Ennio Morricone ve Gruppo di Improvvisazione Nuova Consonanza



Ennio Morricone ismini duymayan herhalde yoktur. Muhtemelen sinema tarihinin en önemli filmlerinin bir bölümünün müzikleri onun tarafından yapılmıştır. Liste öylesine uzun ve dolu bir liste ki, burada yer vermek olanaksız. Ancak çok bilindik Spaghetti Western'lerden, absürd İtalyan korku filmleri, bilim kurgular, macera filmleri derken liste uzar da uzar. Bu arada Ennio Morricone'nin bir çok yan projesi de var.

Sizlere bu yazımda EMI Müzik tarafından yayınlanmış bir CD setinden bahsedeceğim. Ennio Morricone'nin bir çok önemli film müziğinden örnekleri bulabileceğiniz bu setin adı; "Ennio Morricone - The Platinium Collection" (Referans kodu 094639132324) 3 CD'den oluşan setin içerisinde kuvvetle muhtemel sevdiğiniz bir çok şarkıyı bulacaksınız.  Hatta arada şaşıracaksınız belki. Çünkü bu şarkıyı da Morricone mi yapmış diyeceğiniz bir şeyler vardır elbet. CD setinin içerisinde keşke daha kapsamlı bir kitapçık olsaymış diyeceğinize eminim ama, Morricone'nin müzik yaşantısı pek öyle küçük bir kitapçığa sığabilecek türden değil. Bu yüzden CD'yi dinlerken Wikipedia'nın ilgili maddesini açıp okumak çok daha mantıklı olacaktır.

CD seti ülkemize de ithal edilmiş ve fiyatı makul diyebiliriz. Film müziklerinden belirli bölümleri dinlemek hepimizin çok sevdiği bir şey değil belki ancak seyrettiğimiz ve aklımızda kalan melodileri dinlemek keyifli oluyor. Morricone sevenlere duyurulur. Bu arada özellikle İtalyan korku filmleri için Dagored firmasından yayınlanan Morricone yapıtları İtalyan Abraxas plak şirketi tarafından geçtiğimiz yıllarda basılmıştı. Bunun yanında bir çok film müziği de yenilenmiş şekilde büyük plak şirketleri tarafından meraklılara sunuluyor


Konuyu burada bırakmaya pek niyetim yok. Şimdi serbest takılma bölümüne geçiyorum. Takılma bölümünden önce The Big Gundown diye bir albümden kısaca bahsedelim. Morricone'nin ki değil, John Zorn'un ki. John Zorn bu albümde Morricone bestelerinin üzerinden bayağı bir çalışıp, kendi tarzıyla yorumlamıştı. Albüm akıllara zarar gerçekten. Zaten Zorn konserine gitmediğim için mutsuzum, konuyu burada keselim. Besteler en fazla nasıl değiştirilebilir ki gibi bir soru işareti varsa kafanızda bu albümde bunun cevabının bir bölümünü görebilirsiniz. Bu arada kafanız karışmasın albümün orijinal kapağı ile sonradan yayınlananın kapağı birbirlerinden farklı. Yukarıdaki daha sonra yayınlanan albümün kapağı

Morricone gibi bir müzisyen Zorn'a bestelerini bu denli değiştirmek için nasıl izin vermiştir diye soranlar olacaktır. İşte burada devreye "Gruppo di Improvvisazione Nuova Consonanza" giriyor. Antonello Neri, Egisto Macchi, Franco Evangelisti, Frederic Rzewski, Giancarlo Schiaffini, Giovanni Piazza, Ivan Vandor, Jesús Villa-Rojo, John Heineman, Mario Bertoncini, Roland Kayn, Walter Branchi, William O. Smith gibi isimleri zaman zaman gördüğümüz toplulukta yazımıza konu olan Ennio Morricone ismini de bulabiliriz.

1960'ların başında Morricone, özellikle RAI (İtalyan Televizyonu) ile çalıştığı dönemlerde ve sonrasında RCA plak şirketinde aranjör olarak çalışırken Renato Rascel, Rita Pavone, Mario Lanza gibi isimlerle birebir çalışır. Ayrıca yaptığı arajmanlar Milva, Gianni Morandi, Paul Anka, Amii Stewart, and Mireille Mathieu dönemin önemli isimleri tarafından seslendirilir. Tam bu dönemlerde ve sonrasında Ennio Morricone müzisyen olarak caz çalışmaları yapar. Zaten müzik hayatının başlarında ailesine katkı yapabilmek üzere caz müziği çalmıştı.


