Albüm İncelemeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Albüm İncelemeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kraftwerk - Tour de France



Kraftwerk, müzik tarihinde önemli yeri olan bir Alman topluluğu. Kraftwerk, Almanca güç santrali anlamına geliyor. 1970 yılında Düsseldorf, Almanya'da kurulan topluluk Ralf Hutter ve Florian Schneider projesi. Topluluğun ilk dönemlerinden itibaren müzikleri elektronik enstrüman ve ilkel bilgisayarlara dayanıyor. İşin garip tarafı Kraftwerk elektronik müziğin temellerini atarken ortalıkta bugün olduğu gibi istediğiniz enstrümanı alabilmek gibi bir şansınız yok. Topluluk kendi müzik enstrümanlarını kendileri üretmek zorunda kalıyorlar.. Kraftwerk'in müziği birbirini takip eden melodiler, insana hiç bitmeyecekmiş gibi gelen müzikal döngülerle doludur. Vokaller sanki bir bilgisayar sesiymiş gibidir ve son derece basittir. Vokal bölümlerinde de döngüler sık sık kullanılır. Kraftwerk'in müziği hem minimalist hemde devrimseldir. Bugünün elektronik müziğinin yanında bir çok müzik türüne öncü olmuşlardır.

Bugünkü yazımda topluluğun "Tour de France" albümünden bahsetmek istiyorum. Malum bugünler “Tour de France” günleri. Daha yarışın ilk haftası olmasına rağmen kıran kırana bir mücadele var. Kazalar, sprint'ler ve yarışın daha ilk hafta olmasına rağmen tırmanış etapları. Bu arada uzun yıllardan beri ilk kez organizasyon, ilk haftaya çok eğimli olmasa da tırmanış etapları koymuş durumda. Bu da heyecanı arttırıyor. Spor ile uzun yıllardır çok fazla ilgilenmiyorum. Ancak bisiklet yarışlarına özellikle de yol yarışlarına özel bir ilgim var. “Tour de France” ise tüm yarışların şahı!



Bisiklet yarışı ve Kraftwerk ne alakala diyebilirsiniz...

Kraftwerk ile "Tour de France"ın yollarının kesişmesi topluluğun onuncu albümü ile oluyor. 2003 yılında yayınlanan albümlerinin ismi “Tour de France Soundtracks” Albüm 2009 yılında yeniden yayınlandığında ismi kısaltılıyor ve "Tour de France" olarak anılmaya başlanıyor. Albümün yapılmasının sebebi Fransa bisiklet turunun yüzüncü yaşının kutlanması. Ancak albüm o sene yayınlandığında biraz rötar yapıyor ve yayın ancak bisiklet turunun bitmesinin çok ardından yayınlanabiliyor. Yani ortada saçma sapan bir durum söz konusu. Bunun yanında 1986 yılında yayınlanan “Electric Café” albümünden 17 sene sonra yapılan bir albüm için meraklıların beklentileri çok fazla ancak Kraftwerk bu beklentiyi karşılayamıyor. Ancak ilerleyen yıllarda daha aklı selimle düşündüğümüzde "Tour de France" kötü bir albüm değil. Tepkinin asıl sebebi 1980'li yıllar.

Neden mi? "Tour de France" single'ı. 1983 yılında yayınlanan şarkı basit bir elektronik davul döngüsünün yine basit melodiler ve tekrar eden vokallerle süslenmesiyle oluşturulmuş. İlk iki albümlerinde kullanılan ekipmanın geliştirilmesiyle ortaya çıkan ses, kullanılan metalik tonlardan çok daha farklı. Bu single yayınlandığında kapağında 1950'lerin bir Macar pulundan esinlenme vardı. Vardı diyorum elimde single olmadığından kapağını resimlerden biliyorum. Aşağıda bu pulu görebilirsiniz. Buradaki bisikletçiler alınıp arkaya Fransız bayrağı eklenerek single'ın kapağı oluşturulmuştu.



Kraftwerk bu single'ı yapıp 2000'lerde bu single etrafında dönen bir albüm yapınca uzun zamandır albüm bekleyen meraklılar hayal kırıklığına uğramışlardı. Bunun yanında 1970'lerdeki müzik dinleyicisi ile 2000'lerin dinleyicisi arasında da yadsınamaz bir fark vardı. 2000'lerin elektronik müziği çok farklıydı ve artık daha geniş kitlelerin dinlediği bir müzik tarzıydı. Ancak geri dönüp “Tour de France Soundtracks” albümüne baktığımda benim tepkim hiç böyle değil. Biraz önce Fransa Bisiklet Turu'nun beşinci etabını Mark Cavendish müthiş bir sprint ile kazandı. İşlerime ara verip bu yazıyı yazarken dijital müzik çalarımda "Tour de France" çalıyor. Büyük keyif...

Mum Diskografisine Bir Bakış Atalım



Múm, İzlandalı bir müzik topluluğu. Bu topluluktan Stereo Mecmuası'nda yayınladığımız “Screaming Masterpiece” DVD'siyle alakalı yazımda bahsetmiştim. Múm, çok ilginç bir müzik tarzına sahip. Bir yanıyla karanlık, bir yanıyla son derece yumuşak, bir yanıyla da deneysel.

Müziklerindeki en belirleyici özellik, kesinlikle vokaller. Bunun yanında görmeye alışkın olmadığımız ilginç enstrümanları elektronik öğelerle birleştiriliyor. Topluluğun kadrosu biraz karmaşık. Yazması ve okuması ölüm olan diğer üyelerden ziyade bence önemli iki kişiden habsedeceğim. İki kardeş Gyða ve Kristín Anna Valtýsdóttir, topluluğun karakteristik vokal tarzı ve ilginç enstrümanlarının bir kısmını çalarak bence Múm'un müziğinin omurgasını oluşturuyorlar(dı). Ancak iki kardeş, eğitim hayatı filan derken toplulukla ilişkilerini ilk dönemlerdeki kadar sıkı tutamıyorlar. Bence ilk albümlerden bugünlere gelirken müziklerindeki olumsuz dönüşümü bu şekilde açıklamak mümkün. İşin kötü tarafı topluluğun ilk 2 albümünü bulmak pek kolay değil. Arayışlarınıza dijital alanda devam etmek gerekiyor.

2000 yılında yayınlanan “Yesterday Was Dramatic” ve 2002 yılında yayınlanan “Finally We Are No One“ albümlerini edinmenizi tavsiye ederim. Adını okumanın imkansız olduğu ve ancak kopyala yapıştır ile yazabildiğim Kristín Anna'nın ayrılışından sonra yayınlanan 2007 yılı albümü “Go Go Smear the Poison Ivy” yine bir şekilde ortalamanın bayağı üzerinde bir albüm. Bu albümde vokaller tamamen değişik, müzik tarzında da farklılıkları görebilmek mümkün. Ancak 2009 yılı albümü “Sing Along to Songs You Don't Know” için pek olumlu konuşabilmem mümkün değil. Evet yine çok farklı bir albüm ama topluluğun ilk albümleri kadar etkileyici değil. Hatta sıkıcı olarak nitelendirebilmek mümkün...

Şarkıları teker teker ele aldığınızda sorun olmuyor ama albümü baştan sona dinlerken eh yeter artık diyebilme potansiyeliniz var. Aşağıda topluluğum 2009 yılı albümünden "Sing Along" parçasına çekilen video klip var.

Şaşkınlık: Fallen!



Tolga, Stereo Mecmuası'nın 28. sayısında Burzum topluluğunun Fallen albümünü öve öve bitiremeyince, merak ettim ve mesaj attım. Zaten hemen arkasından CD bana kargolanmıştı bile. Burzum'un daha doğrusu Varg Vikernes'in yaptığı bütün işler istisnasız elimde vardır. Eskisi kadar dinliyor musun derseniz, hayır, ama arada sırada nostalji de fena olmuyor doğrusu. Albüm elime geçince gerçekten şok oldum. Çok ilginç bir sound'un yanında bayağı hoş bir albüm vardı elimde. Tolga konuyu özetlemiş zaten; "Albümde çok ilginç ekipmanlar kullanmış ve bu durum sayesinde sound müthiş. Basına verilen ve albümde paylaşılan listeye göre 1960'lardan kalma VOX AC50 amplifikatör, 1970'lerden kalma davul seti, meşhur lambalı Neumann M149 mikrofonlar gibi tür için son derece alışılmışın dışında bir ekipman kullanmış"

Gerçekten şaşırtıcı bir albüm... Bunu yazacağım aklıma bile gelmezdi. Albümün ayrıntılı incelemesi işte burada!

