Konser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Konser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Konser; 123 + Izmir Senfoni Orkestrası



19 Mayıs akşamı 123'ün İzmir Senfoni Orkestrası ile beraber verdiği konsere gitme fırsatı buldum. Son dakika biletler elimize ulaşınca ve şehir dışı programımızda ufak bir değişiklik olunca Adnan Saygun konser salonunun yolunu tuttuk. Düzenlemeler, eklenen vibrafon,  sahnenin önünde yanan mumlar ile harika şekilde oluşturulmuş atmosfer, kötü akustik ile bir miktar gölgelense bile yine de keyifli bir akşam oldu. Eğer uygun bir ortam sağlanmış olsa konserin çok daha keyifli olacağını düşünüyorum..

Peter Brötzmann ve KonstruKt Konseri



KonstruKt ve Peter Brötzmann konserinin olma olasılığından bundan aylar önce haberim olmuştu. İlk duyduğum andan itibaren heyecanlanmıştım. Konserin yapılabilmesi için birçok sorunun üstesinden gelinmesi gerektiğini biliyordum. Tüm o zorluklardan haberim vardı. Ama adım adım tüm sorunlar şükürler olsun ki çözüldü. Bir şekilde konserin düzenlemesi kesinleşince bende planımı programımı yaptım. Hatta konserin duyurusunu kendi bloğuma da ekledim. Son derece ters bir zaman gelmiş olmasına rağmen bir şekilde konsere gitmeliydim. Karmakarışık bir ruh haliyle planımı programımı yaptım.

Konser öylesine ters bir zamana gelmişti ki! Ama yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Peter Brötzmann konsere geliyordu ve şartlar ne olursa olsun orada olmalıydım. İzmir'den İstanbul'a doğru yola çıktım.

Konserin olduğunu günle ilgili birkaç yazı yayınladım. Önce sevgili Reha Arcan'ın sistemini dinledik, sonrasında Radyo Babylon'da tüm zamanların en ilginç radyo programlarından birisi yapılırken olaya şahit oldum ve artık konser zamanı gelmişti. Sevgili Reha ile Radyo Babylon'dan aşağıya indik ve konserin yapılacağı Nublu'ya girdik.

Nublu, küçük ama çok hoş bir mekan. İzmir'de ne yazık ki böylesine güzel kulüplerimiz yok. Daha konserin başlamasına vakit vardı ve barda oturan ve arkası dönük bir silüet  bu güzel maceranın odağındaki isimdi; Peter Brötzmann. Hemen yanına gidip kısa da olsa sohbet etme fırsatı buldum. Neredeyse herkes konsere uzaklardan birisinin geleceğini biliyordu hatta Peter bile. İzmir'den  gelen sen misin diye sordu ve İzmir'in çok farklı bir şehir olduğunu duyduğunu söyledi. O an çok mutlu olduğumu söylemem lazım. Caz müziğinin özellikle de Avrupa cazının değişmesinde önemli etkisi olan müzisyenlerin bir tanesi (hatta en önemlisi)  ile sohbet etmek nasıl bir duygu anlatabilmem mümkün değil. Tarihe tanıklık etmiş hatta tarih yazılırken içerisinde bulunmuş ve hatta tarihi yeniden yazmış bir kişi ile karşı karşıyasınız. Büyük müzisyenliğin yanında büyük insan olmakta çok önemli. Düşünsenize keyifle hiç tanımadığınız bir insanla sohbet ediyorsunuz. Sohbet ettiğiniz kişi de, Peter Brötzmann. Aradan geçen yıllar Peter'a neredeyse hiç dokunmamış. Videolarından, canlı performans görüntülerinden tanıdığımız haliyle kanlı canlı şekilde karşımda buldum onu. Şaka değil 1941 doğumlu Peter yani 70 yaşında.  Sohbetin ardından KonstruKt müzisyenlerinin bir kısmı  ile de tanıştım.  Tüm bunlar olurken sevgili Reha, Brötzmann /KonstruKt albümü Dolunay'ı benim için imzalatmış bile.


Soldan sağa, Reha Arcan, Peter Brötzmann ve bendeniz Hakan Cezayirli. Hayat boyu unutulmayacak bir an!

Konser başlamadan önce Stereo Mecmuası forumlarından tanıdığım ve genç yaşına rağmen free jazz konusunda gayet bilgili olduğunu gördüğüm ama bunlardan daha önemlisi tam anlamı ile bir müziksever olduğunu hissettiğim Can Tutuğ ile de gerçek hayatın içerisinde tanışmış olduk.

Konserin olduğu gün sevgili Reha ile buluşmadan önce konsolosluktaki işlerimin arasında bir merhaba demek için uğradığım A.K. Müzik'in K'si yani sevgili Kerim Selçuk'ta konsere gelen tanıdıklardan bir tanesiydi.

Konserin başlamasına kısa bir süre kala, sahnenin en önündeki masaya oturduk Reha Arcan ve Kerim Selçuk ile. Konseri başlatmadan önce biraz serzeniş cümleleri yazmak istiyorum. Konsere İzmir'den kalkıp gelmiş bir kişi olarak buna hakkım olduğunu düşünüyorum. İstanbul dünyanın en önemli kentlerinden bir tanesi. Nüfus açısında devasa bir şehir. Bu koskoca şehirde free jazz dinleyen kaç kişi vardır bilemiyorum. Ancak konserin başlamasından önce Nublu'ya baktığımda görebildiğim insan sayısı neredeyse 50 kadardı. Konser belki iyi duyurulmamış olabilir, Çarşamba akşamı dışarıya çıkmak için ters bir akşam olabilir ama ne olursa olsun çok daha büyük bir kalabalığın olacağını hayal etmiştim ben. Tamam dünyanın herhangi bir yerinde bu tarz müziğin çalındığı bir mekanda binlerce kişi olmaz. Ama bu kadar ilgisizlik beni hayal kırıklığına uğrattı ne yalan söyleyeyim. Örneğin ben bir saksafoncu olsam ama free jazz çalmasam hatta bu tarz ile ilgilenmesem bile böylesine bir müzisyenden belki birkaç şey öğrenirim diyerek konsere gelirdim. Bir de konserin fiyatını söyleyeyim sizlere; giriş ücretsizdi. Neyse olan artık olmuştu. En önemlisi ben sahnenin önünde yerimi almıştım ve çok ama çok mutluydum. O an dünyanın sonu gelse umurumda olmazdı.


