HakanCez ile ARPG Tarihi: Titan Quest


Titan Quest, Iron Lore Entertainment tarafından geliştirildi ve 2006 yılında THQ tarafından yayınlandı. Oyun için ilerleyen yıllarda iki genişleme paketi yayınlandı. 2007 yılında Titan Quest: Immortal Throne ve 2017 yılında Titan Quest: Ragnarök.

Titan Quest, Titanların bir zamanlar dünyaları nasıl yönettiklerini anlatan bir intro ile başlar. Aslında hikayeyi hepimiz biliyoruz. Büyük bir savaştan sonra Titanlar sürgün edilerek hapsedilir ve Olimposlular ölümlüler dünyasını yönetmeye başladılar. Bu döneme altın çağın başlangıcı da denir. Bilinmeyen bir süre sonra, Telkines olarak bilinen daha az tanınan Titanlar kökenli bir üçlü, ölümlü dünya ile Olympus'u birbirine bağlayan iletişim kanalını kırar ve dünyayı yakıp yıkmak ve Titanların serbest bırakılmasına hazırlamak için canavar ordularını çağırır.

Oyundaki bazı ortamlar eski filmleri anımsatıyor. Argonotlar filmini seyreden var mı? 
İşte tam burada oyun başlar. Oyuncu karakteri yani biz, canavarların temel gıda kaynaklarını yok ettiği Helos köyünde görevlerine başlar. Macera ilerledikçe antik Yunanistan boyunca ilerlermeye başlarız. Bu süreç içinde Order of Prometheus adlı bir gruptan Telkines'leri öğrenir ve onları yok etmek için maceramıza devam ederiz. Knossos sarayının altındaki ilk Telkine'yi yendikten sonra, yolumuz Mısır'a düşer ve Dünya ile Olympus arasındaki bağlantıyı yeniden kurmaya çalışırız. Tahmin edeceğiniz üzere bu bağlantıyı kurmak için yapılan ayin başarısız olur ve ikinci bir Telkine ile savaşmak zorunda kalırız. Arkasından Çin'e doğru uzanan İpek Yolu boyunca son düşmanı takip ederiz. Telkine'yi Wusou Dağları'na kadar takip ederiz ancak Titan Typhon'un serbest bırakılmasını önlemek için çok geç kalırız. Typhon oyunun son "boss"udur. Bu arkadaşı bir güzel dövdükten sonra Zeus kendini gösterir. Ne adamsın diyerek bizi yağlar ballar :) Aman efendim ne demek deyip farklı zorluk seviyelerinde oyunu oynamaya devam ederiz.

Titanları iki şimşekle yakabilecekken bizi boş işlerle uğraştıran Zeus hıyarı... 
Titan Quest, senaryo olarak Roma İmparatorluğu öncesi Antik dünyayı kendisine oyun alanı seçmiştir. Senaryo içerisinde Yunanistan, Mısır ve Asya'da maceralar yaşanır. karakter yaratma ekranında cinsiyet, isim ve tunik rengi seçebilirler. Üç boyutlu dünya, yukarıdan üçüncü şahıs görünümünde oynanan oyun tarzı itibarı ile türe bazı yenilikler getirmiştir. Özellikle Antik dünya ve buna bağlı efsaneler oyunun fantastik bir evrenden daha hızlı şekilde sizi sarmasını sağlar.

Onlar ilerledikçe, haritaya dağılmış oyuncu olmayan karakterlerden (NPC'ler) alınan görevler ile oyunun senaryosu ve yan senaryosu ilerlemeye başlar. Geleneksel olarak oyunda ilerledikçe tecrübe puanları kazanılır, bunlar ile karakteriniz geliştirilir. Sağlık ve enerji seviyesi yanında yine hemen her oyunda görülen dexterity, intelligence ve strength puanları ile oyundaki karakterinizin ana özellikleri geliştirilir. Oyunda tahmin edeceğiniz gibi binbir türlü silah, zırh, aksesuar ve bunların yanında pasif özellikler ekleyen slotlar bulunuyordu. Bu arada kullandığınız takım taklavat gerçek zamanlı olarak karakterinizin görünüşünü de etkiliyordu.

Bol bol vakit geçirilecek ekranlardan bir tanesi, şu yüzüğü mü kullanayım, yoksa bunu mu?

Oyun o dönemler için yenilikçi sayılabilecek skill çeşitliliği de sahip idi. Oyunda yanılmıyorsam sekiz farklı savaşçı/büyücü seçeneği bulunuyordu ve hepsinin hem yetenek seti hemde oynanışı birbirinden oldukça farklıydı. Geleneksel kılıç kalkanlı veya menzilli silahlarla donatılmış savaşçı sınıflar, farklı element büyüleri yapabilen büyücü sınıfı ve doğaya hükmedebilen farklı bir sınıfla oynamak mümkündü. Oyunda Diablo II ile delilik haline gelen Relic ve Charm'larda vardı. Ama oyunun geçtiği ortam bakımından en zevklisi kılıç kalkanlı bir savaşçı sınıfı idi bana sorarsanız. Her sınıf için 8 sekiz farklı yetenek seti kullanılabiliyordu. Skill setinde yeni yetenekler açılıyor ve bu yetenekler geliştirilebiliyordu. Bazı yeteneklerin açılması için gereksinimler oluyor ve işler karıştıkça karışıyordu. Oyunda karakterinizi yaratmak için bir noktadan sonra hesap kitap yapılması gerekiyordu. Ki türün en önemli özelliklerinden birisi de budur zaten...