Müzik Hayvanı



Yazımızın başlığı biraz şaşırtıcı değil mi? Müzik Hayvanı. Müzik Hayvanı bağımsız bir müzik oluşumu. Yurtdışında bu tarz oluşumlara independent label deniliyor yani bağımsız bir plak şirketi. Ancak ülkemizde bu tarz bir yapı pek bilinmediğinden müzik oluşumu bence Müzik Hayvanı’nı anlatmak için uygun terim.

Müzik Hayvanı oluşumundan ilginç bir şekilde haberim oldu. Biliyorsunuz geçmiş aylarda Yakaza Ensemble’ın A’mâk-ı Hayâl albümünü öve öve bitirememiştim. Hala da aynısını düşünüyorum. Bence son yıllarda dinlediğim -kendi türünde– en başarılı 5 albümden bir tanesiydi. Bu topluluğun bir parçası olan Eray Düzgünsoy vasıtası ile Facebook’tan öğrendim Müzik Hayvanı’nı. Oluşum albümlerini meraklılarla ücretsiz olarak paylaşıyor. İnternet üzerinden indirmek seçeneğinizin yanında CD olarak edinmenizde mümkün. Çeşitli müzik marketlerde Müzik Hayvanı yapımlarını edinebilmeniz mümkün. Şimdilik edinebileceğiniz noktaların tamamı İstanbul’da ancak internetten de indirme seçeneğimiz olduğundan bu büyük bir sorun olmuyor.

Albümleri edinip beğenirseniz yazımın sonunda bulacağınız web adresi linkini kullanarak bağış yapabilirsiniz. Zorunluluk yok, alt miktar yok. Canınız nasıl istiyorsa o şekilde davranabilirsiniz. Ama albümleri indirip hoşunuza giderse karınca kararınca destek olmaya calışın derim...

Bu tarz oluşumların en önemli özelliği bence müzisyenlerin hiçbir baskı olmadan arzu ettikleri şekilde yani serbest olarak istediğini yapabilme özgürlüğünü sağlamasıdır. Ancak her müzisyenin yaşamaya ihtiyacı olduğundan dinleyicilerin onlara destek vermesi gerekli. Bugün her alt türden deneysel müzik tarzları, ilerici, serbest performansa dayanan müzikler, pek fazla seyirci ve dinleyici bulamıyor kendisine. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyle maalesef. Hal böyle olunca müzisyen ve dinleyicilerin buluşmasını ve karşılıklı etkileşimini sağlamak için bazı formüller gerekiyor. Müzik oluşumları, web siteleri, blog’lar bu amaçla kullanılabilecek enstrümanlar. Ben Türkiye için Stereo Mecmuası’nı da bu statüde görüyorum. En azından elektronik derginin yönetimi bende olduğu sürece bu durum böyle devam edecek.



Müzik Hayvanı’ndan yayınlanan iki albümü sizlere tanıtayım. İlk albüm Eray Düzgünsoy’un “Şifalı otlar için postlüdler” başlığını taşıyan albümü. Albüm neredeyse 27 dakikalık bir süreye sahip. Emeği geçenler ise oldukça kalabalık. Haydi gelin listeye göz atalım. Beste Özensoy: Obua. Bora Çifterler: Timpani, Trampet, Vibrafon. Ceren Erendor: Viyolonsel, Piyano. Emrah Yilgin: Saksofon. Eray Düzgünsoy: Gitar. Ertan Sahin: Tuba. Ezgi Kaki: Korangle. Hülya Uysal: Flüt. Kamucan Yalçın: Klarinet. Kerem Murat Özdemir: Keman. Merve Darcan: Kontrabas. Serkan Emre Çiftçi: Trompet. “Şifalı otlar için postlüdler” toplam 16 şarkıdan oluşuyor. 16 şarkının 27 dakikalık bir albüm oluşturduğunu düşünürseniz, şarkılar çok uzun değil. Ancak bazı şarkıların çok daha uzun olmasını isterdim doğrusu. Örnek vereyim mesela Enginar veya Nar!

Deneysel bir albümden bahsetmek her zaman zordur. Albümler genelde son derece içseldir. Belli bir forma sahip olmadıkları için bir dergi yazarı için okuyuculara albümü anlatmak kabus gibidir. En kolay yönü alın dinleyin demektir. Müzik Hayvanı albümleri için bunu söylemek çok kolay. Zaten albümleri edinmek için ücret ödemenize gerek yok. Bilgisayarınıza özgürce indirerek dinleyebilirsiniz. Bu tarz müziğe yabancı olan okuyucularımız için bir kaç öneri de bulunayım. Eminim ki bir çok insan web sitesine göz atacaktır. Bu tarz albümleri dinlerken herhangi bir beklenti içine girmeyin. Müthiş bir birliktelik, müthiş bir solo duymaya çalışmayın. Gözlerinizi kapatın ve müziğin sizi bir yerlere götürmesini bekleyin.

Ne alaka diyeceksiniz ama zihninizi özgür bırakın. Bakalım siz neler düşünecek, neler hayal edeceksiniz.

Sizlere bahsetmek istediğim ikinci mini albüm “Fragments” adını taşıyor. Emir Emre’nin kendi bestelerini içeren albüm toplam 5 şarkıda oluşuyor. Şarkılar Emre’nin gitarının elektronik öğelerle zenginleştirilmesi, çeşitli efektler ve bilgisayar bölümleriyle desteklenmesi ile oluşturulmuş. “Boğaz 953” isimli şarkıda Ertan Şahin destek vermiş. Bu şarkı pek güzel olmuş. Şarkılar şaşırtıcı derece de uzun ve karmaşık yapıdalar. Açıkçası ben çok beğendim. Yine zihninizi serbest bırakabileceğiniz yapıdalar. Siz ne anlatmasını istiyorsanız şarkılar onu anlatıyor.

Siz bu satırları okurken Ömer Sarıgedik’in “Anomali” albümü bilgisayarıma iniyordu. Bu albümle alakalı düşüncelerimi de kendi bloğumda yayınlarım yakın zamanda. Ayrıca çok yakında Eray Düzgünsoy’ün “Works” ismini verdiği albümü yine Müzik Hayvanı üzerinden meraklıların beğenisine sunulacak. Eğer albümleri beğenirseniz web adreslerini sık kullanılanlarınıza atmanızı öneririm. Önyargılarınızdan sıyrılıp aşağıdaki linkleri kullanarak Müzik Hayvanı web sitesine doğru yol almanızı tavsiye ederim...

Müzik Hayvanı
Web sitesi: www.muzikhayvani.com
Blog: http://muzikhayvani.wordpress.com

not: Resim 1 ve 2'deki çalışmalar sırasında çekilmiş fotoğraflar ve yayınlanan albümlerin kapakları Müzik Hayvanı web sitesinden alındı.

Diamanda Galas Albümlerine Genel Bakış



Diamanda Galas (1955-yaşıyor) Yunan asıllı Amerika'lı bir avant-garde bestecisi, piyanist, şarkıcı ve aslında daha fazlası. Yaşayan neredeyse tüm önemli avant-garde müzisyenleri ile ortak çalışmalarda yapan Galas, zor bir yaşam geçirmiş. Son derece tutucu olan Yunan Ortodoks kilisesine bağlı bir ailenin çocuğu olmasına rağmen caz ve klasik müzik eğitimine erken yaşlarda başlamış. Uzun seneler boyunca farklı müzik tarzları konusunda araştırmalar yapmış ve eğitim almış. Daha sonra 1970'lerin ortasında Avrupa'ya geri dönmüş. İlk performansını 1979 yılında Fransa'da gerçekleştirmiş. İlk performansında Vinko Globokar'ın "Un Jour comme un autre" operasında rol almış. Bu operadan pek bahsetmek istemiyorum. 1974 Kıbrıs Barış harekatından sonra Galas'ın Türklere bakış açısı sertleşiyor. Aslında burada duygular biraz karşılıklı. Yunan ve Türk halklarının arasında düşmanlığın devam etmesini isteyenler olması gayet doğaldır. Ben bile bu konuda çok uzun seneler kafa karışıklığı yaşamış bir insanım. Ailemin büyüklerinin büyük bir kısmı şu an Yunanistan'a ait adalarda yatıyor. Ne olumsuzluklar yaşadığımı anlatmaya başlarsam yazı bitmez ancak olumsuzlukların karşısında güzelliklerden de bahsetmeye başlarsam yazının yine bitmeyeceğine eminim. Bu yüzden tatsız konulara burada noktayı koyup müzikten bahsetmeye devam edeceğim.