Büyük usta dinliyor. Brötzmann Korhan Futacı'nın girişin dinlerken


Konserde KonstruKt müzisyenlerine ek olarak gitarist Barlas Tan Özemek'i dinleme fırsatı buldum. İsterseniz ilk önce KonstruKt müzisyenlerini sizlere tanıtayım; nefesli enstrümanlarda Korhan Futacı, gitarda Umut Çağlar ve davullarda Özün Usta ve Korhan Argüden. Sahnede iki davul, iki gitar ve iki saksafon olacaktı. Nasıl bir coşkunun içerisine gireceğimizin ilk işareti bu kombinasyondu zaten.

Konser başlayınca zaman ve mekan kayboldu benim için. Peter, o yaşına rağmen yine videolarda ve albümlerde gördüğümüz gibi yıldırım gibi soloya çıkıyor ve sanki hiç durmayacakmış gibi devam ediyor. Nasıl bir şeydir bu, anlayabilmek mümkün değil. Çalınan müziğin herhangi bir kuralı yokmuş gibi düşünebilirsiniz ama bu konuda yanılırsınız. Serbest emprovizasyon ve dolayısıyla free-jazz ben çaldım oldu müziği değil. Eğer böyle düşünüyorsanız bence daha fazla konsere gitmeniz lazım. Her müzisyen diğerinin ne çaldığını takip ediyor ve kendi içerisinde mantığa (aslında mantık değil de başka bir kelime kullanmak lazım ama aklıma uygun bir şey gelmedi) sahip döngüler ile müzik gelişiyor. Yani bir çoklarının zannettiği gibi müzisyenler diğer tarzları çalamadıkları için değil bu müziğe gönül verdikleri için free-jazz çalarlar. Sahnede işte tam bu türden bir müzik fırtınası kopuyordu. KonstruKt için bir kaç cümle yazmak gerekirse lafı uzatmadan hem konserde hemde İzmir'e döndüğümde defalarca dinlediğim albümlerinde müthişler. Bir şekilde albümlerini alın dinleyin, söylediğime hak vereceksiniz.

Konserin afişi, fotoğrafta belli olmuyor ama herkesin imzası var :)

Konserin başlaması ile bitmesi bir oldu benim için. Müzik aktı, zaman geçiverdi. Tam bu noktada çalan herkese teşekkür etmem lazım. Nublu'daki dinleyici sayısına benim moralim bozulmuş olsa bile sahnedekiler bir saniye için bile olsa böyle bir şeyi bana hissetirmediler. KonstruKt sahnede Peter Brötzmann'la beraber çalmaktan mutluydu ve bu duyguları bizlerle de paylaştılar. Peter'ı seyretmek bile başlı başına bir keyif. Bir solo öncesi kamışı çıkartıp yenisini takması, cebinden çakısını çıkartıp istediği tonu yakalamak için kamışı modifiye etmesi, bir müzikseverin her konserde denk gelebileceği mevzuular değil. Sadece o değil, bir sürü analog ve dijital işlemcinin arasında Umut Çağlar'ın ton ayarlaması, davullardaki Özün Usta ve Korhan Argüden'in yaptığı ve davulun tonunu bir anda değiştiren numaralar, anlık olarak müziğin etkisinden çıkıp dünyaya döndüğümde gördüğüm ve aklımda kalan enstantanelerdi. Şu müziği seven insanların gerçekten orada olması lazımdı, inanın müthiş bir akşamı kaçırdınız. Buna emin olabilirsiniz.

Konser aktı geçti ve her güzel şeyin olduğu gibi bu akşamında sonu geldi. Konser sonrasında Nublu'nun dışındaki konser afişini çok sempatik bir görevlinin yardımı ile söktüm. Tüm müzisyenlere teker teker imzalattım. Bu sırada herkes ile muhabbet ettim. Çok garip bir şey bu. Neredeyse 15 dakika önce sahnenin tozunu atan adamlarla beraber sigara içiyosunuz ve sohbet ediyorsunuz. Nasıl keyif aldım sizlere anlatamam. Konser sonrasında emeği geçen herkesin imzasının olduğu afişi hayatımın sonuna kadar saklayacağım. Muhtemelen çok uzun bir zaman bu konseri anlatmaya devam edeceğim. İşte öyle bir akşamdı yaşadığım...


Büyük ustanın imzası

İstanbul'da harika bir Çarşamba akşamı geçirdim. Her türlü soruna ve sıkıntıya rağmen o anı kaçırmadığım için çok ama çok mutluyum. Yeni evli bir insan olarak 4-5 gün yalnız başıma İstanbul'a gitmeme ses çıkartmayan ve hatta Peter Brötzmann'ı ne kadar sevdiğimi bildiği için konseri kaçırmamam konusunda sonuna kadar destek olan Seçil'e ne kadar teşekkür etsem az. Gerçekten çok şanslı bir insanım; çevremde bir sürü değerli insan olduğu için, beni bu kadar sevdikleri ve değer verdikleri için. Her zamanki gibi beni evinde ağırlayan Okan'a, konser gününü benim için son derece renkli hale getiren sevgili Reha Arcan'a teşekkürler. Sanırım Nublu'ya gelen müzikseverler konserin gerçekleşmesinde emeği geçen Murat Akduman, Reha Arcan ve Ebru Özdemir'e teşekkür etmeli.

Ama en önemlisi Peter Brötzmann ve KonstruKt'e teşekkür etmem gerekli. Elinize, kolunuza, nefesinize ve yüreğinize sağlık. Bu ülkede böylesine işler çıkartan herkese teşekkürler...

