King Crimson - In The Court of the Crimson King 200 GramSuper-Heavyweight Faciası
Geçtiğimiz günlerde King Crimson'ın efsanevi albümü "In The Court of the Crimson King"in yeniden baskısından burada bahsetmiştim. Muhtemelen İngiliz rock müziği denildiğinde ilk akla gelen albümlerden bir tanesi olan bu önemli albüm tam 10 günde hazırlanmıştı. Özel baskı plağın remaster aşaması, toplululuğun gitaristi ve bir nevi beyni diyebileceğimiz Robert Fripp gözetiminde, orijinal analog bantlardan yapılmıştı. Dünya çapında 12.000 adet basılan özel baskı 200 Gram Super-Heavyweight Vinyl'e basılmıştı. Buraya kadar her şey yolunda.
Bende kendi elimdeki baskıyı değiştirmek amacı ile özel baskı plağı almayı planlıyordum ki, sağolsun Cihangir Mendi benim içinde Amerika'dan bir kopya getirtmiş. Plağı bana verirken, baskı da bir sorun var sanki, belki benim pikabımdan kaynaklanıyordur dediğinde olayın üzerinde hiç durmadım. Ancak dediği gibi baskı tam anlamıyla facia. Bu kadar önemli bir albümün, bu denli özel baskısından beklemeyeceğiniz kadar kötü. ADA plak şirketi tam anlamıyla batırmış. 2 farklı pikapta dinlediğim albümü, neredeyse ezbere bildiğimden eski baskılarına göre durum vehametini anlamak için "altın kulak" olmaya gerek yok!
Albümü plak formatında almak isteyenler 200Gr Super-Heavyweight Limited Edition'dan kesin ve kati uzak dursunlar. Albümün plak versiyonunu edindiğinize sevinemediğiniz gibi, remaster işlemini yapanlara da küçük çaplı bir serzenişte bulunacağınıza eminim. Plağa verilen ve nakliyesi için ödenen paraya yazık. Ben üzerime düşeni yapıp, uyarımı yapmış olayım...
Turuncu Plak Saklama Çözümü
İngiliz iCubes firmasının plak saklama çözümlerine burada yer vermiştim. Turuncu renginin resmi bir yerlerde denk geldi. Turuncu renk pop-art dönemini andırıyor, siz ne dersiniz?
Yakaza Ensemble Ulular Meclisi Video
Geçtiğimiz haftalarda Yakaza Ensemble'ın A'mâk-ı Hayâl albümünden, albümün esinlendiği aynı adlı kitabın yazarı Ahmed Hilmi'den uzun uzun -hatta bayağı bir uzun şekilde- bahsetmiştim. Albümü dinleyen hemen herkes albümü çok beğenmiş. Çeşitli mekanlara giderken albümü yanımda götürünce, insanlar albümün kimin olduğunu soruyorlar ve bir çoğu da daha sonra satın alıyor. Aslına bakarsanız tüm dünyada plak şirketlerinin sorunu bu. Mainstream müzik basanlardan bahsetmiyorum, müziğin farklı ve genel kitlere uzak olan alanlarında gezinenlerden bahsediyorum. Meraklılarla bu albümlerin buluşması çok kolay olmuyor. Bende Stereo Mecmuası'nın bana ayrılmış bu bölümünde mümkün olduğunca bu albümleri okuyucularıma tanıtmaya çalışıyorum.
