Alchemist Mono Amplifikatör


Alchemist Audio, Glen Gayle, Chris Found, Andy Light, Tim de Paravicini ve Jez Arkless gibi zamanının önemli tasarımcılarının çalıştığı ve 90'larda önce İngiltere'de arkasında da tüm dünyada ilgi çekmiş bir marka. "The Mono" veya APD25 güç amplifikatörü firmanın en bilindik ürünlerinden bir tanesi. Her bir 50 kilogramlık bu dev ampliler zaman içerisinde birçok tasarımcıya ilham kaynağı oldu.

Hatta yukarıdaki tasarımda mavi renkte ışıklar olduğunu hayal edin!

Lego Plak Mağazası


Şu an kimin yaptığını bulamasam da, Pinterest'te denk gelen bu fotoğraf pek hoşuma gitti. Bir arkadaş, Lego'lar ile harika bir plak mağazası yapmış. Tabii ki bol bol özel dokunuş var. Ancak müthiş gözüküyor değil mi?

Yetişin Dostlar! Klavye Konusu


Ülkemizin bilgisayar ekipmanı ithalatçıları ve satıcıları bir garip. Sözüm ona bir çok markanın farklı modellerdeki klavyeleri ithal ediyorlar ancak bir çoğunda Türkçe tuş dizilimi yerine Amerikan veya İngiliz tuş dizilimleri bulunuyor. Yazmak çizmek ile alakası olmayıp sadece oyun oynayan insanların klavyenin belli bölgelerini kullandığını biliyoruz. Bu durumda tuş dizilimi çok önemli değil. Ancak her insanın bir şekilde yazı yazmak ile yolu kesişmek zorunda. Bu durumda Türkçe tuş dizilimi önem kazanıyor. "F" tipi neden kullanmıyorsun derseniz, ne yazık ki "Q" dizilime alışınca geri dönmek zor. Yoksa "F" tuş dizilimi hız açısından çok daha mantıklı bunu kabul etmek lazım. Ancak bir sürü klavye kısayolunu el alışkanlığı ile kullanır hale gelince "F" tuş dizilimi olan klavyede insan afallıyor. CTRL+X basmam gerektiğinde mavi ekran veriyorum ben mesela!

Uzun zamandır tam istediğim gibi bir klavye bulamadım bir türlü. Ali gelmeden önce mekanik klavyeler ile mutlu mesut yaşıyordum. Ha tam anlamı ile mutlu muydum, hayır yine değildim. Ancak Ali doğduktan sonra mekanik klavye kullanmak mümkün olmuyor. İstediğiniz kadar en az ses çıkartan siviçleri kullansanız bir de üzerine ses azaltıcı kauçuk o-ring kullansanız bile gecenin sessizliğinde o tuş sesleri gerçekten rahatsızlık verici oluyor. Bizim oğlanın zaten uykusu hafif ve uyanmak için fırsat ararken mekanik klavye kullanmak hayal oldu benim için. Bir süre Das Keyboard kullandım. Bunların boş tuşla satın alabildiğiniz klavyesini alıp üzerine Türkçe etiketler yapıştırarak idare ettim. Ancak o da iş değil. arkasından Logitech firmasının G710+ klavyesi ile devam ettim. Bir çok özelliğinden mutluydum aslında.


G710+ bir çok anlamda ihtiyaçlarımı karşılıyordu. Büyük "enter" tuşu, olması gereken tuş dizilimi ve sonradan alıştığım ancak hayatımı acayip kolaylaştıran makro tuşları. Her dakika klavye başında oturan bir adam olarak çok kullandığım komutları bu makro tuşlarına atayınca hayat gerçekten kolaylaşıyordu. Toplamda o 18 makro tuşuna alışmak kolay olmadı. Klavyenin sol tarafında arada elim gidiyordu ancak öyle alıştım ki sonra! Örneğin evdeki klavyede tek bir makro tuşuna basıp, bloğuma ekleyeceğim resmi alıp uygun boyuta kesip, gerekli filtreleri uygulayıp, bir de üzerine kaydetme ekranını açabiliyorum. Tüm bu işlem bir sürü mouse ve klavye hareketi ile yapılabilecek iken tek bir tuş ile tüm işlemi yapabilmek verimlilik açısından harika bir şey.

Peki sevmediklerim neydi. Aslında görsel şeyler. Bunlar oyuncu klavyesi olduğu için "WASD" gibi oyunlarda sıklıkla kullanılan tuşlar farklı renklerde üretiliyor. Bir de klavyenin sağında solunda garip renklerde bölümler var. Oyuncu klavyesi ya, ille saldırgan çizgilere sahip olacaklar.


Sonrasında normal tuşlara sahip Logitech G105 klavyesini buldum. Oldukça sessiz ve yine tam istediğim tuş dizilimine sahip. Şu an bu yazıyı da bahsi geçen klavyeyi kullanarak yazıyorum. Yukarıda bahsettiğim özelliklerin tamamı bu klavyede de mevcut. Makro tuşları vesaire. Bir de üzerine 1/4 daha ucuz! Ancak yine "WASD" ve yön tuşları farklı renkte.

Bu arada klavyede ışıklandırma olması da güzel bir şeymiş. Zaman içerisinde bu duruma da alıştım.  G710+ modelinde beyaz ışıklandırma varken, G105 modelinde mavi ışıklandırma koymuşlar. Gözleri en rahatsız eden renk! Buna rağmen mutlu mesut vakit geçiriyoruz G105 ile. Firmanın yazılım filan gerçekten güzel. Ha bir de hakkını vereyim Logitech Türkiye güzel çalışıyor. Tüm ürün yelpazesinin Türkçe tuş dizilimi ülkeye geliyor. Hele diğer ithalatçılara bakarsak Logitech Türkiye müthiş diyebiliriz. Fiyatlar, servis konusu tabii ki memleketin genel şartlarından farklı değil.

Logitech G105 mutlu muyum. Aslına bakarsanız evet ama şu kılıksız farklı renklerdeki tuşları olmasa daha da mutlu olacağım!

Klavye arayışında olduğumu bilen bir arkadaşım yurtdışından aldığı SteelSeries diye bir markanın Apex 350 modeli klavyesini gönderdi. deneyeyim diye. Yurtdışından alındığı için tabii ki Türkçe tuş dizilimi yok. Ancak tuşların hissiyatı müthiş. Hem sessiz hemde çok kolaylıkla basılıyor. Klavyenin hem yan tarafı hemde üst tarafında ihtiyacımı karşılayacak makro tuşları var. Klavyenin genel görüntüsü gayet aklı başında. Işıklandırması da var, tabii dozajını kaçırınca pavyona dönüyor. Allah'tan herşey ayarlanabiliyor. Hemen araştırmaya başladım bende. Apex 300 diye bir başka modelleri varmış. Daha az makro tuşu var, ancak tuş hissi aynı bir de üzerine aydınlatması beyaz. Aman dedim bu tam benlik. Sonra mağazalara baktım Türkiye mümessili Despec firması İngiliz ve Amerikan tuş dizilimli modelleri getirmiş. Yahu şunun Türkçesi gelecek mi diye mesaj attığımda ne geri dönen oldu, ne de bir yanıt geldi. Yapacağınız işin... deyip arayışlarıma devam ettim. Bu arada klavyenin Türkiye fiyatı 250TL civarında. 

