Fazıl Say ve Arabesk Tartışması



Ben tatildeyken müzik piyasası yine bir tartışmanın içerisine girmiş. Tatildeyken konudan haberim oldu ve konuşulanları izledim ve dinledim. Yeni tartışmanın temelinde yine Fazıl Say var ve yaptığı açıklamanın satır başları şu şekilde;

“Arabesk müzik, arabesk yaşam tarzının betimlemesidir. Aydınlığın, çağdaşlığın ve öncülüğün, sanatçılığın sırtına külfettir. Emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı “yalan dolanla” doludur. Ortadoğu işi, 3. sınıf, acındırmaca, tembellik, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden yaşar. Arabesk müziği yapan yapsın! Bu sayfaya tek gık diyeni yukarıdaki sebeplerden hemen atacağım! Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum, utanıyorum, utanıyorum”

Ben kendi adıma farklı fikirlerin paylaşılmasını ve tartışmaya açılmasını önemli buluyorum. Ancak beğenmediğim, hoşuma gitmeyen şeylerle ilgili bir şeyler yazacağım zaman, özellikle, mümkün olan en fazla dikkati göstermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Dikkat edilmediğinde olanlar oluyor. Fazıl Say, fikirlerini keşke daha sakin bir şekilde ifade etseymiş. Bu açıklamalardan sonra olanlar oldu.
O müziktir, bu müzik değildir tartışması, yeni bir konu değil. Sadece bize özgü bir konu değil. Tüm dünyada aynı tartışmalar mevcut. Dozaj çoğu zaman bizdeki kadar yoğun oluyor. Ancak gazete manşetleri yerine müzik dergilerinden/sitelerinden takip edebiliyorsunuz. Bizim medyamız tartışma sevdiğinden, bazen böylesine tartışmalar gündemin en üst sırasına oturuyor.

Bu tarz tartışmalar yerini daha sert davranış tarzlarına da bırakabiliyor. Örnek mi istiyorsunuz, hemen vereyim. Ben ortaokul çağlarındayken Acid diye bir müzik tarzı çıkmıştı. Oraya buraya sarı gülen yüzler çizen dinleyiciler, bana o zaman garip gelen son derece hızlı elektronik ritmler eşliğinde dans ederlerdi. Bunun tam aksi yönünde ise Heavy Metal vardı. O dönemin batıya dönük underground müzik arenasının 2 dominant müziğini dinleyenler arasında savaş koptu. Acid-Metal savaşları denilen şey başladı. Aslına bakarsanız birbirimize yumruk sallarken bunun kökenlerini hiçbirimiz bilmiyorduk ama tartışmanın (veya kavganın) kökeninde aslında müzikten fazlası vardı. Konuyu toplumsal, sosyal ve ekonomik açıdan incelediğinizde kitaplar yazacak kadar derin olduğunu fark edebiliyorsunuz.
Arabesk konusunda da, benzer bir durum söz konusu. Arabesk, ülkemizde bir vakadır ve bir kalemde silinecek, yok sayılabilecek bir şey değildir. Konuyu kültürel, toplumsal, sosyal ve ekonomik açıdan incelediğimizde ortaya çıkış hikayesini, gelişmesini daha iyi anlayabilmemiz mümkün. Hatta 1980'lerin Türkiye'sine dikkatlice bakmak gerekir.

