Josefine Cronholm - Songs Of The Falling Feather CD
Bugün sizlere yeni tanıştığım bir isimden bahsetmek istiyorum. Josefine Cronholm 1971 doğumlu İsveçli bir müzisyen. İsveçli olmasına rağmen Danimarka'da Kopenhag şehrinde yaşıyor. Aslında her iki ülkede de tanınıyor. 2002 ve 2004 yıllarında Danimarka'nın yerel Caz Grammy'sini kazanmış. 2003 yılında ise kendi ülkesi İsveç'te en iyi caz solisti seçilmiş. Cronholm'un ilk albümü “Wild Garden” İskandinav coğrafyasında bayağı başarılı olmuş. Bu yıllarda babasını kaybetmiş ve ikinci oğlu dünyaya gelmiş. Hal böyle olunca müzik kariyerine bir ara vermiş.
Cronholm, Avrupa açılımını ACT plak firması ile yapmaya karar vermiş. ACT'tan yayınlanan ilk albümü “Songs Of The Falling Feather”ı sizlere tanıtayım.
Albümü ilk elime aldığımda nedense albümle ilgili hislerim sıcaktı. Belki de kitapçığın içerisindeki fotoğraflar hoşuma gitmişti. Sayfa içerisindeki bir fotoğraf bana biraz Björk'ü hatırlattı. Anlayacağınız CD çekmeceye yerleşmeden önce bir beklenti oluşmuştu bende. İlk notalar duyulmadan önce umarım müzik Björk'ün müziğine benzer diye düşündüm..
İlk şarkı Paralysed ve bingo! Albüm tam beklediğim gibi çıktı. Cronholm, İsveç'in ormanlarla kaplı coğrafyasında büyümüş ve CD kitapçığındaki ifadesine göre bu sessiz, dingin ortamda kimse onu duymadan şarkı söylermiş. Albüm tam anlamıyla öylesine bir albüm, son derece dingin ve sakin bir yapıda. Josefine Cronholm neredeyse fısıldar gibi söylemiş şarkıları. Bütün sözler ve besteler kendisine ait ve tüm albümde bahsettiğim sakin hava etkili. Vokaller oldukça ilginç. Bazen müzik ile fasılalı bir nevi aksak yapıda ilerliyor, bazen de sanki enstrümanmış gibi kullanılıyor. Sözler biz sıcak ülke insanları için biraz depresif sayılabilir. Ancak insanın içini kesinlikle geçirmiyorlar...
1. Paralysed - 04:02 (Cronholm, Josefine)
2. Seagulls - 05:05 (Cronholm, Josefine)
3. Fountain - 06:01 (Cronholm, Josefine)
4. Mermaids - 03:09 (Cronholm, Josefine)
5. Winter Princess - 04:55 (Cronholm, Josefine)
6. Angel - 05:34 (Cronholm, Josefine)
7. Quiet - 03:29 (Cronholm, Josefine)
8. Sailor - 06:14 (Cronholm, Josefine)
9. Lonely Is The Heart - 06:14 (Cronholm, Josefine)
10. Mystery - 07:04 (Cronholm, Josefine)
Albümün müzikal düzenlemeleri de vokal tarzına uygun yapıda. Öyle sizi uçuracak sololar, başarılı bölümler beklemeyin. Albümün genel konseptine uygun, vokallere uygun alt yapıyı sunan son derece sakin düzenlemeler yapılmış. Albümde dinleyeceğiniz müzisyenler şu şekilde listelenmiş.
Henrik Lindstrand, piyano, gitar, klavye ve bilgisayar programlama. Gustaf Ljunggren gitar. Gunnar Halle trompet. Thommy Andersson bas ve Per Ekdahl davul.
Albümü ilginç kılan bir diğer özellik atmosferi desteklemek için kullanılan yaylı çalgılar. Yaylı dörtlüsü şu isimlerden oluşuyor; Julie & Emilie Eskær, Anna Gwozclz ve Iben Teilmann. Böylesine bir albüme gerçekten çok yakışmış ve zorlama olmamış. Ben çok beğendim.
Akşam sakin bir albüm dinlemek isterseniz “Songs Of The Falling Feather” sizi kesinlikle mutlu edecektir. Kayıt çok başarılı. ACT plak firmasının albümlerine gösterdiği özenin zaten hayranıyım. Kitapçık, kapak ve iç tasarım zaten başarılı. İyi kayıt ve iyi müzik bir araya geldiğinde ACT yapımları çok keyifli hale geliyor.