Bir okuyucum, bana vimeo sitesinde Yakaza Ensemble'ın "Ulular Meclisi" adllı şarkısının bir videosu olduğunu bildirdi. Sayfalarıma hemen ekleyeyim dedim. Albümle ilgili kaleme almış olduğum yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Albümle ilgili yorumlarınızı forumlarımız vasıtası ile veya aşağıda bulunan yorum gönder ile bana da ulaştırabilirsiniz. İyi seyirler;
Bir okuyucum, bana vimeo sitesinde Yakaza Ensemble'ın "Ulular Meclisi" adllı şarkısının bir videosu olduğunu bildirdi. Sayfalarıma hemen ekleyeyim dedim. Albümle ilgili kaleme almış olduğum yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Albümle ilgili yorumlarınızı forumlarımız vasıtası ile veya aşağıda bulunan yorum gönder ile bana da ulaştırabilirsiniz. İyi seyirler;
Bu Hafta Gyrodec Çalsın:)
Bu hafta biraz nostalji yaşamaya karar verdim. Kendi yaptığım Ereshkigal pikabımı bir haftalığına emekli edip, Michell Gyrodec pikabımı kurdum. Tabii ki pikaba SME Series V'i taktım. Yine ne zamandır tadını özlediğim Denon DL-103'ü de kutusundan çıkartıp hemen kola taktım. Bu kolun seveni de sevmeyeni de çoktur. ancak şöyle ayrıntılı baktığımda günümüzde bu üretim kalitesine ulaşabilen ancak bir kaç pikap kolu var ne yazık ki. Rahmetli John Michell, pikap değil sanat eseri üretmiş bence. Pikabın dönüşünü izlemek bile başlı başına keyif. Benim en kısa zamanda yeni bir stand almaya veya yaptırmaya ihtiyacım var. Bir tarafta Ereshkigal dursun, diğer tarafta da Gyrodec. Galiba ben bu ikisinden de vazgeçemeyeceğim! Fotoğraflar dün akşamdan...
Sizce de güzel gözükmüyor mu?
Denon DL-103. Zamanın eskitemediği eski dinazorlardan!
Jeff Buckley Hayatı, Grace Albümü, Music On Vinyl Baskısı Plakİncelemesi, Kısacası Bir Jeff Buckley Hikayesi.
Bu yazımda Jeff Buckley'in Grace albümüne Music On Viny plak firmasının yaptığı baskıyı incelemek istiyordum. Ancak Jeff Buckley çok sevilen bir müzisyen olmasına rağmen, dilimizde çok kapsamlı bir biyografisi bulunmadığından, ilk önce yaşamından bahsetmek istiyorum. Yazı biraz uzun olabilir ama keyifle okuyacağınızı umuyorum. Lafı uzatmadan olaya girelim.
Jeff Buckley veya tam adıyla Jeffrey Scott Jeff Buckley 1966'da doğup, 1997'de ölen Amerikalı şarkı sözü yazarı, şarkıcı ve gitarist. Müzik kariyerine Scotty Moorhead başlayarak daha sonra kendi adıyla tanındı. babası "Tim Buckley", çok iyi tanınan önemli bir müzisyendir (1) Tim Buckley'de erken yaşında, 28 yaşında öldü ne yazık ki. Buckley ailesinin kaderi bu belki de, kim bilir?
Buckley'in müziğine baktığımızda, normal yaşantısı olan bir insanın yapabileceği tarzda olmadığını söylemek mümkün. Bu yüzden ailesine biraz yakından bakmalıyız. Buckley'in babasının zaten tanınan bir müzisyen olduğunu söylemiştik ancak annesi de bir göz atmalıyız. Kökenleri Panama kanalı bölgesine dayanan "Mary Guiber", Yunan, Amerikan, Fransız ve Panama kanı taşıyor. Buckley, annesi ve üvey babası tarafından yetiştirilmiş. Üvey babasının ismi Ron Moorhead. Bu birliktelikten bir de kardeşi var, Corey Moorhead. Yazılıp çizilen biyografilerde bu durumun Jeff Buckley'i olumsuz etkilediği anlaşılıyor. O dönemlerde aile California'da yaşıyor ancak sık sık Orange County'e kaçıyormuş. Bu gidip gelmelerin onun ruhunun derinliklerine verdiği zararı tahmin etmek güç. Aile içerisinde ona Scotty ismi verilmiş. O yüzden müzik kariyerine aile içerisindeki ismi ve üvey babasının soy ismi ile başlıyor. Biyolojik babası "Tim Buckley" ile ancak 8 yaşındayken tanışıyor. Bir çocuğun küçük dünyasında bunun nasıl bir travma yaratacağını hemen herkes anlayacaktır.