İzmir I. Sanayi Sitesinde çalıştığım dönemler, Arabesk denilen müzik tarzının müzik piyasasını domine ettiği dönemlerdi. Seyyar arabalardan süzülen birbirine benzeyen melodiler, yanık sesler bana hitap etmiyordu ancak atölyelerde çalışan insanlar molalarında, derme çatma müzik setlerinden bu müziği dinleyip, uzaklara dalıp gidiyorlardı. Onların dünyevi sorunlarına, duygularına ve hayallerine hitap ediyordu belli ki bu müzik tarzı. Onlar, aşkı, sevgiyi benden farklı yaşıyorlardı belli ki. Aslında duygular aynıydı ama şehrin farklı yerlerinde yaşayanlar, farklı değer yargıları olanlar için yaşam dolayısıyla duygular her zaman aynı yaşanmaz. Arabesk müziğinde sessiz bir isyan vardı sahip olunamayan her şeye. O dönemlerde bende en uçlarda gezinen Heavy Metal gruplarını dinliyordum. İçimdeki şiddet duygusunu bastırmama yardımcı oluyordu. Sanırım müzik işte böyle bir şey, bazen müziğin tarzı, müzisyenler, teknik gibi konuların hiçbir önemi olmuyor. O melodileri duyduğunuzda sizi nereye götürdüğü ile önemli.

Müzik son derece kişisel bir şey. Ona yüklediğiniz anlam önemli. Hoşumuza gider ve gitmeyebilir ama onu yargısız infaz etmeye hiç gerek yok. Ha illaki bir şey yargılanacaksa, 1980'lerden günümüze ülkemizi yargılamayalıyız. Yapılanları, yapılamayanları... Bunlara sebep olanları.

Yüzlerce web sitesinin sansürlendiği, ifade özgürlüğünün 2 ileri 5 geri gittiği bir ülkede müzik tarzlarına sıra gelene kadar üzülecek çok yavşaklık (çok affedersiniz) var. Gerçekten garip bir ülkede yaşıyoruz...

not:
Adam haklı Beyler demeden önce Fazıl Say'ın twitter sayfasına bir göz atın.

Yaz Temizliği


Son zamanlarda bloğum biraz karmaşık bir hal almıştı. Bende üşenmeyip hemen her şeyi elden geçirmeye karar verdim. Özellikle sayfanın altındaki meta-tag'leri güncellemeye çalışıyorum. Umarım ben dahil okuyucuları aradıklarını daha rahat bulabilirler.

Mad Goes Hifi 1958





1958'lerden harika bir dergiden hifi sistemlerine dair harika bilgiler. Aradan geçen 50 yılı aşkın sene de pek bir şey değişmemiş galiba. Resimleri özellikle büyük eklemek istedim. Çünkü okudukça gülümsüyorsunuz. Resimleri büyütmek için üstlerine tıklayabilirsiniz. Bu güzel taramaları Hifi Literature sitesinden aldım. Orijinalleri işte burada... Bir ara bunları Retro sitemize de eklemeliyim...

Ali Yılmaz- Son Durum CD'sine Bir Göz Atalım!


Albüm kapağında sazı görünce bu yazıyı okumaktan vazgeçecek sabit fikirli okuyuculara sahip olmadığımız için bu CD'yi kendi bloğuma konuk etmeye karar verdim. Ülkemizde son günlerde müzik piyasasında yaşanan tartışmaları hepiniz biliyorsunuzdur. Böyle saçma sapan işlerle uğraşan insanların nasıl müziksever olduğunu anlamakta bazen zorlanıyorum. Benim için konu çok açıktır; hiç kendimi üzmem. Bir albüm, ruhuma hitap ediyorsa müzik tarzına hiç bakmam. İster İskandinavya'nın sisler içerisindeki fyordlarını çevreleyen ormanlardan süzülsün, isterse Afrika çöllerinde deve sırtındaki bedevilerin güneş enerjisi ile beslenen gitar amplilerinden (böyle şey mi olur demeyin örnek Tinariwen)  süzülsün, isterse hiç görmediğim coğrafyalarda, ismini bilmediğim enstrümanlarla yapılsın müziğin ruhu varsa, benim için sorun yok. Dinlerim... Zaten neredeyse dört seneyi bulan Stereo Mecmuası birlikteliğinde her türlü zorluğa rağmen ayakta durmamızın sebebi benim gibi düşünen insanların verdiği desteklerdir.