Konsere ellerinde olmayan sebeplerden dolayı gelemeyenler için bir video ekleyeyim. Ne mutlu bana ki, şunu yazabiliyorum; "Evet ben de oradaydım"

18. İzmir Avrupa Caz Festivalinin Ardından


İyisiyle kötüsüyle bir İzmir Avrupa Caz Festivalini daha geride bıraktık. Bu seneki festival kapsamındaki konserlerin neredeyse yarısına katıldım. Bu konserlerden 3 tanesi ile ilgili yorumlarımı sizlerle paylaştım. Urszula Dudziak Super Band konseri, Louis Sclavis konseri ve Bik Bent Braam konseri yorumlarıma linklerden ulaşabilirsiniz. IKSEV tarafından düzenlenen bu seneki festival bana göre son yıllardaki en iyi festival oldu. Bunun en önemli sebebi -tabii benim açımdan- programın son derece zengin olmasıydı. Bence her zevke uygun, caz seyircisinin bir şekilde ilgisini çekebilecek en az bir konser vardı programda. Bu senenin artılarından bir tanesi genel olarak salon akustiğinin iyi kullanılması idi. Benim gördüğüm tek terslik Dudziak Super Band konserinde bas amplilerindeki titreşim ve distorsiyon idi. Bir de gönül isterdi ki, Bik Bent Braam konserinin büyük salonda yapılmış olsun. Böylesine kalabalık bir topluluk AASSM'nin büyük salonuna yakışırdı. Ancak salon belki de dolmazdı. İnşallah ilerleyen yıllarda festivale ilgi artar ve tüm konserler büyük salonda gerçekleşir.

Bu seneki bilet fiyatları gayet makuldü. Çoğu konseri 25TL'ye seyrettim. Tabii 10TL olsa daha iyi olurdu ama diğer kentlerdeki konser fiyatlarını göz önüne alırsak bence 25TL normal bir tutardı. Konser sayısı ve bizim ailemizde olduğu gibi konsere katılacak kişi sayısı artınca dip toplam tabii ki sarsıcı oluyor ama yapacak bir şey yok. Kendi adıma Louis Sclavis gibi çok önemli bir ismi 25TL'ye seyretme şansı bulunca bilet fiyatlarına söylenebilecek bir şey kalmıyor. Belki ilerleyen yıllarda AASSM gişelerine de kredi kartına taksit seçeneği eklenir ve en azından bir çok insanın konserlere gidebilme şansı artar. Bu konuyu araştırmadım yani belki de vardı. Bu konuyu soruşturup gerekirse düzeltme yaparım.

IKSEV'e yapacağım en önemli eleştirim festivalin tanıtımının yeterince etkin şekilde yapılamaması oldu. Bu konuda web siteleri, haber grupları ve özellikle internet basını çok daha etkin şekilde kullanılmalı. Seneye bu konuda daha etkin bir çalışma yapılır, festival programı en az bu sene kadar iyi olur ve bir şekilde bilet fiyatları bu seviyelerde kalırsa 19. İzmir Avrupa Caz Festivalini tadından yenmez. Ama herşeye rağmen bu seneki festivalin gerçekleşmesinde emeği geçen herkese çok teşekkür ederim.

Gelelim seyirciye. Bu sene konserlerde bence genel olarak daha bir kalabalık vardı sanki. En dolmaz denilebilecek konserlere son anda zar zor bilet aldım ve genel olarak salonlar doluydu. Seyirci, müzisyenlerin performansı ile doğru orantılı olarak zaman zaman çoştu, seyirci coşunca dinleyicilerde coştu. Bende dahil bu seneki dinleyici ile müzik bir şekilde iyi bir buluşma sağladı bana göre. Hal böyle olunca 19. İzmir Avrupa Caz Festivalinin yol haritası da ortaya çıkıyor bence. Ancaaak.... İzmir gibi büyük bir şehirde bence bir çok konser AASSM'nin büyük salonlarında yapılacak kadar ilgi görebilmeli. Daha doğrusu müzik severler ilgi göstermeli. İyi tanıtım ile ilgi bir miktar daha artacaktır.

Haydi olaya bir diğer yönden bakalım. Herkesin işi hayatı son derece yoğun. Belki bir çoğumuzun parasal sıkıntıları var. Belki bazılarımızın ulaşım sorunu, bir kısmımızın küçük yaşta çocukları var ve onları yalnız bırakamıyoruz. Ancak ne olursa olsun, çok konsere gitme şansımız olmayan bir şehirde böyle fiyatlarla, böyle isimler varken bu festival daha fazla ilgi görmeliydi. İnşallah gelecek sene...

Bu senenin en eksi notunu Stereo Mecmuası'nın okuyucu kitlesinin önemli bir bölümünü oluşturan odyofil camiasına vermem gerekli. Evlerimizdeki müzik sistemlerinin nasıl çaldığını en iyi şekilde anlayacağımız yer konser salonlarıdır. Ancak bu sene odyofil camiamız konserlere bence yeterince ilgi göstermedi ve çok şey kaçırdılar. Gelecek sene umarım daha fazla ilgi gösterme şansını yaratırız.

Bu sene bende bir farklılık yaparak konserlere kendi bloğumda özellikle yer vermek istedim. Belki gelecek sene konserlerin daha fazla ilgi görmesine karınca kararınca bir katkım olur. Böyle bir durum olursa belki IKSEV bir kaç konser için Stereo Mecmuası'na sponsor olur!

Şaka bir yana, bu seneki konser yorumlarımı bitirmek istiyorum. 19. İzmir Avrupa Caz Festivalinde görüşmek dileğiyle!

Müthiş Bir Konser, Bik Bent Braam


14 Mart Pazartesi günü 18. İzmir Avrupa Caz Festivali Programına dahil olan Bik Bent Braam konserine seyretmek üzere Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezinin yolunu tuttum. Bu kez Seçil konsere gelemedi çünkü beli tutulmuştu. Cumartesi günü ağır bir şeyler taşıyınca belini incitmiş. Eh yapacak bir şey olmayınca bende tek başıma yola düştüm. Bu benim festival kapsamında gideceğim son konserdi.

Piyanist Michiel Braam Hollandalı bir müzisyen. 1964 doğumlu olan müzisyen Arnhem kentinde ArtEZ School of Music'te okumuş hatta şu an aynı okulun caz bölümünün başkanlığını da yürütüyor. Braam'ın birbirinden konsept olarak çok farklı olmayan iki ana topluluğu var. Birincisi festival kapsamında dinlediğimiz "Bik Bent Braam" diğeri ise "Bentje Braam" Ayrıca 1987 yılında Hollanda Yayın Kurumu (NOS) için beste yapmak için görev alınca bir de trio formatlı topluluk kurmuş. Bu minik topluluğun ismi ise "Trio BraamDeJoodeVatcher". Üçlünün ismi tahmin edebileceğiniz gibi müzisyenlerin isimlerinden geliyor "Wilbert de Joode" "Michael Vatcher" ve "Michiel Braam" Tabii ki hikaye devam ediyor. Pieter Douma ve Dirk-Peter Kölsch ile birlikte müzik yaptıkları "Wurli Trio" isminde bir diğer üçlüsü de var. Liste daha tamamlanmadı! Frans Vermeerssen ile beraber kurdukları "All Ears" bir de altılısı var. Tüm bunları yazmamın sebebi, konser öncesi ve sonrası gayet makul bir fiyat olan 20TL'ye satılan albüm sayısının çokluğu. Görebileceğiniz gibi son derece üretken ve bol albümlü bir müzisyen Michiel Braam.