Bu arada rahat ettiğim bu tuş yapısına membran tuş deniyor(muş). Belki mekanik tuşlardaki o geri bildirim hissi yok ama tuşların yüksekliği ve direnci çok daha düşük olduğundan ben çok daha hızlı yazmaya başladım bir de üzerine parmaklarım daha az yoruldu. 

Membran tuş olayı hoşuma gidince bu tarz başka ne alınabilir diye baktım. Razer firmasının DeathStalker modelini buldum. Razer ürünlerinde Türkçe tuş dizilimi olduğunu biliyorum en kötü ihtimal bunu alırım dedim ancak ithalatçısı sadece Amerikan tuş dizilimi olanını ithal etmiş. Klavye yaklaşık 350 TL civarında satılıyor. Anladığım kadarı ile renklendirmesi pavyon tarzına dönünce fiyatı artıyor. Binbir türlü rengi olup bir de üzerine ışık oyunları yapan versiyonu Chroma mesela. O model daha da pahalı.  İş öyle bir duruma geldi ki, parası neyse vereceğim. Yeter ki kurtulayım şu arayıştan. 
Geçtiğimiz günlerde bir Bimeks mağazasını dolaşırken Redragon diye bir marka gözüme çarpmıştı. Membran tuşu olup yukarıdaki Razer klavyenin çakması ama iyi bir çakması denilen Karura diye bir klavyelerinin olduğunu öğrendim. Türkiye temsilcisi bazı modellerin Türkçe tuş dizilimli versiyonlarını getirmiş, mağazada gördüm.  Bu klavyeyi getirecek misiniz diye mesaj attım, beni adamdan sayıp dönen olmadı. 

Anlayacağınız günün sonunda parasını verip memleketten arzu ettiğiniz klavyeyi alamıyorsunuz yahu. Ne saçma iştir anlamadım. Hakan Bey, ben senin sorununu çözerim diyen varsa, istediklerim şu şekilde. 

1- Türkçe Q tuş dizilimi olmazsa olmaz. Enter tuşunun büyük olması da yine olmazsa olmaz. Bildiğiniz o alıştığımız tuş dizilimini istiyorum ben ya..
2- Mümkün ise makro tuşları olmalı. Ha "Auto Key" yazılımını kullanarak işi halledebileceğimi bende biliyorum da, makro tuşları ve anında kayıt alabilmek falan güzel özellikler. 
3- Garip şekiller acayip renkler içeren tasarımlar yerine efendi, derli toplu bir tasarım olsa ne güzel olur. 
4- Pavyon ışıklandırması falan olmasın. Ha tam istediğim gibi bir klavye olur o zaman pavyon ışıklandırmasını hiç açmayacağım halde parasını ödemeye razıyım. Kapatırım hiç kullanmam. 
5- Numerik yani sayısal kısım olmasa da olur. Hatta klavyenin kapladığı alan küçülür . Ona da hayır demem aslına bakarsanız. 
6- Aman mekanik olmasın. Membran tuş olsun yok olmaz ise standart tuşlarda kabulüm! 

Velhasıl kelam benim anladığım firmalar, güzelim klavyeleri standart fiyattan satmak yerine orasına burasına garip renkler ekleyip, pavyon modları ekleyerek daha fazla fiyatlara oyuncu klavyesi adı altında satmayı karlı bir iş olarak benimsemişler. Sonunda oturup kendim klavye yapacağım bu gidişle. 

Aslında bunu bilerek yazdım. Hazır yazının şirazesi kaymış iken, daha da uzatalım bari.  

Eğer Apple bilgisayar kullandıysanız Magic Keyboard ile mutlaka denk gelmişsinizdir. Bende severim bu klavyeyi. Kompakt tasarımı ve yazı yazma konforu gayet güzeldir. Son yıllarda mekanik klavyeler trend haline gelince Magic Keyboard vari tasarımlarda ortaya çıktı. 

Bunlar minimal boyutlardaki klavyeler. Genelde farklı tiplerde siviçler kullanılıyor. Meraklılar farklı kitleri alıp ihtiyaçlarına göre şekillendirebiliyor. Bu sıralar o kadar fazla bu tarz klavyeyi üreten firma çıktı ki şaşarsınız. Başlı başına bir olay haline geldi bu klavyeler. Bunlara Amerikalılar Tenkeyless Mechanical Keyboards (TKL)  diyorlar. 


Bu klavyeleri alanlar için o kadar çok özelleştirme seçeneği var ki. Farklı renkte tuş takımları, şekilli desenli tuşlar, binbir çeşit aydınlatma, aklınıza ne geliyor ise. Son dönemlerde bu olay delilik haline gelmiş. Klavyeler gitgide sanat eseri haline dönüşüyorlar. Sırf bu aksesuarları satan Massdrop sitesi öyle büyüdü ki, sonradan bir sürü ürün grubuna da el attılar. Laf aramızda bu kalvyelerin kompakt yapıları insanı bir yandan da cezbetmiyor değil. DIY kitlerle aslında bu tarz bir klavye yapasım var. En kötü ihtimal götürür ofiste kullanırım. Diyordum.. 

Bu konsepte en yakın klavye ülkemizde de satılan Zalman ZM-K500 modeli. Ben Zalman'ı özel sessiz hatta pasif soğutma sistemleri ve kasaları ile tanıyordum. Onlarda trend'e uyup klavye işine girmişler. Yukarıdaki K500 modelinin Türkçe tuş dizimine sahip olanı mevcut ancak "enter" tuşu benim istediğim gibi değil. Aslında tuşların yerleri de. Yazı yazabilmek pek mümkün olmadı. Hele o virgülün yeri yok mu! Ama kompakt yapısı ve 100TL civarındaki fiyatı ile dur şununla biraz uğraşsam mı da demiyor değilim.

Yazıyı sonlandıralım artık. Bahsettiğim tarz bir klavye görürseniz lütfen beni uyarın, vallahi büyük sevaba girersiniz.

Ekleme, Tenkeyless (TKL) olayını merak ediyordum ya, alıp kullanmaya başladım bir tane. İlk izlenimler ahanda burada!

Plak Koleksiyoncusunun Rehberi: İlk Baskılar



Ülkemizde son dönemlerde plak toplamak, plak dinlemek ve plak koleksiyonu yapmak konularını merak edenlerin sayılarındaki artış dikkat çekici. Bunun hem plak mağazaları, hem yazılarımın okunma sayıları, hemde Mecmua'ya gelen sorulardan çok rahatlıkla anlayabiliyorum. Bu tabii ki çok sevindirici bir durum. Ancak bazı satıcıların bilgisizliği -veya kötü niyeti- ve bazı alıcıların takıntılı isteklilikleri derken ortalıkta garip olaylar döndüğüne şahit oluyorum. Bu sıralar özellikle ilk baskılar konusunda bayağı ilginç hikayeler dinliyorum. Gelin ilk baskılar konusuna bir göz atalım.