Ray Charles - Genius + Soul = Jazz LP
Genius + Soul = Jazz, Ray Charles'ın 1961 yılında Impulse plak şirketi için yayınladığı bir albüm. Tam adıyla Ray Charles Robinson 1930 yılında doğmuş ve 2004 yılında vefat etmişti. Hepimiz onu sahne ismiyle yani Ray Charles olarak tanıyoruz. Ray Charles bir şekilde soul müzik akımının 1950'lerdeki en önemli temsilcisidir hatta başlatan kişidir. Soul müziği, rhythm and blues, dini bir müzik olan gospel, ve blues ile karıştırarak ve harmanlayarak ilklere imza atmıştır. Meşhur Atlantic Records yıllarında parlamış ve kariyerinin ilerleyen dönemlerinde geniş kitlelerce çok sevilen bir müzisyen haline gelmiştir. Charles, asıl ağırlığı yukarıda saydığım müzik türlerine vermiş olsa da, caz, blues ve Amerika'nın yerel country müziğinden de etkilenmiştir. Ancak kendisine özgü piyano stili ile caz çaldığı zamanlarda bile Charles'ın parmaklarının piyanoda olduğunu anlamak mümkündür.
Müzisyenin uzun müzik kariyerinden bahsetmeye kalkarsak yazı bitmeyeceği için 1950'lerin sonlarındaki müzikal yaşamına göz atalım isterseniz böylelikle Genius + Soul = Jazz albümünü daha iyi anlatabilirim diye düşünüyorum.
1950'lerin sonlarında Charles'ın Atlantic Records ile kontratı biter ve farklı plak şirketleri ile anlaşmalar yapar. ABC-Paramount Records ile yaptığı anlaşma önemlidir. Charles artık bir star'dır ve hem ekonomik hemde kurumsal imkanları çok daha fazladır. Günümüzde de bol bol seslendirilen "What'd I Say" şarkısı satış rekorları kırınca ABC'nin alt kuruluşu Impulse! İçin bir albüm hazırlığına başlar. Kaydedilmeye başlanan albüm Genius + Soul = Jazz'dır. 1960 yılında başlayan kayıtlar tamamlanınca albüm yayınlanır. Ancak bir gerçek vardır ki, Charles'ın dinleyicisi onun vokal yapması sevmektedir ve Genius + Soul = Jazz başarılı olsa da, hemen bir yıl sonra yayınlanan “Modern Sounds in Country and Western Music” Genius + Soul = Jazz'ın unutulmasına sebep olur.
Genius + Soul = Jazz albümü aslında Charles'ın kendisi için yaptığı bir albüm diyebiliriz. O dönemin popüler müziğinin dışında Charles'ın caza da duyarsız kalmadığını gösteren bir albüm olarak tanımlayabiliriz.
Albümde çok büyük isimler var. Bu çok bilindik şarkıların aranjmanları iki büyük isim tarafından yapılmış; Quincy Jones ve Ralph Burns. Düzenlemeler Charles'a özel olarak yapılmış onun stili ön plana çıkartılmak istenmiş. Ayrıca Charles'ın her zaman etkilendiğini söylediği Count Basie'nin müthiş 1940 orkestrasına atıfta bulunan bol bol blues etkileşimi olan bir sound yaratılmak istenmiş. Zaten şarkılara bakarsanız seçimlerin tesadüf eseri olmadığını anlıyorsunuz. Şarkı listesi demişken hemen ekleyeyim;
A Yüzü
1-"From the Heart" – 3:30
2-"I've Got News for You" (Ray Alfred) – 4:28
3-"Moanin'" (Bobby Timmons)– 3:14
4-"Let's Go" – 2:39
5-"One Mint Julep" (Rudy Toombs) – 3:02
B Yüzü
1-"I'm Gonna Move to the Outskirts of Town" (William Weldon/Roy Jacobs) – 3:38
2-"Stompin' Room Only" – 3:35
3-"Mister C" – 4:28
4-"Strike Up the Band" – 2:35
5-"Birth of the Blues" – 5:05
ayrıca ek olarak “Let The Good Times Roll” – 2:51”
Yaratılmak istenen sound Count Basie'nin orkestralarının sound'u olunca geniş maddi imkanlar kullanılarak öylesine bir müzisyen ekibi albüme katkıda bulunmuş. Bu isimlerin bir çoğunu Basie orkestralarından tanıyoruz zaten..