Oyunda sadece zindanlar olmaması önemli bir artı puandı. Dağ bayır dolaşmak mümkün! 
Oyunun dönemine göre gelişmiş multiplayer özellikleri vardı ama kullanmak pek kolay değildi. Daha doğrusu karışıktı. Oyunun ilerleyen yıllarda -daha doğrusu tam 10 yıl sonra- yayınlanan Anniversary Edition edisyonunda multiplayer özellikleri daha kolay kullanılabilir hale getirilmişti. Onu da ayrıca konuşuruz zaten.

Titan Quest'i özel kılan şey, bana sorarsanız antik dünyada geçmesiydi. Konusu bir şekilde aşina olduğumuz efsaneler ve mitolojiden geliyordu. Aynı şekilde düşmanlar ve mekanlar hatta şehirler bile. Grafikleri dönemine göre çok güzeldi ve hikayesi de keyifliydi. Ha senaryo daha iyi işlenebilirdi belki ama ben sevmiştim. Oyunda köyler, kasabalar güzel yaratılmış ve NPC'lerin yan hikayelerinin bir bölümü oldukça yaratıcı idi. Ayrıca farklı şekillerde oynayabilme ve karakterinizi geliştirebilme konusu da önemliydi. Ama bir süre oyun uzadıkça uzuyor, ne yaptığınızı tam bilmeden önünüze gelen bir tekme şeklinde ilerliyordunuz. Herşeye rağmen güzel oyundu.

Razer Deathadder Elite


Senelerden beri Mad Catz firmasının R.A.T. 7 farelerini kullanırım. Hatta belki ilk çıktığı dönemlerden beri kullanıyorum dersem yanlış olmaz. Ancak zaman içerisinde mouse'lar dağılmaya başladı ve problem çıkartmaya başladılar. Üreticisi Mad Catz maalesef battı, sonra yeniden geri döndü ama R.A.T. serisinden bana da ikrah geldi doğrusu. Hoş son kalan R.A.T.'larımı bir şekilde tamir etmeyi başardım. Ama her an problem çıkartabilir gibi duruyordu. Sonunda elimdeki tüm mouse'ları değiştirmeye karar verdim.

Normal insanlar için bu işler gayet kolay oluyor ancak ben elimde en az 2 hatta 3 adet mouse bulunduruyorum. Evdeki kişisel bilgisayarımda, ofiste ve laptop çantamda her zaman aynı marka model mouse bulunduruyorum. Bu bana büyük bir kolaylık sağlıyor ancak ödenen tutar maalesef bayağı yüksek oluyor.

Ne alayım ne alayım derken  oyuncu marketinin en önemli firması olan Razer'ın bir dönem kullandığım Deathadder modeline geri döndüm. Eskiden bazı problemleri olan bu mouse'lar baştan sona yenilenmiş ve "Elite" diye yeni bir seri hazırlanmış. Tabii ki pavyon ışıklı!

Şimdilik çok memnunum hayatımdan özellikle ergonomi anlamında. Yakın zamanda bir şeyler yazıp çizerim hakkında. Ama bu ürünlere bu paraları vermek -ki bende verdim- bir noktada maalesef pek akıllıca değil... Bile bile lades diyoruz işte...

Achtung!


Genelde yukarıdaki gibi fotoğrafları işçi maket veya oyuncakları ile çekiyorlar ama bu arkadaşımız asker figürleri ile çekmiş ve bence ilginç olmuş. Aslında benim elimde de çok asker figürü olduğu için ulan bende mi yapsam diye kaşınmadım değil.

Hatta aklımda bir sahnede var. II Dünya harbinin tetiklenmesine yol açan Almanların Polonya işgalinin başlangıcında sınırdaki engellerin kaldırıldığı meşhur bir fotoğraf vardır. Pikap kolunu kullanarak öyle bir şey yapılabilir aslında. Dur bir ara vaktim olduğunda oturup uğraşayım bari...

HakanCez ile ARPG Tarihi: Dungeon Siege


Dungeon Siege, Gas Powered Games tarafından geliştirilen ve  Microsoft tarafından yayımlanan bir ARPG  oyunuydu. Ehb adında bir ortaçağ krallığındaki geçen ve işgalci güçleri yenmek için yola çıkan genç bir çiftçi ve yoldaşlarını konu alıyordu. İlk başlarda Krug adındaki  yaratıklarla uğraşırken zaman içerisinde işler derinleşir ve 300 yıldır uykuda olan Seck adı verilen başka bir ırkı yenmek için bir yol aramaya başlanır.