Ali Yılmaz, benim hiç duymadığım bir isimdi. Albümün duyurusunu burada yapmıştık. Bende merak ediyordum doğrusu. Albümü edindim ve keyifle dinledim. Benim halk müziğimizle alakalı engin bilgilerim yok ama özellikle Alevi türkülerine kafayı takıp araştırmalar yapmıştım. Bu söylediğimi yaptığım dönemlerde çok sıkı bir ekstrem müzik dinleyicisiydim. Sanırım bu ilgimin başlangıcı Ankara gezisinde olmuştu. İsminin TOBAV olduğunu hatırladığım bir lokale gitmiştik. Orada duyduğum melodiler beni çok etkilemişti. Zaten sonrasında fırsat buldukça Sabahat Akkiraz, Neşet Ertaş, Ali Ekber Çiçek gibi isimleri öğrenmiş ve dinlemeye çalışmıştım. O yıllardan günümüze inişli çıkışlı grafiklerle de olsa araştırmalarıma devam ediyorum. THM ile alakalı şu an bile söyleyebilecek fazla sözüm yok, dinlediğim albümlerle ilgili sadece hissettiklerimi yazabilirim.

Haydi isterseniz Ali Yılmaz'ın hayatına bir göz atalım. Hikayesi çok ilgi çekici. Hemen özetleyeyim, hemşehrim olan Ali Yılmaz, küçük yaşlarda müziğe ilgi duymuş ve darbuka çalmaya başlamış. Babası darbuka çalmasını istemediğinden ona bir bağlama almış ancak kısa süre sonra babasını kaybedince bağlama duvarda asılı kalmış. On'lu yaşlarında eve katkı sağlamak için pavyonlarda ve düğünlerde müzik yapmış. Ondokuz yaşında ise bir arkadaşıyla tartışıp tekrar bağlamaya dönmüş. Daha sonra Ege Üniversitesi Konservatuvarına girmiş son sene okulu bırakıp, ünlü olmak hayali ile İstanbul'a gelmiş. CD kitapçığında bu dönemi çok güzel anlatmışlar; "Bambaşka bir dünya olan İstanbul, İzmir'in yetenekli bağlamacısına hemen kucak açmadığından, başladığı noktaya, pavyon müzisyenliğine geri döndü" Nasıl macera değil mi? Tabii bunu yaşayana sormak lazım aslında. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarına girmiş ve İstanbul'da da tanınmaya başlamış. Çok sayıda enstrümanı çalabilen Ali Yılmaz'ın ilk albümü "Son Durum"

Albüm, safkan bir halk müziği albümü değil. Anadolu melodilerinin yanında, Azerbaycan'dan ve Ege'nin karşı tarafından esintiler var. Tüm bunlar melodiler, yapılan aranjmanlar ile farklı enstrümanlar ve tarzlarla birleştirilmiş. Albüme "fusion" diyebilmek mümkün. Esthema'nın Apart From Rest albümünün Türkiye prömiyerini ben yapmıştım hatırlıyorsanız. Tıpkı o albümdeki gibi bu albümde son derece samimi.

Albümde çok sayıda müzisyen görebilmek mümkün. Liste son derece uzun basgitar: Nurhat Şensesli, davul: Volkan Öktem, elektrik gitar: Ayhan Günyıl, perküsyon: Ömer Arslan, trompet: Charles Dawson, tuşlu çalgılar: Özgür Arkun, bakır üflemeliler: Erkut Yılmaz, Klarnet: Bülent Altınbaş (bu arada Kirpi albümünü 6Moons'tan Srajan'a göndermiştim, bayılmış) rhodes: Fırat Özbaylar diye liste uzadıkça uzuyor.

