Absürd Plak Kapakları: Warrior - The Battle Has Started


Bu plak gerçek mi değil mi diye oturup ciddi ciddi araştırmam gerekti. Son dönemlerde böyle saçma sapan bir kapak görmemiştim. Evet efendim, plak kapağı Warrior isimli Amerikalı bir christian-rock topluluğa ait. Bu christian-rock konusunu inanın açmaya bile gerek yok. Gerçekten saçmalık.

Albümün ismi The Battle Has Started ve 2004 tarihinde yayınlanmış. Şarkı listesine bile ulaştım: “Cry As One” (4:08), “I Want A Walmart Girl” (3:25), “Please Come Back To Me” (5:22), “The Battle Has Started” (3:23), “The Better High” (4:58), “My Little Runaway” (4:16), ”Right Here, Right Now” (4:30), “Walk Don’t Run” (4:02), “I Can’t Be Alone” (4:03), “Find His Love” (1:51), “Ride With Him Tonight” (2:57)

Kapaktaki iki zatın isimleri ise vokalleri yapıp gitar çalan Tad Donley ve basçı Michael Goodnight. Youtube'de topluluğun bir kaç videosu var ama vakit kaybetmeyin müzik sınıfta kalıyor...

Bülent Evcil ve Lior Kretzer - Orta Doğu Minyatürleri CD


Evet bu yazımda sizlere son derece minimal bir albümden bahsedeceğim. Bülent Evcil ve Lior Kretzer ortak çalışması Orta Doğu Minyatürleri.

Albüm genel anlamda ismine uygun bir albüm. Çevremizdeki coğrafyadan kulağa tanıdık gelen hatta yakından tanıdığımız melodileri oldukça etkileyici şekilde yorumlamış iki müzisyen. Şarkılara geçmeden önce isterseniz müzisyenleri yakından tanıyalım.

Bülent Evcil, 1968 doğumlu bir müzisyen. Müzik eğitimine İstanbul'da başlayan Evcil, mezun olmasının ardından eğitimine devam etmek için yurtdışına çıkmış. 90'lı yıllarda flüt eğitimi bir çok derece ve ödül ile tamamlayan Evcil, çeşitli yarışmalarda da başarı kazanmış. 1992 yılında İrlanda Dublin'de düzenlenen bir yarışmada aldığı ödül sayesinde İrlandalı flüt virtüozu James Galway'in öğrencisi olma şansını yakalamış. Galway'in öğrencisi hakkında yaptığı yorum çok dikkat çekici;

“Bülent Evcil fevkalade bir tona ve mükemmel bir tekniğe sahip. Her yönüyle çok etkileyici genç bir flütçü ve bence kuşağının en önde gelenlerinden biri.”



Eğitimini tamamlayan Evcil, müzik kariyerine ülkemizde ve dünyada bir çok önemli orkestranın içerisinde bulunarak devam etmiş. Müzisyenin biyografisine şöyle bir göz atarsanız oldukça etkileyici bir tablo ile karşılaşacaksınız.

Albümde dinleyeceğimiz ikinci müzisyen ise piyanist Lior Kretzer. Hakkında çok fazla bilgi bulamadığım müzisyen piyano, orkestra şefliği ve bestecilik eğitiminin ardından Avrupa, İsrail ve Amerika'da çeşitli orkestralarda çalışmış. Müzisyenliğin yanında eğitmenilikte yapan Kretzer'i tahminen ben ilk kez bu ortak çalışmada dinleyeceğim.

Albüm, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın Arapça konuşulan ülkelerindeki çeşitli halklardan Mezopotamya, İran, Kıbrıs, Türk, Musevi ve Arap müzik geleneklerini kucaklama amacında CD kitapçığına göre. Her iki müzisyenin klasik müzik kökenli olması albümü ilk adımda benim için son derece ilginç hale getirdi. Çok yüksek tekniğe sahip müzisyenlerin, bazen müziğin ruhunu daha arka plana atarak geleneksel ezgileri yorumlamasının sonuçlarını gördüğüm için Evcil ve Kretzer ikilisinin yorumlarını çok merak ediyordum.

Albümün açılış parçası olarak Ahmed Adnan Saygun'un hepimizin çok yakınen tanıdığını düşündüğüm Yunus Emre Oratoryosunun 4. bölümü seçilmiş. Daha ilk saniyede Evcil'in flütünden yayılan notalar dinleme odamı sarınca endişelerimin son derece yersiz olduğunu gördüm. Flütün mistik tonu, konuk müzisyen Müşfik Uzun tarafından çalınan kudümle desteklenince “Arya” bambaşka bir hal almış. Bu duruma kayıttaki derinlikte eklenince etkileyici bir yorum ortaya çıkmış.