Morricone bu toplulukta trompet çalıyor. Topluluk isminden de anlaşılabileceği gibi emprovize caz müzik çalıyor. Yani kolaylıkla avant-garde caz içerisinde anılabilecek bir müzik tarzı. "Gruppo di Improvvisazione Nuova Consonanza" sanırım Türkçemize Yeni Uyum Emprovizasyon Topluluğu olarak çevrilebilir. Aslında topluluğun ismi müzik tarzını açıklıyor. Olayın ilginç kısmı Morricone'nin müzik kariyerindeki bu dönem pek kimseler tarafından bilinmiyor. Topluluğun 1970 öncesi ve başı yayınlanan albümleri RCA Victor, Deutsche Grammophon ve Cramps Records tarafından yayınlanmış. Bunlardan Cramps Records özellikle avantgarde caz ve progresif rock dinleyicilerin yakından tanıdıkları bir İtalyan firması. Hatta John Cage ve Area bu plak şirketinden yayınlanmış iki önemli isim veya müzik tarihinin önemli noktaları. Ancak RCA ve özellikle Deutsche Grammophon bu tarz müziğin yayını konusunda denk geldiğimiz plak şirketleri değil. Hatta Deutsche Grammophon kataloğunda İtalyan toplulukla alakalı kayıtlara ulaşmak mümkün değil. Meraklısına Azioni adlı bir 2CD+DVD seti Alman Die Schachtel (Referans DS13) plak şirketi tarafından yayınlanmış bir set var. Albümün kitapçığındaki notları John Zorn kaleme almış. Zaten albümün kapağı yukarıda mevcut.

Ben ilk önce bir arkadaşımda Deutsche Grammophon'dan yayınlanmış 6 plaklık Avantgarde setinin bir kaç plağını dinledim. Tabii ki kulaklarım hemen havaya dikildi. Nasıl bir karmaşa, nasıl bir güzellik! Bu plak setini bulmak herhalde imkansızdır. Zaten lisede okurken felsefe hocası hediye etmiş. Ben felsefe hocamın ismini bile hatırlamıyorum. Ufak tefek çıtı pıtı çok kibar bir hanımefendiydi. Ama sanırım arkadaşım plak setini kendisine hediye eden hocayı hayat boyu unutmaz. Herhalde yani...

Bu topluluğun albümlerini edinin diyeceğim de, pek kolay değil. Özellikle 1960 sonu ve 1970'lerin başında yayınlanan plakların fiyatları akıllara zarar. Akıllara zarar derken, 50-60 Dolardan bahsetmiyorum. En az 5-6 katı ile çarpın!  Nuova Consonanza ve Azio albümleri ise daha alınabilir fiyatlardan eBay'de bulunabiliyor. Eski albümler ise eşten dosttan "benim gibi şanslıysanız" edinilebilir. Ama bu tarz müziğe gönlünüzü kaptırdıysanız ve Morricone ismi sizi heyecanlandırıyor ise bir şekilde edinmenizi tavsiye ederim...

Hakancez Top 10: Bu Hafta En Çok Dinlediklerim



Geçen hafta bloğuma denk gelen bazı dostlarımız, normal zamanlarda neler dinlediğimi merak etmişler. Aslında hemen her gün, hatta günün farklı saatlerinde dinlediğim albümler değişiyor. Foruma girip çıktıkça "Şu An Ne Dinliyorsunuz" bölümüne bir şeyler karalıyorum. Aslında benim en sevdiğim forum bölümlerinden bir tanesi ama yaz boyunca biraz suskun kaldı. Örneğin bugün Iron Maiden ile cebelleştim. Biliyorsunuz The Final Frontier yayınlandı.. Albümün ilk bölümünü beğendim, ikinci bölümünü beğenmedim. Sonra bir ara Kraftwerk dinledim; Trans Europa Express albümünü. Sinir bozucu değil mi? Keith Jarrett / Charlie Haden ikilisinin Jasmine'ini dinledim bir ara, yeniden! Liste öyle karışık ki. Palm'imdeki şarkılar, albümler, eve gelince dinlediklerim derken liste daha beter karmaşıklaşıyor. Hatta bir ara bıçaklarımın sezonluk bakımını yaparken Emperor bile dinledim. In the Nightside Eclipse albümünü.  Bu arada parmaklarım paramparça oldu. Mutsuzum şu an!

