Korsanın Sinema Salonu



Bu kez korsan temalı bir ev sineması salonu. Pirates of the Caribbean filminden etkilenerek hazırlanan salondaki ayrıntılar müthiş. Sanırım 2002 yılında serinin ilk filmi olan "The Curse of the Black Pearl" "Kara İncinin Laneti" benim favorimdi. Zaten diğerlerini seyredip seyretmediğimi bile hatırlamıyorum. Neyse... Sistemin sahibi sağlam bir proje yaptırmış. Sinemanın içerisi haricinde bar bölümü ve giriş bölümü de gerçekten güzel gözüküyor. Hakan bunu beğendi:)





Video: Globe Unity Orchestra - Globe Unity 70



Aman nasıl performanstır böyle. 1970 Kasım'ından Almanya'dan bir konser kaydı. Kompozisyon bu aralar kafayı takmış olduğum Alexander von Schlippenbach'a ait. Globe Unity Orchestra ilk kez 1960'larda kurulmuş tabii ki piyanist Alexander von Schlippenbach'ın alamet-i farikası. Yukarıdaki performansta dinleyeceğiniz ve seyredeceğiniz müzisyenleri de kısaca yazayım... Derek Bailey - elektrik gitar. Heinz Sauer, Peter Brötzmann, Evan Parker ve Gerd Dudek saksafon türevleri. Bu arada isimlere bakar mısınız? Michel Pilz, bas klarnet, flüt. Kenny Wheeler, Bernard Vitet, Tomasz Stanko ve Manfred Schoof, trompet ve bazı diğer üflemeliler. Albert Mangelsdorff, Malcolm Griffith, Paul Rutherford, Buschi Niebergall trombonlar ve çok sayıda diğer enstrümanlar. Peter Kowald - tuba. Arjen Gorter - kontrbas, elektrik bas gitar. Paul Lovens davul. Han Bennink davul ve farklı perküsyonlar. Çok fena!

Zar CD Kutusu



Zar şeklinde bir CD kutusu. Az sayıda CD'si olanlar için salonlarında renkli bir seçenek olabilir. Bunların binbir çeşidi ve rengini bulabilmek mümkün. İstanbul'da "Karıca" benzeri mağazalarda denk gelebilmek mümkün.

Tube Rolling: Yeni Tura Hazırlık



2010 yılı içerisinde yazdığım "2A3 Tube Rolling Coşkusu" yazısı nedense son dönemlerde en çok okunan yazılarımdan bir tanesi haline geldi. Bu yazı çok ilginç bir şekilde en çok "Google Translate" kullanılarak çevrilen yazılarımdan bir tanesi. Hatta Amerika'dan Avrupa'ya hatta İran gibi hiç beklenmedik ülkelerdeki hi-fi forumlarında bu yazıdaki fotoğraflara rastlıyorum. Önümüzdeki günlerde ikinci bir tur tube rolling yapacağım. Sevgili Koray Abi'den (Nostubestore.com) gelecek paketi dört gözle bekliyorum. Bakalım bu kez neler olacak!

Lego Plak Kapakları: Lilly Allen



Geçenlerde Flickr'da "Christoph!" isimli bir kullanıcıya denk geldim. Süper eğlenceli işlere imza atan Christoph! bazı bilindik albümlerin kapaklarını Lego blokları ile yeniden yorumlamış. Bloğuma denk geldikçe eğlenceli örnekler ekleyeceğim. İlk plak kapağı Lily Allen'ın "It's not me, it's you" albümünden. Yukarıda Lego versiyonu aşağıda ise orijinal kapağı görebilirsiniz...

Filmlerde Pikaplar ve Plaklar: City Of God



Uzun bir süredir Filmlerde Pikaplar ve Plaklar bölümüne bir şeyler ekleyememiştim. Geçenlerde çok sevdiğim bir film olan City of God'ı (orijinal adı Cidade de Deus) seyrederken bir sahnede çalan pikabı görünce hemen ekran görüntüsünü aldım. Sizlerle daha önce bu ilginç filmin plağını da paylaşmıştım. Hemen her yazımda olduğu gibi yazı bayağı dallanıp budaklanmıştı. Bu yazıda filmin adının nereden geldiğinden, filmdeki hikayelere kadar bir çok şeyden bahsetmiştim. Tabii ki müziklerden bol bol bahsetmeyi unutmamıştım. Neyse isterseniz yazıya buradan ulaşabilirsiniz.



Sahne filmin en sevilen kötü adamı Benny ile sevgilisi Angélica'nın kafaları iyiyken Tanrı Kent'ten çıkıp bir çiftlikte yaşama kararını verdikleri an. Eh bunu yaparken plak dinlemekten daha iyi bir fikir aklıma gelmiyor benimde!

Bir Yıldız daha Kaydı: Amy Winehouse



Amy Jade Winehouse veya tanıdığımız ismiyle Amy Winehouse vefat etti. 27 yıllık kısacık bir ömür ve harika 2 albüm. Keşke daha devamı gelseydi. Muhtemelen 2000'lerde R&B, soul ve caz müziği en iyi harmanlayan ve geniş kitlelere tanıtan isimdi.

Benim Winehose ile tanışmam İngiliz bağımsız müzik endüstrisi dergisi Mojo sayesinde oldu. 2003 yılında Frank yayınlanmadan önce bile dergi sayfalarında kendisine yer buluyordu. Daha sonra ilk single'ı "Stronger Than Me" ile dikkat çekti. Hemen arkasından ilk albümü “Frank” yayınlandı.

Winehouse'u bu kadar değerli kılan şey bence soul müziğin önemli kadın solistlerine olan ilgisi sayesinde müziğinde yakaladığı çizgidir. Müzik tarihini incelemeyen, müzik dinlemeyen bir insanın böylesine bir karışımı elde etmesi mümkün değildir. Winehouse tahmin edebileceğiniz gibi iyi bir müzik dinleyicisidir aynı zamanda... Bunun yanında dünya müziğinde gitgide geriye düşen İngiliz müziğinin yeniden başarıdan başarıya koşmasını sağlaması önemlidir. 2000'lerde İngilizlerin dünyaca çok tanınmayan ama kaliteli müzik dergileri sıralamasında en başlarda kendilerine yer bulabilecek bağımsız müzik dergilerinde Winehouse rüzgarı öyle bir esiyordu ki, bu dergileri okuyanların onun müziğini merak etmemesi imkansız gibi bir şeydi. Bu dönemlerde de Winehouse'un kimyasallarla arasının iyi olduğu biliniyordu ancak ölümcül sorunlara yol açması olasılığı pek yoktu. Müzik dünyasının görünen yüzünden daha derinlere girdikçe konuşulmayan gerçekler vardır. Hemen herkes bu gerçekleri bilir ama küçük ve bağımsız hareket eden müzik dergileri, dinleyiciler ve müzisyenler arasında adı konulmamış bir sessizlik yemini vardır.



Winehouse, İngiltere'de musevi bir ailenin kızı olarak doğdu. Çok küçük yaşlarda caz müziğe ilgisi başladı. Kendisinden büyük iki kardeşi vardır. Winehouse'un. Bir tanesi eczacı diğeri ise taksi şoförüdür. Yazılan çizilenlere göre ilk önce Frank Sinatra ile tanışmıştır cazın büyük isimlerinden. Ondan sonrasında da şarkı söylemeye başlamış, o dönemde öğretmenleri tarafından asla durdurulamamıştır.