"Açıl Ey Ömrümün Varı"(Anonim), "Anacan" (Ali Yılmaz), "Şen-Ar" (Şenol Arkun, muhtemelen şarkının ismi isim soysiminin baş hecelerinden oluşturulmuş) "Hasret" (Özgür Arkun) albümün ilk dört şarkısı. Daha batılı düzenlemelere sahip bu dört şarkının ardından "Ürüzgar" (Ali Yılmaz) şarkısı benim özellikle ilgimi çekti. Buram buram Ege kokan şarkının ilk bölümündeki piyano bölümü ve arkasından gelen duygu dolu bölümler çok hoşuma gitti doğrusu. Azeri melodileri ile dikkat çeken "Guba'nın Ağ Alması"nın ardından dört telli bağlamanın farklı tonlarını duyabileceğimiz "Özlem" (Göksel Baltagir) benim gibi farklı saz tonlarına alışkın olmayanlara ilginç gelecektir. "İstanbul" (Özgür Arkun) ise tam anlamıyla Ege şarkısı. Şarkı mübadele ile alakalı duygularla yazılmış.

Bu noktada hemen bir parantez açayım. Çoğu İstiklal Harbi sonrasında başlayan mübadele döneminde herkes İstanbul'dan giden Rumları, Selanik'ten gelen Türklerin hikayelerini ön plana çıkartıyor. Ancak olay bununla sınırlı değil. Anadolu'nun her yanından giden Rumlar ve bugün Yunan Adaları olarak tabir edilen adalardan gelen Türkler işin içerisine girince olayın boyutları büyüyor. Sadece bu değil, her iki toplum çok uzun zaman kendi halklarında da kabul görmemiş. Bu da ayrı bir trajedi.

Çocukluğumda bu olayları anlamazken Yunanlılar hakkında ne düşüneceğimi bilememiştim. Hemen iki örnek vereyim. Çocukken, Rodos adasına gittiğimizde yaşlı Rum amcalar Yaşar'ın (hiç görmediğim dedemin ismi) torunları gelmiş diye beni ve kardeşimi öperlerdi. Babamla kucaklaşırlar ve her gittiğimiz yerde bizi sevgiyle karşılarlardı. Bazende olumsuz olaylar yaşadığımız olurdu. Bir gün dedemin mezarını ziyaret etmek için taksiye binmiştik. Yolun ilerleyen kilometrelerinde babam Türk mezarlığına (Rodos'taki) doğru dön dediğinde taksici ıssız bir arazide bizi arabasından indirmişti. Sebebini merak ediyorsanız, Türk mezarlığına gitmezmiş. Sadece bu değil, Türkiye'den geldiğinizde ilaçlı su dolu havuzlardan adalara girmek zorundaydınız. Sebebi mi; Türk toprağı mikroplu olabilir, dezenjekte etmek gerekli. Pasaport kontrol noktalarında Türk pasaportu olduğu için annemin saatlerce tutulması, buna kızan babamın görevlilerle her defasında Rumca kavga edip, kafalarına pasaportunu çarpması. Bir yanda bunlar, bir yanda her gittiğimiz yerde bizi dostça kucaklayan Rumlar. Bir çocuğun zihninde tüm bunların nasıl bir kavram karmaşası oluşturduğunu sizlere anlatamam. Nefret mi edeyim, seveyim mi? Seneler sonra insanların hepsinin iyi hepsinin kötü olmadığını, toplulukları şahıslar olarak ele almak gerektiğini anlamıştım. Tüm bunları yazdım ama sayfalarca yazabilirim. Size Ege'nin diğer tarafını anlattım, bu taraftan da hikaye çok. Özetlemek gerekirse siyaset, politika gibi şeyler b*ktan şeyler.

Albüme dönelim, Sarhoş'un ardından (Arif Sağ) Zeybek Potpuri geliyor. Bu şarkı tüm albümde benim favori şarkım oldu. Daha geleneksel tarzda çalınan 3 zeybekten oluşturulmuş potpuri insanın ruhunu okşuyor. Bir Egeli olarak bu bize özgü bir şey mi bilemiyorum. Hiç durmadan üflenen zurnalar ve bağlama ile aynı hatları izleyen davul harika. Gerçekten çok çok beğendim.