Sonra ortalığı toparlarken, masanın üzerindeki albümleri yazayım dedim. Yerlerine girmeyen bu CD'ler 10-15 gündür en çok dinlediklerimdir herhalde. Bu haftanın hatta son 15 günün Top 10'u olsa olsa bunlar olur. Yanlarına referans numaralarını yazmak yerine plak şirketlerini yazdım. Merak edenler derin araştırma yaparken faydası olur.

1- Etron Fou Leloublan - En Public Avec Etat Unis Amérique (Gazul)
2- Steve Lacy - Rushes 10 Songs From Russia (New Sound Planet)
3- Anthony Braxton + Italian Instabile Orchestra (Rai Trade)
4- Italian Instabile Orchestra - Litania Sibilante
5- The Peter Brotzmann Octet - The Complete Machine Gun Sessions (Atavistic)
6- Art Ensemble Of Chicago with Cecil taylor - Thelonius Sphere Monk (ECM)
7- Henry Cow - Vol 10 Vevey 1976 (ReR) *
8- Hal Russell NRG Ensemble - The Hal Russel Story (ECM)
9- Giorgio Gaslini - L'Integrale No. 1 (Soulnote)
10- Braxton + Szabados + Tarasov - Triotone (Leo Records)

Bu arada hemen her hafta psikolojik durumuma göre sehpanın üzerindeki albümler değişiyor. Yeni gelenler, gidenler. Birde o hafta CD'leri ve plakları yerlerine kaldırmaz isem, resmen birikinti oluyor. CD'leri yerleştirmek sorun değil. Ama plakları dizmek çok zor oluyor. Genelde aldığım plağın bir arkasındaki plağı biraz öne getiriyorum ama bir süre sonra orası da karman çorman oluyor. Bu hızla gidersem 10-15 sene sonra ne olur bilmiyorum. Bu senenin son dört beş ayında her zaman aldığımdan çok daha az albüm satın aldım. Ama gene de birikiyor. Yapacak bir şey yok!

Neyse bu haftanın Top-10 listesi işte bu şekilde. hazır CD'leri kurcalamışken biraz mesai yapıp, hepsini yerlerine kaldırayım bari. Bu arada bu Top 10 işini sevdim. Acaba her hafta yazsam mı?

* Bu albüm aslında konser DVD'si ama universal player'larda normal müzik CD'si gibi dinleyebilirsiniz. Ben dinliyorum, pek güzel :)

Cahillikler Kitabı (John Lloyd - John Mitchinson)


Cahillikler Kitabı, (orijinal adı: The Book of General Ignorance) John Lloyd ve John Mitchinson tarafından yazılmış. Kitap dilimize Cihan Aslı Filiz, Emre Ergüven ikilisi tarafından çevrilmiş. Tüm dünyada yapılan yayınlarda kitabın son bölümleri o ülkeden yazarlara ayrılmış. Türkiye'den Nuran Yıldırım ve Necdet Sakaoğlu daha çok bizi ilgilendirebilecek konuları kalem almışlar. Kitabın orjinali 2006 yılında yayınlanmış. Bizde ise NTV yayınları tarafından 2008 yılında basılmış. Ben ise kitabı bu sene İzmir'de düzenlenen kitap fuarında NTV Yayınları standından aldım. Aldığım kitapların bir kısmını bitirdim. Cahillikler Kitabı ve bir kaç kitabı ise canım sıkıldığında ve özellikle tüm gün bilgisayar ekranına baktığım zamanlarda gözlerim ağrırken okumak için çevremde tutuyorum. Gözler yorgun olunca, ilgi çabuk dağılıyor. Bu tarz kitaplarda bölümlerden oluştuğundan, istediğiniz zaman devam edebiliyorsunuz.