İlkokul sırasında problemleri ortaya çıktıkça büyükannesi onu bir sanat okuluna yazdırır. Okuldaki hocaları Winehouse'un durmadan şarkı söylemesinden bıkmışlardır. Winehose sanat okulunda kendisini yeniden keşfeder. Tüm ergenlik yaşındaki gençler gibi ilgi çekebilmek için dönemin popüler müziklerine el atar. 10'lu yaşlarında “Sweet 'n' Sour” isminde bir topluluk kurar. Kendi röportajlarında projenin çok kısa soluklu olduğundan bahseder ve o dönemlerde şaşırtıcı şekilde rap müzik yaptıklarını söyler. Müzik eğitimine devam eden Winehouse gitar çalmaya başlar. İlk bestelerini yapmaya başlar. O dönemlerdeki erkek arkadaşı soul şarkıcısıdır ve yerel topluluklarda Winehouse'a işler ayarlar. Bu arada erkek arkadaşı Tyler James, Winehouse'un demo kasetlerini çeşitli plak firmalarına gönderir. 20'li yaşlarına gelen Winehouse çeşitli underground toplulukların yanında bazı radyo, televizyon programlarına da katılır. Bu dönemlerde Winehouse fena halde 1960'ların kız topluluklarına kafayı takmıştır. İlginç saç stilini ve Kleopatra makyajını 1960'ların ünlü The Ronettes topluluğundan alır... Bu dönemlerde büyük plak firmalarının Winehouse'un potansiyelini keşfetmesi ile hayatında değişiklikler başlar. İlk albümünü yapmaya hazırlanırken plak şirketleri, menajerler arasında savaş çıkar. Tüm bunlar Winehouse'un hassas psikolojini etkiler.



Tüm bu karmaşa arasında anlaşmalar sağlanır ve bir şekilde Frank albümünü yayınlar. Frank albümü soul ve caz müziğin çok başarılı bir birleşimidir. Albüm ilk dönemlerde geniş kitleler tarafından pek ilgi görmez. Bu dönemde kendisine bağlı hayran kitlesi edinmiştir; onu her haliyle kabul eden ve müziğini beğenen.. Albüm yayınlandıktan neredeyse bir sene sonra Winehouse'un kariyerinde önemli değişiklikler olur. 2004 yılındaki tüm önemli İngiliz müzik ödüllerini toplar.

Bu albüm yayınlanırken Winehouse çok mutlu değildir. Müzik endüstrisinin dişlilerinin içine girdiğini anlamıştır. Albümde görmeyi çok istediği bazı şarkılar yerine plak firmasının istediği şarkılara yer vermek zorunda kalmıştır. Daha sonra yayınlanacak Frank albümünün özel versiyonunda (2 CD'den oluşur) çok keyifli şarkılar vardır. Bir şekilde ticari başarı gelince Frank'i istediği şekilde yayınlamayı başarmıştır. Bu arada sizlere Frank'in çift CD'lik uzatılmış versiyonunu almanızı öneririm. Ülkemizde en son baktığımda bu CD saçma sapan fiyatlara satılıyordu. Yurt dışında ikinci el CD satan sitelerde daha mantıklı fiyatlara edinebilirsiniz.



Tüm bu hengame ortasında Winehouse bir kez daha yönünü cazdan 1950 ve 60'ların kız topluluklarına çevirir. İlk işi Sharon Jones'un müzik topluluğu Dap-Kings'i kiralamak olur. Hem stüdyo çalışmalarında hemde turnelerde arkasını çok iyi müzisyenlerle takviye etmiş olur. 2006 yılında ikinci albümü yayınlanmadan önce bazı şarkıları radyolarda çalınmaya başlar. Ortalık bir anda birbirine girer. Gelen tepkiler müthiştir. Daha sonra “Back to Black” yayınlanır. Tüm dünya çapında büyük bir başarı kazanır. Bu noktada Winehouse çeşitli röportajlarında albümden çok mutlu olmadığını söyler. Yine bir çok iyi şarkı hazırlamıştır. Ancak çeşitli sebeplerle bu şarkılar albümde yer almamıştır. Albümün yayınlanmasından bir sene sonra "Back to Black"in uzaltılmış versiyonu yayınlanır. B side şarkılar, canlı performanslarla desteklenen bonus disk son derece başarılıdır. Özellikle "Valerie" ve "Cupid" isimli parçaların farklı versiyonları son derece başarılıdır. Ticari başarı açısından “Back to Black”in marş şarkıları kadar başarılı olamamıştır ama Winehouse bunu Hiçbir zaman umursamaz. Geniş kitlelerin müziğin geneline değil şarkılara baktığının farkındadır ve bunu söylemekten pek geri durmaz.

"Back to Black"in başarısının ardından sonu gelmez turneler devam ederken bateri öğrenmek konusunda bayağı başarılı olur. Ayrıca efsanevi caz solisti Tony Bennett'in yeni düetler albümü için caz marşı "Body and Soul"u kaydetmeye hazırlanmaktadır. Bu arada üçüncü Winehouse albümününde hazırlıkları devam etmekteydi.

Winehouse'un özel hayatı son derece karmaşıktır ne yazık ki. Kötü ilişkiler, müzik endüstrisinin yok edici dişlileri ile birleşince zorlu bir süreç başlar Winehouse için. Ayrıca popüler olunca basın üzerine çok gelir. İlişkileri kurcalanır, peşinde muhabirler dolaşır. İngilizlerin meşhur -ve bir o kadar iğrenç- tabloid gazetelerine bol bol konu edilmek istenir. Karmaşık ve fırtınalı yaşamı bol bol malzeme verir çevresinde dolaşanlara. O underground dönemleri çok özlediğini söylemiştir hep. Winehouse'un müziğine baktığınızda son derece içseldir. Popülerlik, geniş kitlelerce tanınmak gibi takıntısı olmadığı bellidir. Ama ona yüklenen misyon, pek kendi istediği gibi olmamıştır. Sonunda da bizleri daha uzun yıllar mutlu edecek albümlere imza atamadan bırakıp gitmiştir. Yazık oldu...

Stax SRM-T1 ve SR-Lambda Signature



Son dönemlerde müzik dinleme olayını abarttığım için bir kulaklık arayışım var. Geceleri birbirinden avant-garde albümleri dinlemek gayet keyifli oluyor ancak ses açmak konusunda ciddi bir sıkıntı yaşıyorum. Apartmanda yaşayınca komşulara cinnet geçirmemek lazım. Sabaha karşı saat dört sularında Alexander Von Schlippenbach - Globe Unity Orchestra dinlerken ses açmak pek doğru bir davranış olmaz.

Durum böyle olunca kulaklık arayışına girdim. Bu konuya çok fazla bütçe ayırmak gibi bir planım yok. Bu aralar bazı denemeler yapmaya çalışıyorum. Geçen gün bir arkadaşımdan Stax SRM-T1 kulaklık amplifikatörü ve yine Stax SR-Lambda Signature kulaklıklarını ödünç aldım.