“Tim Buckley” ile “Mary Guibert”in tanışmalarında okul arkadaşlığının etkisi büyük. 1965'de yüksek okulda okurken Fransızca dersinde tanışırlar. Mary ondan bir sınıf küçüktür. Tim için, Mary karmaşık aile yaşamından kurtuluşu simgelemektedir. Tim Buckley'in babası yani Jeff Buckley'in dedesi, II Dünya Savaşı gazisidir ve savaş sırasında başından ciddi şekilde yaralanmıştır. Yaşı ilerledikçe akıl sağlığında bozulmalar olur, saldırgan, kızgın yani son derece dengesiz ve ruh sağlığı bozuktur. Tim, Mary ile birlikteliği sayesinde evdeki bu kötü ortamdan kurtulabileceğini düşünür. Aslında birliktelik bir şekilde devam etmektedir ancak Mary'nin hamile kalması sonucunda evlilik kararı alırlar. Bu evlilik kararı her ikisinin aileleri ile kavga etmesine sebep olur. Hatta biyografilere bakılırsa evlilik töreninin yapıldığı kilisede bile tatsızlık sürmüştür. Evliliğin hemen ardından Mary'nin hamile olduğu anlaşılır. Bu durumu histerik hamilelik olarak açıklıyorlar. Aslında hamile olmayıp, hamile olduğunu zannetmek şeklinde açıklamak mümkün.
Jeff Buckley'in biyolojik anne ve babasının sorunlarla başlayan evlilikleri, sorunlarla devam eder. Yaşanan kavgaların sonu gelmez. Bu arada Mary, gerçekten hamile kalır; Jeff Buckley'e hamiledir. Gelmekte olan çocuk aileyi kurtarmaz. Artık evler ayrılmıştır ve çift birbirini nadiren görebilir. Yazılan çizilenlere göre Tim Buckley, müzik kariyerinde adım adım ilerledikçe evlilikten nefret eder hale gelir. Evliliğin yaşamını değiştireceğini kabul edemez. Bu kadar fırtınalı bir evlilik sadece 1 sene sürer ve Jeff Buckley doğduktan tam 1 ay sonra çift ayrılır. Tim Buckley, kendi öz oğlunu tam 8 yıl boyunca görmeyecektir. Mary Guiber ise kendisine yeni bir yaşam kurar.
Peki, Jeff Buckley neden müzik kariyerine başladığı Scotty Moorhead ismiyle devam etmez. Biyografilerde yazılanlara göre babasının 1975 yılında uyuşturucu overdose'ından ölmesinin ardından ona bir atıfta bulunmak için doğum sertifikasındaki orijinal ismi ile kariyerine devam etme kararı alır. Bazı biyografilerde Buckley soy isminin ona müzik dünyasında bazı kapıları açabileceğini düşündüğünden babasının soy ismini aldığını yazar. Ancak bu durumun pek böyle olmadığını düşünüyorum. Zaten önemli biyografilerde bu durumla alakalı bir bilgiye de rastlamadım. Çocukluk ve gençlik dönemi son derece sorunlu geçen bir gencin, hayatını değiştirebilmek için neredeyse hiç tanımadığı bir yaşamın parçası olup, yeniden başlangıç yapmaya çalışması son derece alışılagelmiş bir durumdur. Buckley'in hayatına baktığımızda yeniden başlamak istediğini son derece kolaylıkla anlamak mümkün. Biraz önce yazdığım cümle için de kendimi tebrik etmek isterim. Neyse isterseniz şimdi Jeff Buckley'in müzik kariyerinin kökenlerine bir göz atalım.
Jeff Buckley'in müzik ile tanışması hiç zor olmamış. Annesi, cello ve piyano çalabilen ve klasik müzik eğitimi almış bir insandı. Babası Tim'in de müziğini etkilediği söylenir. Ancak Jeff'in müzik hayatında en etkili kişi, üvey babasıdır. Ona erken yaşlarında Led Zeppelin, Jimi Hendrix, The Who, ve Pink Floyd gibi önemli toplulukları dinletir. Buckley, röportajlarında o yaşlarını evin içerisinde müzik sesi eksik olmazdı diye anlatır. Anneannesinin dolabında bulduğu bir gitarı çalmaya başladığında yaşı daha 5'tir. Üvey babasının ona hediye ettiği ilk albüm Led Zeppelin'in Physical Graffiti albümüdür. 10'lu yaşlarının başlarında ne olmak istediğini biliyordur; müzisyen. 12 yaşında ailesi ona ilk elektro gitarını alır. Gibson Les Paul'ün imitasyonudur ama o gitarın siyah renginden çok etkilenir. Tıpkı annesi ve biyolojik babası Tim gibi Loara High School'a gider ve oklun caz grubunda gitar çalar. Gibson Les Paul çakması gitarını aldığı dönemlerde KISS hayranı olmuştur, okulda ile Rush, Genesis ve Yes gibi progresif rock topluluklarına merak salar.