Albümün kaydı hiç fena değil. Şarkıların keyfine diyecek bir şey yok. Bu tarz fusion çalışmalar arttıkça halk müziğinin daha geniş kitlelere yayılacağını düşünüyorum.

notlar:
1- Ali Yılmaz'ın bir lakabı varmış, Motor Ali. Sanırım saz çalma performansı sebebi ile verilmiş bir lakap. Aşağıdaki videoda bir televizyon programından "Haydar Haydar" performansı var. Saz çalanlar arasında bu ezgileri çalabilmek mezuniyet belgesi gibi bir şey. Çalabiliyorsanız saz çalabiliyorsunuz demektir.
2- Ali Ekber Çiçek ismini andık, ruhu şad olsun.
3- Rodos'u özledim, gidesim geldi. Seneye artık...
4- Gerisi kendiliğinden gelir! Bu nereden çıktı derseniz Boris Vian yazıma buyrun!

Keith Jarrett / Charlie Haden - Jasmine CD


Bildiğiniz gibi son haftalarda Keith Jarrett ve Charlie Haden ikilisinin yeni albümlerinin haberlerini duyuruyoruz. Çeşme tatili dönüşü bugün ilk iş hemen albümü edindim. Aslında aklımın bir köşesinde acaba albümün plağı basılır mı diye bir soru vardı. Bunun en önemli sebebi ECM plak şirketinin seneler sonra yeniden plak basmış olmasıydı. Stereo Mecmuası'nın geçtiğimiz aylarda yayınladığımız Müzik Özel sayılarında ECM'in bastığı iki plağı mercek altına almıştık. Bu iki plak Keith Jarrett'in Yesterdays ve Enrico Rava'nın harika New York Days albümleriydi. Linklere basıp albüm eleştirilerini de okuyabilirsiniz tabii ki. Bu arada her iki albümünde plağı ülkemizde bulunuyor. Durum böyle olunca aklımın bir köşesinde Jasmine'in de plağı basılır mı düşüncesi olsa da, dayanamayıp albümün CD'sini alıverdim. Oh! pek de iyi yapmışım. Hemen kafasında benimle aynı soru olan meraklılara da bilgi vereyim. ECM'in açıklanan yakın zamanda yayınlanacak plaklar listesinde Jasmine ne yazık ki yok. Ha sürpriz yaparlarsa onu bilemem tabii :) Plaklardan bahsetmişken hemen yakın gelecekte basılan/basılacak ECM plaklarının listesini vereyim;

ECM 1022 Chick Corea: Return To Forever
ECM 1114 Pat Metheny Group: Pat Metheny Group
ECM 1216 Pat Metheny Group: Offramp
ECM 1360 Keith Jarrett/Gary Peacock/Jack DeJohnette: Still Live
ECM 1420 Keith Jarrett/Gary Peacock/Jack DeJohnette: Tribute

Ayrıca yakın bir gelecekte Keith Jarrett'ın efsanevi The Köln Concert'i (ECM 1064) de tekrar basılacak. Kafanız karışmasın yukarıdaki liste ECM'in yeni 180Gr odyofil baskıları. ECM'in ülkemizde (tabii ki dünyada da) daha eski baskı plakları buluyor. Bunların hem fiyatları uygun ve harika albümler var. Meraklısı kaçırmasın! ECM'in 180Gr plak baskıları (ki, programme of vinyl reissues olarak adlandırıyorlar) sıkı caz severlerin takip ettikleri üzere Jimmy Giuffre 3: 1961 (ECM 1438, bu albümde ülkemizde bulunuyor. Giuffre adını duyduysanız bence kaçırmamalısınız. Satın almamın üzerinden seneler geçmiş olsa da hala döner dolanır keyifle dinlerim) ile başlamıştı ve yukarıda yazdığım Enrico Rava - New York Days (ECM 2064) ve Keith Jarrett – Yesterdays (ECM 2060) ile devam etmişti. Anlaşılan liste zaman içerisinde uzayacak! Merakla bekliyorum...