Albümün ikinci parçası Mordechai Zeira'dan seçilmiş. Bildiğim kadarı ile erken dönem modern İsrail müziğinin oraya çıkmasında pay sahibi olan isimlerden bir tanesi olan Zeira'nın şarkısı “Shirat Hechalil” her iki müzisyen tarafından ortak yorumlanmış.



Bu arada İsrail müziği ile alakalı birkaç bilgi vermek istiyorum. Albümü satın alanlar veya alacaklar için fazladan bilgi olur. Modern İsrail'İn ortaya çıkmasından sonra dünyanın farklı yerlerinden gelen insanlar kendi müzikal anlayışlarını da yanlarında getirdiklerinde ortaya çok zengin bir dünya çıkıyor. Rusya'dan gelenler bu büyük coğrafyanın sayısız diyarlarından farklı yerel müziklerle kendi geleneklerini birleştirince ortaya çıkan tarz melodi zenginliği ile dikkat eçkiyor. tarzlara sahip anlayışlara Albümde de bol bol bahsedilen klezmer müziği ise daha çok Doğu Avrupalı musevilerin getirdiği bir müzik tarzı. Tüm bunları Orta Doğu ve Arap yarımadasının müziksal gelenekleri ile birleştirdiğinizde ortya çok renkli bir tablo çıkıyor. Albümde bu renkliliği yer yer görebilmeniz mümkün. Özellikle Orta Doğu Halk Şarkıları medley'inde du durumu kendi kulaklarınızla dinleyebilirsiniz. Hazır yeri gelmişken albümün şarkı listesi;

1. Ahmed Adnan Saygun Yunus Emre Oratoryosu Bölüm 4: Arya 3:55
2. Mordechai Zeira Shirat Hechalil 3:50
3. Anonim Üç Türk Halk Şarkısı: Şehnaz Longa, Katibim, Nihavent Longa 6:00
4. Ekrem Zeki Ün Yunus'un Mezarında 5:36
5. Anonim Orta Doğu Halk Şarkıları 12:18
6. Shlomo Idov Cholem Besfaradit 3:32
7. Sadi Işılay Sultaniyegah Sirto 5:20
8. Anonim Sarı Gelin 6:31
9. Necip Celal Andel Özleyiş 2:53
10. Shlomo Gronich Yesh Li Simpatia



Son zamanlarda yeniden yorumlanması çok denk geldiğim "Sarı Gelin" türküsüne yapılan yorumda gerçekten dikkat çekici. Son derece sakin, abartıdan uzak yapıda. Albümdeki bu durumu çok sevdim. Başta Bülent Evcil olmak üzere çaldığı enstrümana son derece hakim müzisyenlerin kendini ön plana çıkartma hevesi olmadan abartıdan uzak ama son derece ustaca yaptığı yorumlar şarkıları gerçekten bambaşka diyarlara götürüyor. Benzer bir durumu "Şehnaz Longa" da görebilirsiniz. Albümde herhangi bir karmaşıklığa, yetenek gösterisine yer verilmemiş ve düzenlemeler bu düşünce yapısına uygun şekilde yapılmış.

Albümün kaydı son derece etkileyici, derinlik hissini çok sevdim. Böylesine bir albüme çok önemli bir katkı yapmış. Bazı anlarda flütün mistik tonu ile kaydın derinliği birleşince bambaşka diyarlara gidiyorsunuz. Çok beğendim.

Albümden bazı şarkıların dinleme örneklerini AK Müzik web sitesinde bulabilirsiniz. İsterseniz şu linkten bir göz atın. Bahsettiğim derinliği bilgisayarınızın hoparlörlerinden bile hissedebileceğiniz eminim.

Nico - Femme Fatale



Ülkemizde punk müzik üzerine bol bol yazılır çizilir. Sex Pistols'dan bol bol bahsedilir. Bazen Ramones bazende The Clash telaffuz edilir. Ancak punk ortaya bir anda çıkmamıştır. Suicide, Death (rahmetli Chuck Schuldiner'in Death'i değil tabii ki) Deviants, Pink Fairies, The Stooges dolayısıyla tabii ki Iggy Pop ve Pere Ubu gibi isimleri de mercek altına almak gerekir.