1990'lara geldiğimizde Galas'ın müziğinde çok ciddi bir karanlıklaşma ve sertleşme başlar. Özellikle Roma Katolik Kilisesi'ne karşı oldukça sert sözler söyler. Kiliselerin ateş ile değil müzik ile yakılması gerekir buna bir örnektir. Tam bu dönemler Norveç 'te eski pagan dinlerine mensup müzisyenlerin Katolik kilisesine saldırılarının başladığı dönemdir. Norveç'te bir çok kilise ateşe verilmiştir. Galas'ın bu sözleri bu bilgi ile daha iyi anlaşılacaktır diye umuyorum. Bu savaşın ardında Philip-Dimitri Galas'ın AIDS yüzünden ölmesinin önemli bir katkısı var. Bu dönemlerde Roma Katolik Kilisesi AIDS konusunda son derece sert açıklamalar yapıyor ve bunları İncil'e dayandırıyordu. İlerleyen yıllarda hastalık konusunda daha çok şey öğrenildiğinden kilise bu söylemleri yumuşatmıştır. Aslında Galas'ın bir de fazla anlatılmayan bir hayatı var. Bu karanlık dönemlerde oldukça uç noktalarda yaşayan insanlarla birlikte ve kendisi de hayat kadınlığı yaparak yaşamını devam ettirmeye çalışıyor. Bu dönemde tatsız bir olaylar zinciri yaşanıyor ve ilk paragrafta bahsettiğim düşmanlıkta bu olaylarında etkisi çok büyük.



Galas albümlerinde Charles Baudelaire, Paul Celan, Pier Paolo Pasolini, Henri Michaux, Gérard de Nerval, César Vallejo gibi isimlerin şiirlerine rastlamak mümkün. Yazdığım gibi bir çok müzisyenle ortak çalışmalarının yanında bir çok albümde Galas ismine rastlamak mümkün. Hatta popüler bir çok projede bile. Bir kaç örnek, meşhur Conan the Barbarian filminin başlarında Conan'ın denk geldiği bir cadı vardır. Bu cadının form değiştirmesinin ardından attığı çığlıklar Galas'ındır. Bir diğer örnek benim çok sevdiğim bir film olan Oliver Stone'un yönettiği Natural Born Killers soundtrack albümünde Galas ismine denk gelebilirsiniz. Anlayacağınız önemli bir müzisyendir Galas!

Albümlerine göz atarsak, The Litanies of Satan ilk albümü. 1984 yılında Diamanda Galas albümünü yayınlar. Bu albümü günümüzde "Panoptikon" adıyla bulmanız daha kolay. Albüm Yunanistan'da 1967-74 yılları arasındaki cunta yönetimi sırasında kaybolanlar ve öldürülenlere adanmıştır. 1986 yılında The Divine Punishment sonrasında gelecek 2 albümle beraber bir üçleme oluşturur. AIDS konusundan yukarıda bahsetmiştim. İşte özellikle kiliseye olan düşmanlık bu albümle başlar. Genel olarak albüm çok karanlık ve serttir. 1986 yılında yayınladığı Saint of the Pit yine sert bir albümdür. Bu albümde Fransız şairlerin şiirleri kullanılmıştır. Üçlemenin sonuncusu olan You Must Be Certain of the Devil'da ise Amerika zenci kilise müziğinden alıntılar dikkat çeker. 1989 yılında üçlemeyi oluşturan albümler bir kutu seti şeklinde yayınlanır; Masque of the Red Death Trilogy.

Bu üçlemenin ardından 1992 yılında The Singer albümü yayınlanır. Bu albüm özellikle blues şarkılarının cover'landığı bir albüm ve son derece keyiflidir. Hoş tabii ki şarkıları tanımak pek kolay değil ama Galas standartlarında daha az yırtıcı bir albüm olduğunu söylemem mümkün. 1994 yılında yayınlanan The Sporting Life bir Galas ve John Paul Jones ortak çalışması. Galas ile yeni tanışacak okuyucular için tavsiye edebileceğim bir diğer albüm. Bu dönemin ardından uzun bir konserler dizi başlıyor. Hepsi son derece başarılı. 1998 tarihli Malediction & Prayer, 2003 tarihli La Serpenta Canta. 2003 yılında "Defixiones, Will and Testament" konseri de performans açısından çok ilginç ancak bu topraklarda yaşayan bir insan için hazmetmesi pek kolay değil. Bu yüzden alışveriş listenize eklemememizi tavsiye ederim şahsen.

Aşağıdaki video'da Galas, Son House'un "Death Letter Blues" şarkısını yorumlamış. Nasıl şarkıyı tanımak pek kolay olmadı değil mi?

Etta James - At Last Plak



Etta James (asıl ismi Jamesetta Hawkins) 1938 doğumlu Amerikalı blues, soul, R&B, rock & roll, gospel ve caz şarkıcısı ve ayrıca söz yazarı. Müzik kariyeri boyunca pek çok önemli ödül alan ve meşhur “ Rock & Roll Hall of Fame” ve “Blues Hall of Fame”e ismini altın harflerle kazımış. Hiç şüphe yok ki, 1950'ler ve 60'lar boyunca blues ve R&B dünyasının süper yıldızıydı. Bir çok şarkısı günümüzde hala popüler.

O yıllardaki bir çok müzisyende olduğu gibi James'in hayat hikayesi de son derece şaşırtıcı. Los Angeles, California'da evlilik dışı bir ilişkinin sonucunda doğmuş. Babası ise bir beyaz. Hayatının önemli bir bölümünde onu Yalnız bıraktığı için babasına bir öfke ile büyüyor. Doğuştan gelen ilgi çekici sesi daha 5 yaşına gelmden dikkat çekiyor ve James Earle Hines gibi efsane bir isimden vokal tekniği dersleri alıyor. Bu dersleri çeşitli kiliselerde koroda yer alması takip ediyor. 1950'lerde ailesi San Francisco kentine taşınınca müzik hayatına farklı bir şekilde devam etmeye karar veriyor ve küçük bir grup kuruyorlar. (1)

Bu dönemde James, sadece 14 yaşında olmasına rağmen ilk plak kaydını yapıyor. Bir ölçüde başarı geliyor ve topluluğun ismi “The Peaches” şeklinde değişiyor. 1950'ler küçük bir grup, ilk plak ve küçük başarılar ile sona erip 60'lar geldiğinde James için şartlar değişmeye başlıyor. Bu değişikliğin başlangıcı Chess Records'un alt şirketi olan Argo Records ile yaptığı sözleşme. Sözleşmesini imzalayınca Chess Records'un pazarlama stratejisine uygun şekilde hit şarkılar ve turnelerle geçen ilk yılın ardından James ülke çapında şöhret basamaklarını tırmanmaya başlıyor. İlk hit şarkısı "All I Could Do Is Cry" hemen arkasından gelen "My Dearest Darling" listelerde önemli başarı kazanıyor. Bu dönemlerde tüm Chess müzisyenleri işbirliği halinde. Chuck Berry'nin önemli hit şarkısı "Back in the USA"de James geri vokalleri yapıyor örneğin. Bu sürecin sonunda James'in ilk albümünün yayınlanması için uygun zaman gelmiştir artık. Bu dönemle ilgili keyifli bir film olan Cadillac Records'tan bahsetmeden geçmeyeyim. Hem Chess Records'un tarihçesi hemde film hakkında ayrıntılar için Cadillac Records yazıma bir göz atabilirsiniz.

