Çizgi Romanlarda Pikaplar: Gaston Lagaffe



Gaston süper bir çizgi roman karakteridir. 1957 yılında Belçikalı çizer André Franquin tarafından ilk kez çizildi ve Fransız/Belçika çizgi roman dergisi efsanevi Spirou'da yayınlanmaya başlandı. Sinirli, sakar, deli bir karakter olan Gaston hafızam beni yanıltmıyor ise ülkemizde Şapşal (salakta olabilir emin değilim) Gazi olarak yayınlanmış. Ben Fransız Kültür'den Fransızcalarını okumuştum. Yukarıdaki kareler "1972 yılında yayınlanan "Le géant de la gaffe" bölümünden...

Çizgi Romanlarda Pikaplar: Tintin


Yukarıdaki kare 1976 yılında yayınlanan "Tintin et les Picaros"tan bir kare. Bunu okuduğumu dün gibi hatırlıyorum. Güney Amerika'da geçen bir maceraydı. Aztekler, altınlar ve tabii ki laf arasında geçen askeri rejimler. Fransızca öğretilen bir okulda okuyunca ister istemez tüm Fransızca çizgi romanları okumuştum. Aslına bakarsanız buna bayılıyordum. Evde bayağı bir şey duruyor olması lazım ama bir ara tüm bunları bulmak ve tasniflemek lazım. Çizgi roman dünyasını uzun zamandır takip edemiyorum vakitsizlikten. Belki bu vesile ile yeniden o güzel dünyaya dönerim...

Akıllı Telefon Satın Alma Macerası



Biliyorsunuz arada sırada aldığım bazı hifi dışı cihazlarla alakalı bir şeyler yazıp çiziyorum günlüklerimde. Tabii ki bu yazılar bir inceleme kıvamında olmuyor sadece kullanıcı deneyimlerimden bahsetmeye çalışıyorum. Tüketici elektroniği konusunda inceleyebileceğiniz bir çok site var ancak ben hepsinin tarafsız ve düzgün olduğuna inanmıyorum. Özellikle bilgisayar alanında incelemeler ve kendi deneyimlerimi üst üste koyduğumda örtüşmeyen incelemeler yayınlayan siteleri kâle almamaya çalışıyorum. En beğendiğim oluşum Teknoseyir.  Dürüstlüklerine yürekten inanıyorum. Tüm bunları neden yazdığımı ilerleyen satırlarda anlayabileceksiniz...

Bir önceki telefonumu satın alırken şunları yazmıştım;
"Cep telefonunda tek yaptığım şey konuşmak. Ekranı büyük olsun. Daha doğrusu ekranı küçük olsa da, yazıları büyük olsun. Telefona bir giriş yaptığımda “Z” harfini yazabilmek için 5 kere aynı tuşa basmayayım. Dokunmatik ekran istemiyorum. Kamera kalitesi umurumda değil. Wi-fi’si olursa iyi olur. Üzerinde Opera tarayıcı olsun yeter. Olmaz ise sağlık olsun. Şarjı bir günde bitmesin"

Bu sürecin sonunda Nokia C3-00 modeli bir telefon almıştım. Uzun seneler bu telefonu kullandım. Pek sıkıntım olmadı ama bazı şeyler eksik kalıp duruyordu. Özellikle işlere hızlı müdahale etmem gereken zamanlarda ve müşterilerin acil istekleri söz konusu olduğunda, yanımda bu senaryolara uygun ekipman olması gerekiyordu. Bir iPad veya küçük ekranlı bir notebook (şimdi gereksiz yere ultrabook deniyor) ek olarak mobil internet için modem derken neredeyse bakkala sigara almaya giderken bile yanımda çanta taşımam gerekmeye başladı. Tüm bu eziyetleri çekmek yerine akıllı bir telefon almak mantıklı gelmeye başladı ve çarşıya çıktım... 

Hemen bir ekleme: Bir önceki telefonumu alırken önceliklerim buradaki yazıda mevcut. Aradan geçen seneler içerisinde ihtiyaçların nasıl değiştiğini gösteriyor. Bir nevi ibret vesikası...

Çarşıya pazara çıkınca ortaya çıkan tablo karmakarışık. O kadar çok marka ve model var ki, aralarından bir tanesini seçmek çok çok zor. Bu duruma hazırlıklı olduğumdan hızlı bir şekilde kısa alışveriş listesi yaptım ve ihtiyaçlarımı belirledim.

İlk amaç fazla para vermemek. Bunun çeşitli sebepleri var. Hemen açıklayayım. Çarşıya çıktığım gün 2 adet hemen arkasından gelen hafta artı 2 telefon daha almam gerekiyordu. Toplamda 4 adet telefon için ödenecek paranın makul seviyede olmasını istiyordum. Bu 4 telefonun en az 2 tanesinin aynı marka/model olması gerekiyordu. Bu sayede bir yere giderken farklı şarj cihazları almamıza gerek kalmayacağı gibi örneğin yazlıkta tek bir şarj cihazı bırakınca herkes işini halledebilecekti. Dediğim gibi olayın maddi yönü benim için daha önemliydi ve hesap yapınca cebimden çıkacak  para deli bir hal alabiliyordu.



Geçmişten bugüne yazdığım bir şey var, eğer bir telefona ciddi bir para verecekseniz en azından ben vereceksem iPhone birinci tercih olur. Ancak güncel modellerden bir tanesi satın almak için yapmam gereken harcama 2 adet telefon için 4.000TL'nin üzerine çıkıyor. Hemen bir hafta sonra alınacak ikinci tur telefonlarda işin içerisine girince ortaya 8.000TL'lik bir fatura çıkıyor. Ne alıyorum telefon! Peki daha düşük modellerden bir tanesini seçersem ne oluyor. Maliyetimi tam yarıya indirebiliyorum yani 4.000TL'lik bir fatura ile karşılaşıyorum. Ancak satın aldığım donanım/yazılım üzerinden bayağı zaman geçmiş ve her an yazılım desteğinin çekilmesi durumu var. Göze alınabilir bir risk ama tutar mantıklı değil...

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. İşlerimi halledeceğim ve elim kolum olacak bir bilgisayar satın alacağım zaman fiyat etiketine pek bakmam. İhtiyacımı ne görüyor ise onu satın alırım. Çıkan fatura 10.000TL'de olabilir hatta iki katıda, ancak bilirim ki, yenisini alacağım zaman o bilgisayar çoktan maliyetini çıkartmış olur. Müzik sistemi söz konusu olduğunda bu tutarlarında üzerine çıkmam mümkün. Neticede tüm gecelerimiz başında geçiyor. Hakkını veriyorum hifi harcamalarımın. Laf aramızda zaten 5 senede bir cihaz ya alıyorum ya almıyorum. Fazla koymuyor harcanan paralar...

Ancak iş telefona gelince benim hayatımda maliyetini çıkaran çok az telefon oldu. Ya düşürdüm, ya kendiliğinden kırıldı, ya bir şekilde öldü veya gözlerim bozuldukça ekranları küçük geldi. Geçmişten bugüne benim deneyimim kendi adıma ne kadar az para verirsem o kadar mutlu oluyorum oldu. Çünkü çok para verince bozulduğunda insan kendini aldatılmış hissediyor. Ancak düşük maliyetlerde bu aldatılmış hissini üzerinden atmak daha kolay oluyor...



Çarşıdaki seçeneklere hemen göz atmaya başladım. Neredeyse tek tek her telefonu inceledim. Uzun senelerdir istemeden de olsa Nokia kullanıyorum. Nokia artık Microsoft'un. Akıllı telefonlarını Lumia serisinde çıkartıyorlar ve maşallah öyle çok model var ki insanın kafası karışıyor. Aslında belirli bir fiyat aralığına kadar telefonlar aynı, ama zorlama bir çok model yapalım zihniyeti ile model sayısında enflasyon yaşanıyor. Birinde ekran güzel SD kart desteği yok, diğerinin ekranı büyük ama berbat görünüyor efendim bilmem nesi eksik. Valla telefonlarla alakası olan bir insan değilim ancak para verecek olsam Nokia Lumia 925 gerçekten güzel bir telefon, onu alırdım. Daha ucuz modellerden ise Nokia Lumia 520 mantıklı gibi. Ancak bu Windows platformunda ihtiyaç duyduğum bazı yazılımlar olmadığı gibi benim için elzem Google entegrasyonu sıkıntılı. Anladığım kadarı ile Microsoft'çular ile Google'cılar itişip kakışıyor olanda tüketiciye oluyor. Sonunda tüm Nokia ailesinin üzerini çizip attım. Aslında Lumia 520, 500 küsür liralık fiyatıyla güzel bir seçenek. Telefona fazla para kaptırmamak isteyenler gözatabilirler.