Okul sonrasında Hollywood'a taşınır ve müzik enstitüsünde müzik teorisi eğitimi alır. Daha sonraki yıllarda röportajlarında bunun tam anlamı ile saçmalık olduğunu, bir yılını boşuna geçirdiğini söyler. Boş işlerle uğraşmak yerine Ellington veya Bartók'un müziğini anlamaya çalışmak daha mantıklı olur demiştir. Müziğin içerisindeki armonik yapı belli ki, ilk gençliğinde Jeff'i çok etkilemişti. Tam altı yıl boyunca çeşitli, üçüncü sınıf mekanlarda gitar çalar, çeşitli topluluklarla konserler verir hatta bir reggae müzisyeni ile tura çıkar. Bazı plaklarda stüdyo müzisyeni olarak çalışır. Funk, reggae, caz, rock ve hatta heavy metal, tam bir karmaşa anlayacağınız.
1990'ların hemen başında Hollywood'da tutunamayıp, New York City' a taşınır. İşte bu dönemden itibaren hayatı değişmeye başlar. Qawwali müzğinin en önemli ismi Nusrat Fateh Ali Khan (2) ile tanışır. Qawwali, veya bizdeki ismiyle kavvali, eski geniş Hindistan (müslüman kısmı Pakistan olarak isimlendiriliyor bildiğiniz gibi) topraklarında Sufi Müslümanların müziğidir. Müslüman Türk-Moğol topluluklarının Hindistan'a akınlarla düzenlemelerinin ardından Hindistan'da Gazne Devleti gibi her alanda son derece ileri de devletler kurmuşlardır. İşte bu dönemde ortaya çıkan bu dini müzik tarzı neredeyse 700 yıllık bir geleneğe sahiptir. Bu yazımda bir değişiklik yapıp tarih konusuna çok girmesem iyi olur, yoksa yazı sayfalarca sürecek. Hızımızı biraz arttıralım isterseniz!
Buckley, müzik kariyerine devam edebilmek için bir albüm yapması gerektiğini artık bilmektedir. Babasının ilk dönemlerde menajerliğini yapan Herb Cohen'i bulur ve ilk demosunu onun yardımı ile yapar. Babylon Dungeon Sessions isimli demo, 4 şarkıdan oluşan bir kasettir. "Eternal Life", "Unforgiven" (daha sonra ismi "Last Goodbye" olarak değiştirilir), "Strawberry Street" ve "Radio" şarkılarından oluşan demonun plak şirketlerinin ilgisini çekmesini dilemekten başka yapılabilecek bir şey yoktur. Demo'nun hemen ardından New York'a geri dönen Jeff, babası için düzenlenen bir konserde yeni şarkılarının prömiyerini yapar. Tüm kariyeri boyunca şarkı söylemekten kaçınan Jeff, ilk kez şarkı söylemeye başlamıştır. Performansı konseri düzenleyen Hal Willner'ın ilgisini çeker. Babasının hayatına en ufak bir etkisi olmamıştır, en iyi en kötü günlerinde onunla birlikte olmamış, birbirlerini tanıma hatta bırakın tanımayı konuşma şansları olmamıştır. Ancak babası için düzenlenen bir konserde Jeff profesyonel kariyerinin ilk adımını atar. Ne garip değil mi?