Trompetlerde Thad Jones, Joe Newman, Phil Guilbeau, Snooky Young ve Jimmy Notthingham. Trombonlarda, Henry Coker, Urbie Green, Al Grey, Benny Powell ve George Matthews. Alto saksafonlarda Marshall Royal, Frank Wess ve George Dorsey. Tenor saksafonlarda Frank Foster, Billy Mitchell, Budd Johnson ve Seldon Powell. Bariton saksafonda Charles Fowlkes ve Haywood Henry. Gitarda Freddie Green. Basta Eddie Jones ve Joe Benjamin. Davullarda ise Roy Haynes ve Sonny Payne. Tabii bu isimler dönüşümlü olarak kayıtlara katılmış.
Ortaya çıkan albüm altyapı olarak çok ilginç. Çalınan eserler caz tarihine damga vurmuş bazı eserler olduğu için karşılaştırma yapmak ilginç oluyor.
Albüm için şöyle demek mümkün çok iyi müzisyenlerin harika bir alt yapı oluşturduğu ve Ray Charles'ın bu alt yapıya müdahil olduğu bir albüm. Son derece kendisine özgü yorumlar. Albüm Charles'ın yaptığı ve caz kalıpları içerisinde kaldığı bir elin parmaklarını geçmeyecek albümlerden bir tanesi. Charles'ın müziğini seviyorsanız, böylesine müthiş müzisyenlerle ortaya çıkarttığı albümü sevmeniz çok mümkün. Interplay tarafından yapılan baskı gayet iyi. Tam anlamı ile meraklısına hitap eden bir albüm... Bu arada Interpay baskısına “Let The Good Times Roll” şarkısını da bonus olarak eklemiş.
Haydi Müzik Setimizi Temizleyelim...
Ülkemiz nedense anormal tozlu bir memleket. İklimden veya bitki örtüsünden mi yoksa şehirlerimiz veya yaşadığımız yerden mi bilemiyorum. Ancak yazın evin bir çok bölümünü tozdan arındırmak için ekstra bir uğraş gerekiyor. Tozdan müzik setlerimizde nasibine düşeni alıyor tabii ki.
Seviyesi ne olursa olsun, basit veya karmaşık tüm müzik sistemlerinin arada sırada temizliğe ihtiyacı vardır. Temizlik deyince bazılarımız cihazları silmek olarak anlayabilir ama benim temizlikten kastım bayağı kapsamlı bir olay. Ben hemen her sene iki kez tüm sistemimi baştan aşağı temizlerim. Bunu bir zorunluluktan ziyade bir keyif olarak görmeye başladığımdan beri eskisi kadar söylenmeyi de bıraktım. Ne yaptığıma gelince.
Önce tüm sistemimin kablolarını sökmekle başlıyorum. Aslında bunları geri takmak tam bir kabus ama yapacak bir şey yok. Tüm kabloları söktükten sonra cihazları yerlerinden kaldırıyorum. Hemen her elektrikli cihazda olduğu gibi müzik sistemlerimizi oluşturan cihazlar tozları kendilerine çekerler. Örneğin bir ampliyi kaldırdığınızda altında oluşan toz sizi her zaman şaşırtmayı başarır. Cihazları kaldırdıktan sonra önce stand'ımı iyice temizlerim ve ahşap cilasını atarım. Bu sayede stand'ınız ilk günkü kadar olmasa da yine de keyifli bir hale gelir. Bunun öncesinde stand ile duvar arasındaki boşluğu da iyice temizlerim. Bu bölge genelde bol bol toz toplar. Eh bir çoğumuz eğer evine geliyorsa temizlik görevlisi veya eşlerimizin (veya ev ahalisinde temizlikten sorumlu kim ise) sistemlerimize yaklaşmasını pek sevmediğimizden senede birkaç kez bile olsa bu tarz temizliği kendimizin yapması gerekiyor. Bence yani...
Ahşap bölümleri cilalamak biraz uğraştırır ama sonuç keyiflidir...