Aslında fena bir hata oldu...



Bunun en önemli sebebi Stax'ın kulaklık konusunda aşmış bir firma olması. Zaten firma kendisini kulaklık üreticisi olarak tanımlamıyor. Earspeaker yani kulak hoparlörü üretici terimini bulmuşlar. Japon firma ne iddia etse hakkıdır. Detay seviyesinden tutun sahneye kadar çok acayip bir etkisi var bu kulaklıkların. Hatta sahne beyninizde oluşuyor. Yukarıda Stax SR-Lambda Signature kulaklığın pardon kulak hoparlörünün ayrıntısı var...



Kulaklılar elektrostatik yapıda. Yukarıda kulaklığın içini çekmeye çalıştım. Pek belli olmasa da, ayrıntıları görebiliyorsunuz. Kulaklık amplisi ise ayrı bir hikaye. Vakum tüplerle donatılan ampli tam Japon ayrıntı deliliğinin bir  örneği. Adamlar hemen her şeyi düşünmüşler. Önümüzdeki günlerde bu kombinasyonla alakalı bir yazı yazmayı planlıyorum...

Singapurdan Güzel Bir Mağaza



Singapur'dan hoş bir plak ve hi-fi mağazası. Anlayabildiğim kadarı ile mağazanın ismi "Vinlylucky Music & Audio" Bir mağazam olsa sanırım böyle olmasını istedim. Bu arada vitrindeki Thorens'lere dikkat. 124 ilk bakışta hemen fark ediliyor...



Mojo Ödüller 2011



Bana kalırsa müzik dünyasının en keyifli dergilerinden bir tanesi -hatta birincisi- olan Mojo bu seneki müzik ödüllerini açıkladı. Bu sene Glenfiddich sponsorluğunda yapılan ödül töreni bayağı şenlikli olmuş. Ortam pek öyle büyük müzik dergileri ve televizyonlarının müzik ödüllerine benzemiyor zaten. Ödül alanlarda muhtemelen çok kişinin tanımadığı isimler. Mojo'nun yayınlarını göz önüne alırsak durum gayet normal. Bu senenin en iyi  albümü Arctic Monkeys'in dördüncü albümü "Suck It And See"ye gitti. Yılın en iyi albümü müdür değil midir pek emin değilim ama albüm Amerikalı yorumculara göre ortalama, Avrupa'lı yorumculara göre ortalamanın üzerinde, İngiliz müzik piyasasına göre başarılı bir albüm. Primal Scream'in 1991 albümü Screamadelica ise bence güzel bir klasik albüm seçimi olmuş. Bu albümün kapağı çok önce Kraliyet posta pullarının klasik albüm kapakları listesine alınmıştı. Yani her yönüyle ilginç bir albüm. Bu sene en iyi şarkı ödülü Nick Cave'in müthiş yan projesi Grinderman'in ikinci albümü Grinderman II'den "Heathen Child" şarkısına gitti. Ben albümü çıktığı anda "Yılın Albümü" seçmiştim aslında Mojo'nun da benzer bir ödül vereceğini düşünüyordum. Olmadı... Listede onur ödülü "Martha And The Vandellas"a gitti. Listenin kalanına göre değişik gözükebilir ama Mojo okuyucuları için durum gayet doğal. Eski Motown/Tamla albümlerinin Mojo'nun başının üzerinde yeri vardır. Meraklısına tüm liste aşağıda;

En İyi Performans – Rumer
Yılın Şarkısı – ‘Heathen Child’, Grinderman
Outstanding Contribution – Public Image LTD
Klasik Albüm Ödülü – ‘Screamadelica’, ¬Primal Scream
Onur Ödülü – Martha And The Vandellas
En İyi Albüm– ‘Suck It And See’, Arctic Monkeys
Etkileme Ödülü – Gary Numan
En İyi Canlı Performans – John Grant
En İyi Toplama Albüm – Sweet Inspiration: The Songs Of Dan Penn & Spooner Older
Les Paul Ödülü – Steve Cropper
MOJO Madalyası – Bob Harris
Klasik Söz Yazarı – Squeeze
Vizyon Ödülü – Upside Down: The Creation Records Story
Katalog Yayını – ‘Coals To Newcastle’, Orange Juice
MOJO Maverick – Donovan
MOJO Kahramanı – Eddie Floyd
MOJO Ikon – Ringo Starr
MOJO Ünlüler Salonu – Brian Wilson

Ayrıca Mojo ödülleri gecesinden videoları Mojo web sitesinde seyredebilirsiniz. Ben bu senenin en iyi şarkısı ödülünü alan ayrıca benim gönlümde en iyi albüm ödülünü de alan Grinderman'den Heathen Child videosunu bloğuma eklemek istiyorum. Video, gençler için uygun olmayan içeriğe sahip olduğundan Youtube üzerinden kayıt yaparak seyrediliyor. Aşağıda seyredemezseniz bilgisayarınızın ayarları ile oynamayın, sadece Youtube sitesine giriş yapın!

Yaz Aylarında Kalın Giyinmemek Gerekir!

Ella in Berlin: Mack the Knife



Ella in Berlin müthiş bir konser albümü. 1960 yılında Almanya Berlin Deutschlandhalle'de kaydedilen albüm aynı yıl Verve tarafından yayınlanıyor. Albümde iki ölümcül özellik var. Birincisi caz klasiği "How High the Moon" şarkısında Fitzgerald'ın yaptığı emprovize scat bölümü. Scat neyin nesi derseniz caz müzikte bol bol rastladığımız belirli anlam taşımayan kelimelerle sesin tıpkı bir müzik enstrümanı gibi kullanılıp zaman zaman eşlik zaman zamanda solo amacıyla kullanılması. Olması gerektiği şekilde yapıldığında tadından yenmeyen scat tekniğine en çok rastlayacağınız albümler kesinlikle Cab Calloway albümleridir. Ancak insanı fena halde sıkar. Bir süre sonra çekilmez hale gelir. Ancak tadında yapıldığında scat büyük bir keyif ve bu işin tarihteki en önemli isimlerinden bir tanesi -hatta en önemlisi- Ella Fitzgerald. Bu konser kaydındaki performans ise caz tarihine geçmiş bir performans. Sadece bunun için plak alınır. İkinci özellik ise "Mack the Knife" şarkısında sözleri unutması. Bunun neresi ölümcül özellik diyeceksiniz. Unuttuğu yere yaptığı emprovizasyonu dinleyince bana hak vereceksiniz. Zaten bununla ilgili yazılmış makaleler var. Benim yazmış olmam çok önemli değil....

Haydi gelin incelememizde bu kez bir değişiklik yapalım ve konserde seslendirilen caz klasiklerinin ayrıntılarına bakalım.



"That Old Black Magic"

Bu çok bilindik bir şarkıdır. Müziği Harold Arlen, sözleri ise Johnny Mercer tarafından yazılmış. Şarkının ilk yayınlanması 1942 yılı. Şarkıyı ilk söyleyen ise Judy Garland. Yıllar içerisinde bir çok önemli isim bu şarkıyı yorumlamış. Çok iyi yorumlardan bir tanesini Ella Fitzgerald'ın "Ella Fitzgerald Sings the Harold Arlen Songbook" albümünde bulabilirsiniz. Meraklılar bu plağı Speakers Corner kataloğunda bulabilirler. Ayrıca Frank Sinatra'nın "Come Swing with Me!" albümüne de bir göz atmanızı avsiye ederim. Bu albümde ülkemizde bulunuyor.