Eh Apple ve Windows cephesinin üzerini çizince kaldık Android ile başbaşa...



Benim en sevdiğim telefon markası Ericsson olmuştur. Ancak Ericsson'cular Sony ile birleşince doğan ortaklık sonucu saçmalamaya başlamışlardı. Akıllı telefon döneminin ilk zamanı telefonları ellerine gözlerine bulaştırdılar bana sorarsanız. Neyse dolaşırken bir tane Sony telefonu beğendim. Çok şık bir telefon. Xperia modeli imiş adı, efendim sudan etkilenmiyormuş, kum sıkıntı yaratmıyormuş. Eh dedim pek güzel, ver bakalım. 2.000 küsür fiyat etiketini duyunca zor attım kendimi dükkandan. Hawai'de yaşasam düşünürüm, öğle arasında ben bir denize girip geleyim ama şehrin ortasında sudan etkilense ne olur etkilenmese ne olur... Sony cephesinin düşük modelleri de pek yanarlı dönerli. Özellik olarak anlatacak şey olmayınca telefonun altı bilmem ne renk yanıyor sönüyor diye bir şeyler anlatmaya başlayınca reyon görevlileri, Sony markasının da üzerini çizdik.



Sonra HTC reyonuna gittim. One diye bir model var gerçekten çok güzel. Yapım kalitesi çok başarılı. Herhalde iPhone'lar ile beraber en yüzü gözü düzgün tasarım çarşıdaki. Fiyatı yine  2.000 küsür lira. Peki daha ucuz ne var diye sorduğumda One Mini diye bir şey çıkarttılar. O da sempatik bir telefon, tasarım filan diğer markaların miniklerinden başarılı ancak fiyat 1.000 küsür TL. İlk adımda maliyetim 2.000 hemen ertesi hafta 4.000 TL civarında... Olmaz... Başka ne var Desire var, o var bu var... Ama verdiğim paranın karşılığı gibi durmuyorlar ne yazık ki. Ama ne olur ne olmaz diyerek Desire modelini kısa alışveriş listeme yazdım. Başka reyona geçelim...



LG'den oldum olası haz etmem. Bir LG telefon deneyimim olmuştu hiç memnun kalmadım diye hatırlıyorum daha doğrusu hatırlamak bile istemiyorum. Ancak yeni Google Nexus'ları ülkemize LG getirecekmiş. Ama Amerika'daki fiyatın yanına gelmeyecekmiş. Malum bizdeki vergiler, bir de Google kendi memleketinde fiyatları sübvanse ediyormuş falan filan... Bunlarda yeni bir telefon üretmiş, aslında gayet şık ve özelliklerine göre fiyatı çarşıdaki pazardaki en mantıklı telefon gibi. Ama telefonun tuşlarını ne akla hizmet ise arkaya koymuşlar, bence olmamış. Fiyat mantıklı dedim ama yine maliyet telefon başına 1.500 küsür TL dolayısıyla toplam maliyetim 6.000TL'nin üzerinde... Başka tarafa kaçalım...



Samsung maşallah telefon modeli çıkartma olayının dibini vurmuş. Her mağazada diğer üreticilerin iki katı Samsung telefon var bir de üzerine tüm markaların telefonları reyonda kuzu gibi yatarken Samsung'lar demoda. Şık stand'larında her modeli denemek mümkün. Büyüğünden küçüğüne o kadar çok telefon var ki karar vermek güç. Samsung'un bendeki imajı pek iyi değil. Aldığım bir kaç ürününden memnun kalmadım ve en önemlisi servis sıkıntısı çektim. Ancak ilerleyen yıllarda Samsung Türkiye'ye kendisi geldi herhalde bazı şeyler değişmiştir. Neyse hemen telefonlara bakmaya başladım. Ekranlar muhteşem. Galaxy Mega diye bir model vardı çok etkileyiciydi. Ancak asıl Note 3 ilgimi çekti. Aslında işimi görebilecek bir çok özelliği var telefonun. Fiyatı tabii ki 2.000 küsür lira. Aklım bir süre gitti geldi. Özellikleri diğerlerinden uzak ara daha iyi ve Samsung'un eklediği programlar verimlilik açısından yararlı olacak gibi. Ama fiyata bakıyorum hemen vazgeçiyorum. Eski modeline bakınca benzer özellikler var fiyat biraz daha uygun 1.000TL'nin az üzeri. Daha uygun fiyatlara da S3 diye bir model var. Baktım fena değil özellikleri işimi görebilecek gibi. Meğer bu geçen senenin en iddialı modeliymiş bu sene S4 modeli çıkmış yerine. Samsung hızını alamayıp S4'ün de yeni modelini yapmış. Bunlar yetmezmiş gibi her telefonun mini modelleri de var. Fiyatlar daha makul gibi alışveriş listesine yazalım bakalım. Birde Ace gibi başka telefonlar var. Bunlarda da mantık orasından burasından özellikleri budayıp, fiyatları ucuzlatmak gördüğüm kadarı ile. Listeye bir kaç model yazıyorum Samsung cephesinden.



Sonrasında rafta General Mobile Discovery diye bir telefon gördüm. Bu ne dedim, reyondaki çocuk "abi bu fiyat/performans canavarı" dedi. Fiyat yaklaşık 700TL. 2 telefona ödenecek para diğerlerinin bir tanesinden ucuz. Ama General Mobile kimdir nedir bilmiyorum. Telefonu elime alıp kurcalayınca hoşuma da gitti. İnce bir cihaz, diğer birçok marka gibi bu da leğen plastiği. Belki bu biraz daha kötüsü. Ancak telefonu açınca ekran gayet güzel. Onu soruyorum, reyon görevlisi var diyor, bunu soruyorum görevli o da var diyor. Ulan ne yok bu alette de fiyat bu şekilde. Bir türlü anlayamadım bu noktayı. Tamam dedim gidip şunu bir araştırayım.

Eve döndüğümde açtım bilgisayarımı. Google'dan hemen bir arama. Nedir bu General Mobile Discovery. Yazılanlar tam kafa karışıklığı yaratacak şekilde. Bir kısım tıpkı reyon görevlisi arkadaşın söylediği gibi fiyat/performans canavarı deyip yere göğe sığdıramıyor, bir diğer kısım yeni çöpçüler kralı gibi başlıklar altında yerden yere vuruyor telefonu. Beğenmeyenlerin neden beğenmediğini anlamaya çalıştım. Bir kısım site, bunlara telefon göndermedi veya reklam vermedi diyerek markayı yerden yere vurmuş. Diğerlerinde de belli ki tam aksi olmuş yere göğe koyamıyorlar. Her iki uca da güvenilmeyeceği belli.

Kullanıcı deneyimleri bakmak için forumlara doğru yola koyuldum hemen. Kullanıcıların şikayet ettikleri konular yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Ekranda ölü piksel sıkıntısı, şarj girişinin kırılması en çok şikayet edilen konular. Ölü piksel için satın alma sırasında kontrol etmek yeterli olur. Sonra çıkarsa o tabii bilinmez. Şarj girişi ise fazla zorlamadan dolayı kırılıyor anlaşılan, dikkatli olunacak... Ama hala asıl sorunun cevabı yok. General Mobile aslında kağıt üzerinde kurulan bir firma anlaşılan. Telefonları Blu Products diye bir Amerikan firması tasarlıyor ve Çin'de ürettiriyor. Amerika'da, Çin'de ve farklı ülkelerde farklı markalarda satılıyor. Türkiye'de de General Mobile markası altında satıyorlar telefonu. Arkasında Telpa isimli firma var. Bundan on yıl veya daha önceden tanıdığım bir firma. Servis konusunda sıkıntı yaşanabilir belki, sonuçta aradan yıllar geçmiş. Ancak telefonun fiyatı öyle cazip ki, daha doğrusu aldığınız özelliklere rağmen ödenen para mantıklı demek daha doğru. Tüm bunları düşünürken yazının başlarında yazdığım gibi güvendiğim bir site olan Teknoseyir'in bu telefonu incelediğini gördüm. Buradaki videoda enine boyuna tartışmışlar ve benim araştırmalarımda çıkan sonuca yakın yorumlar yapmışlar.