Bik Bent Braam topluluğu dünya çağında emprovize müzik yapan büyük orkestralardan bir tanesi. Braam bu tarz müziğin son derece içerisinde olan bir kişi ve size yukarıda bahsettiğim "BraamDeJoodeVatcher" üçlüsünde de formül aynı. Hatta aslında tamamen emprovizasyona dayalı acayip bir dilde (uydurma Nothingyettish dili) librettolarla süslenen operavari garip besteleri de varmış. Tüm bunları yazdım ama konser sırasında arkadaşlarım bayağı albüm aldılar. Onları ilerleyen günlerde dinledikçe bu notları geliştirmeye devam ederim. Hakan sen neden albüm almadın derseniz, acele ile evden çıkarken para almayı unutmuşum. Kafama...


Gelelim konser yorumlarına. İlk önce 13 kişilik topluluğu bir yazmakla başlayayım. Topluluğu piyanoyu da çalan Michiel Braam idare ediyordu diyeceğim de aslında ortalıkta pek idare edilecek bir durum yoktu. Çünkü sololara veya şarkının ilerlemesine anlayabildiğim kadarı ile son soloyu atan müzisyen karar veriyor. Sahnede her dakika bir devinim var. El kol işaretleri ile anlaşarak şarkıları geliştiriyorlar. Müzisyen listesi şu şekilde; Jorg Brinkmann, çello. Michael Vatcher, bateri. Frank Gratkowski, alto saksafon, klarnet, basklarnet. Jan Willem van der Ham, alto saksafon, bason. Bart van der Putten, altosax, klarnet. Frans Vermeessen, tenor saksafon, bariton-saksafon. Peter van Bergen, tenor saksafon, klarnet, basklarnet. Peter Haex, euphonium-tuba. Carl Ludwig Hübsch, tuba. Eric Boeren, kornet. Angelo Verplogen, trompet. Wolter Wierbos, trombon.

Konser öncesinde bu konserde ilk şarkıdan sonra salonun boşalma olasılığını çok yüksek olduğunu düşünüyordum. Louis Sclavis konserinde neredeyse 25 kişi konseri terk etti. Bu konserde ise daha ilk dakika kopacak gürültü ile büyük bir terkediş başlar derken bırakın terketmeyi insanlar coştukça coştu. Sadece çocuklu bir kaç çift ayrılmak zorunda kaldı ki, küçük çocukların ağlayıp zırlamadan o ana kadar konseri takip edebilmeleri bile bence büyük bir olay. Hatta ön sırada bir ilkokul öğrencisi bir kız çocuğu vardı ve ilk başlarda özellikle sololarda kulağını kapatırken sonra alıştı ve konserin sonuna kadar dinledi veya izledi. Bunu neden yazdığımı birazdan anlayacaksınız. O yaştaki bir çocuğu bu konsere bilinçli olarak getirdiyse annesinin ellerinden öperim. Helal olsun. Bende aynısını yapardım vallahi.

Konseri dinlemek veya izlemek diye bir cümle yazdım biraz önce. Bu tarz müziğe alışkın benim gibi dinleyiciler için tam anlamıyla bir müzik ziyafetiydi. Zaman zaman klasik caz esintileri taşıyan bölümler, bol bol solo, 2'li 3'lü hatta 13'lü atışmaların yanında caz tarihine atıflar ile ortaya müthiş bir performans çıktı. Konseri izlemek ise başlı başına bir keyif. Sanırım dinleyicinin büyük bir çoğunluğuna bu durum ilginç geldi. Bir kere sahnede bir saniye bile boşluk olmuyor her dakika bir aksiyon var. El kol hareketleri (şarkının devamı veya bir sonraki soloyu kimin atacağını işaret etmek için) hiç durmadan yaşanan enstrüman değişim trafiği (hemen her müzisyen birden fazla enstrüman çalabiliyor) hemen her müzisyenin enstrümanından ilginç ses çıkartabilmek için kullandığı ıvır zıvırlar (kasket, kadeh, sepet vs) zaman zaman espirili sololar ve garip sesler (saksafondan öpücükler atılması vs) bir de tüm bunlar yetmiyormuş gibi soloya çıkan müzisyen (veya müzisyenlerin) sahne içerisinde dolaşması ile ortaya ciddi bir şov çıkartıyor. Bu tarz müziği sevsin veya sevmesin herkesi sahneye kilitlemeyi ve odaklamayı başardı Hollanda'lı müzisyenler. Bu konser için benim yorumum Sun Ra o an orada bulunsa müzisyenleri hiç yadırgamaz ve sanki onlarca yıldır beraber çalıyorlarmış gibi müzik yaparlar olurdu.

Tüm bu müzik ve şov, bazı şeyleri gözden kaçırmamıza sebep olmamalı. Müzisyenler tek tek baktığınızda müthiş bir performansa sahip. Üflemeliler, piyano ve özellikle de davul tınıları müthişti. Birlikte ortaya çıkan performans ise müthişti. Konser sonrasında çok bir büyük alkış tufanı koptu ve müzisyenler bis yaptı. Urszula Dudziak Super Band konserinin tam aksine Louis Sclavis konserinde olduğu gibi ellerimiz çatlayana alkış tuttuk. Kesinlikle hak ettiler.

Bu konser ile ilgili tek eleştirim keşke büyük salonda yapılsaydı  önermesi olacaktır Tabii salon dolar mıydı bilemiyorum. Ancak bu kadar çok enstrümanı küçük salon yerine büyük salonun akustiğinde dinlemek son derece büyük bir keyif olurdu. Bu konser sonrasında IKSEV'e övgümü yine yapayım çünkü bu festival ile alakalı topluluk seçimleri son derece başarılıydı bence.