İlk baskı nedir bununla başlayalım. Bir albümün ilk yayınlandığı anda yapılan baskısına ilk baskı denir. Albümün veya topluluğun popülerliği ve plak şirketinin beklentilerine göre ilk baskıda toplamda kaç adet plak basılacağı konusu belirlenir. Baskılar bazen bin adetten az, bazen binlerce adet olabilir. Bu adet ve albümün zaman içerisinde dinleyiciler nezdinde durumu nadidelik kriterinin belirlenmesinde önemli rol oynar.

Bazı albümlerde birden fazla ilk baskı söz konusudur. Özellikle 1970'lerde bazı albümler ,ki rock albümlerinde bu durumu sıklıkla görürüz, eş zamanlı olarak hem Amerika'da hem de Avrupa'da basılabilir. Bu durumda ortalıkta iki farklı ilk baskı olur. Bunların değeri adetlerinin yanında hangi fabrikada basıldığı gibi detaylar ile belirlenir. Bazı fabrikalar zaman içerisinde yaptıkları özenli baskılar ile müzik tarihine girmiştir.

İlk baskılar değerli olduğu bir diğer konu yapılan hatalardır. Bazı baskılar gözden kaçan bazı hatalar içerebilir. Bu hata plağın kendisinde olabileceği gibi, kapağında, etiketinde de yapılmış olabilir. Örneğin etiketi yanlış basılmış, örneğin plağın A yüzüne B yüzünün etiketinin basılması gibi durumlar bir anda plakların değerini arttırabilir. Eğer bu durumun farkına varılıp ikinci baskıda bu hata düzeltildiyse ilk baskı plaklar "defo"larından dolayı kıymete binebilir.

Bir diğer önemli konu ise plağın üretim sürecinde gizlidir. Plak basımında özel üretilmiş kalıplar kullanılır. Bu kalıplar belirli adetlerdeki plağı basarken kullanılır. Bunun sebebi baskı yaptıkça kalıbın aşınmasıdır. Bu aşınma, aynı kalıptan normalden fazla plak üretildiğinde tizlerde bir miktar kayıp, plakta dinleme esnasında oluşan çıtırtı ve hatta sesin boğuklaşması gibi sonuçlar doğurabilir. Plak şirketlerinin bir kalıptan kaç baskı yapılacağı konusunda farklı uygulamaları ve görüşleri vardır. Bazı şirketler her 1.000 adetlik üretimin arkasından yeni bir kalıp kullanırken bir diğeri bir kalıbın 3.000 plak basmak için optimal koşulları sunabildiğini iddia eder. Bu kalıpları üretmek maliyetli bir iş olduğundan özellikle küçük şirketler tek bir kalıptan binlerce plak üretmeye kalkışmışlardır. Hatta daha da ileri gidip ikinci ve daha sonraki baskılarda ilk baskının kalıpları kullanılmış ve üretilen plakların kalitesinde sıkıntılar oluşmuştur. Böylesi plak şirketlerinde ilk baskıları edinmek ses kalitesi açısından bir miktar kazanım elde etmenizi sağlayabilir. Özellikle ülkemizde 70'lerde basılan plaklarda bu durumu görebilirsiniz. Ancak sıkıntı hangi baskının ilk baskı olduğunu anlamanın neredeyse imkansız olmasıdır.

Önümüzdeki günlerde yayınlayacağım yazılarda ilk baskı konusunu enine boyuna tartışacağım.


Diablo 20 Yaşında Ve Müthiş Haberler


İlk Diablo yayınlandığında 1996 yılında alıp hemen oynamaya başlamıştım. Şu hayattaki en sevdiğim oyun olması muhtemeldir. Gotik atmosferi, her defasında yeniden yaratılan zindanları, hikayesi ile oynamaktan asla bıkmadım. Tabii sonra Diablo II yayınlandı.  O da muhtemelen en sevdiğim 2. oyun olabilir. Özellikle Necromancer ile deli gibi eğlenceli vakit geçirmiştim. Hatta eşim ile evde LAN üzerinden az oynamadık... Sonra 2012 yılında Diablo III yayınlandı. En sevdiğim 3. oyun ne yazık ki değildi çok basitleştirilmişti ama bunu da deli gibi oynadım. Oyun yayınlanan genişleme paketi Reaper Of Souls ile bayağı adam oldu doğrusunu söylemek gerekirse...


Bugün Blizzcon başladı. Bu Diablo'nun yapımcı firması Blizzard'ın bir nevi konferansı denilebilecek bir etkinlik. Bir yandan Diablo'nun 20. doğumgünü kutlanırken bir yandan oyuna gelecek yenilikler tanıtıldı.

En büyük bomba, "The Darkening of Tristram" adından ilk Diablo gibi 16 katlı bir zindanda savaşıp bölüm sonunda Diablo ile karşılaşacağız. Tahmin edeceğiniz üzere Tristram katedralinde geçecek bir bölüm. Görsel filtrelerle bu yeni bölümlere retro havası verilecek ve eskisi gibi sadece 8 yöne hareket şansımız olacakmış. Ha tabii gönül isterdi ki, Paladin ile oynayalım ama Diablo I'i modern grafiklerle oynamak yeterince heyecanlı olacaktır. Bu yeni bölüm ücretsiz patch olarak haftaya geliyor. Yani ben haftaya ortalarda yokum...


İkinci bomba ise Diablo II'yi senelerce oynadığım karakterim oyuna geri dönüyor. Necromancer sınıfı oyuna 2017 içerisinde eklenecek. Daha doğrusu ek bir paket olarak satılacak. Ecnebilerin dediği gibi Shut up and take my money!!! Aşağıda ilk video var. Heyecan bastı yahu :)



Ahşap ve Retro


Son zamanlarda çeşitli sosyal platformlarda gençlerin eski cihazlar ile harika sistemler kurduklarını çektikleri fotoğraflardan anlıyoruz. Bir nevi bir pazarına yurtdışında da nur yağmış. Ancak fiyatlar öylesine makul ki, çok ucuz fiyatlara yukarıdaki gibi sistemler kurabilmek mümkün. Türkiye'de böyle bir sistemi kurmaya kalksanız saçma sapan paralar ödemek zorunda kalırsınız muhtemelen.

Plaklarım ve Pikabım :)


Bir Teknik Servis Hikayesi: Mad Catz


Senelerden beri Mad Catz firmasının R.A.T. serisi farelerini kullanıyorum. İlk  R.A.T. 7 faremi sağolsun bir arkadaşım Amerikalardan valizinde getirmişti. Sonrasında o fare firmanın ilk jenerasyon ürünlerindeki üretim hatası sebebi ile Amerika'ya gitti geldi. Elim  R.A.T. 7'ye çok alışınca birkaç tane daha satın aldım. Hala ilk aldığım fare çalışıyordu ancak altındaki ayaklar zaman içerisinde aşınınca performans düşüklüğü yaşamaya başladım. 