Gelelim albüme, At Last! Bir müzisyenin kariyerine başlamak için olabilecek en başarılı albümlerden bir tanesidir herhalde. 1960 ila 1961 yılları arasında yayınlanan hit'lere ek olarak albüm Lena Hornes'un üç tane klasik şarkısı ile desteklenmiştir. "Stormy Weather", "I Just Want to Make Love to You" ve "A Sunday Kind of Love". Albümün yapımcıları ve aynı zamanda Chess'in sahipleri Phil ve Leonard Chess albümle bizzat ilgilenmişlerdir. 1960'lardaki başarılı albüm öncesi dönemde yapımcılar James'in sesinin popülerleşme potansiyelini görmüşler ve tam anlamı ile bir R&B albümü yerine Pop listelerini de hedefleyen bir yapıma imza atmışlar. Şarkı listesine bir göz atmak gerekirse;



A Yüzü
"Anything to Say You're Mine" – (Sonny Thompson) 2:35
"My Dearest Darling" – (Eddie Bocage, Paul Gayten) 3:01
"Trust in Me" – (Milton Ager, Jean Schwartz, Ned Weaver) 2:57
"A Sunday Kind of Love" – (Barbara Belle, Anita Leonard, Louis Prima, Stan Rhodes) 3:14
"Tough Mary" – (Lorenzo Manley) 2:24

B Yüzü
"I Just Want to Make Love to You" – (Willie Dixon) 3:04
"At Last" – (Mack Gordon, Harry Warren) 3:00
"All I Could Do Was Cry" – (Billy Davis, Gwen Fuqua, Berry Gordy, Jr.) 2:57
"Stormy Weather" – (Harold Arlen, Ted Koehler) 3:07
"Girl of My Dreams" – (Sunny Clapp) 2:20

Bu düşünce özellikle albüme ismini veren "At Last" şarkısında çok ön plana çıkıyor. Zaten albüm yayınlanır yayınlanmaz "At Last" tam anlamıyla patlamış ve hit haline gelmişti. Günümüzde bile büyük bir keyifle dinlenebiliyor. Şarkı hemen her yeni nesi R&B şarkıcısı tarafından da yorumlanmıştır.  Albümde "At Last" gibi orkestral bir alt yapıya sahip olan "Trust in Me." yine hem R&B hem de Pop listelerinde çok başarılı olmuştu. Albümde en dikkat çekici durum, albümün tam anlamıyla R&B değil aynı zamanda blues ve caz tarzlarına göz kırpan şarkılarda bulunmasıdır. "Stormy Weather" ve "A Sunday Kind of Love," caza göz kırpan şarkılar,  "I Just Want to Make Love to You" ise başlı başına bir blues klasiği. Albüm baştan sona saydığım müzik türlerine ilgi duyan herkesin seveceği türde.

Speakers Corner, bir süre önce sessiz ve sedasız şekilde Chess kataloğundan yeniden baskılar yapmaya başlamıştı. Bu seriyi yakından takip ediyorum ve her yeni çıkanı almaya çalışıyorum. Plaklar üzerinden yapılan çalışma gerçekten çok başarılı. Etta James - At Last'te de durum farklı değil. Ses kalitesi çok çok başarılı.. Plak ülkemizde de bulunuyor.

(1) Bu yıllarda son derece popüler bir müzik tarzı olan Doo-wop tarzını icra ediyorlar. Bu garip isimli akım rhythm and blues diye bildiğimiz müziğin farklı vokal teknikleri ile geliştirilmiş bir versiyonu. 190'larda ortaya çıkıyor, 1950'lerde çok popüler oluyor. R&B içinde en mainstream akımlardan bir tanesidir


Zeki Müren Saklı Kayıtlar 2 -1960-1984 Plak


Seçil'in Zeki Müren'i çok sevdiğini artık tüm okuyucularımız biliyorlardır. Plak alışverişlerimizde denk geldikçe Müren'in plaklarını alırız. Hatta geçmişte yani plak fiyatlarının ülkemizde uçmadığı dönemlerde ben çok sağlam bir 45'lik arşivi edinip kenara koymuştum. Son dönemlerde Zeki Müren sevenler bayram ediyorlardır sanırım. Bu basılan 3. Zeki Müren plağı. İki plak Saklı Şarkılar serisi olarak, diğeri ise Gözlerin Doğuyor Gecelerime adıyla farklı bir plak firmasından basılmıştı. Serinin ilk plağını edinip hemen mercek altına almıştık. İsterseniz buradan okuyabilirsiniz. Aradan çok uzun süre geçmeden Bayar Müzik ikinci plağı Türk Sanat Müziği seeverlere sundu. İkinci plağın tam adı Zeki Müren Saklı Kayıtlar 2 -1960-1984. Serinin yeni üyesi, kimsenin hayır diyemeyeceği türden. Bu müziğe gönül veren meraklıların yanında benim gibi sadece rakı sofraları dolayısıyla ucundan köşesinden bir şeyler öğrenenlere hitap edecek bir içerik söz konusu. Seçil sayesinde son bir kaç yıldır hızlandırılmış bir TSM kursu görmemin bildiğim şarkı sayısında bir artışa sebep olduğunu söylemem lazım. Haydi şarkı listesine bir göz atalım.

01.Hicaz Saz Semaisi
02.Bir Bahar Akşamı
03.Enginde Yavaş Yavaş
04.Hicaz Klarnet Taksimi
05.Söyleyemem Derdimi
06. Erkilet Güzeli Bağlar Bozuyor
07.Nihavent Peşrev
08.Bir Demet Yasemen
09.Yıldızların Altında

01.Nihavent Ud Taksimi
02. Huysuz Ve Tatlı Kadın
03.Küçük Suda Gördüm Seni
04. İnleyen Nağmeler
05.Segah Saz Semaisi
06.Tuti Mucize
07. Dil Harab-ı Aşkımın Sesi
08. İndim Havuz Başına
09. Hüzzam Kanun Taksimi
10.Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lambası

Gördüğünüz üzere şarkı listesi son derece keyifli. Benim şahsi favorilerimden birisi olan Enginde Yavaş Yavaş'ı Zeki Müren'in sesinden plaktan dinlemek büyük keyif oldu. Bu kez plağın içeriğinin zengin olmasının yanında, şarkıların sıralaması da başarılı olmuş. Şarkıların dizilimi sayesinde durağanlık azalmış. Ancak sevindirici iki önemli gelişme var.



Bunlardan ilk sevindirici şey şu, serinin ilk plağının eleştirisinde plağın açılır kapaklı olmamasına üzülmüştük. Sanki sesimiz duyulmuş (belki de yazımız okunmuştur) bu kez plak açılır kapaklı. İkinci sevindirici şey, ses kalitesinin ilk plağa kıyasla çok çok iyi olması. Plağı ilk dinleyişimizde sevgili Tolga'da vardı. Üçümüzün de şaşırdığını söylemeliyim. Plağın yeniden baskısı için mastering çalışması son derece başarılı. Kimin emeği geçtiyse ellerine sağlık diyelim.

Albüm fiyatı yaklaşık 30TL'nin biraz üzerinde. Plak tahminen çok adetli basılmamıştır. Hal böyle olunca Zeki Müren ismi, sizin için bir şey ifade ediyor ve plak sahibi iseniz bu plak kesinlikle kaçmamalı. Şiddetle tavsiye edilir.

Mutant - Blues In Z



AK Müzik kendi web sitesi son dönemlerde çok daha sıkı bir şekilde güncelleniyor. Geçen gün yeni yayınlanan albümlere göz attığımda "Mutant - Blues In Z" CD'sini görünce her zaman ki gibi merak başladı ve işi gücü bırakıp hemen albümü satın almak üzere yollara koyuldum. Albümdeki isimleri görünce albümün çok sıradan olmayacağı belliydi. Ama beklediğimden çok daha iyisi çıktı...