"Our Love Is Here to Stay"
Müzikler George Gershwin, sözler ise Ira Gershwin imzalı şarkı 1938 yapımı The Goldwyn Follies filmi için bestelenmiş. Film, George Gershwin'in ölümünden hemen sonra yayınlanmış. Şarkıda seneler içerisinde bir kaç değişiklik olmuş. Özellikle ismi defalarca değişmiş! Müzik tarihindeki önemi George Gershwin'in tamamlanmış son bestesi olması. Farklı bir yorum için, Ella Fitzgerald'ın "Ella Fitzgerald Sings the George and Ira Gershwin Songbook" albümüne bir göz atabilirsiniz. Meraklılar bu plağı Speakers Corner kataloğunda bulabilirler. Ayrıca Frank Sinatra'nın "Songs for Swingin' Lovers!" ve Billie Holiday'in "All or Nothing at All" albümlerinde müthiş yorumlara denk gemek mümkün. Ancak bunlardan daha iyisi de var, Ella Fitzgerald ve Louis Armstrong birlikteliğinin ikinci perdesi "Ella and Louis Again" albümüne de göz atın hatta mümkünse edinin!

"Gone with the Wind"
Aynı adlı filmi hatırlayanlar bu şarkıya hemen atlamasınlar. Nedeni ise birazdan... Şarkının bestesi Allie Wrubel, sözleri ise Herb Magidson imzalı. 1937 yılında yayınlanan şarkı "Gone with the Wind" yani "Rüzgar Gibi Geçti" romanından etkilenmiş. Ancak sözlerinin kitapla pek alakası yok ve bu yüzden filmde kullanılmamış. Bildiğim kadarı ile Ella Fitzgerald'ın klasik repertuvarında çok rastlanmayan bir şarkı. Ancak Billie Holiday'in "Music For Torching" albümünde müthiş bir yorumuna denk gelebilirsiniz. Albümün plağı Speakers Corner etiketi ile ülkemizde bulunabiliyor. Almanızı öneririm.

"Misty"
Piyanist Erroll Garner'ın bestesi. Sözler ise Johnny Burke imzalı. İki yorum üzerinde durmakta fayda var, bir tanesi Sarah Vaughan'ın "Vaughan and Violins" albümü diğeri ise Frank Sinatra'dan. Sinatra'nın geniş kapsamlı toplama albümlerinde bu şarkıya denk gelebilirsiniz.

"The Lady Is a Tramp"
1937 tarihli Rodgers ve Hart müzikali "Babes In Arms"tan bir şarkı. Şarkı kısa sürede süper popüler hale geliyor. Şarkının bir çok yorumu var. Klasik caz döneminin haricinde Supremes'in "The Supremes Sing Rodgers & Hart" albümüne bir göz atın derim. Belki plak olarak değil ama ucuz CD'sine denk gelirseniz alıp kenara atmanızı öneririm...

"The Man I Love"
Yine Gershwin kardeşlerin önemli bir şarkısı. Billie Holiday, Sarah Vaughan gibi isimler şarkıyı yorumlamış olsalar da, Ira Gershwin, Ella Fitzgerald'ın "Ella Fitzgerald Sings the George and Ira Gershwin Songbook" albümündeki yorumu duyunca, "tanrım ben bu şarkının bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum" demiştim. Eh bu yorumun üzerine fazla alternatif aramaya gerek yok sanki....

"Love for Sale"
Cole Porter'ın "The New Yorkers" müzikali için bestelediği şarkılardan bir tanesi. Şarkının ilginç yorumlarına denk gelmek mümkün. İlki Billie Holiday'in aynı adlı 45'liği. Bunu bulabilmek pek mümkün değil ama bir çok kapsamlı toplama albümde denk gelebilmeniz olasılık dahilinde. Ella Fitzgerald'dan "Ella Loves Cole" albümüne bir göz atabilirsiniz. Ancak Tony Bennett'in "The Beat of My Heart" albümündeki yorumu da bambaşkadır. Tony Bennett'in 50'lerin sonu ve 60'larda yaptığı albümlere mercekle bakmayı caz vokali sevenlere önerim...

"Just One of Those Things"
Cole Porter'ın 1935 yılında Jubilee müzikali için bestelediği önemli bir şarkı. Frank Sinatra ve özellikle Mel Torme yorumlarının yanında neredeyse tüm önemli kadın caz solistlerin söylediği bir şarkı. Hatta bir marş...

"Summertime"
Yine bir Gershwin kardeşler bastesi. "Porgy and Bess" müzikali için bestelenen şarkının sözleri DuBose Heyward tarafından yazılmış. En bilinen caz standartlarından...

"Too Darn Hot"
Cole Porter'ın 1948 yılında "Kiss Me, Kate" müzikali için bestelediği önemli bir şarkı. Bu şarkının çok üst düzey bir yorumu " Ella Fitzgerald Sings the Cole Porter Songbook" albümünde bulunabilir.

"Lorelei"
Tekne kazaları ile meşhur bir kayalık. Ne alaka diyeceksiniz  ama şarkı bu kayalıklarda geçen olaylarla alakalı. 1933 yılında "Pardon My English" müzikali için yazılmış. Müzik George Gershwin, sözler Ira Gershwin imzalı. Şarkının en müthiş yorumu için bakmanız gereken yer yine Ella Fitzgerald songbook'ları...

"Mack the Knife"
Müzik Kurt Weill ve sözler Bertolt Brecht imzalı. Müthiş isimler gerçekten. 1920'lerin sonunda bestelenen eser 1950'lerde İngilizce'ye çevrilmiş ve çok popüler olmuş. Popüler olmasında en büyük katkı sahibi Louis Armstrong'tur çünkü ilk İngilizce sözlerle söyleyen kişi Armstrong. Benim için en güzel yorumu Dagmar Krause'nin ölümcül "Supply and Demand" albümünde bulunuyor.

"How High the Moon"
Herkes tarafından bilinen sevilen bir şarkı. Sözleri Nancy Hamilton, müzik ise Morgan Lewis imzalı. 1940 yılında "Two for the Show" isimli bir gösteri de kullanılmış. Ondan sonrası zaten malum. Söylemeyen, yorumlamayan caz müzisyeni yok.

Albüm plak formatında ülkemize geldi. AK Müzik tarafından ithal edilen albümün kayıt kalitesi ve fiyat oranı gayet başarılı. Bu yazıdan sonra bir çok meraklı plaklara ilgi göstereceğinden bence arayı uzatmadan hemen satın alın...

Eski Wurlitzer Reklamlarını Severim Çok!



Eski Wurlitzer reklamlarının hastasıyım. Yıllar önce o kadar hoş tasarımlar yapmışlar ki, bugün bile keyifle bakıyorum. Reklamı, "Retro ve Vintage" sitemizden arakladım.  Bu arada Eylül ayında sitemizi yeniden aktif hale getirmeyi planlıyoruz.