Bir sonraki yazımda genel olarak festival, IKSEV ve dinleyiciler ile alakalı düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

not: konser boyunca fotoğraf çekilmemesi uyarılarına uyduğum için ilk fotoğrafı Aksanat web sitesinden ikincisini ise IKSEV sitesinden aldım. IKSEV sitesinden alınan fotoğraf Sn Oğul Ekşi tarafından çekilmiştir.

Zor Tamamladığım Bir Konser; Urszula Dudziak Super Band


12 Mart Cumartesi günü 18. İzmir Avrupa Caz Festivali Programına dahil Urszula Dudziak Super Band konserine gittik. Sağolsun Aydın Eroğlu, haydi sizi konsere götürüyorum deyince aman ne güzel diyerek Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezinin yolunu tuttuk.

1943 doğumlu Polonyalı solist Urszula Dudziak, erken yaşta piyano eğitimi almaya başlamış. 50'lerin sonlarında Ella Fitzgerald plaklarını duyunca şarkı söyleme konusuna eğilmeye başlamış. İlerleyen yıllarda ülkesinin en önemli ve popüler caz solisti haline gelmiş. Ancak müzik konusundaki en önemli gelişimi Michal Urbaniak ile evlendikten sonra sağlamış. Dudziak'ın 5 oktav genişliğinde tanrı vergisi bir sesi var. Ancak dil ve bazı kelimelerin telaffuzunda yaşadığı sorunlar onun müzik tekniği üzerinde çok ciddi etkili olmuş ve sesini söz söylemektense bir enstrüman olarak kullanmak yolunu seçmiş. Başta Archie Shepp ve Lester Bowie olmak üzere Bobby McFerrin, Norma Winstone ve Sting gibi isimlerle çalışmış. Ancak müzikal olarak en başarılı çalışmalarını daha sonra boşandığı eşinin kurduğu "Michal Urbaniak Group"ta kaydetmiş. Zaten hala o dönemden, bestelere repertuvarında yer veriyor. Konser sırasında da 3 adet bu döneme ait şarkı seslendirdi. Festival sırasında Polonya kökenli ABD vatandaşı soliste genç müzisyenlerden oluşan bir topluluk eşlik etti; Jan Smoczynski, piyano. Krzysztof Pacan, bas. Robert Cichy, gitar. Lukasz Poprawski, saksafon. Artur Lipinski, davul.


Konserde genel olarak tam anlamıyla bir fusion gecesi yaşadık. Tango, caz, Polonya'nın yerel ezgileri, ucundan köşesinden klasik müzik derken şarkılar birbiri ardına geldi. Ancak yine eski kocasıyla yaptığı bir çalışma olan "New York Polka"da topluluk tamamen aksayıp, ne yapacaklarını bilemez halde şarkıyı kurtarmaya çalıştı. Bol bol ilerici öğeler içeren şarkı, normal koşullarda müzisyenlerin emprovizasyon gücüne dayanan bir yapıdaydı ve konserde dinlediğimiz topluluk sololarında bile son derece notaya bağlı şekilde çalıyor iken, bu şarkıda tam anlamıyla çöktü. Konserde benim için en ilginç durum bir kaç sıra önümde oturan bir çiftin konser boyunca soloları bol bol alkışlayıp tezahürat yapmasıydı. Bu duruma müzisyenler bile şaşırdılar çoğu zaman.
Konserin sonunda bir anda moda haline gelen "Papaya" çalındı. Ben bu esnada konserin bitmesi için dua eder hale gelmiştim. Şarkının sonunda beklenen o büyük alkış tufanı kopmayınca şükürler olsun ki tekrar olmadan konser sona erdi. Bende derin bir "oh" çektim...

Konser Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezinin büyük salonunda yapıldı. Ses düzeni genel olarak başarılıydı ancak bas sololar sırasında bas amplilerinde çok ciddi bir titreşim ve distorsiyon oldu. Bunu küçük bir aksaklık veya şanssızlık olarak addetmek lazım. Özellikle küçük salon konserlerinde bu sene bence çok başarılı bir ses düzeni kurulmuştu.

Urszula Dudziak konseri büyük salonda olduğu için gitmek için bir soru işareti oluşmadı kafamda. Sonuçta salon büyük olunca gelmek isteyen herkesin gelebileceği kadar yer vardı ki, salon tam anlamı ile dolmamıştı zaten. Konser "Küçük Salonda" olsa idi pek gideceğimi sanmıyorum.

İzmir'de hasret kaldığımız konserler adına bence bu seneki İzmir Avrupa Caz Festivali güzel bir can simidi oldu. Louis Sclavis Trio konseri yazımda yazdığım gibi geçtiğimiz senelere göre organizasyon bence daha iyi bir içeriğe sahip ve fiyatlarda genel olarak makul. Ancak İzmir'li caz severler konserlere çok büyük bir ilgi göstermiyorlar bana göre. Festivalin sona ermesinin ardından bu konudaki görüşlerimi yazmaya çalışacağım.

not: konser boyunca fotoğraf çekilmemesi uyarılarına uyduğum için fotoğrafı IKSEV sitesinden aldım. Fotoğraf Sn Oğul Ekşi tarafından çekilmiştir.

AASSMde Güzel Bir Caz Akşamı; Louis Sclavis Trio


İzmir Caz Festivali kapsamında düzenlenen Louis Sclavis konserine gittik. Fransız müzisyen genç yaşlarında klarnet çalmaya başlamış daha sonra eğitim almış. Eğitiminin ardından caz müziğinin önemli isimleri ile sahne almış. Üzerinde fazla yorum yapmaya gerek yok bence çok büyük müzisyen.

Sclavis'e bas gitarda Olivier Lété, eşlik etti. Muhtemelen kendisini "Orchestre National de Jazz" topluluğunda geliştirmiş. 25 senelik bir maziye sahip olan Orchestre National de Jazz (kısaca ONJ) çok ilginç bir yapı. Bünyesinden avant-garde'tan mainstream caza kadar bir çok küçük topluluk çıkmış.

François Merville genç bir davulcu. Çok genç yaşında davul çalmaya başlayan Merville aldığı ödüllerle dikkat çekmiş ve arkasından Paris konservatuarında eğitim almış.