Mutant 7 gitaristen oluşan bir topluluk. Bu gitaristler; Bakış Üstün, Eylül Biçer, Cansun Küçüktürk, Giray Gürkal, Deniz Güngören, José Blasco ve  Şevket Akıncı. İlk olarak müzisyenleri tanımaya çalışalım. Bakış Üstün, genç bir müzisyen 1985 yılında Gebze'de doğmuş. Biyografisinde lisede gitar çalmaya başladığı yazıyor. Genç yaşına rağmen çok iyi müzisyenlerden müziğin teorisi ve matematiğine dair dersler almış. 2000'li yıllarda Arıza Band müzik yapmaya devam etmiş ve Mutant ile daha önce gitar çalıştığı Şevket Akıncı ile aynı albümde buluşmuş. Eylül Biçer 1987 yılında İstanbul'da doğmuş. Lise yıllarında gitar çalmaya başlamış. Önemli bir çok müzisyenden dersler almış. 2006 yılında “Moonshine” grubuyla Blues Brothers’ın alt grubu olarak gitar çalan Biçer'in "EVO Trio" adlı bir caz grubunda müzik çalışmaları devam ediyor. Cansun Küçüktürk yine genç yaşlarda olduğunu zannettiğim bir gitarist. Kendisi hakkında internet üzerinde çok fazla bilgi bulamadım. Ancak İstanbul'da çeşitli topluluklarda çalmış. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa rock topluluğu Bajar'da da gitar çalmıştı. Giray Gürkal yine internet üzerinde fazla bilgi bulamadığım bir müzisyen. Gürkal, çok sayıda özgür doğaçlama projesi içerisinde bulunmuş. Müzisyenin iki albümü Amazon'da denk geldi. Hey People! ve Gurkal ve Umut Caglar birlikteliğiyle "Musik For Walkie-talkies" Albümler şimdilik elimde olmadığı için bir şeyler karalamayacağım. Deniz Güngören yine oldukça genç bir müzisyen, 1987 doğumlu. Çeşitli rock topluluklarında müzik yapmış. Ben biyografisini ararken sinema ile alakalı sitelere denk geldim. Çeşitli dizi ve film projelerinde de görev almış. José Blasco'yu bazı Oğuz Büyükberber, Islak Köpek ve Şevket Akıncı konserlerinden tanıyoruz. Son olarak Şevket Akıncı 1972 doğumlu. uzun yıllar yurtdışında yaşayan Akıncı, rock gruplarında müzik yapmış . Meşhur Berklee College of Music'te okumuş. 1990'ların sonlarında ilk albümlerini yayınlamış. Çok sayıda müzisyenle yaptığı çalışma var. Ancak geçen sene AK Müzik'ten yayınlanan Century albümünde beni tam can evimden vurmuştu ki hala büyük keyifle albümü dinlemekteyim.

Bir çok genç müzisyenin bilgilerini bulmakta zorlandım. Genç müzisyenlerin bu konuda kendi sitelerini açmalarının yanında onları bilgilerle doldurmaları gerekli sanırım. En azından benim işim kolaylaşırdı. Umarım ilerleyen yıllarda ülkemizde de "All Music" tarzı siteler kurulur. Müzikle uğraşan herkesin faydasına olacaktır böyle bir durum. Çünkü bana kalırsa Myspace ve türevleri ile vakit geçmez.

Albümün iç kapağı gerçekten oldukça şık gözüküyor

Gelelim albüme. İlk olarak şarkı listesi;

1 Mezur A 2:01
2 Menschenheitsdammer 6:45
3 Corrections 3:47
4 Büyük saat 6:09
5 Gonzo fist 4:40
6 TV people 4:02
7 Maymun 5:13
8 Disconnectus erectus 4:35
9 1979 2:38
10 El topo 5:08
11 Ether party 2:56
12 Polka gerilla

Albümü satın almadan önce ilk olarak Glenn Branca projeleri geldi. Malum çok gitarist olunca bu tarz bir çalışma mıdır diye merak ettim. CD'yi alır almaz hemen dinlemeye koyuldum. Beklediğimden oldukça farklı bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Köklerini caz, blues ve rock'tan alan bir albüm. Ancak köklerin üzeri ardı arkası kesilmeyen doğaçlamalarla örülmüş. Atışmalar, minik sololar havalarda uçuşuyor. 7 gitarist olunca neredeyse 7 ayrı gitar tonu ve tekniği var. Temiz gitar tonlarının yanında bol bol distorsiyonlu gitarlar tonları da kullanılmış. Bu durumda albüm meraklı kulaklar açısından çok zengin. Albümde dominant bir sound yok. Hemen her şarkıda her dakika her şey değişebiliyor. Şarkının bir yerinde Blues etkileri alırken bir saniye sonra son derece sert bir rock hatta daha fazlasına dönüveriyor albüm. Özellikle son iki şarkı olan "Ether Party" ve "Polka Gerilla" şarkılarını dinleyenler albüm geneli için bu duruma hak vereceklerdir. Bu arada özellikle "Polka Gerilla" bir kapanış parçası olarak çok eğlenceli bir finale vesile olmuş. Güzel bir sürpriz oldu benim açımdan.

Albümün kayıtları Ergin Özler tarafından, miksajı  Demirhan Baylan tarafından yapılmış. Albümün kapak fotoğrafı Deniz Kader'e, tasarımı ise Candaş Şişman’a ait. Albümün kayıt kalitesi gayet başarılı, CD'nin tasarımını ise çok beğendim. Özellikle kapaktaki gitar ana temalı illüstrasyon pek hoş. Bu arada kocaman bir teşekkür AK Müzik'e gidiyor. Son yıllarda yayınladıkları albümler açık konuşmak gerekirse bir çok plak şirketinin kaçacağı türlerde. Bu açıdan ülkemizde müziğin gelişmesi açısından önemli işler yapıyorlar.

Hayvanlar Alemi - Guarana Superpower İlginç Bir Albüm



Hayvanlar Alemi Ankara'da 1999 yılında kurulmış bir topluluk. Topluluğum müziği bana 1970'lerin Anadolu Pop dönemini hatırlatıyor. 2010'larda bu tarz bir sound bir çok insana ilginç gelebilir. Topluluk gitarda Özüm İtez, davulda Işık Sarıhan tarafından kurulmuş. Topluluk Amerika'da yayınladıkları "Guarana Superpower" ile bayağı ilgi çekmiş durumda. Ancak bu dönem öncesinde Ankara'da kaydettikleri bazı şarkıları internet ortamında paylaşıma sunmuşlar. Ayrıca 2006 tarihli Gaga albümü iTunes üzerinden de satın alınabiliyor. Topluluğun Guarana Superpower albümü hızlı şekilde psych-rock severler tarafından edinilmiş ve görünüşe göre okyanus ötesinde yeni bir Turkish psych-rock akımı başlatmak üzere.

Biliyorsunuz Avrupa'da ve özellikle Uzakdoğu'da 1970'lerin Türk rock plaklarına çok büyük bir ilgi var. Albümde "MEGA Lambada" ve "Guarana Superpower," şarkıları ilgi çekiyor. Şarkılarda biraz punk etkisi, biraz Kuzey Afrika, Ortadoğu rock etkisi ve bolca 1970 Anadolu Rock etkisine sahip. Çok ilginç bir karışım. Bu arada  albüme sınırlı sayıda bir plak baskısı da yapılmış. Albümün CD'si ise plağa göre fazladan iki şarkı içeriyor. Albümde Özüm İtez ve Işık Sarıhan'a bas gitarda Hazar Mutgan eşlik ediyor.

Plak bir çok sitede "stok out" durumda olmasına rağmen nereye bakacağını bilen okuyucularım eminim ki plağı kolaylıkla bulabilirler. Aşağıda topluluğun Welcome to Sunny Australia şarkısının canlı bir performansı var. Sanırım müzikleri hakkında bir fikir verir.

Ulf Wakenius Signature Edition CD



ACT plak şirketinin albümlerinden sıklıkla bahsediyorum. Genelde kuzeyli bayan vokal albümlerini edinsem de, her zaman ilginç CD'ler yayınlıyorlar. Son dönemlerde Signature serisi adı altında fiyat etiketi makul CD'lere denk gelmeniz mümkün. Bazı büyük müzik marketlerde bu albümleri bulabilirsiniz. Signature serisi genelde 2 CD'den oluşuyor ve harika tasarımlara sahipler. CD'lerin kayıt kalitesi de son derece yüksek. İsveçli gitarist Ulf Wakenius için hazırlanan CD'den bahsetmek istiyorum. Uzun yıllar Oscar Peterson dörtlüsünde müzik yapan Wakenius, Ray Brown üçlüsü ile de uzun zaman çalışmış. Kendi topluluğunda davulda Jack DeJohnette, saksafonlarda Bill Evans (caz müziğindeki ikinci Evans, piyanist olan ile karıştırmamak lazım) ve Bob Berg ile yaptığı çalışmalardan, ACT'ın en önemli isimlerinden Nils Landgren gibi isimlere kadar geniş bir müzisyen topluluğu işe yaptığı çalışmalara yer verilen CD'nin içeriği de müthiş. Keith Jarreth, EST gibi önemli isimlerin şarkılarının yorumlarından "Jag Yet En Dejlig Rosa" "I Skovens Dybe Stille Ro / Jeg Gik Mig Ud En Sommerdag" gibi etnik çalışmalara kadar uzun ve son derece keyifli bir şarkı listesi var. Liste aşağıda;