Kitabı okurken, özellikle İskoçya, İrlanda ve ABD ile alakalı konularda ince ince laf sokmalarından tahmin etmiştim daha sonra baktığımda iki yazarımızda İngiliz kökenliymiş. Arada sırada kendileri ile de dalga geçmeyi unutmamışlar. Hal böyle olunca kitap kendi içerisinde son derece eğlenceli hale geliyor. Zaten bir çok konu sen derece eğlenceli. Haydi bir örnek yazayım.

----------------------------------------------------
James Bond'un en sevdiği içki hangisiydi?
Votka, Martini değildi.
Fleming'in tüm külliyatıyla ilgili www.atomicmartinis.com adlı internet sitesinde yapılan özenli çalışma, James Bond'un ortalama olarak her yedi sayfada bir içki içtiğini gösteriyor.
İçtiği toplam 317 içkiden en çok tercih ettiği, açık arayla viskidir. Toplamda 101 viski içer, bunlardan 58'i bourbon, 38'i scotch'tur. Şampanyaya da oldukça düşkündür (30 bardak) ve çoğunluğu Japonya'da geçen "You Only Live Twice" (İnsan İki Kere Yaşar) (1964) kitabında Japon likörü dener. Bu içkiyi de çok beğenir ve 35 tane içiverir.
Bond, favorisi sanılan votka martiniyi ise sadece 19 kez tercih eder ve neredeyse aynı miktardaki cin martini de imiştir ( adet, gerçi bunların çoğunu başkaları ısmarlamıştır)...
----------------------------------------------------
Kitaptaki bir çok madde bu şekilde kaleme alınmış ve çoğu eğlenceli. Neredeyse 280 sayfalık kitapta uzun bir kaç konu başlığı haricinde çoğu başlık bir iki sayfa. Yani sıkıldığınızda okumanıza ara verdiğinizde kaybedebileceğiniz fazla bir şey yok. En fazla bir sayfa geriye dönüp devam edebilirsiniz.
Kitap, internet sitelerinde 10TL civarına satılıyor. Bu arada John Lloyd ve John Mitchinson ikilisinin Cahillikler Kitabı - 2 Hayvanlar Alemi adından bir devam kitabı var. Kitap yine NTV yayınlarından çıktı ancak ben pek sevmedim. İlki kesinlikle daha keyifliydi.

The Third Decade - Art Ensemble Of Chicago CD


Art Ensemble Of Chicago, herkesin sevmeyeceği türde bir caz grubu. Aslında avant-garde caz grubu demek daha doğru. Topluluk 1960'ların ortasında kuruluyor. Bana göre topluluğun asıl tanındığı albüm Fransız BYG Actuel tarafından yayınlanan A Jackson in Your House albümü. 1970'lerin ortasına kadar topluluk çok sayıda albüm yayınlıyor. Benim açımdan en ilgi çekici olanlar Message to Our Folks (BYG Actuel 1969) Go Home (Galloway 1970) ve Fanfare for the Warriors (1973 Atlantic) albümleri. Tabii bu arada aradan geçen yıllarda sadece bu kadar albümleri var diye düşünmeyin. Topluluk  o kadar fazla albüm yayınlıyor ki, hepsine erişebilmek imkansız. Günümüzde albüm yayınladıkları bir çok plak şirketi kapanmış durumda. Bazılarının CD baskıları mevcut. Basılan plakların günümüzdeki fiyatları ise gerçekten uçuk. Çok az bir kitleyi ilgilendirdiğinden ve az basıldığından dolayı sanırım. Bazen 200-300 Dolar civarında fiyatlar ortalarda dolaşıyor. Tabii bu arada topluluktaki müzisyenlerin bireysel veya bir kaçının beraber yayınladığı albümlerde var. Anlayacağınız liste çok çok uzun.

The Third Decade topluluğun 1984 yılı albümü. Standart Art Ensemble ekibi bu albümde de iş başında; Lester Bowie, Joseph Jarman, Roscoe Mitchell, Malachi Favors Maghostut, ve Don Moye. Geleneksel olduğu üzere hemen her Art Ensemble albümünde kim ne çalıyor konusunu hemen geçiştirmek istiyorum. Liste yaz yaz bitmez. Genel olarak trompet çalmasına alışkın olduğumuz Lester Bowie, davul çalabiliyor bir anda. Albümde bunlar güzelce listelenmiş. Merak edenler kitapçığa bir göz atabilirler.