Vertibra 5



Hifi dünyasında metal ve cam kullanılarak üretilmiş rack'ler pek sevilmez. Eh pek haksız bir tespit değil bu. Bu kombinasyon ses üzerinde her zaman hoş etkiler yapmıyor. Yukarıdaki stand aslında bir endüstriyel tasarım. 7even Systems firmasının Vertibra 5 modeli. Bayağı keyifli...

PVC Boru Hoparlör



Ikyaudio PVC borulara fena sarmış. Firmanın borudan üretmediği ürün yok gibi. Firmanın son ürünü PVC boru görünümlü plastik malzemeden yapılmış bir hoparlör sistemi. Bu hoparlöre utanmadan 200 Dolar istiyor. Anlayacağınız hoparlör her haliyle boru gibi :) Aslında çok basit bir DIY projesiyle yapılabilecek ürünü alıp kim evine koyar konusunu hiç açmıyorum bile. Allak akıl fikir versin...

Yarasa Adamın Mağarası



İlginç ev sineması sistemlerine bloğumda yer vermeyeli uzun zaman oldu. Bu kez Batman temalı bir ev sineması sistemini ekledim. Mağara şeklinde tasarlanan sinema odası bayağı keyifli olmuş. Sistemin fazla fotoğrafını bulamadım ama varolanlar durumu anlatıyor. Bu arada koltuklar harika...

KonstruKt & Peter Brötzmann İstanbul Konser 2011 Uzun Video

KonstruKt'teki dostlar bu sene istanbul Nublu'da düzenlenen Peter Brötzmann konserinden daha uzun bir performans videosunu eklemişler. Hemen bloğuma da ekleyeyim dedim. Konserin -bayağı- uzun yorumuna ise buradan ulaşabilirsiniz.. İyi seyirler...

Eğlenceli Atelier du Triode Tasarımları



Atelier du Triode, Fransızca isimli ama İtalyan bir hi-fi firması. Piero & Stefano tarafından üretilen vakum tüplü amplifikatörler gerçekten çok eğlenceli. Elime fotoğraf geçtikçe bloğuma ekleyeceğim...

Pazar Sineması: Dr. Jekyll and Mr. Hyde (1920)



Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, 1920 yapımı sessiz bir korku filmi. Film sessiz ama müzikleri çok acayip. Tahmin edebileceğiniz gibi film, Robert Louis Stevenson'un meşhur Dr Jekyll ve Mr Hyde'ın Şaşırtıcı Hikayesi öyküsünün bir uyarlaması. Filmin ilgi çekici yönlerinden bir tanesi oyuncu John Barrymore. Performansı 90 yıl öncesini düşünürseniz müthiş! Film, John S. Robertson ve yardımcısı Nita Naldi tarafından yönetilmiş. Öyküden uyarlanmış senaryo ise Clara Beranger imzalı. Malum öykünün ve dolayısıyla filmin konusu Dr. Jekyll'in bölünmüş kişiliği. Bir nevi iyilik ve kötülük Dr Jekyll'da vücut buluyor. Filmde makyajlar, oyunculuk dikkat çekici. Konu gayet ilginç...

Filmin tamamını yukarıda seyredebilirsiniz. Filmin telif hakları artık ortadan kalktığından bir çok dijital kütüphanede bulabilirsiniz.

Ekolayzır Hoparlör



Ekolayzır hoparlörler ilk olarak eğlenceli bir proje olarak ortaya çıkmış. Hoparlörü her gören çok sevince sonunda seri üretime karar verilmiş. Sistem toplam 6 adet hoparlörden oluşuyor. Her birini istediğiniz yüksekliğe getirebiliyorsunuz. Bakalım ne zaman raflarda göreceğiz. Alır mısın derseniz, almam o ayrı :)

Yeni Plaklar



AK Müzik yeni bir plak ithalatı yaptı son günlerde. Çeşitli kentlerimizde satış noktalarına ulaşan plaklardan bende bir kaç tane edindim. Hem kayıtları hemde albümleri kısa zamanda ayrıntılı şekilde ele alacağım. Fiyatlar makul, listeler hiç fena değil. Plak severler satış noktalarına bir göz atsınlar....

Haftanın Güzeli ve Mantık Hatası



Kızımız güzel olmasına güzel ama pikap iğnesi plak üzerine gelmeden nasıl scratch atılır noktasında kocaman bir muamma var! Fena saçmalamışlar :)

Türkiyeden Hifi Sistemler Gelişmeye Devam Ediyor!



Bir süre önce duyurusunu yaptığımız yeni bölümümüz "Türkiye'den Hifi Sistemler" gelişmeye devam ediyor. Tamam gelişim çok hızlı değil ama adım adım daha iyiye doğru gidiyoruz. Geçtiğimiz gün Sn Ege İpeklioğlu stereo ve ev sineması sistemini ekledik. Ulaşmak için tıklayınız. Bu arada tüm okuyucularımızdan destek istiyoruz. Bu bölümün zaman içerisinde çok keyifli hale geleceğini umuyorum...

* Proje iptal edildi :)

Keyifli Bir Televizyon Sohbeti



Geçenlerde Extreme Audio'dan gelen bir bülteni "Hifi Haberleri" bölümümüze ekledim. Yukarıdaki video Genç TV'de yayınlanan "Kariyer Koçu" programında konuk olan Sn. Orhan Aydoğan ile yapılan röportaj. Bloğumu takip eden herkes hifi dünyasına çok yakın olmadığından Sn Aydoğan'ın ülkemizdeki önemli hifi firmalarından Extreme Audio'nun kurucusu olduğunu ekleyeyim. Röportajda hoşunuza giden gitmeyen veya katılmadığınız noktalar olabilir ama bu tarz televizyon programlarının hi-fi konusundaki farkındalığı arttıracağı kesin. Benim hoşuma gitti şahsen. Özellikle ülkemizde hi-fi pazarı ve endüstrileşme konusundaki görüşlerine kesinlikle katılıyorum. Bunun yanında iPod ve benzeri dijital medya çalarların orta uzun vadede hifi pazarına olumlu katma değer kazandıracağı görüşü de paylaştığım ana fikirlerden...

Hemen ufak bir not vereyim. Önümüzdeki sene içerisinde ülkemizden yurt dışına açılma potansiyeli çok yüksek 2 proje var. Her ikisinin prototiplerini dinledim. Hatta önümüzdeki dönemlerde yurt dışından bilişim sektöründen çok iddialı ve tanınan bir firmanın destek verdiği bir prototip demo amacı ile evime gelecek. Bir diğer proje için ise yurt dışında ciddi görüşmeler sürüyor ve projede önemli bir yol alınmış durumda. Anlayacağınız önümüzdeki dönemlerde Sn Aydoğan'la paylaştığımız endüstri oluşması özlemi konusunda bazı önemli gelişmeler yaşanacak.

Bunun yanında Sn Aydoğan'ın verdiği bazı rakamlar ilgimi çekti. Tam rakamları bilmiyor olsam da, verdiği rakamların üzerinde durmak lazım. Ülkemizdeki hifi pazarının yeni yatırımlar kaldırabileceği görüşü de ilgimi çekmedi değil. Bir bakarsınız gelecekte önerileri göz önüne alıp Stereo Mecmuası içerisinde bir sanal plak mağazası ve bir kaç ilginç ürünün temsilciliğini alıp işin ticari yönüne de el atarız.