Malum memlekette Paypal kullanılamayınca eBay gibi sitelerden bu tarz ıvır zıvırları satın almakta zorluk çekiyoruz. Dolayısıyla elim kolum bağlandı. Bende bir umut üretici Mad Catz firmasına mail atıp durumu izah ettim. Eğer imkan varsa ayakları sizden satın alayım dedim. 

Aynı gün içerisinde geri dönüş yapıldı. Mouse'u nereden aldığımı sordular Amerikan Amazon'u şeklinde cevap verdim. Bu cevabın arkasından bir mesaj daha geldi, ürünü Amerika'dan aldığım için yedek ayakların yarın sabah Amerika'dan yola çıkacağını söylediler. Sonrasında bir mesaj daha geldi. Amerika'dan yedek parçaların gelmesi uzun sürebilir mağdur olmayın diyerek İngiltere'den yola çıkartıyoruz dediler. Ben tabii şoklardayım. Bizim memleketin servislerine alışınca insan yerine konulduğunuzda afallıyorsunuz. 

Bu arada ecnebi memleketlerde garanti süresi 1 yıl. Benim mouse ise herhalde 6-7 senelik. Garanti filan hak getire! Neyse yaklaşık 1 hafta sonra yedek ayaklar elime ulaştı... 


Tek yapmak gereken eski ayakları yerinden çıkartmak.  R.A.T. 7 komple metal şasiye sahip olunca bu çok zor bir operasyon değil. Ayak yuvalarını da isopropil alkol ile sildim. Tertemiz oldu. 


Arkasından üreticinin gönderdiği ayakları yerine taktım. Tıpkı ilk aldığım günkü performansına geri geldi  R.A.T. 7. Belki bir fareye 100 Dolar vermek mantıklı değil gibi gözüküyor ama 6-7 sene kullanıp üzerinde çizik bile yapamamışım, bir de üzerine üreticisi bu denli eski bir ürüne hala destek veriyor. 

Allah'tan  R.A.T. mouse'ların üreticisi Mad Catz Türkiye'de yok. Üç kuruşluk ayaklar için muhtemelen kavga gürültü olur sonunda mouse'u bir kenara atardım herhalde.... 

Caz Tarihinin En İyi 25 Albümü



Stereo Mecmuası web sitelerinde devinim bitmiyor. Bu sıralar Caz Tarihinin En İyi 25 Albümü diye yepyeni bir yazı dizisine başladık Müzik sitemizde. Adından belli olacağı gibi tarihin en iyi 25 caz albümünü ele alacağımız yazı dizisinde genel kabul görmüş bir listeyi baştan aşağı ele alarak her albüm ile alakalı ayrıntıları, sizlerden çok soru gelen bir konu olan hangi baskıları tercih etmeliyiz vesaire gibi noktaları ayrıntılı şekilde ele almaya çalışacağız. Tabii ki bu "ha" deyince yazılacak bir dizi olmadığı için peyderpey ekleniyor yazılar. Buradaki linkte durumu takip edebilirsiniz.

Ayrıca bir de projelerimizin durumunu özetlediğimiz bir sayfamız var. Rahat durmayıp yeni yazı dizilerine atılıyoruz zaman zaman. Onları da bu sayfadan arada sırada kontrol etmenizde fayda olabilir.

Faiz Ali Faiz!


Ne garip bir isim, Faiz Ali Faiz. Geçtiğimiz günlerde alakasız bir konuyu araştırırken kavvali şarkıcısının aşağıdaki videosu ile denk geldim. Nusrat Fateh Ali Khan'ın haleflerinden bir tanesi olarak olarak kabul edilen Faiz Ali Faiz'in seslendirdiği eserin adı: Ishq e Nabi De Andar Pao Dhamal Sare. Türkçe çevirisi "O Dhamaal içinde bir sürü sevgi bulabilirsiniz". "Dhamaal" konusunu burada ele almaya çalıştım. Bir nevi dans formunda trans hali diyebiliriz. Videoda da anlaşılabiliyor aslında...

Yeni Macbook Pro ve Düşündükleri


Dün Apple firmasının etkinliği vardı. Yeni Macbook'lar duyuruldu. Kalkıp bu etkinlikten bahsedip canınızı sıkmayacağım merak etmeyin. Tüm dünyadaki teknoloji sitelerinden ana akım medyaya kadar her tarafta etkinlik ile alakalı bilgileri bulabilirsiniz. Benim amacım PC üreticilerine ve Microsoft'a sövmek bu yazıda. "N'oluyor" önce derseniz aşağıdaki videoyu seyredin. Sonra yazıya devam edin...



Kaç senedir dizüstü bilgisayar kullanıyorum inanın hatırlamıyorum. Bir de üzerine kullandığım hemen her bilgisayar iddialı modeller idi. Güçlü işlemciler, iyi ekran kartları ve saymakla bitmeyecek bir sürü özellik. Örneğin en eski IBM dizüstü bilgisayarlarım hariç hepsinde parmak izi okuyucu vardı. Ne işe yarıyordu derseniz, koca bir hiç.

Kullanmak için bir sürü ayar yapıp, bir güncelleme ile ayarladığım tüm fonksiyonların iptal olması ile saçımı başımı az yolmadım. Apple senelerdir bu özelliği dizüstü bilgisayarlarına getirmedi getirmedi ama sonunda öyle bir getirdi ki, diğer bilgisayar üreticilerine ve Microsoft'a sövmekten başka bir şey gelmiyor aklıma. Ulan senelerdir şunu biriniz akıl edemediniz mi diye başlıyorum, devamı ne yazık ki iyi gelmiyor.... Bir albüm mü aldınız basın parmak izini ödesin. Biz hala bilgisayarımızı açmak için parmağımızı şekilde şekle sokalım.

Kullanıcılar arasında geçiş yapmanın da harika bir yolunu bulmuşlar. Basın parmak izini kişisel masaüstünüz gelsin. Müthiş!

Touch Bar olayına da bakınca sövme şiddetim artıyor. PC üreticileri senelerdir dizüstü bilgisayarlarda dokunmatik ekran konusunu ön plana çıkartıp duruyor. Sonuç parmak izimizle leş gibi olan ekranlar ve Windows'un canı isterse düzgün çalışan özellikler. Özellik derken tablet gibi kullanmaktan bahsediyorum ekstra bir şey yok.

Apple etkinliğinde adamlar "Touch Bar" özelliğini tanıttıklarında insanın ağzının suyu akıyor. Yahu senelerdir olması gereken özelliği adamlar minik bir dokunuş ile çözmüşler. Benim bilgisayarımda touch pad yüzeyi istendiğinde ek özelliklerle donatılmış bir ekrana dönebiliyor hatta üzerinde jiroskop bile var ama yapabildiklerim ses açma kapama gibi son derece kısıtlı işler. Bir ara almaya iştahlandığım bir Razer bilgisayarda da bu tarz bir ekran vardı ama onda da çok temel işleri yapabiliyordunuz. Apple dün duyurduğu bilgisayarın yazılım altyapısını çoktan hazırlamış, "Final Cut"tan "Photoshop"a kadar küçücük ekranda özellik üzerine özellik idare edilebiliyor.