"Prayer for Jimbo" ile açılan albüm, klasik Art Ensemble çizgisine ilk bakışta biraz ters gibi gelebilir. Uzun bir girişten sonra şarkı kendine geliyor. Neredeyse 10 dakika süren şarkı albümün genelinde olduğu gibi düşük tempoya sahip. Tabii ki bu durum Lester Bowie, Joseph Jarman ve Roscoe Mitchell üçlüsünün rahat durmasını gerektirmiyor. Her saniye her şeyin olabileceği hissiyatına sahip olduğumuzdan dolayı, son derece keyifli bir giriş şarkısının ardından "Funky AECO" biraz daha geleneksel caz kalıplarında bir şarkı olarak karşımıza çıkıyor. Tabii ki, bol aksak ritmler, klasik bebop esintileri taşıyan sonraki bir kaç saniyede o izden geriye bir şey bulamayacağınız üflemeli bölümleri ve arkadan gelen ne olduğunu tahmin etmekte zorlandığım sesler ve her türlü vurmalı enstrüman ile insan albümün içerisine daha da giriyor.

"Walking in the Moonlight" ise bir Mitchell bestesi. Klasik bir caz baladı gibi başlayan şarkı, her ne kadar öyle devam etse de, bol bol aykırı nota duymanız mümkün. Birbiri ile aynı notaları belli gecikmeler ile çalan müzisyenlerin bunu nasıl yaptıklarını çok merak ediyorum. "Walking in the Moonlight", Art Ensemble'ın 1980'lerde arada sırada gördüğümüz göreceli sakin şarkılarından bir tanesi, Art Ensemble'a göre :) Malachi Favors  ve Don Moye şarkının ikinci bölümünden itibaren rahat duramayınca kısa süreli bir kaos yaşanıyor sadece o kadar :) "The Bell Piece" ise her türden zil, metal parça, eşya kullanılarak zenginleştirilmiş bir şarkı. tahmin edebileceğiniz gibi tüm topluluk üyeleri ellerine geçirdikleri  enstrümanlarla alt yapıyı oluştururken özellikle Lester Bowie'nin solo bölümlerini keyifle dinliyoruz. "Zero" ise Güney Amerika ve Karayip denizi ritmleri ile harmanlanmış çok bilindik melodilerin Art Ensemble yorumu, ki, şarkının son bölümüne kadar oldukça durağan ilerleyen parça Moye'nin solosunun ardından şenleniyor. Bu arada durağan giden parça diye yazıyorum ancak Art Ensemble penceresinden bunu yazıyorum. Albüme ismini veren "Third Decade" şarkısı ise Art Ensemble'ın etkilendiği kökleri bize hatırlatıyor. Afrika vurmalı motifleri ile uzun bir giriş yapılan 8 dakikalık şarkı, siren sesleri arasında bir hızlanıyor, bir ilerliyor ki yüzünüzde koskoca bir gülümseme olmaması imkansız.  8 dakika olmasına rağmen keşke hiç bitseydi dediğim şarkılardan bir tanesi.

DIW, ECM, Atlantic gibi plak şirketlerinin geniş kataloglarının ücra köşelerinde (DIW için bunu söylemek biraz güç) müthiş Art Ensemble Of Chicago albümleri bulabilirsiniz. Hatta topluluğun 1978 yılı albümü Nice Guys ülkemize plak formatında bile ithal edildi. Çok uygun bir fiyata alabileceğinize eminim. Hatta plağı bulursanız, bulunduğunuz yerde Lester Bowie's Brass Fantasy - I Only Have Eyes for You (1985) albümüne de denk gelirsiniz. Onu da hiç düşünmeden alışveriş çantanıza koyun. Tabii ki, bu söylediklerim Art Ensemble'ın müziğini sevenler için geçerli. Uyarayım da, albümü kafama atmayın sonra

Uydunet ve İnternet


Geçtiğimiz haftalarda eve internet ne alayım diye bayağı düşünüp durdum. Ülkemizde fazla seçeneğimiz yok, en yaygın olan ADSL sağlayıcı TTNet'in haricinde Smile gibi şirketler, bazı kentlerimizde Uydunet, Superonline Fiber, elektrik üzerinden servis sağlayan firmalar (yanılıyor olabilirim MetroNet gibi bir firma olması lazım) veya 3G üzerinden servis sağlayan Avea, Turkcell ve Vodafone. Bu seçenekler arasında elektrik ağları üzerinden servis sağlayan firmalar hariç, oturduğum bölgede her servisi satın alabiliyorum. Tamam bir çoğunuz, al birini vur öbürüne diyorsunuz ama ne yapalım eldeki seçenekler bunlar...