CD 1
1. Dancing - 05:14 (Jarrett, Keith)
2. Forever You - 04:03 (Danielsson, Lars)
3. Seven Days Of Falling - 06:39 (Svensson, Esbjörn / Berglund, Dan / Öström, Magnus)
4. Frevo - 05:17 (Gismonti, Egberto)
5. Estate - 06:04 (Martino, Bruno / Brighetti, Bruno)
6. I Get It For You - 05:41 (Wakenius, Ulf / Danielsson, Lars)
7. Bibor No Azora - 05:25 (Sakamoto, Ryuichi)
8. Arirang - 05:49 (traditional)
9. Dodge The Dodo - 05:50 (Svensson, Esbjörn)
10. Hymn - 04:07 (Danielsson, Lars)
11. From Above - 04:30 (Danielsson, Lars / Holknekt, Per)
12. Blame It On My Youth - 07:13 (Levant, Oscar / Heyman, Edward)

CD 2
1. Elevation Of Love - 05:52 (Svensson, Esbjörn / Berglund, Dan / Öström, Magnus)
2. Venture - 07:34 (Lan Doky, Niels)
3. Mandela - 04:44 (Wakenius, Ulf)
4. Tequila Sunrise - 04:42 (Wakenius, Ulf)
5. The Linden - 05:00 (Danielsson, Lars / Nyberg, Lina)
6. Good Morning Susie Soho - 05:24 (Svensson, Esbjörn / Berglund, Dan / Öström, Magnus)
7. Jag Yet En Dejlig Rosa - 04:55 (traditional)
8. I Skovens Dybe Stille Ro / Jeg Gik Mig Ud En Sommerdag - 12:56 (traditional)
9. When I Fall In Love - 06:22 (Young, Victor)
10. Albatross - 04:25 (Green, Peter)
11. Bb City - 07:59 (Wakenius, Ulf)
12. My Song - 04:14 (Jarrett, Keith)


CD'nin iç tasarımı gerçekten çok keyifli. Tüm Signature serisi için bunu söylemek mümkün!


Okuyucularım,  müzisyenin ACT'tan yayınlanan Love Is Real ve Notes From The Heart albümlerine de göz atabilirler. Albümde "Frevo" "Good Morning Susie Soho" "Seven Days Of Falling" şarkıları ön plana çıkan şarkılar benim için. Ancak CD'ler öyle güzel düzenlenmiş ki, CD çalarınızın çekmecesine yerleştirmenizden itibaren bitene albüm kadar tempo bir artıyor bir azalıyor ve vakit su gibi akıp gidiyor. Randy Brecker, Bill Evans, Jack DeJohnette, Till Brönner, Nils Landgren, Viktoria Tolstoy ve Lars Danielsson gibi isimlerle yapılan kayıtlar eminim ki caz severler için keyifli bir dinleti imkanı sunacaktır.

Fiyat makul, kayıt güzel, müzik başarılı eh daha ne isteriz ki :)

referans kod: ACT 6005-2 barkod: 614427600523

The Gathering - Mandylion CD



Uzun zamandır tozlu raflarımda saklı kalmış bir CD'yi buldum. Beni 90'lı yıllara götüren albüm The Gathering'in Mandylion albümü. Albümle ilgili bir kaç satır karalayayım...

The Gathering, Hollandalı bir rock topluluğu. 1980'lerin sonunda kurulan topluluk ilk dönemlerinde death ve doom metal arasında gidip gelen bir müzik yapıyordu. 1994 yılında topluluğun müziğinde çok önemli değişiklikler oldu. Bunun en önemli sebebi vokalist Anneke van Giersbergen'in topluluğa katılmasıdır. Bu sempatik hatun topluluğu bir anda dünya çapında bilinir hale getirmiştir. Bu başarıda Anneke'nin hem sempatik hemde sesinin güzel olmasının yanında The Gathering elemanlarının yaptıkları müzikle bir yere varamayacağını anlamasıyla şarkıları Anneke'ye uygun şekilde yazmaya başlamasıyla elde edilir. Anneke ve Gathering birlikteliğinin ilk meyvesi Mandylion 1995 yılında yayınlandı. Özellikle Avrupa'da önemli bir satış başarısı yakaladı. Zaten 1995 yılından itibaren topluluk festivalden festivale yetişmeye çalışır. Manylion'un arkasından gelen 1997 tarihli Nighttime Birds'te aynı şekilde büyük başarı kazanmıştır. Bu albümden sonra topluluk daha elektronik bir tarza doğru yönelir ve 2000'lerin sonunda Anneke'nin kendi solo projesine (1) zaman ayırmak için topluluktan ayrılmasıyla Silje Wergeland'in vokale geçmesi ile topluluk popüler günlerinden uzaklaşır.

Mandylion, 1995 yılında dönemin gelişme potansiyeli yüksek Century Media Records'tan yayınlanır. Anneke van Giersbergen etkisi daha ilk şarkılardan belli eder kendini. İki şarkı hemen ön plana çıkar. Aşağıda videosunu izleyeceğiniz "Strange Machines" ve "Sand & Mercury" Albümdeki şarkılar şu şekilde;

"Strange Machines" – 6:04
"Eléanor" – 6:42
"In Motion #1" – 6:56
"Leaves" – 6:01
"Fear the Sea" – 5:50
"Mandylion" – 5:02
"Sand and Mercury" – 9:57
"In Motion #2" – 6:08

Albüm 2005 yılında Century Media tarafından yeniden basıldı. İki CD'lik yeni Mandylion'da "Solar Glider" isimli hiç yayınlanmamış bir şarkı ve albümden bazı şarkıların farklı versiyonları bulunur. Albümden ilginç bir diğer not "Strange Machines" şarkısında George Pal'ın yönettiği filmden alınan H.G. Wells'in The Time Machine kitabından bir pasaj vardır. "Sand & Mercury" şarkısında ise J.R.R. Tolkien'in meşhur üçlemesinden bir bölüm ile final yaparlar.

(1)Anneke'nin solo projesi Agua de Annique. Ben fazla takip etme fırsatı bulamadım ama 2007 tarihli Air albümü pek bir şeye benzemiyordu.

Unutulmuş Krallık ve Yeni Bir Albüm, Bu Kez Borgia'lar.


Geçtiğimiz günlerde bir müzik markette alışveriş yaparken bir bey yanıma yaklaştı. Reyondaki Savall'in "Le Royaume Oublie" albümünü göstererek, bu albümle ilgili yazınızı okudum ve çok etkilendim dedi. Internet sitemizde arada sırada fotoğrafım görünüyor. Bazı okuyucularımız denk geldiğimizde beni tanıyıp sohbet ediyorlar. Çok keyifli bir mevzuu bu bence. Yeni insanlar tanıma şansım oluyor ve keyifli ayaküstü sohbetler yapıyorum. Neyse... Bahsi geçen albüm ile ilgili alakalı sohbet sırasında, bu kadar bilgiyi nasıl yazabildiğimi sordu. Ortaokul (hatta daha öncesi ama hatırlamıyorum) dönemlerinden itibaren tarih konusuna büyük bir merakım olduğunu ve nasıl oluyorsa senelerden beri okuduğum her şeyin aklımda kaldığını anlattım. Bu nasıl bir şey anlamıyorum. Bir konuya odaklandığımda gözümün önünden film şeridi gibi okuduklarım geçiyor ama bir telefon numarasını hafızamda tutmakta zorlanıyorum. İnsan beyni gerçekten garip bir çalışma şekline sahip.

Andante dergimi alıp bitip eve gelince yazdığım yazıyı bir okuyayım dedim. Ne yalan söyleyeyim yazdığım yazıyı beğendim ama yazının albüm incelemesinden başka her şeye benzediğini söylemem mümkün. Tabii ki albümden de bahsetmeyi başarmışım ama üçüncü sayfanın ortalarında ancak. Herşeye rağmen bence çok güzel bir yazı olmuş. Son derece zorlu bir albüm incelemesi okumak isteyenler buradan yazıya ulaşabilirler.