Evet bu üçlüyü 7 Mart 2011'de Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezinde küçük salonda seyretme fırsatım oldu. Konser biletleri 25TL'den satışa sunulmuştu. Gayet makul bir fiyattı kesinlikle. AASSM'de küçük salonda bir çok konsere gittim. Genelde çok rahatsız olduğum ses düzenleri ile karşılaşmıştım. Sclavis konseri öncesinde bu durumdan biraz korkuyordum ancak ilk notalarda korkularımın yersiz olduğunu anladım. Bu güzel salona yakışır düzenleme yapılmıştı. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.

Sclavis konser sırasındaki etnik caza göz kırpan çalışmalarından daha ilerici çalışmalarına kadar geniş bir yelpaze hazırlamış. Konser boyunca Sclavis, düdük, klarnet ve saksafona kadar seyirciyi sahneye bağlayacak her türlü oyuncağı çaldı. Oyuncak diyorum çünkü böyle müzisyenlerin elinde enstrümanlar oyuncak haline geliyor. Teknik ve müzikalitenin çok kayda değer bir birleşimini izledik. Üçlü konser sırasında çok dikkat çekici bir perfomans ortaya koydu. Özellikle basta Olivier Lété bence müthiş bir performans ortaya koydu. Zaman zaman çeşitli pedal ve elektronik efekt cihazları ile desteklediği Fender bası ile müthiş çaldı. Konser bazen öyle bir hal aldı ki, cazdan punk'a hatta metal müziğe doğru gittiğimiz enstantaneler oldu. Davulda François Merville, ise son derece zor şarkıların arkasını son derece başarılı şekilde doldurdu. Davulcunun çok ilginç bir tekniği var. Genelde bilekten çalan davulcuları çok severim, Merville bu tarz davulcuların aksine koldan çalıyor. Bu sahnede oldukça değişik bir görüntü oluşturuyor. Bazen abartı görünüyor ancak koldan gelen basınç neticesinde davul tonlarında bir sertlik olmadı. Sanki bilekten çalıyormuş gibi son derece narin tonları çalabiliyor. Farklı bir teknik ve son derece şaşırdım.

Konser biraz tutuk başladı. Sanırım Sclavis ilk şarkıdaki solosunun ardından biraz alkış bekledi ancak ilk şarkının ardından bir alkış tufanı kopmasıyla izleyici ve müzisyen arasındaki o büyülü köprü kuruluverdi bir anda. Zaten sonrasında olanlar oldu. Müzisyenler coştukça, seyirci coştu. Konser sonunda ellerim patlayana kadar alkışladım, hemen herkes öyle. Sclavis üçlüsü bir tekrar daha yaptı ve yine alkış tufanı koptu. Tüm güzel şeylerin sonu olduğu gibi bu konserinde sonu geldi.

Bu arada konserden hemen her şarkı arasında bir sürü çıkan insan oldu. Sağlık sorunları gibi önemli şeylerden dolayı konserden ayrılmak tabii ki gayet normal ancak tahminimce ayrılanların bir çoğu o akşam evden "hanım gel caz konserine bilet aldım veya beleş bilet bulduk konsere gidelim" diyen tiplerdi. Sclavis tabii ki pek kolay dinlenir bir müzik sunmuyor hal böyle olunca şarkı aralarında ciddi bir gidiş hatta kaçış trafiği yaşandı. Bence sorun değil ancak zaten küçük olan salonda çeşitli sebeplerden dolayı bilet alamayan müziğe meraklı bir çok insan, bu tarz insanlardan dolayı bilet alamıyorlar. Gideceğiniz konseri araştırıp bilet almak lazım, kimsenin hakkını yememeliyiz.

Uzun lafın kısası ses düzeni, salonun ambiansı ve en önemlisi Sclavis üçlüsünü müthiş performansı ile harika bir akşam oldu. IKSEV bu sene güzel bir festival düzenlemiş ve her zevke hitap eden konserler var. Bilet fiyatları makul. Geçtiğimiz senelerde ben dahil bir çok insanın yaptığı eleştirilerden ders alınmış gibi görünüyor. Bir alkışta IKSEV'e gidiyor.
not: konser boyunca fotoğraf çekilmemesi uyarılarına uyduğum için fotoğrafı IKSEV sitesinden aldım. fotoğraf Sn Oğul Ekşi tarafından çekilmiştir.

2011'in İlk Konseri; Timuçin Şahin ve Tarihe Ufak Bir Not Düşmek!

Dün gündüz saatlerinde gelen bir telefonla akşam ki programımız bir anda değişti. Akşam saat 20:00'de Timuçin Şahin konseri var haberini alınca konsere gitmek için hızlı şekilde organize olduk. İzmir'de havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez, konser organizasyonları ne yazık ki olması gerektiği şekilde duyurulamıyor. İstanbul'da adı sanı duyulmamış mekanlardaki konserler için bile ilgili minimum 1 hafta öncesinden  bilgilendirmeler gelirken, İzmir'deki bir çok organizasyon gelip geçiyor, haberimiz bile olmuyor. Bırakın mesaj göndermeyi, üye olduğunuz haber bültenleri bile hazırlanmıyor. Ondan sonra konserlere neden ilgi yok diye kimse bağırıp çağırmasın. Haberimiz olmadı da mı gelmedik diyebilme hakları var  müzikseverlerin.

Her şeye rağmen, işimizi gücümüzü organize edip, Aydın Eroğlu, Tolga İzgür, ve Seçil Hanım ile konser mekanının yolunu tuttuk. Bir çok arkadaşım da, konsere son dakikada yetiştiler. Biliyorsunuz Timuçin Şahin 2009 yılında Bafa albümünü yayınladı. Albümü alır almaz, bende çok beğenmiştim, zaten albümü alıp beğenmeyene de rastlamadım doğrusu. Bafa, müzik dinleyicilerinin yanında müzik eleştirmenlerinde de çok olumlu eleştiriler aldı. Benim beklentim konserin Bafa şarkıları ağırlıklı olacağıydı.