Bu servisler arasında en çekince ile yaklaştığım teknoloji 3G idi. Geçtiğimiz haftalarda tatildeyken sevgili dostum Tolga İzgür'ün bilgisayarını kullandım. Dizüstü bilgisayarını, Apple iPhone'unu modem olarak kullanarak 3G bağlantısı ile internete girdik ve oldukça şaşırdım. Son derece hızlı olduğunu gördüm. Çeşme'nin göreceli olarak ücra bir bölgesinde internete bu hızla girmek inanılacak şey değil. Tabii olayın maliyeti biraz yüksek. Ev için ne kadar mantıklı bilemiyorum. Ayrıca 5-6 senedir kullandığım mobil iletişim şirketine de pek güvenmiyorum açıkçası. Avea son iki yıldır bence çok geriye gitti. Hele Turkcell kullanan arkadaşlarımın ardı arkası kesilmeyen kampanyalarla genel olarak benden çok daha mutlu olduklarını görüyorum. Sanırım bahara bende Turkcell'e geçeceğim yeniden. Neyse konumuz mobil iletişim değil... 3G gerçekten faydalı bir olay. Ancak maliyeti yüksek olduğundan bu seçeneği eledim.

Geçtiğimiz ay Superonline'ın fiberoptik internet kutusu bizim binaya takıldı. Aslında en çok bu hizmeti merak ediyordum. Bilgisayar dünyasından haberleri genelde Dark Hardware sitesinden ve forumlarından takip ediyorum. Superonline konusunda ilk başlarda hemen herkes çok istekliyken, son dönemlerde sözleşmelerinde tek taraflı değişiklikler yapmaları sebebi ile kullanıcılar son derece kızgınlar bu firmaya genel olarak. Maliyet olarak diğer internet bağlantı seçeneklerinden çok daha pahalı değil. Ancak özellikle müşteri servislerine ulaşmak konusunda yaşanan sıkıntılar, bağlantı problemleri ve ilerleyen günler, aylarda Superonline'ın yapabileceği değişiklikleri göz önüne alınca fiber hat üzerinden internet konusunun üzerini çizdim. Mutlaka bunu yazdığım için kızanlar olacaktır ancak özellikle dial-up bağlantı dönemindeki Superonline'ı tanıyanlar için hiçbir şeyin sürpriz olmayacağını bilmekte fayda var. Belki ilerleyen yıllarda fiber üzerinden internet konusunu değerlendirebilirim. Belki o döneme kadar Superonline'da müşteri ilişkileri konusunu geliştirir. Bu arada bende kendi testimi yaptım. Müşteri ilişkilerini arayınca uzun süre şarkılar, türküler dinliyorsunuz. Tüketicilerin fikirlerini değiştirmek zordur. Her şey iyiyken yapılacak bir hata, tüketicinin tüm fikrini olumsuza dönüştürür. o yüzden modern müşteri ilişkileri metotları çok mühim.
TTNet, diğer evimde uzun senelerdir kullandığım ve memnun olduğum servis sağlayıcı. Şimdi yiğidi öldür hakkını ver. 7-8 senede sadece tek bir kez problem yaşadım. Onu da kısa bir süre içerisinde hallettiler. Ancak internet servisi almak için telefon almak zorunluluğu beni sıkıyor. Evde sabit telefon kullanmayalı neredeyse seneler oluyor ve kullanmayacağım şeye para vermekten nefret ediyorum. Bilişim Üst Kurulu, gelen şikayetlerden dolayı TTNet'e yalın ADSL konusunda bazı gelişmeler yapmasını istemişti geçtiğimiz senelerde. Bildiğiniz gibi ADSL üzerinden internete bağlanmak için telefona ihtiyaç yok ve bu konuda bazı davalar açılmıştı. Sonunda tüm dünyada bilinen şey, ülkemizde de kabul edildi. Telefon zorunluluğu olmayan ADSL seçenekleri tüketicilere sunulacaktı. Sonuçta bu seçenekler tüketiciye sunuldu ancak işin acı tarafı, hiç kullanmayacağınız telefonu almak çok daha mantıklı. Yalın ADSL için ödemeniz gereken tutar normal telefon hattı+ADSL aboneliği ile aynı seviyeye geliyor. Hatta bazı forumlarda, hesap kitap yapanlara göre yalın ADSL daha pahalı. Durum böyle olunca TTNet'te elendi. Bu arada Smile gibi servis sağlayıcıların teorik olarak TTNet'ten farkı yok. Tamamen aynı hatları kullanıyorlar. Ancak ilginç indirimlere denk gelebiliyorsunuz. Benim gibi sabit telefona para vermeyeceğim takıntınız yoksa, TTNet ve türevlerini değerlendirebilirsiniz.