Biz Windows dünyasında aman efendim açılıştaki minik kutucukları tartışırken gidilen yöne uzaktan bakıyoruz sadece. Ulan Microsoft...

Betül Dengili Atlı söyleşi ve imza günü


Bu ülkede plaklar ile uğraşıp "Betül Atlı" ismini duymamış olan yoktur demek isterdim. Ancak ne yazık ki, arşivcilik ve geçmişimizi kayıt altına alma konusundaki eksikliğimiz yüzünden genç okuyucularımız "Betül Atlı" kim diyeceklerdir.

Bir adam buna dur diyebilmek için uzun senelerdir uğraşıp didiniyor. Plak kapaklarını topluyor, arşivliyor ve topladığı bilgileri paylaşıyor. Sevgili arkadaşım Fikret Çaylak'tan bahsediyorum. Unutulmuş plak kapakları onun sayesinde yeniden geniş kitlelere ulaşıyor.

5 Kasım 2016 günü saat 13:00 ila 15:00 saatleri arasında geçmişten beri bir sürü insanın hayali olan şey gerçekleştiriyor; Betül Dengili Atlı söyleşi ve imza günü!!!



Can Hifi'da yapılacak etkinlik için tüm ayrıntılar düşünülmüş. Eğer elinizde hocanın çizdiği plaklardan yok ise ve o günü ölümsüzleştirmek isterseniz orjinal çizimlerden hazırlanan özel posterlere imza attırabilirsiniz. Bırakın imzayı, bunca yıldır ortalıklarda göremediğimiz Betül Hocanın kendi ağzından kendi cümleleri ile  o muhteşem çizimlerin hikayelerini, bir dönemin Türk müzik piyasasına dair anıları dinleyebileceksiniz. Belki de beraber bir fotoğraf çekilirsiniz...

Şu sıralar ailemdeki çeşitli sağlık sorunları ile uğraşmam nedeni ile maaselef ben etkinliğe katılamıyorum ancak İstanbul'daysanız ve 5 Kasım'da müsaitseniz  Betül Dengili Atlı söyleşi ve imza günü kaçırmayın.

Etkinliğin yapılacağı mekanın yeri aşağıda var. Lütfen fotoğraf ve düşüncelerinizi bizimle paylaşın. Burada yayınlayalım...





Bir Teknoloji Faciası Vesikası: Samsung Note 7


Teknoloji dünyasında son yıllarda yaşanan en büyük skandal, Samsung firmasının en üst modeli olan Note 7 modelinde yaşandı. Senelerce bilişim sektöründe çalışan bir insan olarak hala teknoloji dünyasını takip ediyorum ve Note 7 faciasını da yakından izlemeye çalıştım.

Bu tarz haberler ve olaylar, ana akım basın dahil yazılı ve internet üzerinden yayın yapan herkesin üzerine balıklama atladığı cinsten. Yalan yanlış bir sürü yazı ve komplo teorisi paylaşıldı. Hatta benim Türkiye'de takip ettiğim tek düzgün yayın bile Note 7 skandalını konu alan bir program yapıp, editörlerden bir tanesinin bu olayların arkasında "Ameriga" olabilir teorisini ciddi ciddi tartıştılar.

Şimdi oturup uzun uzadıya bu konuyu yazmayacağım ancak bazı önemli noktaları ele almaya çalışacağım.

Öncelikle teknoloji biraz şans işidir derler. Benim deneyimlerime göre bu görüş bir miktar doğrudur. Geçmişten bugüne teknolojik alet edevatta bir çok sorun ile denk geldik. Dell dizüstü bilgisayarların pil sorunu, Apple iPhone'larda anten sıkıntısı derken liste uzar gider. Tüm bu sorunlarda firmalar, bir şekilde problemleri çözmek için uğraştılar. Servise geri çağırmalar, ürünü iade almalar derken bunun kullanabilecek bir çok enstrüman var.

Peki firmalar neden böyle davranıyorlar. Sizce hepsi tüketiciyi mi düşünüyorlar. Tabii ki hayır, bir ticari işletmenin birinci hedefi kar elde etmektir. Bunu yaparken tüketicilerin mutluluğuna önem veren ve bunun ilerleyen alışverişlerde kendilerine avantaj yaratacağını bilen firmaların yanında, bunu bir kültür haline getiren firmalarda var. Ancak gün sonunda asıl amaç, marka imajı denen şeye zarar gelmemesi...

Bir de tabii ki devletlerin tüketici haklarına yaklaşımları var. Türkiye'de de her ne kadar son yıllarda tüketici hakları konusunda müspet adımlar atıldıysa da, sistemimiz hala firmaları koruyor. LG telefonlardaki kronik hatalarda veya geçmişte çok satılmış General Mobile Discovery telefonların soket arızalarında tüketicilerin tek tek tüketici mahkemeleri ile uğraşıp tamirat için ödedikleri bedelleri geri almaya çalışması gibi örnekler çok eskide kalmış değil. Bu markaları yazdığıma bakmayın, hemen her markada sıkıntı yaşanıyor. Servisler ise çoğunlukla aynı rezillikte!

Yaklaşım genelde, nasip kısmet hikayesinden, geleneksel "kullanıcı hatası" demek ile sınırlı. Kavga dövüş ile haklı olduğunuzu kabul ettirmeniz gereken bir süreç ne yazık ki servis süreci. Aksi örnekler mutlaka vardır ama pek az!

Amerika ve Avrupa Birliği bu tarz konularda çok sert düzenlemelere sahip. Ancak Amerika bu konuda bir adım ileride. Öncelikle şunu söylemek doğru olacaktır, Amerika'da tüm bu firmalar, bizdeki kadar tüketici düşmanı şekilde davransalar, çok affedersiniz yetkili kurumlar bir taraflarından kan alır! Bunun akabinde toplu davalar ile her türlü zararınızı tazmin edersiniz. Buna bozulan psikolojinizden, moral bozukluğunuzdan ve kaybettiğiniz iş saatlerine kadar herşeyi ekleyebilirsiniz.  Ayrıca bir sıkıntı tespit edildiğinde kullanıcıların tek tek başvurmasına gerek kalmadan yetkili kurumların verdiği hüküm herkese uygulanıyor. Diyelim ki şarj soketinde üretim hatası var ve siz bunun için tüketiciden para talep ediyorsunuz. Bu iddianın gerçekliği tespit edildiği an para iadesi yapmalı, gerekirse ürünleri iade almalısınız. Yok ben yapmıyorum dediğinizde, sağlam bir cezanın yanında Amerika pazarı bir anda size kapanıveriyor.

Firmaların Türkiye pazarında yaptığı gibi kulağınızın üzerine yatıp, herşeye kullanıcı hatası demek, Avrupa, gelişmiş Uzakdoğu ve Amerika pazarlarında yemiyor. Umarım ülkemizdeki tüketici memnuniyeti anlayışı bir gün bu seviyeye gelir.