Konser salonunda İzmir'in bu tarz müziğe meraklı dinleyiciler -bir çoğu son dakikada haberdar olsa da- Timuçin Şahin'i yalnız bırakmadılar. Bence akşam orada olanlar çok şanslıydılar. Nedeni az sonra... Konserde Şahin'e; vibrafon ve perküsyonlarda "Enric Monfort Barbera", kontrbasta Bafa albümünden de hatırlayacağınız "Thomas Morgan", davulda ise "Kenny Grohowski" eşlik etti. İlk şarkı girdiğinde ortalık bir anda yanıp kavruldu. Farklı bir konsept, farklı bir enerji ile karşı karşıyaydık.

Şahin, bu kez genç müzisyenler ile karşımızdaydı. Enric Monfort Barbera, klasik kökenli bir müzisyen. Thomas Morgan için ise söylenebilecek fazla bir şey yok, genç yaşına rağmen enstrümanına hakimiyeti övgüye değer. İlerleyen yıllarda ismini sıkça duyacağız eminim ki. Kenny Grohowski ise bir çok müzik tarzında baget sallayan bir davulcu. Konserde çok başarılı bir performans sergiledi.

Konserde icra edilen tüm şarkılar ilk kez seslendiriliyordu. Anlayacağınız bir çok şarkının dünya prömiyerine şahit olduk. Şahin'in yeni projesi Occult Ensemble'ın bir ön izlemesi oldu. Müzisyenlerde son derece heyecanlıydılar. Bu durum seyirciye de yansıdı, salonda inanılmaz bir elekrik vardı bence. MK, Delay, Şahin'in sol aşil tendonunu kopartınca bestelediği muhtemelen aynı adlı şarkı (bir de çekirgeli bir şarkı vardı isimleri not etmemişim) ortalığı yıktı geçti. Son şarkıda (sanırım ismi Delay) Şahin, piyano başındaydı. Occult Ensemble, klasik Şahin dörtlülerinden farklı bir yapıda olacak muhtemelen 8 kişilik bir müzisyen grubu! Konser sonrası Şahin'le ayak üstü muhabbet etme fırsatı buldum. 2011'de Occult Ensemble ismini kenara not etmeliyiz sanırım. Sonuçta topluluğun tam yarısı ile icraları dinledik ama ayın sekizindeki İstanbul konserinde daha kalabalık olacaklar galiba...

Harika bir akşam geçirdim. İlk kez seyirci karşısında icra edilen şarkılar komplike yapılarına rağmen, son derece başarılı şekilde çalındı. Müzisyenler nota okumak konusunda yoğun bir trafik yaşadılar.  Ne kadar yorucudur kimbilir. şahin bir maestro gibi zaman zaman grup arkadaşlarını yönlendirdi.  Şarkılar öyle irca edilmesi pek kolay şarkılar değildi ve bir çok müzisyenin bu işin altından kalkacağını düşünmüyorum. Bu yazdıklarım iddialı mı oldu dersiniz?


Stereo Mecmuası okuyucuları için Şahin'den ufak bir anı

Pek zannetmiyorum hatta gerçekten iddialı bir şey yazmak istiyorum. Bir müziksever olarak dün akşam duyduklarım, pek normal şeyler değildi. Bana kalırsa dün konserde, iki sene önce seyrettiğim Şahin'le arada inanılmaz bir gelişim vardı. Bafa ile zaten bu durum çok bariz şekilde ortada ancak anlaşılan Bafa, yeni çıkılan bir yolculuğun ilk adımıymış. Sonraki adımlar, meraklı ve ileri görüşlü müzikseverler açısından büyük olaylara gebe. Şarkıların yapısı, kendi içindeki gelişimi ve enstrüman kullanımı açısından Timuçin Şahin ismini uluslararası basında daha çok duyacağız ve iddialı yazılar okuyacağız. Garip ama ben dün akşam direkt bunu hissettim. Böyle iddialı cümleleri benden pek duymaya alışkın değilsiniz ancak tarihe not düşmek istedim. Bir kaç sene sonra, büyük bir keyifle bu yazıya dönüp, bakın ben demiştim diyeceğim.

20. Akbank Caz Festivali Evans Parker Konserinden Bir Enstantane


Akbank'ın düzenlediği Caz Festivali bu sene düzenlenen 20.'sinde konser veren Evan Parker performansından bir enstantane. Saksafoncu Evan Parker'a konserde gitarda Umut Çağlar, üflemelilerde Korhan Futacı, davulda Korhan Argüden ve perküsyonda Özün Usta eşlik etmiş. Fotoğraf sevgili Reha Arcan'dan geldi. Çatlamaya devam ediyoruz...

Zorn Geldi Geçti...Ben Baktım :(


İsmet Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi bu sene 11 günlük bir etkinlik düzenledi. Bir çok atölye çalışması, konserler ve söyleşiler ile ağzımın suyu aktı. Özellikle Oliver Lake ve John Zorn performanslarını merak ediyordum. John Zorn, Masada ile geldi biliyorsunuz. John Zorn (saksafon), Marc Ribot (gitar), Greg Cohen (bas), Cyro Baptista (vurmalılar), Kenny Wollesen'den (vibrafon, davul) oluşan ekip göz kamaştırıcı. Bu kadar sevdiğim bir müzisyenler topluluğunun konserine gidemediğim için kendime sağlam kızıyorum ancak bazen olmadı mı olmuyor işte. Sevgili Reha Arcan tabii ki konseri boş geçmemiş ve bana bir fotoğraf göndermiş. Acım daha da büyüdü. Burnumun dibine gelen bir fırsatı böylece harcamış oldum. Ama diyorum ya, bazen imkanlar el vermiyor işte. İlerleyen senelerde nerede olursa olsun canlı canlı izleyeceğim Zorn'u. Zaten son yıllarda çok istememe rağmen The Book Of Angels serisini de toparlayamadım.  Sayısal Loto, bu sene bana çıksa ne güzel olur!

Jordi Savall İstanbul Konseri


Dünyanın Tüm Sabahları” film müziği ile adını geniş kitlelere duyuran Katalan viola de gamba üstadı Jordi Savall, İstanbul üzerine sözcüğün tam anlamıyla “benzersiz” bir konser verecek.
Konserde Jordi Savall’e

Kudsi Erguner (ney) ,
Hakan Güngör ( kanun) ,
Derya Türkan (kemençe),
Yurdal Tokcan (ud ),
Murat Salim Tokac ( tambur),
Fahrettin Yarkın ( perküsyon)
Gaguik Mouradian (kemançe) ve Haïg Sarikouyomdjian (ney ve duduk), Ermenistan
Dimitri Psonis (santur), Yunanistan
Driss El Maloumi (ud ), Fas
Pierre Hamon (flüt) , Fransa
Michaël Grébil (luth médiéval & ceterina) İsrail
Pedro Estevan ( perküsyon) İspanya eşlik edecek.