Bazen düşünüyorum da, Amerikan Elusive Disc veya Acoustic Sounds gibi bir sanal operasyon özellikle de müzik yönünde bir operasyonda Stereo Mecmuası ilginç bir başlangıç noktası olabilir. Böyle bir girişim yaptığımdan veya düşündüğümden değil sadece beyin fırtınası yapıyorum kendi kendime...

Natalie Cole Konseri



Bu aralar IKSEV'in düzenlediği 25. Uluslararası İzmir Festivali devam ediyor biliyorsunuz. Gülsin Onay ve Esa-Pekka Salonen yönetimindeki Philharmonia Orkestrası konseri ve Efes Celsus Kütüphanesinin harika atmosferinde düzenlenen “I Musici” topluluğu konserleri klasik müzik basınında bol bol yer aldı. Festivalin açılış konseri olan Gülsin Onay ve Esa-Pekka Salonen yönetimindeki Philharmonia Orkestrası konseri ile ilgili Sevgili Asım Uysal imzalı harika bir yazıyı Stereo Mecmuası Müzik bölümünde sizlerle paylaşmıştık. Okumadıysanız sizi şuraya alalım. Ayrıca forumlarımızda da konuyla ilgili basında çıkan bazı yazıları bulabilirsiniz.

25. Uluslararası İzmir Festivali kapsamında düzenlenen konserlerden bir tanesi olan Natalie Cole konserine gitmeye karar verdik. Konseri özellikle Seçil'in seveceğini düşünüyordum. Çok çok sıcak bir İzmir akşamında Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu'nun yolunu tuttuk. Konser organizasyonu bence Natalie Cole ismini iyi seçmiş. Bu sıcakta farklı bir isim konser alanını bu denli doldurabilir miydi bilemiyorum. Natalie Cole, çok farklı müzik dinleyicilerine hitap etme potansiyeli yüksek bir isim. Caz dinleyicisi için (hardcore olanlardan bahsetmiyorum) ve tabii ki pop müzik dinleyicisi için Natalie Cole ismi bir şeyler ifade ediyor. Böylesine sıcak bir akşamda konser alanı tahminimden çok daha doluydu. Dediğim gibi Natalie Cole ismi bunun altında yatan en önemli sebep....

Natalie Cole veya tam ismiyle Natalie Maria Cole, 1950 doğumlu. Hemen herkesin bildiği gibi efsanevi Nat King Cole'un kızı. Cole ailesinde müzisyenden bol bir şey yok. Annesi Maria Cole bir dönem Duke Ellington orkestralarında şarkıcılık yapmış. Zaten Natalie annesininde ismini taşıyor. Tabii liste bu kadar değil. Örneğin amcası piyanist. Hatta ek bilgi olarak Cole'u dünyaya tüm tanıtan 1991 yılında yayınladığı “Unforgettable… with Love” albümünde piyano bölümlerinin büyük bir kısmını amcası çalıyor. Nat King Cole genelde şarkıcı yönüyle tanındığı için kızının da iyi bir şarkıcı olacağını düşünen çoktur sanırım. Ancak baba Cole'un bence en önemli yönü piyanistliği. Özellikle King Cole Trio ile yaptığı plaklara baktığınızda bazı performanslarına şapka çıkartmamak mümkün değil. Baba Cole, büyük savaş döneminde şarkı söylemeye başlayınca geniş kitlelerin ilgisini çekiyor ve sayısız önemli şarkıya imza atıyor. Baba Cole'dan bahsetmeye başlarsam bu yazının bitmeyeceğine emin olabilirsiniz. O yüzden biz kızı Natalie'ye dönelim.

Natalie Cole'un bilinen ilk kaydı 6 yaşındayken babasının yılbaşı (1956-57 yılbaşında 7” olarak yayınlanan ) plağında yaptığı vokaller. Hemen ardından ilk gençliğinde müzik dünyasına adım atıyor. 1975 yılında yayınlanan ilk albümü “Inseparable” ile iyi bir çıkış yakalıyor ve 1980'lerin başına kadar yayınladığı her albümde iyi satış grafikleri yakalıyor. Bu yıllarda önemli bazı “American Songbook” şarkılarının yorumları ile önemli ödüller de alıyor tabii. "Sophisticated Lady" bunlardan en önemlisi. Bu dönemde daha çok pop, soul ve cazın bir arada karıştırıldığı bir müzik yaptığını söylemek mümkün. Bu karışım ona hala başarı sağlıyor, bu da bir gerçek!

1980'lere gelindiğinde Cole'un başarılarının sonu geliyor. Bu yıllarda dünya müziğinde de bir değişim var. Çok satan albümlerin yerini başarısız albümler alınca Cole'un psikolojik düşüş dönemi başlıyor. Bu dönemde uyuşturucu problemleri de baş gösteriyor. Aslında 1980'lerde bazı şarkıları listelerde başarı gösteriyor. Ancak albümlerde bu başarıya rastlamak mümkün değil. Bence 80'lerdeki en önemli Cole şarkısı "Pink Cadillac" Aslında şarkı büyük patron Bruce Springsteen imzalı. Ancak “B Side” olarak nitelendirebileceğimiz şarkı bir nevi pop hiti haline Cole'un sayesinde geliyor.

90'lara yaklaşırken uyuşturucu problemini büyük ölçüde çözen Cole, 1991 yılında en çok satan albümü “Unforgettable...with Love”u yayınlar. Albümde babasının "The Very Thought of You", "Mona Lisa", "Route 66" gibi şarkılarını yorumlar. Ancak asıl bomba albüme ismini veren şarkıdır. Teknolojinin yardımıyla babası ile -sanal- düet yaptığı şarkı o sene müzik dünyasına bomba gibi düşer ve Cole ne kadar ödül varsa hepsini toplar. Albüm satışlarında da rekor kırar. Yazının en alt bölümünde bu şarkının videosunu izleyebilirsiniz.

İlerleyen yıllarda kendi albümlerinin yanında “Unforgettable...with Love” konseptindeki “Stardust” ve “Still Unforgettable” gibi albümlerle farklı dinleyici kitlelerine ulaşmayı başarır.



Gelelim konsere.. 61 yaşındaki Cole'un sahneye daha geniş bir orkestra ile çıkacağını düşünüyordum ama daha pop/soul tarzını çalmaya yakın bir orkestra ile sahneye çıktı. Konserin ilk yarısında kendi albümlerinden Amerikalıların “jazzy” dediği türden şarkılardan oluşan bir performans sundu dinleyicilere. “Mr. Melody” gibi kariyerinin önemli parçaları dinleyiciden fazla tepki almadı. Charles Chaplin veya daha tanındık şekilde Charlie Chaplin imzalı “Smile” şarkısı konserin ilk bölümünün en iyi tepki alan şarkısıydı. Meraklısına ufak bir not Chaplin şarkıyı “Modern Times” filmi için bestelemiş. Ben konseri biraz çapraz bir açıdan seyrettim. Genelde daha orta bölümleri tercih ederim ama bir yandan dinleyicilere göz atmak onların tepkilerini görmek de farklı oluyormuş.