Bu arada Alia Vox cephesinde yine ilginç bir albüm var; "Dinastia Borgia. Eglise et Pouvoir à la Renaissance" Türkçeleştirmek gerekirse "Borgia Hanedanı; Rönesans'ta Kilise ve Güç". Tabii konu Borgia ailesi olunca albümden önce tarihsel mevzuular aklıma geliyor. Ailenin Medici ve Sforza'lar ile savaşları, özellikle Cesare ve Lucrezia Borgia'ların hikayeleri aklıma ilk gelenler. Tarih bu tarz ilginç asilzadeler ile dolu. Jeanne d'Arc ile omuz omuza savaşan general Gilles de Rais, Erzebeth Bathory en bilindikleri ancak Borgia'larda son derece ünlü bir aile ve gücün karanlık tarafındalar.

Magma - Üdü Wüdü LP


Magma, herhalde Fransız progresif rock toplulukları içerisinde en önemli olanlardan bir tanesidir, hatta belki de en önemlisidir. 1969 yılında kurulan topluluğun kurucusu ve topluluğun beyni Christian Vander'dir. Vander, aslında klasik müzik eğitimi almış bir müzisyen olmasına rağmen, daha çok caz müzikten etkilenmiş. Bu arada Vander, ünlü Fransız piyanist Maurice Vander'in üvey oğlu ve soy ismi ondan geliyor. Vander, genç yaşlarında kafasını gelecek ile bozuyor ve kafasındaki anlatmak için yöntemler arıyor. Ancak kullandığı araç sadece müzik değil.

Bunun için sanal bir evren tasarlamaya başlıyor. Örneğin Lovecraft veya Tolkien gibi. Ben şahsen bu konsepti çok severim ve Lovecraft evreninin özellikle fanatiğiyim diyebilirim. Tabii ki Vander'in yaklaşımı ne Tolien kadar edebi, ne de Lovecrat gibi karmaşık. Hoş tabii ki, Magma yolundan giden sanal evreni son derece genişlettiler bu da bir gerçek.

Vander'in fantazyalarının temelinde, Kobaïa gezegeni var. Gezegenleri yok olan halkın diğer dünyalara yolculukları müziğin temelini oluşturuyor. Tabi Kobaïa'lılar dünyaya yola çıktıklarında insanlarla ve kendi aralarında sorunlar yaşıyorlar ve bu hikayeye giriş 1970 yılında yayınlanan Magma albümünde anlatılıyor. Bu albüm daha sonra Kobaïa olarak yeniden basıldı. Vander, bu hikayeyi daha ilgi çekici kılmak için Kobaïan (Kobaïa'ca diyelim) adında bir dil yaratıyor. Büyük ölçüde Almanca ve Slav dillerinden örnek alınarak ortaya çıkan dilde, müzikal bakış açısından bazı yapı değişiklikleri de yapılmış. Şu an itibarı ile bu dili kullanarak müzik yapan topluluklarında katkıları ile bir dil olmak aşamalarında büyük adımlar atılmış. Mantık, kelime kelime anlatmak yerine Japonca gibi dillerde olduğu gibi belli kelime -hatta heceler- ile bir duygu hali veya düşüncenin anlatılması esasına dayanıyor. Oturup Kobaïa'ca üzerinde araştırmalar yapan delilerde yok değil.

Magma'nın müziğinde vokal bölümlerindeki birinci etki Carl Orff. Özellikle 1973 yılı albümleri "Mekanïk Destruktïw Kommandöh"de kullanılan vokal tarzı ile Magma'nın  ilerleyen albümlerindeki vokal sistemi oturtulur. Orff haricinde "Béla Bartók" ve "Igor Stravinsky" etkilerinden söz etmek mümkün. Ancak asıl etkilenme caz müziğinin önemli ismi John Coltrane'dir. Hatta bazı albümlerde ona atıflara da rastlamak mümkündür. (1)


eBay'den denk gelip aldığım 1976 Tomato baskısı. Normalde 40 Euro civarlarına satılan plağı 6 Euro gibi bir fiyata almak çok önemli bir şans oldu. Allah satıcıdan razı olsun

Gelelim üdü Wüdü albümüne. 1976 yılında yayınlanan albüm bir şekilde basçı Jannick Top'un solo projesi gibi görülebilir. Zaman açısından albümün büyük bölümünü Top'un besteleri kaplar. Özellikle plağın ikinci yüzünü kaplayan "De Futura"ya göz atarsak bu durumu daha iyi anlarız. Albümün şarkı listesi şu şekilde;

A Yüzü
1. "Üdü Wüdü" – 4:10 (Christian Vander)
2. "Weidorje" – 4:30 (Bernard Paganotti; Klaus Blasquiz)
3. "Troller Tanz (Ghost Dance)" – 3:40 (C. Vander)
4. "Soleil d'Ork (Ork' Sun)" – 3:50 (Jannick Top)
5. "Zombies (Ghost Dance)" – 4:10 (C. Vander) (2)

B Yüzü
1. "De Futura" – 18:00 (J. Top)
Meraklısına küçük bir note, Seventh Records tarafından yayınlanan Üdü Wüdü CD baskısında "Ëmëhntëht-Rê" albümünden bir ön izleme de eklenmişti. Özellikle Studio Zünd içeriğinde böyle sürprizlere denk gelmek mümkün.

Şimdiye kadar basılan Üdü Wüdü plaklarının ayrıntılarını sıralamak gerekirse; (Basan plak şirketi - kod - ülke ve baskı yılı)

- RCA FPL1-7332 İngiltere 1976
- Utopia/RCA FL 11730, BUL 1-1730 Almanya 1976
- Tomato 9239-6001 Kanada 1976
- Utopia/RCA BUL 1-1730 Fransa 1976
- Decal LIK 18 UK 1988 Yeniden Baskı
- Tomato TOM-6001 Amerika Baskı Yılı 1976

Albümden bilgilere bir göz atmak gerekirse; ekip; Christian Vander davul, piyano, klayve, perküsyonlar. Jannick Top - bas, üflemeli aranjmanları, vokal ve sintisayzırlar (3) Klaus Blasquiz, vokal, perküsyon. Alain Hatot - saksafon, flüt. Patrick Gauthier - piyano, sintisayzırlar. Bernard Paganotti - bas, vokal. Stella Vander (4) - vokaller. Lisa, Lucille Cullaz ve Catherine Szpira vokaller.

Peki bu albümün bende takıntı olmasının sebebi nedir sorunun cevabını gelirsek. Albümdeki iki şarkı bu noktada ön plana çıkıyor, "Soleil d'Ork" ve "De Futura" De Futura gerçekten önemli bir nokta. Müzik eleştirmeleri tarafından progresif rock ile Zeuhl müzik arasında kurulan önemli bir köprü olmasının yanında bana göre özellikle 1980'lerde ortaya çıkan "Heavy Metal" müzik alt türleri içinde önemli bir yapıtaşı. Hatta çok daha ekstrem müziklere  açılan çok mühim bir kapı olarak addetmek mümkün.


İkinci ilginç konu, olaya hakim gözlerin kapakta görebilecekleri. Yukarıda ayrıntısını gördüğünüz kapakta normal koşullarda melek ve şeytan var diyebilirsiniz. Ancak resmedilenin klasik bir şeytan figürü değil Baphomet olduğunu, çizimin Eliphas Lévi orijinal çizimine asıl alınarak yapıldığını ve "Solve et Coagula" düsturunu simgeleyen el işaretlerinin unutulmamış olmaması meraklı gözlerden kaçmıyor. Magma'nın müziğine dikkatlice baktığınızda "Hermetik Altın Şafak" etkilerini de görebilmek mümkün.

Aşağıdaki videoda "De Futura"nın 1977 yılında Fransız devlet televizyonunda canlı çalınan müthiş bir versiyonunu seyredebilirsiniz.

(1) Örneğin 1974 yılı albümü Köhntarkösz'de "Coltrane Sündïa" şarkısı gibi (2) Magma bu albümden "Zombies" ile Attahk albümünden "Rinde" karışımından "Ëmëhntëhtt-Rê" albümünde bir kompozisyona yer verilmiş. (3) Synthesiser'ın Türkçesini yazınca çok acayip oluyor. (4) Tahmin edebileceğiniz gibi Christian Vander'in eşi.