Bu noktada meraklılar bu konularda harika yazılar yayınlanan Mojo gibi bağımsız dergileri takip edebilirler. İnternet üzerinden eski sayıları çok ucuza alınabilir. Neyse efendim. Konumuz Nico.

Nico ismi bir şey ifade etmediyse okumaya devam... Nico (asıl adı Christa Päffgen, 1938 - 1988) Alman müzisyen. Sadece müzisyen değil, moda mankeni, sinema oyuncusudur. 1960'lı yıllarda Nico'nun dahil olduğu bir olay daha var. Warhol'un Superstar'larından bir tanesi. Malum pop-art dünyasının içerisinde de oldukça önemli bir figür haline gelmiş. Ancak en önemli vukuatı The Velvet Underground'ın efsanevi (veya çılgın) başlangıç albümü The Velvet Underground and Nico'dur. Buradaki Nico tabii ki yazımıza konu olan Nico'dur.



Nico'nun ilerleyen yıllarda solo kariyeri başlıyor. 1960'lar ve 70'lerde fırtına gibi esen yılların ardından 1980'lerde bile müziğe devam etmiştir. Film oyuncusu olarak Andy Warhol'un son derece acayip Chelsea Girls (1966) filminin yanında bir sinema klasiği olan Federico Fellini'nin La Dolce Vita'sında (1960) da görünür. Yaşamı boyunca er**in gibi kötü alışkanlıkları (ki bırakmak girişimi olup olmadığını bilinmiyor) olmasına rağmen overdose'dan değil bisiklet kazasında ölmüştür. Meraklılar mutlaka The Velvet Underground and Nico'yu edinsinler.

Bunun yanında, Chelsea Girl, The Marble Index, Desertshore, The End albümlerinin yanında 1981 albümü Drama of Exile ve 1985 Camera Obscura albümüne göz atabilirler. Bu son iki albüm yapı olarak oldukça farklı. Lafı çok uzattım sanırım. Femme Fatale veya 2003 yılında çıkan ismiyle The Aura Anthology oldukça ilginç bir albüm. Bir nevi best-of... Dylan, Browne, Bowie ve Lou Reed bestelerinin yanında 9 adet Nico şarkısı var. Albüm 180gr'lık plak olarak basılmış. İki plaklık set, gatefold yapıda. Albümün notları Nina Antonia tarafından yazılmıştır ki, dayanamayıp bir kaç satırda Nina Antonia için yazacağım.

1. All Tomorrow Parties
2. Procession
3. Frozen Warnings
4. Saeta
5. Purple Lips
6. These Days
7. I'll Keep It With Mine
8. The Sphinx
9. Procession
10. Heroes
11. Sixty/Forty
12. Femme Fatale
13. I'm Waiting For The Man
14. König 15. Orly Flight
16. Secret Side
17. Femme

Fatale Nina Antonia ismi ilginç bir isim. Kendisi bir İngiliz müzik yazarıdır. Punk-rock döneminde çok sayıda makale yazmıştır. Bu yazıların bir çoğu benim severek takip ettiğim Mojo (dostlar sağolsun) ve Spiral Scratch dergilerinde yayınlanmış ve yayınlanmaya devam ediyor. Mojo takip edenler The Stooges yazılarının bir çoğunun altında Nina Antonia ismini göreceklerdir. Uzun oldu, kusura bakmayın..

O da Meraklı Bende Meraklıyım. Ama Arada Uçurum Var :)


Amerikalıları pek sevmem ve çok becerikli olduklarını düşünmem. Aslında bir genelleme yapmak yanlıştır. Belki bilirsiniz İzmir'de bulunan NATO karargahı sebebi ile hayatımın bir kısmı Amerikalılarla beraber geçti. Çoğunun elinden hiçbir iş gelmediğine gözlerimle şahit olmuşumdur. Alışkanlıkları veya eğitimleri yüzünden bilmedikleri konulara hiç el atmazlar. Örneği muslukları mı akıyor, bir anlayan bulmadıkları veya kapsamlı araştırma yapmadıkları sürece o su akmaya devam eder. Oysa biz Türkler çok farklıyızdır. Hemen elimize alet edevatlarımızı alır musluğu söküveririz. Bilinçaltımıza işlenmiş bir kod varmış gibi, conta değiştirmek çocuk oyuncağıdır bizler için.