Dünyaca ünlü Jordi Savall, otuz yıldır Avrupa’nın müzikal mirası üstüne araştırmalar yapıyor, bulduğu eserleri ‘viola da gamba’sı ve Hesperion XXI adlı orkestrasıyla yorumluyor. Yeniden hayata kavuşturduğu unutulmuş eserleri tüm dünyadaki müzikseverlere ulaştıran sanatçı, duyguyla yüklü bir müzik evrenini milyonlarca müziksevere tanıtmasıyla erken dönem müziklerinin ve viola de gamba’nın koruyucusu sıfatını kazanıyor.

Avrupa Birliği’nin barış elçilerinden biri olan sanatçı; araştırmacı, yorumcu, öğretmen, proje yönetmeni nitelikleriyle tarihsel müziğe yeniden hayat veren en önemli yaratıcılardan biri kabul ediliyor. Alain Corneau’nun “Dünyanın Tüm Sabahları” adlı filmine yaptığı müzikle 2001 yılında ‘En İyi Film Müziği Cesar Ödülü’nü kazanan Savall, yılda yaklaşık altı albüm kaydı ve 140 konserle dünyanın en üretken sanatçılarından biri.

“Kudüs, İki Barışın Kenti” başlıklı kitap-CD projesi ile 2008 yılında Müzik Akademisi’nin verdiği “Altın Orhphée” ve müzik yazarlarının verdiği “Caecilia 2008” ödüllerini kazanan sanatçı son olarak Cannes’da ‘Midem Klasik Müzik Ödülü 2010’u aldı.

Jordi Savall, geçen yıl Almanya’da “Händelpreis der Stadt Halle 2009” ve Katalan Hükümetine bağlı Ulusal Kültür ve Sanat Konseyi’nin verdiği “2009 Ulusal Müzik Ödülü”nü kazandı. 170’i aşkın albümü bulunan Jordi Savall aralarında “Grand Prix de Disque”, “Double Disc of Gold”, “Diapason d’Or”un da bulunduğu pek çok ödüle sahip.

bilet fiyatları ise şu şekilde;
1. Kategori: 110,00 TL
2. Kategori: 90,00 TL
3. Kategori: 67,50 TL
4. Kategori: 56,50 TL

Daha fazla ayrıntı Biletix'te

Timuçin Şahin Konseri 02.12.2008



Bu akşam Seçil ile birlikte Timuçin Şahin konserine gittik. Geçen sene olduğu gibi Timuçin Şahin bir quartet ile seyircilerin karşısına çıktı. John O' GALLAGHER Alto Saksofon, Tyshawn SOREY Davul ve Thomas MORGAN Kontrbas'ta müzisyene eşlik ettiler. Özellikle davul son zamanlarda gördüğüm en iyi davulcu tarafından çalınıyordu. Tyshawn SOREY'in sert ve seri çalış stili Dennis Chambers'ı hatırlattı. Bana kalırsa Timuçin Şahin'in avantgarde müziğine harika bir alt yapı oluşturdu. Zaman zaman yumuşayan zaman zaman sertleşen stili göz doldurdu. Aynı şekilde kontrbasçı Thomas Morgan ön plana çıkmadan iyi bir eşlikçilik yaptı. Özellikle müzisyenin Bafa gölü için bestelediği eserin başlangıcında neler yapabileceğini çok iyi gösterse de, solo session'u fazla olmadığından gayet başarılı şekilde müziğin alt yapısına davul ile birlikte çok olumlu katkı yaptı.

John O' GALLAGHER'i özellikle çok beğendim. Çalış stili verdiği duygu bence gayet başarılı idi. Çeşitli session'larda solo performansı yürek hoplatan cinstendi. Ayrıca Timuçin Şahin ile karşılıklı atışmaları, zaman zaman yaptığı nükteler çok hoşuma gitti.

Geçen yıl ki, Timuçin şahin 4'lüsü konserine göre grubun senkronizasyonu oldukça üst düzeye çıkmış. Çok zorlu dur-kalkları, tempo düşüp-susup-tempo yükseltmelerini tüm grup beraber yapabilir hale gelmiş. Ve bunu konser boyunca pek az sekte yaşayarak yaptılar. Özellikle yeni çıkacak albümlerinden çaldıkları parçalarda bu tarz bölümlere oldukça sıklıkla yer vermişler. Temponun düsüp artması müziği ciddi anlamda monotonluktan kurtarmış. Daha bir şeyler anlatır hale getirmiş.

Konser her zaman ki gibi çok dolu olmayan bir salonda gerçekleşti. Şarkılar sürerken ne olduğunu şaşıran ve muhtemelen Jazz standartları dinlemeye gelmiş seyirci her zaman ki gibi şarkı aralarında çıkışa doğru yöneldi. Orada Timuçin Şahin'i bilen ve sevrek dinleyen bir kitle olduğundan müzisyenler aynı çoşkuyla çalmaya devam ettiler. Güzel sololarda seyirci tepki vererek müzisyenleri de şevklendirdi. Jazz standartı dinleme gelmiş bazı seyirciler daha olgun bir davranış gösterip, araya kadar dişlerini sıktılar. Aradan sonra salon biraz daha boşaldı.

İzmirli cazseverlerden tanıdıkların bir çoğu da konserdeydi. Hamdi, Bruno, Tuncer, Genç cazcılardan Devrim beyler gibi hemen konserde denk geldiğimiz dostlarımızın yanında özel olarak Timuçin Şahin konserine gelmiş insanlarda vardı. Tabii ki arada hoş sohbet muhabbet ettik. Bu arada genc cazcılar org' tan Devrim Bey evlenmiş kendisine buradan da Allah bir yastıkta kocatsın diyelim.

Güzel bir akşam, güzel bir konser sonrasında eve yüzümüzde tebessümlerle döndük. Dünyanın hiçbir yerinde 7.5 milyona böyle bir konser seyretmenin güç olduğunu bilmemiz tebessümü gülücüğe döndürdü.

Timuçin Şahin ve dörtlüsüne teşekkürler.