1990'ların başındaki New York günlerinde Gary Lucas ile işbirliği ile "Grace" ve "Mojo Pin" gibi önemli şarkıları yazarlar. Bu arada “Gods and Monsters” topluluğu ile müzik yapmaya devam etmektedir. Bu topluluk Gary Lucas'ın projesidir. Topluluk ile uzun zaman takılan Jeff, ilk albümlerinin yayınlanmasının ardından topluluğu terk eder. Başladığı yere dönen Jeff, yine cafelerde, kulüplerde müzik yapmaya devam eder. Repertuvarı çaldığı kafeye göre değişir, folk, rock, Rythm and Soul, blues, caz ve aklınıza ne gelirse. Bu dönemde Nina Simone, Billie Holiday, Van Morrison, ve Judy Garland gibi önemli vokalistleri keşfettikçe vokal tekniğinde önemli dönüşümler yaşanır. Vokalistlere iyice kafayı takar, Nusrat Fateh Ali Khan, Bob Dylan, Édith Piaf, Elton John, The Smiths, Bad Brains, Leonard Cohen, Robert Johnson, Siouxsie Sioux akılınıza gelebilecek hemen her müzik tarzından önemli isimleri dinler. Jeff Buckley'in farklı dönemlerde yayınlanmış konser performanslarına dikkat ederseniz, yıllar geçtikçe oluşan farklılıkları görebilmeniz daha kolay olur. Sonunda plak şirketlerinden bir tanesinin ilgisini çekmeyi başarır. Columbia Records'tan Clive Davis onunla görüşür, anlaşırlar ve 1992'de el sıkışırlar. 1993'te ilk kayıtlar yapılır ve ilk EP'si, hemen ardından da 1994'de Grace yayınlanır. Evet sonunda Grace'e gelebildik
Grace, 23 Ağustos 1994'de yayınlandı. İlk yayınlandığı dönemlerde çok az ilgi gördü ancak zaman içerisinde önemli bir satış başarısı yakaldı. Albümün 10. yılı dolayısıyla 2004'de "Legacy Edition" denilen uzatılmış bir versiyonu yayınlandı. Bildiğim kadarı ile Legacy Edition plak formatında basılmadı. Sadece 2004'de “Forget Her” EP'si remaster plağa eklenerek limited edition olarak piyasaya sürüldü. Meraklısına plak baskılarının seceresi şu şekilde;
1994 ilk baskı Columbia 57528 (Avrupa'da CBS aynı kodu kullanarak)
2004 Sony Music 92881 “Forget Her” 45'liği ile birlikte (meraklılar çeşitli açık arttırma sitelerinden 50 Doların azıcık aşağısına fiyatlara bulabilirler)
2008 Columbia 9726950 Bu baskı plakların piyasada tükenmesi üzerine yeniden baskıdır. Ancak remaster edilmiştir.
2009 Music on Vinyl MOVLP 007 Remaster edilerek 180Gr plak formatında piyasaya sürüldü.
2009 Grace Eps Music on Vinyl MOVLP026 5 adet 180Gr'lık plak. Bir nevi Legacy versiyonu gibi düşünebilirsiniz. Albüm çıkmadan önceki EP'lerin toplanmış hali. Şu an içinde elimde yok ama yakında alırım!
2010 Sony Music Entertainment 8869777983 180gr remaster edilmiş baskı.
Albüm için şarkıları teker teker ele alıp yorum yazmak istemiyorum açıkçası. O konuya girdiğinde çıkabilmem pek mümkün değil. O yüzden Ekinoks Müzik tarafından ülkemize yeni getirilmeye başlanan Music on Vinyl baskısından bahsetmek istiyorum. Albümle alakalı olarak aşağıya eklediğim videoyu seyretmek sanırım yeterli olacaktır. Yani bugüne kadar bu albümü edinmediyseniz, hemen almanızda fayda var. Music On Vinyl, albümü baskıya hazırlamadan önce tamamen elden geçirmiş. 2008 baskısı ile karşılaştırma yapıldığında aradaki farklardan anlaşılabileceği gibi, özellikle detay seviyesinde fark hemen dikkat çekiyor. Grace yapısı itibarı ile içsel bir albüm ve aranjmanların yapısı dolayısıyla sessizliğin önemli olduğu bir albüm. Çıtırdama istemediğim albümlerden bir tanesi.