Konserin kopma noktası ise “Unforgettable...with Love” albümünde de yer alan "Tenderly" ve "Autumn Leaves" medley'i oldu. Albümde bu iki şarkıya ek olarak "For Sentimental Reasons" şarkısı da medley içerisinde yer alıyor. Bildiğiniz gibi her iki şarkıda caz tarihinin en çok seslendirilen şarkılarından. Hal böyle olunca benim gibi müzik meraklıları tarih içerisinde bir yolculuğa çıkıyorlar. Walter Gross ve Jack Lawrence bestesini öyle isimlerden dinleme şansınız var ki, liste yaz yaz bitmez. Ella Fitzgerald'ın 1950'lerin sonlarında yayınladığı “Hello, Love” albümünde ayrıca American Songbook'lar içerisinde müthiş yorumlarını dinleme şansınız var. Ayrıca Billie Holiday'in “An Evening with Billie Holiday” albümüne de bir göz atın. Tabii bunlar öyle icralar ki, müzik tarihine yorumcularının isimleri altın harflerle kazınmış. Orkestrasyonlar müthiş. Autumn Leaves ise başlı başına bir olay. Aslında bir çok insan bilmez ama bu şarkının aslı Fransızdır. Orijinalinin adı "Les Feuilles Mortes" ve 1940'lardan itibaren tüm önde gelen Fransız şarkıcıları bu şarkıyı yorumlamıştır. Fransızca yorumlar arasında bence en üst düzeyi “Yves Montand” tarafından seslendirilmiştir. Senelerdir dinlemekten sıkılmam. Sonrasında Amerika'ya sıçrayan caz tarihi açısından bu önemli şarkının muhtemelen son noktası Cannonball Adderley'in “Somethin' Else” plağıdır. Bu albüm hem Cannonball Adderley'in hemde Miles Davis'in soloları tarihe altın harflerle kazınmıştır. Tabii piyanist “Hank Jones”, basçı “Sam Jones” ve davulcu “Art Blakey”nin performansları içinde aynı şeyi söylemek mümkün.



Konu nasıl dağıldı. Cole, bu medley'i söylediğinde seyircilerde hareketlendi ve konserin ritmi tamamen değişti. Cole, Autumn Leaves'in ikinci bölümünü Fransızca söylemeyi de ihmal etmedi. Güzel bir selam göndermiş oldu böylelikle... Tabii ki dinleyiciler “Unforgettable” şarkısına da çok iyi tepki verdiler. Şarkının icrası sırasında ekranlarda Nat King Cole vardı. Bence alkışın en büyüğünü büyük usta aldı :)

Konserin asıl kopma anı Cole'un alkışlarla “bis“ yapmaya geldiği an yaşandı. Aslında her profesyonel müzisyenin yapacağı gibi her şey planlanmıştı. Akustik performans düzenine geçildi. Hiç beklemediğiniz bir şarkıyı çalmaya başladılar. Des'ree'nin büyük başarı kazanan “You Gotta Be” şarkısı. Bu şarkı ve sonrasında ses düzenine de biraz yüklenilmesiyle ortalık hareketlendi ve seyirciler coştu. Anlayacağınız güzel bir finaldi.

Bana sorarsanız güzel bir konser oldu. Tamam çok yaratıcı olmayan bir orkestra son derece steril bir performans gösterdi. Ancak genel olarak başarılı bir birliktelikten söz etmek mümkündü. 61 yaşındaki Cole'un performansı ise şaşırtıcıydı. Bu konsere ben dahil herkes eğlenmek için gitti ve ben dahil herkes eğlendi. En önemli şey bu değil midir zaten. Bazı konserlerde ben pür dikkat müzisyenleri izlerim. Küçük bir soloyu kaçırmamak için bile kulaklarım bir anda radar haline gelir. Ancak bazen insanın hayatında, “aman be” deyip sadece eğlenmek için gideceği konserlerde olmalıdır. İşte onlardan bir tanesiydi Natalie Cole konseri...

Müzikal anlamda asıl ilginç performanslar için 19. İzmir Avrupa Caz Festivalinde gözüm! Ne yalan söyleyeyim dört gözle bekliyorum Caz Festivalini. Festivalin 18.sinde gerçekten beklentilerimin çok çok üzerinde bir program vardı. 2012 için beklentilerim çok büyük. Aklıma Louis Sclavis konseri geliyor ki, keşke bir kez daha izleme şansım olsa. Geçtiğimiz caz festivali ile alakalı bayağı kapsamlı bir yazı dizisi yayınlamıştım. Bloğumun konserler başlığı altında yazılara ulaşabilirsiniz. Bu arada gittiğim her konseri de yazamıyorum. Arada Stereo Mecmuası Forumlarına kısa bir not düştüğüm de oluyor, tembellikten :)

Notlar.
1- İlk fotoğraf  Natalie Cole'un web sitesinden alındı.
2. İki ve üç numaralı fotoğrafları ben çektim ama her zaman olduğu gibi fotoğraf makinemin şarjını kontrol etmeyi unuttuğumdan cep telefonumdan çekmek zorunda kaldım. Eli benim kadar titreyen bir adamın çekeceği fotoğraf bol bol "editleme" ile ancak bu hale getirilebiliyor kusura bakmayın artık... 
3- Bu arada unutmadan bir teşekkür etmem lazım. IKSEV Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Sn Sirel Ekşi'ye buradan çok teşekkür ediyorum.
4- Natalie Cole  ve Nat King Cole'dan Unforgettable videosu 1992 yılında bir canlı performanstan..

Plak Okuma Animasyonu 3



Plak animasyonlarımızın sayısı artıyor. İlk animasyonu burada ikincisini ise burada yayınlamıştım. Şimdi üçledik. Umarım daha fazlasını da bulurum...

Ferguson Hill FH007



Ferguson Hill, akrilik horn yapılı hoparlörleriyle tanıdığımız bir firma. Ancak firmanın hoparlörleri genelde çok pahalı(ydı). Firma daha düşük bütçeli meraklılar için FH007 kodlu bir hoparlör sistemini öneriyor. 395 Sterlin fiyat etiketli hoparlör sistemi iPod, iPhone ve her türden bilgisayar sistemi ile kullanmak mümkün. Her bilgisayar sistemine lazım böyle bir hoparlör sistemi...

Hi-fi Dünyasında İlginç Yatırımlar!



Hi-fi dünyasındaki satın almalar tam gaz devam ediyor. Bazı Uzakdoğulu finansman kuruluşları ve yatırım ajansları tüm dünyada tanınan ve ilgi gören firmaları satın alıyor. Bunlardan en dikkat çekeni IAG biliyorsunuz. Son yıllarda hızla büyüyen topluluk ilerleyen dönemlerde yine sürprizler yapabilir. Bunun yanında bazı büyük üreticilerin satışı ile ilgili görüşmelerinde devam ettiğini duyuyoruz. Eğer olursa bir satış var ki, ciddi bir bomba. Eğer gerçek olursa hi-fi pazarında daha ilgi çekici gelişmeler yaşanması mümkün...