Gelelim Keith Jarrett ve Charlie Haden birlikteliğine...

İsterseniz albümü sizlere tanıtmadan önce albümle ilgili neden fırtınalar koptuğundan bahsedeyim. Yabancı caz eleştirmenlerini takip edenler, albümün kokusu duyulduğundan beri yazdıkları yazıları okumuşlardır. Aynı şekilde müzisyenleri takip eden benim gibi "fazla" meraklı müzikseverlerde büyük bir heyecan içerisindeydi. Bir çok yerde bu konu nedense es geçiliyor. Biz tam tersini yapalım ve haydi isterseniz 1960'lara dönelim.

1960'ların sonunda Jarrett, Charlie Haden ve benim çok sevdiğim davulcu Paul Motian ile albümler kaydeder. Tabii bu yıllarda müzik dünyasında hemen herkes birbiri ile çalmaktadır, Jack DeJonette'ler, Charles Lloyd'lar... Liste oldukça uzun. Jarrett 1971 yılında Haden ve Motian'ın yanına saksafoncu Dewey Redman'ı da alarak American Quartet'i kurar. 5 yıl süre birliktelikten çok sayıda albüm yayınlanır. 1970'lerde (ortalarında) Jarrett ECM ile anlaşır ve American Quartet yerini European Quartet'e bırakır. Bu dönem benim pek sevmediğim bir dönemdir mesela. Jan Garbarek ile beraber çalışırlar ve Avrupa folk öğeleri işin içerisine girer. Hemen bir virgül koyayım. Burada bir tutarsızlık varmış gibi anlaşılabilir. Ben Avrupa folk müziği seven bir insanım. Özellikle de putperest dönemler benim için özellikle önemli. Tabii her türden okültist ve ezoterik yaklaşımlar da aynı şekilde. Zaten zaman zaman bu konularda pek normal sayılmayacak yazılar kaleme alıyorum. Savall'ın Le Royaume Oublié – La Tragédie Cathare albümü  veya Stille Volk albümleri için yazdığım yorumları okuyanlar bu merak durumunu fark etmişlerdir. Ama Garbarek tarzı veya European Ensemble dönemi folk pek bana göre değil.

Yine nerelere gidiyoruz. Jasmine ile konuya girip pagan folk'undan çıkmak pek normal bir şey değildir sanırım. Eh Stereo Mecmuası'nda ne normal ki?

Neyse... 33 yıllık uzun bir ayrılığın sonrasında Haden ve Jarrett  tekrar bir albüm yapmaya karar verirler. Tam olarak bilemiyorum ancak bu karar 2007 yılında verilmiş olsa gerek. Bazı okuduklarıma göre albüm yapım fikri Haden konusunda çekilen bir belgesel sırasında çıkmış. Hikayeyi tam olarak yakında okuruz sanırım. İkili, albümde standartların seslendirilmesine karar verirler. Şarkı listesi son derece ilginç. Örneğin albümün açılış parçası "For All We Know", 1934 yılında J. Fred Coots tarafından bestelenmiş. Şarkıyı kendi arşivinizde araştırırsanız Dinah Washington, Aretha Franklin, Billie Holliday (Lady In Satin yorumuna dikkat, hoş böyle yazdığımda kendimi Cüneyt Sermet hoca gibi hissediyorum. Tabii onun 1/1milyonu olmak bile önemli bir şey olurdu benim için o ayrı! Ama yazdığım free/avant-garde albüm yorumlarını okusa eminim ki çok kızardı) veya Rosemary Clooney gibi önemli isimlerden bir yorumuna mutlaka denk gelirsiniz. "Body and Soul" keza aynı şekilde. Ella Fitzgerald, Billie Holiday gibi solistlerin yanında çok sayıda caz müzisyeninin defalarca söylediği/çaldığı çok bilindik bir parça. Coleman, McCarthy bestesi olan "I'm Gonna Laugh You Right Out Of My Life", Peggy Lee'nin kendi yazdığı sözlerle zamanında meşhur olan "Where Can I Go Without You" derken liste uzadıkça uzar. En iyisi albüm listesini yazayım. Meraklılar kendi arşivlerinde derinlemesine inceleme yaparlar.