Uydunet olayında ise yine gizli bir sabit ücret söz konusu. O da evinizde KabloTV bulunma zorunluluğu. Aslına bakarsanız eve taşınalı 2 seneyi geçmiş olmasına rağmen evimde televizyon yayını izlemek için bir düzenek yok. Televizyon var ama DVD seyretmek için kullanıyorum sadece. o da haftada bir kez bilemediniz iki kez. Her zaman yazdığım gibi boş zamanlarımda müzik dinlemek daha cazip geliyor bana. Ancak Seçil Hanım tamamen eve taşındığında bazı Ntvmsnbc (Böyle bir kanal ismini oturmuş olmalarından dolayı NTV'yi tebrik etmek lazım. Bu ne ya...) kanalı dizilerini izlemek isteyeceğinden eve bir şekilde televizyon yayını almak gerekiyordu. Sonuç olarak KabloTV yeterli olacaktı. Durum böyle olunca KabloTV almak için ödenecek para benim için sorun olmayacak gibi görünüyordu.

Uydunet konusundaki asıl zor olay, modemlerinin kendisine özgü olması. Piyasada bir çok ADSL modem bulabilmek mümkün. Genel olarak fiyatları da makul. Ancak iş kablo üzerinden internete gelince hem modem markaları değişiyor hemde kablosuz modeme ödeyeceğiniz tutar 200TL civarına yükseliyor. Tabii ki, daha ucuz ve kablolu bir modem alıp, onu wireless router ile kullanmak mümkün. Böyle olunca maliyet ucuzluyor ancak işi gücü bırakıp böyle bir bağlantı ile uğraşacağımı pek sanmıyorum. Senelerdir bir şekilde bilgisayar dünyasının içinde olsam bile, kendi özel zamanlarımda router'larla, modemlerle pek uğraşmak gelmiyor içimden. Biraz armut piş, ağzıma düş olsun istiyor insan.

Tam o mudur bu mudur diye düşünürken Uydunet bir kampanya yaptı. KabloTV+Uydunet alıyorsunuz, 24 ay kullanım taahhüdü veriyorsunuz, onlarda sizden bağlantı ücretlerini almıyorlar ve Motorola markalı bir kablosuz modem veriyorlar. Modemi yukarıdaki fotoğrafta görebilirsiniz. Kulağa sempatik geliyor değil mi? Taahhüt konusu beni biraz endişelendiriyor olsa da, Uydunet'in 1Mbps bağlantısının fiyatının makul olması sebebi ile, taahhüdü verebilirim diye düşündüm. Kafamdaki tek soru 1Mbps hızındaki bağlantının yetip yetmeyeceği idi. Geçmişte lease-line dahil o dönem için olabilecek her türden uç sayılabilecek bağlantıyı kullanmıştım. Bugün ise 8-10-20Mbps'ler havalarda uçuştuğu için herkes gibi benimde kafam karışıktı. Aklıma eskiden yaptığım bir şey geldi. Stereo Mecmuası'nın ana sayfası normal bir siteden daha yüklü bir eski tarz HTML sayfası. Kendi server'ımda eski tarz 56K bağlantı ile siteyi açtım ve şıkır şıkır çalıştı. Oturup hesap kitap yaptım, benim yaptığım bir çok iş için, 1Mbps hız yetiyor hatta artıyordu. Eh kullanmayacağım bilmem kaç Mbps'ye para dökmenin bir alemi yoktu doğrusu. Zaten diğer evde gayet iyi bir bağlantım mevcut diye düşündüm. Eğer gerekli olursa!