O akşam yatarken ertesi gün riske girmeye karar verdim. Telefon işimi görecek, fiyat uygun, eh Levent Pekcan kullanmış yorumlamış, belirli koşullarda alınır diyor. İlk adımda 2 adet telefon bir hafta sonra artı 2 adet telefonu alırken tercihimi General Mobile Discovery'den yana kullandım. Telefonun her tarafta incelemesi var. Hatta verdiğim Teknoseyir linkini inceleyin bayağı bir fikir sahibi olursunuz. Burada asıl konu beklentiler ve kendi kendinizle kalınca düşündükleriniz... Son bir haftadır 2 adeti yoğun kullanımda, iki gündür ise diğer ikisi kullanıma girdi. Sorun yok ama biraz daha kullanıp deneyimlerimi sizlere aktarmaya çalışacağım.. 

Ama telefon alacaksanız çarşıda pazarda durum karışık. Dersinize çalışmadan harekete geçmeyin...

Devamı gelecek....

Mini Koo Non-Electric Speaker



Artık hepimizin akıllı telefonları var. Hoş benim yok ama çoğumuzun var. Ne olursa olsun telefonlardan müzik dinlemek için hemen her gün garip fikirler çıkıyor ortaya. Çinli bir firma tamamen akustik prensibine dayanan yani aslında horn yapısına dayayan Mini Koo Non-Electric Speaker ürününü üretmiş. Gerçekten güzel görünen sistem maun ağacından üretilmiş. Aslında bu tarz bir projeyiyi bende yapım. Bu kadar güzel gözükmüyor ama fikir aynı. İşe yarıyor mu derseniz evet yarıyor ama ortaya çıkan şey ile müzik dinlemek pek mümkün değil. Bir ara projeyi eklerim...

Filmlerde Pikaplar ve Plaklar; Le Corps de mon ennemi



Le Corps de mon ennemi (Düşmanımın vücudu) isminden anlaşılabileceği gibi Fransız filmi. 1976 yapımı film cinayetli polisiye filmi şeklinde özetlenebilir ama biraz can sıkıcı Fransız versiyonu tabii ki :) Film dönemin iyi yönetmenlerinden Henri Verneuil tarafından çekilmiş. Konu ise çok bilindik. Fakir adam zengin kızı tavlar, kızın ailesi olmaz der. Zengin aile kendi arasında sorunlar yaşar, kavga çıkar, ondan sonra cinayet işlenir Kullanılan silah başka cinayetlerde kullanılmıştır, işler karışır. Filmin sonunda da klasik Fransız filmi sonu yaşanır. Yukarıda Jean-Paul Belmondo ile birlikte Nicole Garcia görülüyor. Cezayir doğumlu Fransız aktrist günümüzde film yönetmeni ve ilginç işlere imza atıyor. Seyredilir mi derseniz, eh işte derim..

Neyse yukarıdaki resimde tanıdık bir pikap ağzımızı sulandırıyor. Hayır bayana değil pikaba bakın; Hydraulic Reference...

Sun Ra Mısır ve İtalyada



Sun Ra Mısır ve İtalya'da önemli tapınma merkezlerini ziyaret ederken çekilmiş bir video. Kenarda köşede bulunsun diyerek bloğuma ekleyeyim dedim.. İlk başta çalan Watusa isimli şarkıyı pek severim. Sayısız konserde de Sun Ra orkestraları tarafından mükemmel şekilde seslendirilmiştir. Hal böyle olunca şarkı kendi başına bir marş halini almıştır gönüllerde veya en azından benim gönlümde.. Bu arada adamların mutluluğu gözlerinden okunuyor...

JVC Kenwood Forest Notes



Yukarıda görülen şey, JVC Kenwood imzalı bir hoparlör. Bu garip nesnenin bir hoparlör olduğuna inanmadım önce. Ancak ne yazık ki bir hoparlör. Bluetooth desteği de olan hoparlörlerin farklı ağaç seçenekleri de mevcut. 12″ olanının ismi Forest Notes (model numarası YG-FA30HV), ve 1W gücünde. Yanındaki küçük model ise Forest Notes Mini (model numarası YG-FA2HV) 1W'dan daha düşük bir güç üretebiliyor. Bu kasaların içerisinde kendi lithium ion pilleri var. Fiyatları ise evlere şemlik büyük olan 3000 küçük olan ise 600 Dolar. Biri bunları bana getirse ve bu parayı istese herhalde döverdim. Allah akıl fikir versin...

Tarihi Yazılım Koleksiyonu



Bu yazı benim gibi eski yazılımlara meraklı okuyucularımızın çok hoşuna gidecek. Biliyorsunuzdur ben hala Commodore 64 gibi eski cihazlarla uğraşmayı pek seviyorum. Hatta yeterli yerim, param ve imkanım olsa eski tüm bilgisayarları toparlarım eve. Yer zaten dert, ancak parada dert. Eski püskü denilen bu bilgisayarların fiyatları öylesine yüksek ki şaşırırsınız. Bu noktada hayatımıza emülatörler giriyor. En sevdiğim sitelerin başında gelen archive.org harika bir tarihi yazılım koleksiyonu yayınlamaya başladı. İşin güzel tarafı emülatörler ile internet tarayıcı üzerinden çalışabiliyor yazılımlar. Mesela yukarıda 1980 yapımı olan Mystery House oyunu var. Apple II platformunda çalışan oyunun emülatörü de harika çalışıyor. Haydi ben "GO TO DOOR" yazıp enter'a basıyorum. Unutmadan şuraya tıklayarak tarihi yazılım koleksiyonuna ulaşabilirsiniz...

RGN 1064



Yukarıdaki tüp benim hiç denk gelmediğim RGN 1064 kodlu bir tüp ve Valvo üretimi. Bu tüpler "Big Mesh" denilen geniş telkari ızgara yapıları ile tanınıyormuş. Yandığı zaman çevreye müthiş bir kırmızı ışık veren tüpler tabii ki direkt ısıtmalı triyod yapısında. Meraklılar bunları çeşitli single ended amplifikatörlerde kullanıyor. Şu tüp dünyası öyle bir dünya ki, her dakika bir şeyler öğrenmek mümkün. Bakalım bir yerlerde yolumuz kesişecek mi? Fotoğraf Alman tüp delisi dostumuz “2A3 Maniac”ın sitesinden...

GarageBand ile Saçmalamak



Bu sıralar GarageBand ile saçmalayarak harika vakit geçiriyorum. GarageBand çok acayip bir yazılım. Müzik ile alakalı aklınıza gelebilecek her türlü düzenleme, kayıt ve operasyonu gerçekleştirebilmek mümkün. Yazılım Apple platformunda çalışıyor olsa da, IOS üzerinde yani iPad ve iPhone ile de kullanılabiliyor. Ben iPad versiyonunu edinip kullanmaya başladım. Bende müzik kabiliyeti çok sınırlı olduğu için GarageBand ile bazı hileleri kolaylıkla yapabilmek mümkün. Mesela tam hızında çalamadığınız bir parçayı yavaş çalıp hızlandırmak gibi. Tabii bunu yapabilen bir çok yazılım var ama GarageBand kadar kolaylıkla yapabileni yok. Eğer iPad üzerinden bir enstrüman kayıt etmek istiyorsanız araya bir küçük parça almanız lazım ki fiyatları 30-200 Dolar arasında değişiyor. Bunun haricinde varolan sample'ları birleştirerek saçmaladıkça saçmalayabilirsiniz. İyi vakit geçirip ev halkına kabus geçirtmek isteyenler için harika bir yazılım....