Samsung Note 7, hikayesinde aslında işler büyük bir coşku ile başlamıştı. Yazılan çizilenlere göre Samsung en üst seviye telefonunu Apple'ın yeni telefonların önce tüketicilere sunabilmek için çok çalıştı. Ortaya çıkan telefon, bir çok teknoloji editörü tarafından daha ellerine alınır alınmaz yılın en iyi telefonu seçiliverdi. Olay verilen bu gazlar ile iyiden iyiye  "hype" veya benim deyimim ile coşkuya döndü ve telefonlar havalarda uçuşmaya başladı.

Kısa bir süre sonra sıkıntılar baş göstermeye başladı. Bazı basın kuruluşları olayı Samsung'un Apple karşısındaki yükselişini çekemeyen "hain Ameriga"nın oyunu olarak gördüler. Kısa bir süre bilinmeyen bir sebepten dolayı pilin yanma olayı global bir sorun haline gelmeye başladı. Bir bölüm basın ve fanboy tabir edilen marka savunucuları oranların satılan telefonlara göre oldukça düşük olduğunu yazmaya başladılar. Ortalık karışmışken Samsung muhtemelen problemin başlarına ciddi iş açabileceğini anlayıp telefonlarda bir değişim programı başlatmaya karar verdi. Buraya kadar herşey çok güzel...

Tabii ki böyle bir operasyonun büyüklüğü ve tüm dünyada yapılması gerektiğinden işler araç saçına dönmeye başladı. Bizdeki operatörler Turkcell, Avea ve Vodafone kulaklarının üzerine yatarken, Amerika'daki operatörler değişim sürecini hızlandırabilmek için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı. Çünkü dönüp dolaşıp bu yanma sorunları onları da vuracaktı. Benzer şekilde Almanya'daki operatörlerde hızla iade sürecine giriştiler.

Tüm bu hengame ortasında bazı Note 7 sahipleri, telefondan çok memnun olduklarından mıdır yoksa bu kadar para verdikleri için mi bilinmez telefonlarını iade etmeye yanaşmıyorlardı. Samsung pil konusunda bazı ayarlamalar yapıp herkesin telefonlarını servis sürecine sokması için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Olayların büyümesi sebebi ile Samsung Türkiye bile kulağının üzerine yatamadı. Benzer bir süreç ülkemizde de başladı. Tabii ki farklı ülkelerdeki örneklere göre daha Allah'lık şekilde. Telefon sahiplerine verilecek yedek telefonlar konusunda yine nasip kısmet muhabbetleri başladı. Arkasından yeni Note 7'ler "ha geldi, gelecek" muhabbetleri falan filan. Klasik Türk tüketici hakları geyikleri!

Neyse yeni telefonlar Amerika piyasasına ulaştı ve hızla değişim süreci işlemeye başladı. Bu arada çeşitli havayolları firmaları Note 7'lerin uçuşlar sırasında kapatılmasını istiyor, her gün patlayan Samsung haberleri çıkıyordu.

Arkasından yenilenen telefonlarda patlamaya başladı. Tabii ki "hain Ameriga"nın oyunları muhabbeti başladı. Amerikalı servis sağlayıcılar kendi insiyatifleri ile değişim programını kaldırıp telefonları iade almaya başladılar. İlgili kurumların daha ortalıkta bir kararı yokken alınan bu karar bomba etkisi yaptı.

Ciddi teknoloji basınının yazdığına göre Samsung suçun pillerde olduğunu tespit etmiş ve yeni telefonlarda sorunlu pilleri kullanmamıştı. Ancak anlaşıldı ki, yenilenen telefonların patlaması ile birlikte Samsung bile sorunun nerede olduğunu bilmiyordu. Zaten olayın vehameti burada yatıyor.

Çok doğru bir hareket ile değişim sürecini başlatmışlardı ancak değiştirilen telefonlar da aynı soruna sahipti. Yazılan çizilenlere göre Samsung gibi dev bir üretici bile bu kadar kısa zamanda satılan milyonlarca telefonun yenisini üretebilme kapasitesine sahip değildi ve depolardaki sorunsuz olduğu düşünülen piller ile donatılmış telefonları cepheye sürdüler.

Sonunda Samsung güzelim telefonu tarih sahnesinden kaldırmaya karar verdi. İsteyenlere parası iade edilmesi, isteyenlere de arzu ettikleri Samsung telefonu bir miktar indirim ile alma imkanı tanındı. İade edenlere bile bir miktar fazladan para ödenmesi kararı alındı. Çünkü insanlar aksesuarlar satın alabilmiş olabilirlerdi ve Amerika gibi ülkelerde kimse aman uğraşamam deyip bu aksesuarlara ödedikleri paralar için yasal girişimden vazgeçmezdi. Samsung hisseleri yaşanan olayların etkisiyle yokuş aşağı inmeye başladı. Bunun yanında Samsung'un parça aldığı üreticilerden, lisanslı aksesuar üreticilerine kadar herkesin zararının firma tarafından tazmin edileceği garantisi de verildi. Uzun lafın kısası Milyarlarca Dolar zarar sözkonusu...

Ancak asıl zarar parasal değil. Hemen yaşadığım bir örnekle açıklayayım.

80 küsür yaşındaki babam akşamın bir vakti haberlerde Samsung telefonlar patlıyor haberini görünce alelacele beni aradı ve fırça süreci başladı;  oğlum bak Samsung telefonlar patlıyormuş annene niye "dandik" telefon aldın. Yakın zamanda anneme farklı bir Samsung telefon almıştık ancak modeli farklıydı. Şu patlayan alet yerine düzgün bir şey al kadına.

Konuşma devam etti. Baba Samsung'a dandik diyorsun da, haberlere baktığın televizyon ne marka diye sorduğumda, "Samsung" deyip sakın onlarda mı patlıyormuş diye devam etti fırçasına..  Bu noktadan sonra Samsung eşittir patlayan telefon hatta daha vahimi patlayan marka imajını temizlemek çok zor olacaktır.

Tabii ki hatalı üretilen veya sorunlu ilk telefon Note 7 değil ve sonuncusu da olmayacak. Ancak sürecin ele alınması ve sözüm ona çözüm noktasında Samsung'un yaptıkları yarın öbür gün ekonomi kitaplarına girebilecek, üzerinde onlarca araştırma ve makale okuyacağımız bir konu olacak. Bakalım üretici tarihin en büyük teknoloji skandalının etkisini hafızalardan nasıl silecek...

JBL 4435


JBL 4435 hoparlör. Üretim tarihi 1980'li yıllar. 2 yollu hoparlörün ağırlığı yaklaşık 114kg. Bu benim kullandığım hoparlörlerin yani 4425'lerin hormonlu büyük abisi.

Tek bir kere denk gelip dinlediğimi hatırlıyorum, oldukça şaşırtıcı bir sesi vardı. Sürmek biraz meşakkatli denilebilir ama asıl nereye koyacağınız sorun. Bir de hanımınız tabii ki...