Ancak sorun contada değil başka bir parçada ise o zaman kilitleniriz. Ertesi gün büyük ihtimalle bir su tesisatçısı evimize uğrar. Amerikalıların düşünce tarzında hep olumsuzluklar ön plana çıkar. İlk önce bütün olasılıklar uzun uzadıya gözden geçirilir, ters bir durumda yapılacaklar düşünülür. Tüm plan program yapılır ondan sonra harekete geçilir. Bu arada su damlamaya devam eder...

Bende dahil hepimiz her konuda konuşacak bir şeyler buluruz. Her konuda ahkam kesebiliriz. Amerikalılar pek öyle değillerdir. Bir konuda bir şey bilmiyorlarsa ağızlarını açıp konuşmazlar hatta köşelerine çekilip dinlerler. Ancak eğer ki, merakları olan bir konu ise cehennemin kapıları açılır ve karşınızda konunun uzmanı var zannedersiniz. En azından benim tanıdıklarımda hep böyle oldu....

Hayatımın önemli şoklarından bir tanesini anlatayım sizlere..

Zamanında NBA maçlarını seyrederken -ki o dönemlerde Michael Jordan'lar filan oynuyordu- bir Amerikalı subay ile basketbol sohbeti yaptım. Adam her oyuncunun sezon istatistiklerinden, okuduğu okullara, kolej yıllarındaki şeceresinden güncel istatistiksel bilgilere kadar normal bir insanın bilmeyeceği her türden bilgiyi arka arkaya sıraladı. Sonraki dönemlerde böylesine çok sohbet içerisinde bulundum ve kazaran bir konuyu kendisine hobi yapmış bir Amerikalı ile karşılaştığımda hep aynı şeyi gördüm. İnanılmaz derin bilgiler.

Bunu nasıl becerebildiklerini sorduğumda internetin olmadığı o dönemlerde hemen her konuda yayınlanan dergilerin ve kitapların varılığından haberim oldu. Bir hobinin veya ilgi alanının uzmanı olabilmek için ellerinde her fırsat vardı. Hele ki, aynı hobiyi paylaşan iki kişinin arasında kaldığınız zaman resmen bilgi bombardımanı yaşıyorsunuz. Havalarda upuzun kodlar, rakamlar uçuşuyor. İnanılacak şey değil.

Geçenlerde bir Amerikalı ile tüpler konusunda sohbet ediyoruz. Satıcı filan değil sadece meraklı. Tüpler bir nevi hobisi olmuş ve uzun seneler bu konularda araştırmalar yapmış. Araştırmaların sonunda geldiği durum gerçekten asap bozucu. Örneğin 2A3 tüplerin 40'ların RCA'larının değerli olduğunu biliriz. Bunların karakteristik yapısal özellikleri vardır. Ancak bundan sonrasını pek önemsemeyiz. Sohbetteki kişiyle bunları konuşurken bir anda üretim kodlarının nasıl yorumlanacağını hangi kodların nereye ait olduğu ve hangi üretim bilgilerini verebildiği konusunda bir bilgi bombardımanı yaşadım. En son üçüncü saatte bu tüpler hakkındaki sohbetten beynim döndü ve izin isteyerek sohbet yazılımımı kapattım.

Bu arada Japonlarında bu konularda bayağı bilgili oldukları söylenir. Bu konuda herhangi bir sohbetim olmadı ama en az Amerikalıları kadar “kaçık” oldukları söyleniyor.

Başlıkta yazdığım gibi bunlarda meraklı bizlerde meraklıyız. Ancak arada acayip bir fark var.

Heyri Sanat Vadisi



Sizlere geçtiğimiz ay Kore’de bulunan Camerata isimli bir müzik dinleme salonundan bahsetmiştim. Bu konuda yeni bir şeyler daha öğrendim. Camerata Cafe aslında dev bir müzik dünyasının içerisinde yer alıyormuş. Heyri Art Valley yani Heyri Sanat Vadisi, içerisinde müzik akademisinden, konser salonlarına ve kütüphanelere kadar müzikle ilgili bir çok oluşum bulunduğu bir yer. Kore'de devletin müziğin gelişimi için yaptığı yatırımlardan bir tanesi. Camerata Cafe bunun sadece bir parçasıymış. Demek ki, bir ülkede müzik bu şekilde gelişiyor; son yıllarda müzik dünyasında bu kadar fazla Koreli müzisyen görmemiz anlaşılan bir şans değil, bu yatırımların sonucu...