Yakında önemli eserlerimi sizlerle paylaşırım...

Filmlerde Pikaplar ve Plaklar; Liberty Heights



Liberty Heights 1999 yapımı bir komedi drama filmi. Barry Levinson tarafından yazılıp yönetilen film yönetmenin çocukluğunun geçtiği Baltimore'daki izlenimlerini de içeren bir film dizisinin bir parçası. Bu film dizisi toplam 4 adet filmden oluşuyor, 1982 yapımı Diner, 1987 yapımı Tin Men, 1990 yapımı Avalon ve Liberty Heights. Yukarıdaki sahne Rebekah Johnson'ın oynadığı Sylvia karakteri ile Ben Foster Ben karakterinin evde plak keyfinden. Film beni pek sarmadı, karakterlerin içine girmedim ama sinemadan çok anlayan bir insan olmadığım için benim lafımla yola çıkmayın...

Western Electric 300B Üretimde



Bildiğiniz gibi 300B camiasının “kutsal kasesi” Western Electric üretimi 300B tüpler. Fanatikler, özellikle 1930′ların sonlarında üretilen nadide ötesi tüpler ile 1940′larda üretilen tüplerin peşinde olsalar da, 1960′lar hatta 80′lerde üretilen tüplere bile hala inanılmaz talep var. 2000′li yıllarda kısa bir süre için Western Electric üretim hatlarında 300B tüpler üretilmişti ve bu tüpler tam tabiri ile kapanın elinde kalmıştı. Fabrikanın yeniden üretime geçmesi taşınma durumu sebebi ile biraz ertelenmiş ve çok kısa zaman içerisinde üretimin devam edeceği söylenmişti. Ancak işler pek yolunda gitmedi ve üretim hatları uzun yıllardır bir türlü açılamadı...

Deyip duruyordum. Sonunda Western Electric 300B üretimine başlanmış daha doğrusu üretimden çıkan ürünlerin yeterli kaliteye ulaştığı söyleniyor. Eminim ki bana da denk gelir bu tüpler. Mecmua'da yazar çizeriz artık...

Güzelim Linni Ne Hale Getirdiniz



Audiowood diye bir İngiliz firması var belki duymuşsunuzdur. Bu adamlar güzelim pikapları alıp şasilerini söküp salak saçma odun kılıklı yeni şasiler içerisine koyup satıyorlar. Ne hikmetse bir türlü batıp gidemediler. Firmanın en son vukuatı bir Linn olmuş. Güzelim pikabın içine etmişler. Neymiş efendim doğal odun şasi hem sesi daha iyi hale getiriyormuş hemde daha şık oluyormuş. Hadi ses iyi olabilir ona bir şey diyemem de, güzelim pikabı böyle odun parçası haline getirmek şıklık ise bu adamların kafasına o odunlarla vurmak lazım. Ürünün garip olduğu kesin ama eğlenceli filan değil...

Decca Reklamı



Decca reklamı yılını bulamadım ancak illüstrasyon çok hoşuma gitti. Çizim tarzı, renkler muhteşem gözüküyor. Ayrıca laf aramızda sol tarafta görünen müzik konsollarının da ayrıca hastasıyım. Sesleri filan iyi hoş ama formları bence muhteşem. Son zamanlarda bu tasarıma sahip bazı mobilyalar görmeye başladım ortalıkta hatta IKEA'da bile var. Ne zamandır müzik setimin durduğu rack'ı değiştiresim var şeytan diyor boş ver hifi mantığını al şöyle bir şey. Sanırım kaşıntı başladı :)

TDK Ben Manyak Oldum :)



TDK yani Türk Dil Kurumu insanı bazen manyak ediyor. Malum dilimizde şapkalı harfler var. Bunlar kaldırıldı mı kaldırılmadı mı? TDK tarafından yapılan açıklama da kaldırılmadığı belirtilmişti ama özellikle akademik veya bilimsel yazılarda kullanılıyor, günlük hayattan yavaş yavaş kalkıyormuş. Sıkıntı gitgide telaffuz ettiğimiz şeyleri yazamaz hale gelmemiz. Bir diğer sıkıntı eskiden birleşik olan kelimelerin günümüzde ayrı yazılmaya başlanması. Malum işimiz gücümüz yazı olduğu için kelime işlemci programlarının düzeltme özelliğini kullanıyoruz bol bol. Ben "Zembrek" kullanıcısıyım. Şimdi ezelden beri uluslararası olarak yazdığımız şeyin uluslar arası şeklinde yazılması gerekiyor. TDK imla kılavuzunda yazım bu şekilde. TDK'ya göre düzenlenen kelime işlemci programlarının düzeltme özelliği de kafayı yemiş halde. Yanlış yazdığıma doğru, doğru yazdığıma yanlış diyor. TDK bari ayrı yazılan "de" ve "da"ya müdahale etsin. Toptan kurtulalım artık...

Pikaplı Saat



Bloğumu takip edenler arasında oldukça fazla saat meraklısı var. Tabii bu meraklılar için bu saat pek ilgi çekici olmayacaktır. Saat meraklıları daha doğrusu koleksiyoncuları genelde Tourbillion'lar peşinde. Eh haklılarda, benimde çok ilgimi çeken bir şey o deli mekanizmalar. Neyse... Bu saat sadece 100 Dolar fiyat etiketine sahip standart bir saat. Bloğuma taşımamın tek sebebi tahmin edebileceğiniz üzere pikap şeklinde olması. Onun haricinde bir özelliği yok. Fena gözükmüyor ama koluna takar mısın derseniz takmam ama eğlenceli bir ürün mü derseniz bence evet :)

Motörhead İyi Haftasonları Diler...



"Lemmy" isimi 2010 yapımı son derece keyifli bir Ian "Lemmy" Kilmister belgeseli vardır belki denk gelmişsinizdir. Motörhead'in beyni pek görüldüğü kadar normal bir adam değil. Belgeselde haliyle çok normal değil. İngilizceniz ne kadar iyi olursa olsun alt yazılı seyredilmesi gereken belgeselde amcanın küçücük evindeki hengameden, yaşamının karmaşıklığına (bir yandan da basitliğine) kadar her şeyi görebiliyorsunuz. Belgesel ülkemizde yayınlanmadı ama malum ortamlardan edinebilir veya yabancı sitelerden DVD'sini alabilirsiniz. Film gerçekten çok güzel ve tavsiye ederim... Yukarıdaki görüntü belgeselden alıntı...

Gilda Filminden Put The Blame On Mame



Gilda muhteşem bir filmdir. 1946 yapımı siyah-beyaz film Charles Vidor tarafından çekilmişti. O dönemin iki ünlü oyuncusu Glenn Ford ve Rita Hayworth baş rollerdeydi. Rita Hayworth filmde müthiş bir femme fatale canladırmıştı. Hala da unutulmazlar arasındadır en azından benim için. Filmde meşhur iki sahnn vardır ve iki sahnede de iki müthiş şarkı çalar. Bunlardan birincisi yukarıda videosunu izleyeceğiniz "Put the Blame on Mame" ve ikincisi de "Amado Mio" tabii ki. Buraya kadar sorun yok muhtemelen sizler zaten bunları biliyorsunuz. Belki bilmediğiniz şey şarkıları Rita Hayworth'un değil Anita Ellis'in söylediğidir. Kanadalı bir isim olan Anita Kert Ellis böylesine iki muhteşem şarkıyı yorumlamış olmasına rağmen hem albümleri hemde filmleri hiçbir zaman çok popüler olmamıştır.