Dylan'ı Kim Sevmez *



Nobel Edebiyat ödülünü de almışken özellikle değil mi?

Rahatlamak İçin Caz


Caz müzik insanı böyle rahatlatıyorsa ben bugünden tezi yok cazcı olurum ya. Hanım kızımız dinlediği plağı görünce halvet basmış, soyunmuş dökünmüş, sonra derin düşüncelere dalmış. Ancak kapakla albümün adında bir uyumsuzluk var sanki. Albüm diyor rahatlatıcı, hanım kızımızda ise durum sanki Karadenizde gemileri batmış misali. İçinden herhalde başlarım ben böyle rahatlamanın içine diyordur. Nereden aldıysam bu plağı...

İzmirKültür Platformu Bağımsız Yayıncılık Forumu



İzmir'de yaşayıp İzmirKültür Pla+formu Girişimini duymayan çok fazla okuyucum olduğuna eminim. Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde ortaya çıkan bu platformun çalışmalarını takip etmeye çalışıyorum. Farklı konularda özellikle de sanat ve kültür dünyası üzerine yaptıkları çalışmalara göz atıyorum. Merak ederseniz şuradaki Facebook sayfasından etkinliklere bakabilir ve yayınlanan elektronik dergilere göz gezdirebilirsiniz. Bu hafta 'Bağımsız Kültür Sanat Yayıncılığı' konusundaki toplantıya davet edilince vakit ayırıp katkıda bulunmak istediğim için yollara düştüm. Üzerinde durulacak konu başlıkları şu şekildeydi;
-İzmir’de bağımsız yayıncılığın durumu nedir?-Bağımsız yayıncılığın etki alanı, erişim alanı ne kadar geniştir?-Bağımsız yayıncılığın kişilere ulaşımını artırmak üzere, sistemin döngüsüne takılmayan, dağıtım da dahil ne tür iletişim stratejileri geliştirilmelidir?-Bağımsız yayıncılığın farklı mecralarını bir araya getirecek nasıl bir dayanışma modeli oluşturulabilir?
Stereo Mecmuası olayına girişmeden önce 2000'lerin yayıncılık dünyasındaki gelişmeleri özellikle de yurtdışındaki gelişmeleri yakından incelemiş ve konsepti büyük ölçüde incelemelerimden çıkan sonuçlara göre şekillendirmiştim. Zaman içerisinde seçtiğim yolun bir hobi sitesi için mantıklı olduğunu defalarca gördüm. Ancak yayıncılık kendi içerisinde devamlı bir gelişim içerisinde olduğundan devamlı şekilde yeni konsept ve akımları da takip etmeye devam ediyorum. Zaten Mecmua bu kadar senedir bu sayede ayakta kalmayı başarıyor bana sorarsanız. Değişimlere ayak uydurmak yaşamak için en önemli olay!



Biliyorsunuzdur, ben dijital yayıncılığın, dergilerin ve kitapların hatta hiçbir şeyin dijitalinin "fan"ı değilim. Ancak yayıncılık konusundaki gelişmelerin yönü dijital dünya. en azından benim gözlemlerime göre. Ancak bu konunun profesyoneli değilim -ekibimizde aynı şekilde- ve uzmanı olmadığımız konularda farklı görüşleri dinlemek insanı her zaman geliştirir. Açıkçası yeni insanlarla tanışmak yeni fikirleri duymak benim için keyifli olacağından dolayı toplantıya katılmayı özellikle istedim.

Özellikle fanzin yayıncılarının sorunları ve karşılaştıkları sıkıntılar, benim daha yolun en başından dijital dünyada yayın yapmanın en iyi çözüm olduğu konusundaki fikirlerimi kesinlikle yeniden kanıtladı. Çözümü zor sorunlar, çelişkiler ve çaresizlik. Yazılan harika yazılar ve ulaşılamayan kitleler. Yayıncılığın belki de en önemli sorunu!



Bu toplantı tabii ki bir çıkış noktası sunmuyor. Tüm dünyada tartışılan bu konuda farklı çözümler bulabilmek mümkün. Ancak toptan bir başarı formülü ne yazık ki yok! İncelediğim bazı fanzinlerde özellikle de müzik fanzinlerinde harika yazılar gördüm. Belki de ilerleyen dönemlerde Mecmua'da genç bağımsız yazarlara daha fazla destek olmalı ve yazılarını yayınlamalıyız. Ancak bu genç yazarların intenetin sunduğu nimetleri de keşfetmeleri gerekli...

Tıpkı bizim yapmamız gerektiği gibi...



İlerleyen dönemlerde bu toplantı ile alakalı notlar yayınlanacaktır. Bir fikir vermesi açısından sizlerle de paylaşırım.  İzmirKültür Pla+formu Girişimini takip etmenizi öneriyorum. Bende daha fazla yer vermeye çalışacağım...

Thorens TD-124 Reklamı


Manyetik levitasyon'dan bahsetmiş iken, levitasyon olmasa da, mıknatıs sisteminin ilk kullanıldığı "sanırım" ilk pikap Thorens TD-124 reklamı...

Mag-Lev Audio Levitating Turntable


Kickstarter haberlerine arada sırada bloğumda yer veriyorum. Ancak kendi adıma "Music" ve "Technology" bölümlerini yakından takip ediyorum. Arada sırada pikap projeleri Kickstarter'a düşüyor. Bu defa Mag-Lev Audio'nun pikabı finansman arıyor. 

Başlıktan anlayabileceğiniz üzere pikap manyetik levitasyon üzerine kurulmuş. Plato manyetik güç sayesinde havada uçuyor, bakınız resimler. Aslında bu tarz pikaplar yeni bir fikir değil. Thorens TD124 mıknatısları kullanan ilk dönem pikaplardan bir tanesi. Arkasından 70'li yıllarda Japon üreticiler ve 80'li yıllarda özellikle "La Platine"  ile pikap meraklılarının yakından tanıdığı bir konu. 


Ancak... 

Bu pikapların tamamında öyle plato tasarımları vardı ki, mıknatısların iğneye etki etmemesi için delice çözümler bulunmuştu. Bu çözümlerin daha sınırlı olduğu Thorens TD124 özellikle modern iğnelerle iğne katili haline gelebiliyor. 

Mag-Lev Audio'nun pikabı yukarıdaki tasarımlardan daha iddialı ve bearing sistemi yok. Plato tamamen havada uçuyor. Muhtemelen bu tasarım çok sıkıntı yaratacak. Bir meraklı sorular kısmında özellikle MC iğneler ile manyetizma konusunu nasıl çözdünüz demiş, verilen cevap ise patentli bir teknoloji geliştirdik olmuş. 

Bana bu proje fena patlayacak gibi geliyor. Projeyi takip etmek için linke bakınız... 



iDiots Kısa Film



Aslında iDiots, 2013 yılında hazırlanmış bir kısa film veya animasyon. Ancak ben yeni gördüm. Aslında değişen hiçbir şey yok. Cep telefonlarının hayatımıza nasıl etki ettiği ve değiştirme motivasyonlarını çok güzel hicvetmişler. 4 dakikalık filmi seyretmenizi şiddetle tavsiye ederim...