Şarkılara girmeyeyim dedim ama dayanamadım ne yazık ki. "Mojo Pin" ve "Grace" yukarıda yazdığım gibi New York günleri bestesi. Jeff Buckley ve Gary Lucas ortak yapımı olan 2 şarkı. Albümün açılış parçası Mojo Pin, son derece sakin yapılı, vokalin ve gitarın tonlarının ön planda olduğu bir şarkı. "Last Goodbye"ın ardından gelen "Lilac Wine" gerçekten çok güzel bir şarkıdır. James Shelton tarafından bestenen şarkı çok sayıda müzisyen tarafından seslendirilmiştir. Jeff Buckley, Nina Simone versiyonunu tekrar ele alarak aranjman yapmış. "So Real" bir Jeff Buckley-Michael Tighe ortak çalışması. Michael Tighe, tıpkı Jeff gibi söz yazarı ve şarkıcı. 1990'larda New York'ta tanışan ikili, daha sonra birlikte bazı şarkılar yapmışlar. Daha sonra yayınlanan materyallerde Michael Tighe ismine rastlamak mümkün. "Hallelujah" ise albümün neredeyse en bilinen şarkısı. Leonard Cohen'in bestesine Jeff Buckley mükemmel bir aranjman yapmış. "Lover, You Should've Come Over" benim çok sevdiğim bir parçadır. Sözlerine özellikle dikkat. "Corpus Christi Carol" anonim bir beste ancak düzenlemede İngiliz besteci Benjamin Britten'a sadık kalınmış. 16. yüzyıldan beri bilinen şarkı, bir yanıyla kutsal kase efsanesinin İngiltere ayağına dayanıyor. Tabii bu konuya hiç girmeyeyim malum bu konuda yazmaya başladığımda en az 4-5 sayfa yazıyorum "Eternal Life"ın ardından gelen "Dream Brother" ise (Jeff Buckley'in yanında albümde basları çalan Mick Grondahl ve perküsyoncu Matt Johnson'ın ortak bestesi.
Geçtiğimiz senelerde Grace albümü ülkemize ithal edilmişti. Tabii ki gelen plaklar kısa bir süre içerisinde tükendi. Hollandalı Music On Vinyl firmasının yaptığı baskı, hazır ülkemize gelmişken ve makul fiyata satılıyorken (3) albüm de elinizde yok ise mutlaka edinin. Albümdeki şarkılara, söyleniş tarzına baktığınızda sanki Jeff Buckley, öleceğini hissetmiş de albümü o şekilde, o duygu haliyle kaydetmiş diyeceğiniz, karmaşık bir yaşam öyküsünün yansıması olan son derece etkileyici bir albüm. Plak baskısı son derece başarılı. tavsiye edilir. Aşağıdaki videoyu seyretmeyi unutmayın!
(1) Tim Buckley'in kendi adını taşıyan ilk albümü ve "Goodbye and Hello" folk etkisinin yoğun olduğu albümler. Ancak 1970'lere gelindiğinde çok önemli bir evrim geçirir ve müziğinin içine psycodelic öğeler daha fazla girer. Müzikseverler bu albümleri aman gözden kaçırmasınlar. Ancak "Greetings from L.A." ve "Sefronia and Look at the Fool" albümleri için aynı şeyi söyleyebilmem güç. Ben olsam uzak dururdum. (2) Nusrat Fateh Ali Khan'ın Realworld'ten (biliyorsunuz Peter Gabriel'in plak şirketi) yayınlanan Love Songs albümünü şiddetle tavsiye ederim. (RWMCD3) Tabii buradaki aşk, yaradana duyulan aşk. Romantik albüm diye satın alıp, kızmayın sonra bana :) (3) Son yıllarda aynı albümü birden fazla plak şirketi basabiliyor. Çoğu kapak orijinal olarak basıldığından, plak kapaklarından hangi plak şirketinin baskısı olduğunu anlamak çok zor. Hangi plağı kimin bastığını bulmanın en iyi yolu barkoda bakmak. Böylelikle hangi plak şirketinin baskısı olduğunu anlayabilirsiniz.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)