Philips GF 133



1970'lerde taşınabilir pikapların hükümranlık sürdüğü dönemlerde çok ilginç tasarımlar var araştırdıkça denk gelen. Bunların hemen hemen tamamının ortak özellikleri plaklarınızı berbat etmeleri ancak o dönemlerde çok az insan bu konuyu dert ediyordu herhalde. Yukarıdaki model Philips GF 133. Kola bakmak bile ürkücü. Güzelim plaklarımı bunun üzerine koyup dinlerken üzerinden karasaban geçtiğini bilmek bile tüylerimi ürpertti bir an. Ancak tasarım harika. Turuncu renk pek güzel olmuş ki o dönemlerde bu tonlar çok popülerdi. Tahmin edebileceğiniz üzere pikabın kapak kısmı aynı zamanda hoparlör. Sempatik :)

Pikapların Tarihçesi Posteri



Hifi Posters isimli İngiliz bir firma pikapların tarihçesini gösteren bir poster yayınlamış. Poster Technics SL-1200, Acoustic Research XA, Linn Sondek LP12, Garrard 301 ve Thorens TD124 klasikleşmiş pikaplar yanında Continuum Caliburn Cobra gibi modern pikapları da içeriyor. Posterde görülebildiği kadarı ile Garrard, Thorens, Rega, Linn, Roksan, SME, HMV, EMT, Oracle, Wilson Benesch, Wega, Pink Triangle, Clearaudio, Braun, VPI, Revox, Sony, Denon, Pro-Ject, Empire, B&O, Magnavox, Continuum, Avid, Dual ve bir sürü markanın ürünleri var. Fiyatı yaklaşık 15 Sterlin...

Filmlerde Pikaplar ve Plaklar; Justin de Marseille



Justin de Marseille, çok eski bir Fransız filmi. 1935 yılında yayınlanan filmin yönetmeni Maurice Tourneur. Film oldukça garip bir film. Marsilya limanında geçen film, hayatını burada geçirenlerin başından geçenleri konu alıyor almasına ama her türlü absürtlük mevcut. Gümrüklerdeki yolsuzluklardan, Çin mafyasına, araba satıcılarından başka şey satıcılarına filmde her türlü hengame mevcut. Antonin Berval isimli aktör tarafından canlandırılan ve filmin baş rolünü oynayan Justin karakteri de farklı bir gangster grubunun şefi ve Marsilya limanındaki bu hengameye müdahil oluyor.Yukarıdaki sahne de bir gramofon denk geldiği için hemen bloğuma taşıdım.

Film büyük harp öncesi Fransız sinemasını sevenlere hitap edebilir. Maurice Tourneur dönemin önemli yönetmenlerinden. Bildiğim kadarı ile telif yasası dolayısıyla film internet arşivlerinde bulunabiliyor. Tam anlamı ile meraklısına bir film...

Kasetlerimizi Dijitalleştirmek!



Amerika'da kasetlerin çılgınlık haline geldiğini ve akımın yavaş yavaş tüm dünyaya yayıldığından arada sırada bahsediyorum. Tabii işin içerisine teknoloji de sık sık giriyor ve ortaya ilginç fikirler çıkıyor. Yukarıdaki ürün hem kasetçalar hemde bir nevi dock sistemi. Aslında çevirici demek daha doğru. Kısaca mantık şu arkadaki kasetçalara kaseti koyuyorsunuz. Play tuşuna basınca ön taraftaki iPhone veya iPod dönüştürme işlemine başlıyor ve kaset bitince albümün dijital versiyonu  iPhone veya iPod koleksiyonunuzdaki yerini alıyor. İşlem tabii ki kaset süresi kadar sürüyor yani çok hızlı bir işlem değil. Ancak eğlenceli olduğu kesin. Amerika'daki çeşitli internet sitelerinde benzer ürünler 50 Dolar civarlarında satılmakta.

Bad Brains - Banned in DC



Bad Brains Amerika’nın başkenti Washington, D.C.’de 1977 yılında kurulan topluluk hardcore punk türünün öncülerinden bir tanesi sayılıyor. Topluluk hardcore punk öncüsü sayılırken ve gerçekten de öyle iken diskografilerine bakıldığında tam anlamı ile bir kavram karmaşası ile karşılaşacaksınız baştan uyarayım. Çünkü Bad Brains’in funk albümü de var, heavy metal albümü de var, içerisinde reggae , hip hop ve soul etkileri taşıyan albümleri de var. Karmaşa burada kalmıyor ayrıca bir de aynı elemanların içerisinde olduğu Mind Power isminde bir jazz fusion topluluğu da var. Bad Brains adı altında yayınlanan 9 albüm artı yan grupların albümleri de eklendiğinde ortaya çok zengin ve aynı zamanda kafa karıştırıcı bir mozaik çıkıyor. Aslında topluluğun içerisine girdikçe çıkmak çok zorlaşıyor. İşin içerisinde Afrika kökenli politik ve dini hareketlerde giriyor ki, çözebilene aşk olsun… Yukarıdaki video Bad Brains albümünden Banned in DC. Albümle kapsamlı bilgi ahanda burada

Romy Schneider ve Alain Delon Plak Keyfi



Romy Schneider ve Alain Delon 1959 yılında evlerinde Django Reindhart dinlerken. Romy Schneider ilginç bir oyuncu. Avusturya doğumlu oyuncu tam anlamıyla hengame döneminde doğuyor. Almanların büyük harp öncesi ilan ettikleri Anschluss döneminde Avusturya'da doğmak zorlu bir hayat demek. Anschluss nedir derseniz Adolf Hitler'in tüm Almanca konuşan halkları Alman bayrağı altında toplama projesi diyelim kısaca. Almanlar bu dönemde ellerini kollarını sallayarak Avusturya'yı ilhak ediyorlar. Neyse savaş sonrasında Romy Schneider sinemaya giriş yapıyor. Oldukça başarılı olan Schneider, Fransa'ya gittiğinde Alain Delon ile tanışıyor ve evleniyorlar. İşin ilginç tarafı Fransa'da da başarılı filmlerde oynuyor. Hatta ben onu Fransız filmlerinden tanıyorum ki, çok güzel bir kadın olarak görürdük kendisini filmlerde. Bakınız aşağısı;

Pathe No: 34



Fransızların meşhur markalarından tabii döneminin meşhur markalarından Pathé Model 34 reklamı. Muhtemelen oldukça eski bir reklam. Bu taşınabilir model reklama göre tatil günlerimiz için tasarlanmış. Reklamdaki yazılara bakmaya devam edince geçmişten günümüze pek bir şey değişmediğini görebiliyoruz audio dünyasında. Yeni model, şık, hafif ve tasvir edilemeyen müzikalite. Günümüzde de durum farklı değil. Taşınabilir müzik dünyasında düstur hala aynı; şık, hafif ve tasvir edilemeyen müzikalite

Vakum Tüp Fetişizmi: 4624



Yukarıda görülen muhteşem tüp bir 4624. 4624 (veya E707) directly heated triode (doğrudan ısıtılan triyod) yapılı son derece nadir bir tüp. Tahmin edebileceğiniz gibi özellikle Avrupa'da bulunan stokların büyük bir bölümü on yıllar önce uzakdoğulu deli koleksiyoncular tarafından toplanmış. Teknik verilere göre tam yükte 5W güç verebilen bu tüpler zamanında haberleşme sistemlerinde kullanılmış. Alman tüp delisi dostumuz "2A3 Maniac" tarafından yayınlanan bir DIY projeye konu olan 4624'ü bir çoğumuzun ömrümüz boyunca göremeyeceğimiz muhakkak.Arşivde bir kenarda dursun bu harika fotoğraf...

RCA Reklamı 1971



Yukarıdaki son derece hoş reklam 1971 yılından. RCA firmasının baharın gelişi yani satışların artacağı dönemlerde yayınladığı reklam bize pek yabancı olmayan şekilde evlilik sezonuna da atıflarda bulunuyor. O dönemlerde anlaşılan RCA poratif radyoları, müzik konsollarını, radyoları ön plana çıkartmış. İki ürün dikkatimi çekti. Pop-art tasarımlı saatli radyo ve kalem, takvim, saat içeren kuvvetle muhtemel ofisler için üretilmiş radyo sistemi. Bu tarz rengarenk hifi reklamlarını pek seviyorum. Bir yanıyla retro bir yanıyla modern...