Evde aslında normal bir internet kullanıcısıyımdır. Müzik, film indirmem. İndirdiğim tek şey e-kitaplar ve e-dergilerdir. Onlarda genelde oldukça küçük boyutlarda oluyorlar. İnternet üzerinden maç seyretmek, dizi seyretmek gibi alışkanlıklarımda yok. Anlayacağınız son derece basit bir kullanıcıyım ben. Hal böyle olunca fazladan Mbps'lerle pek işim yok!

Eh kararımı verdiğime göre en yakın Uydunet merkezinin yolunu tutma zamanım gelmişti. İzmir Çankaya'daki merkeze yolum düştü. Diğer bir çok servis sağlayıcının aksine mekan pek gösterişli değildi ve belki de sıcaktan çalışanların pek yüzü gülmüyordu. Belki Uydunet sitesine de bakmışsınızdır. Neredeyse tüm servis sağlayıcıların internet siteleri güzel tasarımlı iken, Uydunet'in sitesi sanki 5-6 yıl öncesinden kalmış gibi. Ben bizim siteyi basit buluyorum. Ancak Uydunet'in yanında bizim site teknoloji abidesi sayılır :) Neyse... 5-6 dakikalık bir işlemle formları doldurdum ve onlarca yere imza attım. Aklımın bir köşesinde bunların servisleri ve müşteri hizmetleri de böyleyse yandık dedim. Onlarca imza atmıştım, iş işten geçmişti! Ha diyeceksiniz müşteri hizmetleri işini yaptı mı, evet yaptı. Mekanda gerekli işlemleri yapabildin mi, evet yaptım. Daha fazlasına ne gerek var. Evet bir açıdan haklısınız. Ancak zaman pazarlama çağı. İnsan senelerce bu işlerle uğraştığı zaman belki biraz takıntılı oluyor. Bilemiyorum...

İmzayı basmamızın ardından 5 gün içerisinde bağlantınız teknik ekip tarafından yapılacak dendiğinden beklemeye başladım. Cuma günü telefon geldi, Pazartesiye randevulaştık. Pazartesi günü akşamüstü iki kişilik bir ekip geldi. Hızlı bir şekilde modem bağlantısını, TV bağlantısını yapmaya başladılar. Yayın kalitesini beğenmeyip, bina dışındaki kabloları söküp yeniden bağladılar. Elemanlar gerçekten güler yüzlüydüler. Ben bir şey demeden kendileri gerekeni yaptılar. Merkezdeki olumsuzluk yerini olumlu düşüncelere bıraktı hemen. Tüketiciler böyledir işte.

Uzun lafın kısası neredeyse bir aydır 1Mbps'lik bağlantım ile mutlu mesut yaşıyorum. Şu ana kadar en ufak bir sorun yaşamadım. Hız konusunda hiçbir derdim yok. Umarım Uydunet'le böyle devam ederiz.

notlar
- Bölgeden bölgeye KabloTV ve Uydunet'in performansı farklı olabiliyor. O yüzden herkese tavsiye ediyorum diyemiyorum. Sizde karar vermeden önce forumlara ve sözlüklere göz atarsanız kendinizi daha rahat hissedersiniz. Ben İzmir/Üçkuyular bölgesindeyim.
- Genel olarak ülkemizde her türlü iletişim çok pahalı. Vergiler de çok yüksek. Devletimiz şunları biraz indirse ne güzel olur. Hayal mi görüyorum. Evet sanırım öyle.
- Merak edenler olursa modemin yanındaki figürlerden boyları kısa olanlar Final Fantasy VII bilgisayar oyununun figürleri. Büyük olanlar ise Dragon Ball çizgi filminden. Kırmızı sehpa ise "evimizin herşeyi" IKEA'dan. Almak isteyen olursa PS serisi. Ülkemizde çok satılmadığından mıdır nedir, zırt pırt indirime giriyor. Belki çok ucuza denk getirirsiniz.
- Farklı servis kullanıcıları tercih edenler, aşağıda yorum yap tuşunu kullanıp kendi yorumlarını ve deneyimlerini yazabilirler. Hatta çok sevinirim.