Ben işi biraz abartıp her sene bir veya iki kez cihazlarımın içlerini de açarım. Bu sayede hem iç temizliğini yapar hemde cihazların iç durumlarını kontrol etme fırsatı bulurum. Tabii sizin cihazlarınız yeni ise bununla uğraşmanıza gerek yok ama benim amplifikatörüm en az 10 yaşında. Belki de daha yaşlı. 5 senedir benimle beraber tabii bunun öncesi de var. Pre-amplifikatörüm içinde benzer bir durum söz konusu. Anlayacağınız sistemimde 5 yaşından daha genç bir cihaz yok. İç temizliği yaparken bir yandan devre kartlarını, kapasitörleri ve diğer elektronik bileşenleri kontrol ederim. Bu süreç bir çok insan için sıkıcı gibi görünebilir ama devreleri okumayı öğrendiğinizde veya buna heves ettiğinizde inanın keyifli olabiliyor. Kullandığınız cihazların tasarımcılarının mantıklarını görebiliyorsunuz. Bir yandan da ileride sorun çıkartabilecek bileşenleri de kontrol etmiş oluyorsunuz. Temizlik işlemleri için güzel bir fırça her zaman en iyisidir. Eğer çevrenizde varsa bir kompresör tabii ki işinizi çok kolaylaştırır. Ben genelde elektrik süpürgesi ile fırça kombinasyonunu tercih ediyorum. Fırça ile tozları kaldırırken uzaktan elektrik süpürgesi ile tozları alabilirsiniz. Aman dikkat edin elektrik süpürgesini cihazınızın içerine değdirmeyin. Hassas parçaları statik elektrik ile haşır neşir etmek iyi bir fikir değildir. Aynı şekilde kendi üzerinizdeki elektriksel yükü arada sırada boşaltmayı unutmayın. Volüm pot'ları tozlanmaya çok heveslidir. Çeşitli markaların temizleyicileri ile bunları tertemiz yapabilirsiniz. Temizlik malzemeleri için bilgisayar sektörüne göz atın. Özellikle Philips'in temizleyicileri benim senelerden beri keyifle kullandığım ürünler ve şimdiye kadar hiçbir sorun yaşamadım. İç temizlik bittikten sonra cihazların dış bölümlerini ise Pronto'nun anti-statik temizleyicisi ile güzelce parlatıyorum. Anti-statik kısmı sanki biraz hikaye gibi ama ürünün hem kokusu çok güzel hemde cihazları gerçekten ilk günkü gibi temizliyor. Cihazların iç ve dış temizliği bittiğinde genelde kablolara geçerim.
Kabloların koruma bölümlerini genelde evlerimizde kullanılan temizleyicilerle hallediyorum. Konektörlerde ise daha endüstriyel ürünlere göz atmak lazım. Aslında imkanınız varsa ProGold Conditioning Treatment veya bu iş için Cardas'ın ürettiği özel sıvılar en iyileridir. Ancak elinizin altında bunlar yoksa yapı marketlerde satılan özel temizleyiciler iş görür. Eğer üşenmezseniz cihazlarınızın giriş, çıkışlarını da güzelce temizlemenizi tavsiye ederim. Kulak çubukları bu işler için ideal malzemelerdir. Kalitelisini kullanın ki, pamuk kalıntıları kalmasın. Ancak bu iş için asıl güzel malzeme rimel sürmekte kullanılan özel fırçalardır. Eşinizden bir tane araklayın veya ona bir tane aldırın. Bu tarz şeyleri genelde kozmetik ürünleri satan mağazalarda bulabilirsiniz. Ben rimel fırçası istiyorum deyince ilginç bakışlarla sizi süzebiliyorlar. Bu tarz olayları yaşamak istemeyenler alışveriş kısmını eşlerine havale edebilirler. Ben kendi adıma amiyane tabiri ile biraz "makara yapmak" için kendi alışverişimi kendim yapıyorum. Neyse... İlk bakışta deli saçması gibi gözükebilir ama küçücük alanlardan çıkan pisliğe inanamayacaksınız. Odyofil mantığı açısından bakarsanız, tüm bu kir konektörlerin geçirgenliğini yani sinyal aktarımını bir ölçüde azaltacaktır. Artık hangisi sizin için daha önemlidir bilemem ancak fazladan bir yarım saatinizi ayırıp temizlik yapmanızın kimseye zararı olmayacaktır. CD çalar gibi mekanik parçalar bulunan cihazlarınızı ise temizlemek onların sağlıklı çalışması için önemlidir. İsterseniz mekanik bölümlerdeki yağları (genelde özel gresler kullanılır) uygun olanlar ile yenileyebilir lazer göz üzerindeki tozları da temizleyebilirsiniz. Bir parça alkollü pamuk bu iş için yeter artar. Kullanacağınız alkol tabii ki isopropil alkol olmalı...
Pikap temizliği bitmiyor bende bir türlü.. Gyrodeck'in ardından Ereshkigal var sırada...