Kulaklık Ayraç



Yukarıdaki kitap ayracı Urban Outfitters isimli bir firmanın ürünü ancak ürünü kitapları ayırmak yerine plakları ayırmak içinde kullanabilmek mümkün. Normalde 49 Dolardan satılan ürünü internette 39 Dolar civarlarına bulabilmek mümkün. Aslında ürünün ilginç tarafı çok rahat DIY proje ile yapılabilir olması. Elinizde eski kulaklıklar var ise ikiye ayırıp ağır bir L şeklinde parçaya takarak ayraç olarak kullanabilirsiniz. Hem kitaplar hemde plaklar oldukça ağır oldukları için alt parça önemli ama 45'likler için eğlenceli bir fikir olabilir. Denemek isterseniz yukarıdaki fotoğraf umarım yardımcı olur...

The Sex Pistols - Anarchy In The U.K.



Bu ay punk videolarından gidiyoruz:) Punk deyince The Sex Pistols'tan bahsetmemek olmaz. Anarchy In The U.K. şarkısını pek severim ve defalarca farklı topluluklar tarafından yorumlanmış versiyonlarını da dinledim ama orijinal hali de pek güzeldir. Şarkı, Never Mind the Bollocks, Here’s the Sex Pistols albümünden malum. Albümdeki dört şarkı topluluğun daha önceki 45′liklerinden alınmıştı. Geriye kalan bir çok şarkı ise B-side’lar, deneysel şarkılar ve sorunlu şarkıların yeniden ele alınmasıyla oluşturulmuştu. Tahmin edebileceğiniz gibi Sex Pistols’ın dönemin İngiliz mahkemeleri bol bol problemi oluyordu. Özellikle “God Save the Queen” ve “Anarchy in the UK” daha önce 45′lik olarak yayınlanmış ve ortalık birbirine girmişti. Bu iki şarkının İngiltere’ye ve Kraliçe’ye direkt olarak saldırdığı -ki saldırıyordu- söyleniyor ve topluluğun başı dertten kurtulmuyordu. Aslında bu albüm toplumdan dışlananların haykırışı idi. Son derece sinirli ve kızgın bir albümde… Hatta bugün için dahi bayağı sinirli bir albümdür… Daha fazla bilgi isterseniz sizi buraya alalım...

Bonus olarak Megadeth'in Anarchy In The U.K. cover'ını da buraya ekleyeyim arşivde bulunsun. Hiç fena değil, Dave Mustaine'nin ses tonu çok güzel oturmuş. Hadi ben Peace Sells dinlemeye gidiyorum :)

Sadece Fiziksel Müzik



Amerika'daki bir müzik mağazasının ilanı. Sadece fiziksel müzik satıp alıyoruz. Son zamanlarda plak satışlarının arttığından bahsedip duruyoruz. Bu artış tabii ki insanların ilgisi sayesinde oluyor. Dijital formatlardan sıkılan ve laf aramızda işin koleksiyon tarafınında ağır basmasıyla fiziksel formatlar yani plaklar, kasetler, CD'ler yükselen değer. Son dönemlerde çok sayıda mağaza bu durumu ön plana çıkartıyor. İşte yukarıdaki afişte bunlardan bir tanesi. Benim hoşuma gitti :)

Plak Yüzük



Yukarıdaki plak şeklinde yüzükler Etcy çevirimiçi sitesinde bir dönem satılıyordu sanırım hala vardır. Etcy insanların kendi tasarımları paylaşabildikleri ve satabildikleri bir yapı. Ama daha çok bu tarz şeyler satıldığı için eBay gibi sitelerden ayrılıyor. Oldukça eğlenceli bir tasarım ve farklı renkleri de mevcut. Aslında bu tasarım veya benzeri bizim memleketteki bu tarz aksesuarlar satılan mekanlarda da iş yapabilir. Kimbilir belki esinlenerek benzerlerini yapan bir tasarımcı çıkar...

Retro iPhone Dock ve Lamba Sistemi :)


iPod ve iPhone'lar ortalığı işgal edince garip ürünler görür ve bunları normal karşılar olduk. Yukarıdaki ürün PBteen tarafından satılan retro tasarımlı, lamba, iPod ve/veya iPhone dock sistemi ve hoparlörden oluşan bir sistem. Fiyatı 150 Dolar civarında. Bizim pazarımızda da benzer ürünler mevcut yerel markalardan. Galiba en son Koçtaş'ta buna benzeyen bir şey gördüm. Muhtemelen gençlerin ilgisini çekebilecek bir ürün.

Lavazza Blue Kapsül ve Lavazza Kahve Makinesi



Malum kahve içmek birçok insanın keyif aldığı bir şey. Ülkemizde genelde Türk kahvesi çok seviliyor ama her türden kahvenin meraklısı var. Ben espresso seviyorum ve çoğu zaman espresso içiyorum. Ancak normal kahve türlerine göre espresso hazırlamak biraz daha meşakkatli malum. Haydi bardağın ısısını vesaire geçtim, asıl önemli nokta ve haliyle sıkıntı olay sıcaklık ve basınç. Tabii konunun derinliklerine indikçe nem durumundan havanın sıcaklığına kadar bir sürü teferruat var. Bunlar konunun meraklılarının daha doğrusu konunun derinlerine girenlerin üzerinde durdukları mevzular.

Aslında basit tipte ekipmanlarla (ters yönde çalışan bir nevi minyatür düdüklü tencere gibi düşünün) sıcaklık ve basınç kullanarak espresso yapabilmek mümkün. Hoş otomasyon hayatımıza sonradan giren bir konu ancak espresso'nun geçmişi cihazların hayatımıza girmesinden çok daha öncelere dayanıyor.

Açıkçası olayın içerine girdikçe işler karışıyor. Çok fazla seçenek ve yöntem var. Laf aramızda bir kere düzgün bir yatırım yaparak tam otomatik bir cihaz almak en mantıklısı. Kahve çekirdeklerini koyduğunuz özel bölümleri olan ve bir kaç tuşa basarak o çekirdekleri öğüterek espresso haline getiren "güzide" makineler pazarda bol bol var. Philips'ten, Delonghi'ye hatta son dönemlerde yerel ve rekabetçi markalara kadar piyasada bin bir çeşit bin bir özelliğe sahip cihazlardan, Gaggenau gibi kalburüstü üreticilerin ankastre ürünlerine kadar seçenek bol. Tüm bunların maliyetleri 200TL civarlarından başlıyor ve binlerce TL'ye kadar yükseliyor. Ek özelliklere göre tabii ki fiyat artıyor. Genelde çok az uğraşarak gayet başarılı kahveler elde etmek mümkün.

Bir diğer seçenek kapsül ile espresso hazırlayabildiğimiz cihazlar ki benim şahsi favorim bu cihazlar. Tek tuşa basarak neredeyse saniyeler içinde hiç fena olmayan bir espresso elde etmenin mümkün olduğu bu cihazlarda en önemli konu cihazın kendisinden ziyade kapsül konusu. Çarşıya pazara çıktığınızda seçenekler fena değil gibi.

Nespresso makineleri oldukça yaygın şekilde bulunuyor. Gerek kendi markasıyla gerekse de Krupps gibi markalardan cihazlar hemen her büyük zincir mağazada bulunabiliyor. Kapsüllerde ise sıkıntı var. Belirli satış noktalarından satın almak mümkün ama genelde işinizi internet ile halletmeniz gerekecek. Türkiye'ye genel olarak önemli bir miktar çeşit geliyor. Benim tat olarak en favori ikinci kapsül espresso seçeneğim Nespresso.

Cremesso sanırım İsviçre firması ve özellikle Mediamarkt'larda hem makineleri hemde kapsülleri bulunuyor. Espresso çeşidi pek yok, ancak hem makinelerin hemde kapsüllerin fiyatları oldukça ucuz. Bulunabilirlik ve perakende olarak satın alabilmek tabii ki en büyük kolaylık. Ancak iş benim damak tadıma kaldığında ortaya çıkan durumu pek sevmedim. Cremesso ile uğraşmak yerine Tchibo'nun Cafissimo serisine bakmak daha mantıklı.



Tchibo, son dönemlerde Cafissimo serisinin makinelerini oldukça çeşitlendirdi. Fiyatlarda genel olarak makul. Kahve çeşidi dönem dönem özel serilerinde etkisiyle artıyor. Damak tadına uygun bir şeyler bulmak mümkün oluyor. Ancak ne Nespresso ne de Lavazza'daki tadı ve dokuyu bulmak pek mümkün değil. Kapsüllerin kolay bulunurluğu ve perakende alınabilmesi avantaj. Muhtemelen espresso dünyasına giriş açısından fiyat/performans oranı en yüksek seçenek. Bende Cafissimo kullanıcısıyım...