For All We Know
Where Can I Go Without You
No Moon At All
One Day I'll Fly Away
Intro - I'm Gonna Laugh You Right Out Of My Life
Body And Soul
Goodbye
Don't Ever Leave Me

Albüm Jarrett'ın evinde kaydedilmiş. Yazılan çizilenlere göre müzik son derece spontan şekilde gelişmiş. Zaten bir çok melodi tanıdık gibi görünse de, ilk kulak kabartma sırasında hemen anlaşılamıyor. İki usta müzisyen düşük tempolu şarkılarda, gözümüze sokmadan bazen birlikte bazen de tek başlarına çok ilgi çekici bölümler seslendiriyorlar. Birliktelik mükemmel, şarkılardaki yorumlar ilgi çekici. Özellikle "Body and Soul" ve albümün açılış parçası "For All We Know"u dikkatle dinleyince bu yazdıklarıma katılacaksınız. Keith Jarrett'ın standartları seslendirdiği albümlerdeki ortak huzur duygusu bu albümde fazlası ile var. 1970'lerdeki Keith Jarrett ile bugünkü Jarrett arasındaki (özellikle havada uçuşan nota sayısındaki) değişime merakla tanıklık eden müzik meraklıları Jasmine'e de bayılacaklardır. Değişmeyen tek şey Jarrett'ın şarkılar esnasında çıkarttığı sesler. Onu ilk dinlediğim zamanlarda bu duruma pek alışamamıştım. Ama ne yalan söyleyeyim artık sorun etmiyorum. Jarrett mı daha az ses çıkartıyor yoksa ben mi değiştim bilemiyorum :)

Bu arada albümün Jarrett'ın albümü evinde kaydettiğini yazmıştım. Kayıt neredeyse mükemmel. Stüdyosunu çok merak ettiğimi itiraf edeyim.

AK Müzik'in albüm tanıtımlarında yer verdiği bir yorumda Independent on Sunday yazarı Phil Johnson şunu söylemiş; "bu yıl sadece bir albüm alacaksanız o da Jasmine olmalı!" Bu kadar iddialı bir cümle kurabileceğimi zannetmiyorum (zaten yılda bir albüm alma olayını Allah kimsenin başına vermesin) ancak Jasmine bence de alınıp dinlenmesi gereken bir albüm. 60 dakikayı geçen albümle ilgili tek eleştirim kısa olması. Daha ne olsun diyeceksiniz. İkinci bir CD'ye hayır demezdim doğrusu. Şiddetle tavsiye olunur.

Yine uzun bir yazı oldu. Okuduğunuz için çok teşekkürler.

notlar:
1- Uzun yazı okumak istemeyenler için özet: bu albümü almanızı öneririm.
2- Büyük müzisyenleri böylesine albümlerde dinlemek gerçekten çok büyük keyif. Haden ve Jarrett.. Eh daha ne olsun!
3- Albümün ismi aklıma başka bir albümü getirdi; Archie Sheep'in "Yasmina, a Black Woman" albümü. BYG Actuel plaklarını bir ara İtalyan Abraxas şirketi basmıştı. Bir çoğu artık bulunamıyor. Birileri tekrar bassın.
4- Bu önemli bir not. Bir çok albüm tanıtımımızı sanki müzik eleştirmeni veya müzik tarihçisiymişiz gibi okuyup yorumlayan okuyucularımız var. Bendeniz, Hakan Cezayirli de dahil olmak üzere Stereo Mecmuası'nda yazan herkes sadece ve sadece müzik severdir. Tüm yorumlarımız müziği seven insanlardan müziği sevenlere zihniyetiyle yazılmaktadır.
5- Genel özet: Müzik çok güzel şey!