2000'lerin benzer oyunlarının aksine Dungeon Siege dünyasında zırt pırt yüklenen dungeon  haritaları yerine açık alanlarda vardır ve bölgeler arası geçişlerde yükleme yapılmıyordu. Böylelikle işin içerisine dungeon'larda eklenince sanki tek bir dünyada oyun oynanıyormuş hissi elde ediliyordu. Bence dönemi için büyük devrimdi. Zaten oyunun bu denli ilgi görmesinin ilk sebebi bu idi. Güzel yaratılmış oyun dünyası.

Oyunun açık arazi ve orman haritaları dönemi için benzersizdi.
Dungeon Siege, oyuncuyu araziye bırakıyor ve savaş yapmasına izin veriyordu. 3 boyutlu dünya gayet güzel yaratılmış ve çizim yerine direkt olarak 3D tasarlanmıştı. İlk önce cinsiyet seçilir arkasından çok kapsamlı olmasa da, karakter özelleştirilirdi. Dönemin ARPG oyunlarında bunlar pek rastlanan şeyler değildi. Dungeon Siege bu özellikleri rol yapma oyunlarından alıp büyük ölçüde özelleştirerek dönemin teknolojik imkanları ölçüsünde oyuna eklemeyi başarmıştı.

Karakter yaratma ekranı şimdilerde ne kadar ezik gözüküyor ama o dönemlerde heyecan yaratmıştı. 
Oyunun bir diğer özelliği parti kurulabilmesiydi. Oyun sırasında istediğimiz zaman karakterimizi değiştirebiliyorduk. Aslında farklı oyunlarda bilgisayar kontrolünde yapay zekalı karakterler ile parti kurmamıza izin veriliyordu. Dungeon Siege bunu bir adım öteye taşımayı başarmıştı.

Oyunda karakter sınıfı seçmek tam anlamı ile yoktu. Aslında Ranger, Melee, Combat Magic ve Naturel Magic skilleri vardı. Siz ana karakterinizle kılıç kalkan kuşanıp, düşmana "Ya Allah" deyip giriştikçe melee skiliniz gelişmeye başlıyordu. Bu sistem oyundaki parti oluşturma stratejisinin de temelini oluşturuyordu. Her skill setini kullanan birer karakter yapıp, uzmanlaştırmak en iyi yoldu. Bir karakter hem kılıçla milleti biçsin, hem ok yağdırsın tarzı bir oyun sistemi yerine, ok atan ayrı, yakın dövüşçü ayrı olsun gibi bir sistemi vardı oyunun. Oyun zorlaştıkça partiyi kontrol etmek zorlaşıyordu ama zevkliydi. Tabii ki yön bulma sorunları, yapay zekanın aptallıkları yüzünden arada sırada saç baş yolunuyordu ama deneyim yine de eşsiz idi. Eğriyi oturup doğruyu konuşmak lazım. Aslında oyuna bu haliyle Baldur's Gate tarzı RPG oyunlarının basitleştirilmiş hali denilebilir.

Vefakar eşeğimiz grubun arkasında olacaklara bakarken :)

Oyunun güzel taraflarından birisi eşek idi :) Bu hayvancağız sizden daha fazla malzeme taşıyabiliyor, Toplanan eşyaları gidip satabiliyordu. Zırt pırt town poral atılan oyunlara göre bu bile başlı başına bir devrim idi.

Oyunda karakterlere giydirilen takım taklavat gerçek zamanlı olarak görülebiliyordu. Oyunun grafik motoru sayesinde zarar ziyan keza aynı şekilde silah ve zırhlara yansıtılabiliyordu. Bunlarda oyunun bence artı puanlarında idi.

Oyunun haritası yani Ehb krallığı işte böyle bir şeydi... 
Grafikler çok güzeldi. Özellikle orman tasarımları. Zindanlarda güzel tasarlanmıştı. Meşale yakmak gibi bazı ince dokunuşlar dönemi için benzersiz bir deneyim idi. Kamera açıları iyi düşünülmüş ve çok iyi bir zoom seviyesi vardı. Zaman zaman kamera açıları tabii ki problem yaratıyordu ancak çok da sıkıntı olmuyordu. Oyunda space ile oyunu durdurmak da vardı. Savaşlarda taktiksel fark yaratmıyor olsa da, kafayı toplamak için iyi oluyordu ve tabii ki arada sırada ortalığa ayrıntılı şekilde bakma için faideli bir özellik idi.

Oyunun yapımcılarının örümcekler ile bir alıp veremediği kesin olarak var. Bir süre sonra örümcek kesmekten ikrah geliyordu. 
Dungeon Siege serisi ilerleyen yıllarda Dungeon Siege II (2005) ile devam ettirildi. İkinci oyuna bir yıl sonra Broken World isimli bir genişleme paketi yapıldı. 2011 yılında ise Dungeon Siege III yayınlandı. Böylelikle üçleme tamamlanmış oldu. Aslında oyun dünyasını konu alan bir de film üçlemesi var ama o maalesef facia :)

Oyunun dönemi için hemen her türlü multiplayer seçeneğini desteklediğini söyleyebilirim ancak benim kişisel olarak fazla bir deneyimim olmadı maalesef. İlerleyen zamanlarda serinin diğer oyunlarına da bakarız hep birlikte...