Bazı yatırım gruplarının önemli satın almalar yaptığından bahsettm. Bunlardan en ilgi çekeni Fine Sounds SpA. Bu firma aslında Quadrivio adındaki İtalya kökenli bir yatırım grubunun parçası. İlginç alanlarda fonlamalar ve yatırımlar yapan grup, hi-fi alanında Fine Sounds adıyla bazı operasyonlar yapıyor. Yatırım yaptıkları alan hi-fi gibi tüm dünyada kullanıcı sayısı noktasında önemli yoğunluğa sahip olmayan bir alan. Ancak bazı dedikodular Uzakdoğulu fonların bu yatırımları yapmasının arkasında önümüzdeki on yıl içerisinde pazarın şimdikinden daha fazla büyüyeceği beklentisi var. Bu beklenti pek hayal gibi gözükmüyor. 5 yıldır tüm dünyada yaşanan ekonomik krizlerin etkisiyle pazar daralırken, Uzakdoğu'da önemli bir büyüme var. Bu büyümenin en önemli ekseni Avrupa markalar. Bir çok Uzakdoğu firmasının ürettiği referans kabul edilen ürünlerin Uzakdoğu payları azalırken bazı Avrupa markalarına aşırı talep var.

Dikkat ederseniz son yıllarda bazı Uzakdoğu markaları yönlerini Avrupa'ya çevirdi. Fiyat indirimleri ile desteklenen bu strateji başarılı olmuş gibi görünüyor olsa da, Avrupa pazarı daraldıkça bu firmaların işlerinin zorlaşacağını söylemek mümkün. Son yıllarda özellikle Güneydoğu Asyalı ara dağıtımcı firmalar yüksek indirimlerle Avrupa ve Amerika'ya ürünler gönderiyorlar. Bu durum Avrupa'daki fiyat dengelerini de bozmuş durumda. Tabii ki bu bahsedilen dengeler çok üst sınıf ürünler için geçerli. Bu yüzden pazarın büyük çoğunluğunu oluşturan giriş seviyesi ve orta gelir düzeyi bu gelişmelerden olumlu etkilenmiyor.

Fine Sounds son dönemlerde Sonus Faber'i de satın alarak dikkat çekmişti. Bu ilginç yatırım grubu Amerika'lıların meşhur Audio Research markasını satın aldığında Amerika pazarı bayağı sarsılmıştı. Hemen arkasında Wadia Digital'i satın alarak yine dikkatleri üzerine toplayan Fine Sounds'un Uzakdoğu'da büyük meraklı kitleleri tarafından dikkat çeken firmaları satın almasıyle gelişen pazarın önemli oyuncularından bir tanesi olmasının yolunu açmıştı. Ayrıca Wadia, son yıllarda Apple ürünleri etrafında dönen aksesuar ve yan ürün pazarında önemli bir oyuncu. Bu açıdan hi-fi firmalarının bu pazara açılma stratejilerinde dikkat çekici bir örnek.

Fine Sounds, amplifikatör ve dijital kaynak alanında yaptığı yatırımları hoparlör ile tamamlayınca, analog alanında da bazı yatırımların olacağı konuşuluyordu. Ancak firma ilginç bir strateji ile Amerika'nın önemli dağıtım kanallarından bir tanesi olan Sumiko'yu tamamen satın aldı. Satın alma sonucunda Fine Sounds, hedef pazarlarından bir tanesi olan Amerika'da bir anda en kuvvetli gruplardan bir tanesi haline geldi. Bu satınalma ile Sumiko firması, Sonus Faber, Audio Research ve Wadia'nın Kuzey Amerika dağıtıcısı oldu. Firma ayrıca geçmişten beri subwoofer üreticisi REL, pikap üreticisi Pro-Ject ve SME, pikap iğnesi üreticisi Sumiko Phono Cartridges ve plak temizleyici üreten Okki Nokki'nin temsilciliğini yapıyor. Bu anlaşmalar devam edecek hatta REL'in dağıtımının tüm dünyada Fine Sounds kanalıyla yapılması konusunda el sıkışılmış bile. İlerleyen aylarda bu markalardan bir veya bir kaçı yeni bir satın almanın konusu olabilir. Hatta bazı gelişmeler var.

Amerika pazarının yanında, Uzakdoğu pazarında da dağıtım konusunda önemli operasyonlar yapan Fine Sounds, bir çok ülkede Sonus Faber markasını kullanıyor. Marka imajını kullanarak yapılan pazarlama faaliyetleri sonucunda geçen sene için 30 milyon Dolar kardan bahsediliyor. Firmanın Audio Research için yaptığı yatırımı düşünürsek, zarar yerine kar etmiş olması pazarın büyüklüğünün bir göstergesi.

Bu satın almaların sonu gelecek gibi gözükmüyor. Tüm dünya hi-fi pazarını etkileyen gelişmelerin yanında daha küçük ölçekli ülkeler ekseninde yeni oluşumlarda söz konusu. Aslında Türkiye'de de benzer bir devinim yaşanıyor ancak ülkemizdeki devinim, belirli bir stratejiden çok, rakip firmaların ticaret alanına girmek, ticaretini baltalamak veya geçmişten gelen bazı çekişmelerin sonucu olarak yaşanıyor. Belki bunlar ilk bakışta sizlere pek mantıklı gelmeyebilir ancak ticaretin sert kurallarında bu durum gayet anlaşılabilir. Tek sorun belirli bir stratejiden uzak hamleler ile Türkiye pazarını domine etme potansiyeli olan markalar pazardan silinip gidiyor ve ikinci el pazarındaki dengesizlik firmaların hareket alanlarını daraltıyor. Ancak sessiz sedasız iyi markaları toplayan ve belirli bir strateji çerçevesinde hareket eden firmalarda var. Bence gelecek 4-5 yıl içerisinde koşullar ve hareket tarzları değişmez ise, ülkemizde az marka taşıyan ancak finansal ve pazarlama açısından kuvvetli firmaların güçlendiği ve yönlendirdiği bir pazar karşımıza çıkacak.

Techlink Kurve


Bu son derece şık sehpa aslında müzik sistemleri için üretilmemiş. Bir televizyon sehpası ancak çok büyük müzik sistemi olmayan ve sehpanın sese etkisini pas geçmeye hazır meraklılar için ilginç bir çözümde olabilir. Ürün İngiliz Techlink firmasının ürünü ancak fiyatına ulaşamadım.

Kim Hayır Diyebilir?



Bloğumun okuyucularından Ayşe Hanım başka bir blogta denk geldiği bu fotoğrafları göndermiş. Tamam ortada herhangi bir hi-fi sistemi yok ama böyle bir dinleme odasına kim hayır diyebilir ki? Sizi bilmem de ben hayır demezdim şahsen :)

Modern çağın His Masters Voice u



Geçenlerde elime ulaşan bir illüstrasyon. Nipper'ı gramofonun önünden alıp kulağına iPod takıvermişler. Acı ama geldiğimiz durum ne yazık ki bu...

Odyofil Dileması



Bugün Michael Lavorgna'nın bloğunda harika bir karikatür vardı. Bence hifi dünyasını harika bir şekilde açıklıyor. Hemn