Illy malum sektörün en önemli firmalarından. Hayatımda sadece bir kez Iperespresso kapsüllerden içtim. Çok hoşuma gitti. Ülkemizde makineleri bulunuyor ama kapsüller yine sıkıntılı. Normalde yine oldukça çeşit var ama ülkemizde kutu bazında satılıyor. Örneğin hangi serinin sizin hoşunuza gideceğini tespit etmek için 100'er adet kapsül almanız gerekiyor. Biraz sonra anlatacağım gibi çözüm ne yazık ki eBay'de. Daha fazla deneyimim olsa muhtemelen Illy'i bir veya ikinci sıraya koyardım. Makinelerin çeşit olarak azlığı ve kapsül konusundaki saçmalıklar yüzünden Illy'i alışveriş listesinden çıkartmakta fayda var...

Lavazza cephesinde ise ev kullanıcısına yönelik 2 ana ürün grubu var. MIO ve BLUE. MIO son dönemlerde evde kahve içmek isteyenler için ön plana çıkartılıyor. Kapsülleri ve makineleri farklı. Ben MIO denemedim. BLUE ise hem kapsüller hemde makineler yönünden bir derya. Tat olarak uzak ara benim favorim.

Lavazza dünyasına yine firma için kahve makineleri üreten Hiroshi Ono tarafından tasarlanmış Guzzini marka br makine ile girdim. En yukarıda resmi olan turuncu makineden mutfağımda bir tane duruyor (şu sıralar dünya turunda olan Buket ve Ali çiftine teşekkürler) Makine belki çok şık ama özellikle tepesindeki metal kısmın bence saçma sapan tasarımı yüzünden çok rijit bir cihaz değil. Tasarım muhteşem ve işini iyi yapıyor ama ne yalan söyleyeyim Tchibo'nun ucuz Cafissimo serisi çok daha sağlam bir his veriyor insana.



Bu cihaz Lavazza'nın BLUE serisi kapsüllerini kullanıyor. Şimdi sorun zaten burada başlıyor. Tıpkı Nespresso kapsülleri gibi internet üzerinden satın almak gerekiyor. Vatandaşlık numarası girmeye kadar bol teferruatlı saçma sapan üyelik işlemlerinin ardından BLUE serinin toplam 3, espresso olarak toplam 2 adet kapsülünü memleketimizden tedarik etmek mümkün. Tüm bu işlemleri yaparken web sitesinin de oldukça modası geçmiş olduğu için içinizde şüphe olmuyor değil. Ancak Lavazza'nın Illy'e göre avantajı kapsülleri yüzlük paketler ile değil teker teker alabilmeniz. Laf aramızda al birini vur öbürüne...

İşin acı tarafı BLUE serisinde inanılmaz güzel bir çeşit var. Eh bu noktadan sonra yapılacak iş bu kahveleri tatmak için eBay yollarına düşmek oluyor. En iyi fiyatları İtalyan eBay'inde bulmak mümkün. Bu noktada İtalyan satıcılarla İngilizce anlaşma eziyeti başlıyor. Bir süre debelendikten sonra Türkiye'ye gönderilme safhasına geçip siparişinizi verebiliyorsunuz. Gümrükte sıkıntı yaşamayayım diyerek çok adetli alımlarda yapamamak işin en kötü tarafı...

Tabii uzak diyarlardan sarf malzemesi tedariğinin yarattığı lojistik sıkıntılar sonucu kahvesiz kalmamak için ikinci bir espresso makinesinin de el altında bulunması gerekiyor. Mutfak çok büyük değilse iki adet espresso makinesi eziyetten başka bir şey değil. Ancak yapacak pek bir şey yok.

Bu noktada bu kadar saçma sapan işlerle uğraşmaktansa adam gibi bir espresso makinesi alıp çekirdekten hareket etmek makul mantıklı bir hale geliyor. Ancak Lavazza'nın BLUE serisine alışınca bu hem kolay değil hemde fiyat/performans konusunda kafamda bazı şüpheler var.

Hal böyle olunca espresso meraklıları için kapsüllü makineler arasında giriş seviyesinde mükemmel fiyat performans oranı ile Cafissimo çözümü en iyi seçenek. Üst segmentte ise kapsül tedariğinin sıkıntılı olmasına rağmen göreceli zengin çeşidi ile Nespresso kesinlikle en iyi tercih olur. Aslında Nespresso için, Illy ve Lavazza'nın yanında problemli demek ayıp oluyor.



Tat olarak benim damak zevkime göre Lavazza BLUE uzak ara önde ama Türkiye kapsüllerin internet üzerinden satın alınması büyük bir dezavantaj ancak asıl kötü olan şey kapsül seçeneklerinin fakirliği. Eğer Lavazza olayına girecekseniz eBay ile yaşamaya ne yazık ki alışmak zorundasınız. Umarım Lavazza'nın Türkiye temsilcisi bu konuyu makul ve mantıklı bir şekilde ele alır, sistemine bir çeki düzen verir. Damak tadının son derece kişisel olduğu bir dünyada, satılmıyor veya tedariği sıkıntılı diyerek -veya sorun ne olursa olsun- bu şekilde hareket etmek mantıklı değil.

Ben manyağım başıma dert istiyorum diyorsanız Illy ve Lavazza'yı tavsiye ederim. Lavazza'nın kapsülleri gerçekten çok başarılı, eminim ki, Illy'de farklı değildir ama anlattıklarımdan sonra bende dahil bu işlere kalkışanların pek mantıklı insanlar olmadığını söylemem lazım. Kahve içeceğim diye işkence çekmenin bir mantığı yok. Ha o zaman sen ne halt ediyorsun derseniz, baştan söyledim zaten normal olmadığımı :)

İlerleyen günlerde sizlere bazı DIY denemelerimden bahsederim...

45 Tüplü Garip Bir Ampli



Benzin tankı şeklinde bir amplifikatör son dönemlerde gördüğüm en garip şeylerden birisi ama altında belirli bir mantık var anlaşılan. Amplinin tasarımının arkasındaki isimler tanıdık aslında; Thomas Schick ve Holger Barske. Ampli single ended triode dünyasında tüplerin şahı olarak nitelendirilen 45 üzerine kurulmuş. Şasinin bu şekilde seçilmesinin altında hem espri hemde teknik olarak metal kafesin elektronik gürültüyü son derece iyi absorb etmesi olduğu muhakkak. Enteresan bir proje. Eminim ki sesi de muhteşemdir.

K-Tel Raf



Yukarıdaki ilanı tam olarak anlamadım çünkü Flemenkçe gibi gözüküyor. Ancak raf fikri pek güzel. Aslında küçüklüğümde bu tarz rafları hatırlıyorum ama nedense ortadan kalktılar. Hoş eskiden tel oluyordu bunlar. Aslında çok basit bir şekilde yukarıdaki formun ahşap versiyonu da yapılabilir ve kesinlikle çok şık olur. Hatta en sevdiğim şey plakları kapaklarından seçmek. Çünkü şu an depoladığım şekilde yan yüzlerinden isimlerini ne yazık ki gözlerim görmüyor. Tabii büyük bir alan lazım böyle bir depolama çözümü için ama hayal etmesi bile güzel...

