinde aynı şeyi söylemek mümkün.



Konu nasıl dağıldı. Cole, bu medley'i söylediğinde seyircilerde hareketlendi ve konserin ritmi tamamen değişti. Cole, Autumn Leaves'in ikinci bölümünü Fransızca söylemeyi de ihmal etmedi. Güzel bir selam göndermiş oldu böylelikle... Tabii ki dinleyiciler “Unforgettable” şarkısına da çok iyi tepki verdiler. Şarkının icrası sırasında ekranlarda Nat King Cole vardı. Bence alkışın en büyüğünü büyük usta aldı :)

Konserin asıl kopma anı Cole'un alkışlarla “bis“ yapmaya geldiği an yaşandı. Aslında her profesyonel müzisyenin yapacağı gibi her şey planlanmıştı. Akustik performans düzenine geçildi. Hiç beklemediğiniz bir şarkıyı çalmaya başladılar. Des'ree'nin büyük başarı kazanan “You Gotta Be” şarkısı. Bu şarkı ve sonrasında ses düzenine de biraz yüklenilmesiyle ortalık hareketlendi ve seyirciler coştu. Anlayacağınız güzel bir finaldi.

Bana sorarsanız güzel bir konser oldu. Tamam çok yaratıcı olmayan bir orkestra son derece steril bir performans gösterdi. Ancak genel olarak başarılı bir birliktelikten söz etmek mümkündü. 61 yaşındaki Cole'un performansı ise şaşırtıcıydı. Bu konsere ben dahil herkes eğlenmek için gitti ve ben dahil herkes eğlendi. En önemli şey bu değil midir zaten. Bazı konserlerde ben pür dikkat müzisyenleri izlerim. Küçük bir soloyu kaçırmamak için bile kulaklarım bir anda radar haline gelir. Ancak bazen insanın hayatında, “aman be” deyip sadece eğlenmek için gideceği konserlerde olmalıdır. İşte onlardan bir tanesiydi Natalie Cole konseri...

Müzikal anlamda asıl ilginç performanslar için 19. İzmir Avrupa Caz Festivalinde gözüm! Ne yalan söyleyeyim dört gözle bekliyorum Caz Festivalini. Festivalin 18.sinde gerçekten beklentilerimin çok çok üzerinde bir program vardı. 2012 için beklentilerim çok büyük. Aklıma Louis Sclavis konseri geliyor ki, keşke bir kez daha izleme şansım olsa. Geçtiğimiz caz festivali ile alakalı bayağı kapsamlı bir yazı dizisi yayınlamıştım. Bloğumun konserler başlığı altında yazılara ulaşabilirsiniz. Bu arada gittiğim her konseri de yazamıyorum. Arada Stereo Mecmuası Forumlarına kısa bir not düştüğüm de oluyor, tembellikten :)

Notlar.
1- İlk fotoğraf  Natalie Cole'un web sitesinden alındı.
2. İki ve üç numaralı fotoğrafları ben çektim ama her zaman olduğu gibi fotoğraf makinemin şarjını kontrol etmeyi unuttuğumdan cep telefonumdan çekmek zorunda kaldım. Eli benim kadar titreyen bir adamın çekeceği fotoğraf bol bol "editleme" ile ancak bu hale getirilebiliyor kusura bakmayın artık... 
3- Bu arada unutmadan bir teşekkür etmem lazım. IKSEV Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Sn Sirel Ekşi'ye buradan çok teşekkür ediyorum.
4- Natalie Cole  ve Nat King Cole'dan Unforgettable videosu 1992 yılında bir canlı performanstan..