Tüm ara bağlantı, hoparlör ve elektrik kablolarını da temizledikten sonra ben genelde pikap bakımına geçerim. Ortalamanın biraz üzerindeki tüm pikaplarda belirli zaman aralıklarında bearing'teki yağı değiştirmek gerekiyor. Aslında değiştirmeseniz de kısa vadede bir sorun yaşamazsınız. Ancak uzun vadede toz ile bütünleşen yağ, yuvalarda ufak tefek sorunlara yol açabilir. Yağ için üreticinizin tavsiye ettiği yağı kullanmakta fayda var. Bearing'in içerisini pamuklu bir bez ile temizleyip yeniden yağ basmak biraz pis bir iş ama bunu senede bir kere yaparsanız iyi olur. Ben bu işlemi senede iki kez yapıyorum. Birincisinde tamamen yeni yağ basıyorum ikinci kontrolde ise yağ miktarını ve temizliğini kontrol ediyorum. Sizde 6 ayda bir gerekli kontrolleri yapın derim. Ayrıca pikap kolunuz bir damping kullanıyorsa veya lift mekanizması özel bir madde ile hareket ediyorsa bunları da eliniz değmişken bir kontrol edin. Örneğin SME V'te silikon bir damping havuz vardır (ben kullanmıyorum) ve lift mekanizması özel bir silikon ile çalışır. Sizde kendi kol üreticinizin önerdiği malzemeleri kullanın...
Hem temizlik hem tüp rolling. Bu arada Slyvania'nın GZ34'leri mükemmelmiş...
Benim gibi vakum tüplü ampli kullananlar tüplerini de çıkartıp ayaklarını temizleyebilirler. Kullandığım bazı tüplerin 40-50 yaşında olduğunu düşünürsek metal ayakları kontrol etmek ve eğer mümkünse temizlemek kimseyi kesinlikle üzmez. Bu işlem biraz ince işçilik gerektirir ama faydasını göreceğinize eminim. En azından ben görüyorum...
Hoparlörler ise temizlenmesi en kolay parçalar. Bas refleks portlarını güzelce silebilir, arka konektörlerini temizleyebilir ve eğer istiyorsanız kabininize güzelce bir cila çekebilirsiniz. Yine Pronto'nun bu işler için ürettiği güzel bir ürün var. Hemen her markette bulabilirsiniz...
Tüm bu süreç benim yaklaşık yarım günümü alıyor. Tüm sistemin sökülmesi, temizlenmesi ve yeniden kurulması. En az bir altı ay sisteme tekrar dokunmama gerek kalmıyor. Böyle kapsamlı temizliklerin ardından gözlemlediğim şey sistemin çok daha iyi çaldığı. Bunun psikolojik olup olmadığını çok uzun zaman anlamaya çalıştım. Aynı şekilde o yorgunluğun üzerine ne dinlerseniz iyi geleceğinin de farkındayım. Ancak bunları ötesinde bir şeyler oluyor. Sanki sistem daha iyi çalıyor.
Tüm bunları yapmak için gerekenler, bolca vakit, biraz yorulmayı göze almak ve çeşitli satış noktalarında kolaylıkla bulabileceğiniz 10 ila 20TL tutarındaki temizlik malzemesi. İyi çalıp çalmama konusundaki yorumu size bırakıyorum ama sisteminizin tertemiz olacağı garanti. Bu arada ev ahalisinden çok teknik olmayan konularda -örneğin stand silinmesi veya cihazların dışının temizliği gibi- yardım alırsanız hem işiniz kolaylaşır hemde birlikte iş yaptığınız için belki ev ahalisini hifi konusunda sizi daha anlayan bir hale getirebilirsiniz. Kendi evinizdeki durumu en iyi bilen siz olduğunuzdan kendinize göre taktikler belirleyebilirsiniz.
Harika Bir Thorens TD125 Daha!
Sizlerle daha önce farklı bir Thorens TD125 modifikasyonunu paylaşmıştım. Bu kez siyah lake tercih edilerek yapılan restorasyon çalışmasından fotoğraflar eklemek istiyorum. Kullanılan kol Jelco SA750DB. Yapılan restorasyon yine Artisan Fidelity firmasından Christopher Thornton’ın alamet-i farikası. Müthiş!
Lego Plak Kapakları: Morrissey - You are the Quarry
Sizlere daha önce burada Lego plak kapaklarından bahsetmiştim. Sonunda bu bölümü ayrı bir kategori haline getirmeye karar verdim. Yakında sayı artar. Bu kez konuğumuz Morrissey'in You are the Quarry albümü. Yukarıda Lego versiyonunu, aşağıda ise orijinal kapağı görebilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)