Tascam Reklamı 1980'ler


Tascam Reklamı 1980'lerin sonları...

Micro Seiki MR-622S


Japon üretici Micro Seiki'den MR-622S modeli. Üretim yılı  1974

Robot Abla


Ortada daha elektronik müzik yokken (Krafwerk plak kapakları gibi) veya Blade Runner filmi daha çekilmemişken ne olduğunu karıştırıp kendini robot gibi zanneden tipler ortalarda gözüküyormuş taa 1970'lerde. Hoş tabi onlar gayet masumlardı. Buradaki plak kapağında bu robotun yapılma amacının pek masum olmadığını anlıyoruz. İnanmazsanız  bakın sağ üst taraf. Hoş şöyle düşününce fena da olmazdı diyorum ben. Siz ne dersiniz.

Punisher Bluetooth Stereo Speaker

Punisher logosunu oldum olası çok severim. Bu ürün o yüzden ilgimi çekti. Punisher Bluetooth Stereo Speaker, Marvel lisansı ile üretilmiş ve yaklaşık 70 Dolarlık fiyatı ile dosta güven düşmana korku veriyor. Özellikleri konusunda üretici fazla bilgi vermemiş. Üzerinde Punisher logosu var asıl önemli o diye düşündüler herhalde....

Tronsmart Encore


Apple yeni telefonu iPhone 7'yi duyurduğunda başımıza yeni bir dert açıldı. Çünkü telefon üzerinde alıştığımız tarz bir 3,5mm kulaklık çıkışı yok! Apple'ın kendi kulaklıklarını kullanmak isteyen meraklılara sunduğu çözüm ise kutu içerisinden çıkan lightning portu 3,5mm konektöre çeviren adaptörü kullanmak. Tronsmart firması ise kendi üzerinde DAC bulunan ilk lightning kulaklığını satışa sunmaya hazırlanıyor. Ürün üzerinde 24-bit/ 48kHz çözünürlükte bir DAC'ın yanında Apple'ın kendi ses modülü olan "LAM" da yer alıyor. Fiyat daha belli değil ancak çok ucuz olmayacağı belli...

Umarım diğer telefon üreticileri de aynı furyaya uymaz....

Elektronik Ürünlerde ve Bilgisayarda Taksitler Düşüyor!!


Bilişim sektöründe işler uzun zamandır iyi gitmiyor. Türkiye'den çıkan büyük yabancı perakendeciler, satılan firmalar, batan teknoloji firmaları derken son zamanların hikayesi ise mağaza kapatan ve eleman azaltmasına giden perakende devleri...

Geçtiğimiz günlerde gelen elektronik ürünlerde ve bilgisayarda taksit 6 aya düşüyor haberleri bu erime ve geriye gitme sürecini daha da arttıracak korkusundayım. Belki biliyorsunuzdur eski bir perakendeci olarak sektörle bir şekilde organik bağlarım devam ediyor ve duyduklarım hiç umut verici değil.

Hifi tarafında ise 2016 yılında yaşanan daralma konusunda bu taksit düşürme olayının nasıl bir etkisi olur bilemiyorum şimdilik. Ancak olumlu yansımayacağı kesin.

Cep Telefonlarına Taksit Yok Yerli Telefon Üreticileri İçin Belki...


Bilişim sektöründe uzun zamandır merak edilen cep telefonlarına taksit yeniden gelecek mi sorusu bu hafta yapılan açıklamalar ile yanıtlanmış oldu. Hayır cep telefonlarına taksit yok!

Türkiye'nin ithalat kalemlerinde önemli bir yer tutan cep telefonları, hepimizin günlük hayatında önemli bir yer tutuyor. Ancak bir de gerçek var ki, insanlar gelirleri ile orantısız harcamalar yaparak en üst modelleri kullanmaya çalışarak kendilerini zora sokuyorlar. Bir restorana veya bir kafeye gittiğimde çevremdeki insanların cep telefonlarını görünce bazen ben bile şüpheye düşüyorum. Gencecik çocukların elinde benim kullandığım cep telefonunun 3-4 katı tutarlardaki cep telefonları. Bu durum normal değil!

Marvin Gaye – What’s Going On



Tamla/Motown plak şirketinin en önemli isimlerinden bir tanesi olan Marvin Gaye’in en önemli albümünü inceleyeceğiz. Tamla/Motown’ın iç karışıklıkları ve kavga/dövüşü meşhurdur. Bu sürecin ardından Norman Whitfield plak şirketinin en önemli adamı haline gelir ve The Temptations, Marvin Gaye ve Gladys Knight & the Pips onun hit şarkıları ile listelerin başına oturmaya başlar. Bu dönemde firmada bazı devrimsel hareketler olur. Motown grupları, kendi bestelerini de üretip, albümlere eklerler. 1970′lere bu albümlerden bazıları damga vurmuştur.

Marvin Gaye’in What’s Going On (1971) ve Let’s Get it On (1973) albümleri ve Stevie Wonder’ın Music of My Mind (1972), Talking Book (1972) ve Innervisions (1973) albümleri. Bu dönemin başlangıcı What’s Going On dersek yanlış olmaz sanırım. What’s Going On, Marvin Gaye’in 11. stüdyo albümü. Tamla/Motown şarkıcılarında bu albüm sayıları gayet normal. Neredeyse her sene hatta bazen senede iki albüm yayınlandığı oluyordu bazı şarkıcılarda. Marvin Gaye’de o isimlerden bir tanesi işte. 1971 yılında yayınlanan albüm Motown’un alt firması Tamla Records tarafından yayınlandı. Albümdeki tüm şarkılar şarkıcının imzasını taşıyor. Aslında albüm bir konsept albüm olarak da kabul ediliyor. Albüm Vietnam savaşı gazilerinin hayatına bir bakış atıyor. Zaten bir çok müzik eleştirmenine göre albüm, tüm zamanların en iyi albümleri listesinde en üst sıralarda. Albümün açılış parçası albümün isim parçası. Seslerin, konuşmaların ardından hemen Motown Records’ın kendi orkestrası kontrolü ele alıyor ve albüm başlıyor.

Albümünün yeniden yapılmış hareketli halini aşağıda, yukarıda ise orijinal kapağı görebilirsiniz…




Mr. Spock Bluetooth Speaker



Yeni Star Trek filmiyle bağlantılı yeni ve saçma ürünler piyasaya sürüldü. Yukarıda görülen Mr. Spock Bluetooth Speaker tahmin edebileceğiniz üzere telefonunuz ile Bluetooth vasıtası ile iletişim kuran müthiş ses performansı olan bir hoparlör sistemi imiş. Bu yetmezmiş gibi eski filmlerden dokuz adet replik ile Spock tepki verebiliyormuş. 6 inç boyutundaki ürün Entertainment Earth firması tarafından üretilerek 50 Dolarcık bir fiyat etiketi ile meraklılara sunulmuş. Allah akıl fikir versin...