Dead Kennedys - California Über Alles



Dead Kennedys'in marş şarkısı California Über Alles'in canlı bir performans videosu bugünkü videomuz. Şarkı efsane ötesi Fresh Fruit for Rotting Vegetables albümünden. Dead Kennedys’nin müziği karman çormandır, hızlıdır yoğundur serttir ama garaj rock’ı ve saçma sörf müziğine bile göz kırpar. Bunların üzerine Jello Biafra’nın tokat gibi sözleri eklenince müzik bambaşka bir hale gelir. Bu adamlar kendi aralarında kavga edip durmasalar neler olacaktı müzik dünyasında tahmin etmek güç. Fresh Fruit for Rotting Vegetables bu güzide topluluğun ilk albümüdür. 1980′de yayınlanan albüm İngiltere ve Amerika’da farklı plak firmalarından yayınlandı. Tabii ilerleyen yıllarda bahsettiğim kavga dövüş yüzünden albüm üzerinde daha doğrusu baskılar üzerinde bol bol hengame olur. Bir punk albümüne göre anormal satışlarının etkisi ile kavga tabii ki büyür. Jello Biafra’nın ne kadar normal (&%!#) bir adam olduğunu videoda tespit edebilirsiniz. Albümle alakalı kapsamlı bilgi tam burada :)

Vakum Tüp Fetişizmi: F2a11



Bu muhteşem manzara bir Uschi veya bizim bildiğimiz ismiyle Sun Audio ampliden. Oldukça sağlam şekilde modifiye edilmiş olan amplifikatör çıkış tüpü olarak pek az denk geldiğimiz F2a11'leri kullanıyor. 1938'lerde yani büyük harbin hemen öncesinde geliştirilen bu tüp ilk önce radyolarda hemen akabinde ise Alman ordusunun haberleşme sistemlerinde kullanılmış. Yazılan çizilenlere göre en makbul olanı Siemens üretimi olanlar. Zaten tüp dönemin Siemens & Halske tasarımcıları tarafından geliştirilmiş. Bu tüplerin atası ise yine Siemens & Halske tasarımı F2a modeliymiş ki, yeni tasarım daha fazla güç üretme kapasitesine sahip. Manzara muhteşem :) Resim "2A3 Maniac" dostumuzun web sitesinden...

konstruKt - Bulut LP


konstruKt- Bulut
Sagittarius A-Star #40 LP, black vinyl, ltd ed.

Turkish Free Music başlığı altında yayınlanan 3 plaktan sonuncusunu sizlere anlatacağım yazıya hoş geldiniz. Sayfanın en altındaki linkleri kullanarak diğer yazılara göz gezdirebilirsiniz. Son plağımız, hem bloğumun hemde Stereo Mecmuası'nda zaman zaman bahsettiğim konstruKt topluluğundan. Bulut ismi verilen albüm konstruKt diskografisinde plağa basılan ilk albüm olarak bir ilke de vesile oluyor. İnşallah devamı gelir. Albümde dinleyeceğimiz müzisyenleri zaten tanıyorsunuz ama listemizi geleneksel olduğu üzere yine ekleyelim. Korhan Futacı tenor ve alto saksafon, flüt. Umut Cağlar moog, vermona organ, elektrik gitar. Özun Usta- djembe, elektrik bas, flüt ve cura. Korhan Argüden davul.

Naçizhane, konstruKt topluluğunu uzaklardan da olsa yakından izlemeye çalışan bir kişi olarak albüm haberleri ilk ortaya çıkmaya başladığında beni heyecanlandırdı. Topluluğun hem bireysel kayıtları hemde farklı kişisel projelerinde müzikal manada ve enstrümanlara hakimiyet alanında büyük gelişmeler oluyor. Tıpkı bir çoğumuzun uğraştığı alanlar gibi bir konu üzerinde vakit geçirdikçe o konu üzerinde adım adım uzmanlaşıyorsunuz. Yeni konstruKt albümünde bu durum gözler önüne seriliyor. Albüm "A" yüzünde 3, "B" yüzünde ise tek bir parçadan oluşuyor. Şarkı listesi şu şekilde;
A Yüzü
Bulut
Ates
El Gato (for Gato Barbieri)
B Yüzü
Toprak

İlk şarkı olan ve albüme ismini veren "Bulut", konstruKt albümlerinde görmeye pek alışagelmediğimiz bir giriş ile başlıyor. Yer yer etnik öğeler barındıran şarkıda oldukça düşük ses seviyelerinde enstrümanların minimal tınılarına odaklanmış iken başlayan davul bölümleri ile şarkı kısa bir süre içerisinde aynı anda bir kaç yöne gitmeye başlıyor ve şarkı sona eriyor. "Ateş" ise flüt ile saksofon atışmaları ile başlayan son derece keyifli bir şarkı. "El Gato" (for Gato Barbieri) için önce bir nefes alayım ve parantez açayım.

Meraklılar zaten biliyordur, Leandro Barbieri veya bilinen ismiyle Gato Barbieri, Arjantin asıllı tenor saksofoncu. 1960'lı yıllarda free jazz akımına verdiği katkıdan tanınan müzisyen müzik hayatındaki yükselişine yine vatandaşı olan Lalo Schifrin ile birlikte çalıştığı dönemde başlıyor. 1960'ların başında İtalya'da çalarken Don Cherry ile tanışınca müziğinin yönü adım adım değişmeye başlıyor. Albert Ayler ve Pharoah Sanders gibi efsanevi isimlerle çalışan Barbieri'nin 1960'larda yaptığı kayıtları mutlaka edinmeye çalışın. 1970'lerde Impulse! plak şirketi için yaptığı üçleme de ayrıca mercek altına alınmalıdır. Chapter One: Latin America, Chapter Two: Hasta Siempre ve Chapter Three: Viva Emiliano Zapata. Müzisyen bu kayıtlarda hem dünya görüşünü müziğine aktarmış hemde G.Amerika'nın melodilerini çok yoğun olarak kullanmıştır.

El Gato (for Gato Barbieri) şarkısı tek kelime ile muhteşem olmuş. Hatta benim son yıllarda dinlediğim en heyecan verici dönüşümlerden bir tanesi ile bu şarkıda karşılaştım diyebilirim. konstruKt, benim gözümde bu şarkı ile Türk cazına bir klasik hediye etmiştir. Bu kadar açık ve net. Plağın B yüzünü baştan aşağı kaplayan "Toprak" ise zaman zaman rock dünyasının belirli bir çağına gidip gelen melodiler ile damağımda çok keyifli bir tat bıraktı.

konstruKt bu albümüyle özellikle de El Gato (for Gato Barbieri) şarkısıyla beni benden aldı. Albüme bayıldım. Dönüşüm ve gelişim muhteşem. Ancak yazar yani bendeniz açısından bir sıkıntı var. Bu müzisyenler zaman içerisinde çıtayı daha da yükselttikleri zaman albümlere ne yazacağım bilemiyorum. Albüm tam anlamı ile helal olsun dedirtti bana.

Albümün plağı da çok keyifli. Ucundan köşesinden sembolizme (ben sembolizm diyeyim yanlış anlaşılmamak için ama meraklılar ne kastettiğimi zaten biliyorlardır) meraklı bir insan olarak albüm kapağındaki Türk halılarında kullanılan motiflere atladım hemen. Bir dönem kendi "sigil"imde iki üçgenin biraraya geçmesi ile oluşturulmuş "tılsım" motifini kullanmıştım. Bu motiflerin plak kutu seti için bir de ek özelliği var. İlk yazıda anlatmıştım ayrıntılarını..

Plağın baskı kalitesi başarılı. Standart plaktan daha kalın (kuvvet ile muhtemel 180gr) basılan plak sistemimde gayet güzel performans gösterdi. Kapakta anlattığım gibi son derece keyifli bir fikre sahip. Hem kapak hemde iç kılıf gayet özenli. Hoş öyle olmasa bile albümü dinledikten sonra bunlar teferruat işte...

konstruKt'teki sevgili dostlarıma helal olsun diyorum tek kelime ile. Türkiye gibi bir memlekette müzik adına son yıllarda beni en mutlu eden şeylerden bir işe imza attılar. Hem de layıkı ile belki de fazlası ile...


Turkish Free Music içeriği hakkındaki yazılar şu bölümlerden oluşmaktadır. Giriş: Turkish Free Music kutu seti hakkında. / Plak İncelemesi 1: Okay Temiz - Hüseyin Ertunç - Doğan Doğusel - The Trio LP / Plak İncelemesi 2 Okay Temiz & Hüseyin Ertunç Etnik Orkestra - Live in Istanbul LP /  Plak İncelemesi 3: konstruKt - Bulut Linklere tıklayarak ilgili yazılara gidebilirsiniz. / Albümü satın almak için tıklayınız...