Son House - Father Of The Delta Blues: The Complete 1965 Session Plak


Bundan seneler önce Bruno Manusso'ya yaptığım bir ziyaret sırasında dinlemiştim bu plağı. Aklıma kazındı ama almak bir türlü nasip olmadı. Nedense iki ve daha fazlası plaktan oluşan plakları alırken hep aklıma 2 tane albüm alabileceğim geliyor ve alışveriş sepetime başka albümler doluyor. Son aylarda albüme "aş erince" ve hazır Pure Pleasure plakları ülkemizde bol bol bulunuyor iken, albümü edinmeye karar verdim. Pek iyi yaptım, çok mutluyum!!

Eddie James "Son" House, Jr. 20 yüzyılın başlarında, 1902 yılında doğmuş, 1988'de ölmüş. 3 kardeşin ortancası olarak Mississippi Riverton'da doğmuş. 7-8 yaşlarında anne ve babası ayrılınca Tallulah isimli bir kasabaya taşınmışlar. Genç yaşlarında Son House, Baptist kilisesinde vaiz olmaya karar vermiş ve 15 yaşında vaiz kariyerine başlamış. 20'li yaşlarında ise gitar ile ilgilenmeye başlamış. O yıllarda kilise'nin blues müzikle pek anlaşamadığını biliyoruz. Hal böyle olunca House doğduğu topraklara geri dönmüş. Bu dönemlerde özellikle  Willie Wilson şarkılarından etkilenmiş. 1940'lara kadar Charley Patton, Willie Brown, Robert Johnson ve Fiddlin’ Joe Martin gibi isimlerle müzik yapma fırsatı bulmuş.

Son house'ın hayatının dönüm noktası muhtemelen 1928 ve 1929 yılları. Bu dönemde adam öldürmekten hapis yatıyor. Ancak "nefsi müdafaa" olduğundan çok uzun zaman hapis yatmamış. Yazılan çizilene göre ölümle sonuçlanan çatışmada House'da ayağından yaralanmış. Mahkeme 15 yıl hapis cezası veriyor ancak olayın nefsi müdafaa olması sebebi ile cezası azalıyor. Ne kadar garip bir yaşam öyküsü...

Son House'ın bilinen ilk kayıtlarını 1930'larda Paramount Records için yapmış. 1940'ların başında ise Amerikan Kongre Kütüphanesi için yapılan kayıtlarda görüyoruz ismini. Ünlü folklör uzmanı ve etnik müzikolojist "Alan Lomax" Mississippi havzasında binlerce kilometre yol yapıp, bu bölgedeki bir çok yerel müzisyenin kayıtlarını yapmış. Anlayacağınız Lomax, Amerikan müziği için çok çok önemli bir isim. Bu arada Amerikan müziği konusunda, Kongre Kütüphanesinin inanılmaz bir arşivi var. Bu tarihlerin ardından House ortadan kayboluyor.

1960'larda blues müziğin yeniden popüler olmasıyla Nick Perls (1), Dick Waterman  (2) ve Phil Spiro, Mississippi bölgesinde Son House'u arıyorlar. Onu bulmak 4 sene sürdü. House, 1964'de Mississippi yerine New York kentinde bulunuyor. House, bir çok blues müzisyeni gibi 1950'leri başka işlerde çalışarak geçinmeye çalışmış. Bu yıllarda blues müziği para etmiyormuş. garip değil mi?


Pure Pleasure, arka kapağı da faydalı bir sürü not ile doldurmuş. Kapak kalitesi birinci sınıf

House, bulunur bulunmaz kayıtlara ve konserlere başlar. 1964'de ayağının tozuyla Newport Folk Festival 'ini sallar, arkasından New York Folk Festival'ini ve 1967'lerde Avrupa'yı. 1970'ler ise festivalden, konsere koşturur. Hatta Montreux Jazz Festival'ine bile katılır. 1974'de ise tekrar emekli olur. Bu kez para kazanamamaktan değil, hastalıktan. 1988'de de vefat eder..
Gelelim albüme, ilk önce şarkı listesi;

A Yüzü
Death Letter Blues
Pearline/ Louise McGhee
JohnThe Revelator
Empire State Express

B Yüzü
Preachin' Blues
Grinnin' In Your face
Sundown
Levee Camp Moan

C Yüzü
Death Letter Blues (alternate take)
Levee Camp Moan (alternate take )
Grinnin' In Your Face (alternate take )
John The Revelator (alternate take )
Preachin' Blues (alternate take )
President Kennedy

D Yüzü
A Down The Staff
Motherless Children
Yonder Comes My Mother
Shake It and Break It
Pony Blues
Downhearted Blues


İç kapakta ayrıntılı notlar yer alıyor ve kolay okunuyor. Plakları sevmemizin bir diğer sebebi de bu

Albüm 12 ila 14 Nisan 1965 tarihinde Columbia plak şirketinin New York'da bulunan stürdylarında kaydedilir.  City studios.Albümde seslendirilen şarkıların bir çoğu House tarafından kariyeri boyunca doldurulan 78'liklerden seçilir. Seçki, neredeyse tüm önemli House şarkılarını içermesi açısından zaten ilgiyi hak ediyor. Ancak şarkılardaki Son House performansı çok önemli. Öylesine bir kayıt performansı gösteriyor ki, etkilenmemek imkansız. Bazı şarkılarda 1960'larda blues'un yeniden keşfedilmesi akımında başı geçen topluluklardan Canned Heat'ten Alan Wilson'da, House'a eşlik ediyor. Wilson, müzisyenliğinin yanında müzik araştırmaları ile tanınan bir isim. Bazı şarkılarda gitarı, bazı şarkılarda armonikası ile Son House'a eşlik ediyor. Gitarla eşlik ettiği parçalar, Empire State Express, Yonder Comes My Mother, armonika ile eşlik ettikleri ise, Levee Camp Moan.Orijinal kayıtlar ise John Hammond ve Frank Driggs tarafından yapılmış.

Plağın en önemli özelliği C ve D yüzlerindeki şarkıların (alternatif çalımlar) ilk kez plak üzerinde meraklılara sunulması. Pure Pleasure baskısı plak, verilen her kuruşa değer.  Açılır kapak son derece sağlam ve çok faydalı notlar içeriyor. Blues severlerin müthiş keyif alacağına eminim. Aşağıda 1967 yılından bir Son House performansı videosu var. Şarkının ismi Death Letter Blues. İyi seyirler.

(1) Nick Perls, blues konusunda yayın yapan Yazoo Records and Blue Goose Record firmalarının sahibi. (2) Dick Waterman Amerikalı yazar. 1960'larda blues kayıtları da yapmıştır.

Dagmar Krause ve Weimar Şarkıları


Dagmar Krause, benim tanışır tanışmaz çok sevdiğim ve keyifle dinlediğim Alman bir şarkıcı. 1950'de doğan Krauze muhtemelen en çok  Slapp Happy, Henry Cow ve Art Bears gibi avant-rock'larında yaptığı çalışmalarla tanınıyordur. Zaten bu isimlere Stereo Mecmuası'nda da, kendi bloğumda da fırsat buldukça yer vermeye çalışıyorum. Onun diskografisini inceledikçe solo çalışmaları benim çok ilgimi çekti ve bu çalışmaların peşine düştüm. Nasıl ilgi çekmesin ki, solo çalışmalarında; Bertolt Brecht, Kurt Weill ve Hanns Eisler gibi isimlerin şarkılarını yorumlamıştı.

Dagmar Krause, Hamburg'ta doğmuş. Çok erken sayılabilecek bir yaşta (14) çeşitli kulüplerde şarkı söylemeye başlamış. 1968 yılında o dönemin özgürlük rüzgarlarının da etkisiyle protest gruplarda yer almaya başlamış. Bu dönemler Almanya için çok zor günler. Soğuk savaşın en yoğun şekilde hissedildiği, 2 Almanya'nın ayrı olduğu bir dönem. Daha 1970'lere gelinmeden kendisi gibi şarkıcı olan Inga Rumpf ile birlikte bir plak yaparlar. Bu plağın da peşindeyim. Bir yüzünde Krauze diğer yüzünde ise Inga Rumpf ağırlıklı olarak şarkı söylüyor. Plağın adı I.D. Company, isminden anlaşılacağı gibi Inga ve Dagmar'ın isimlerinin ilk harflerinden oluşuyor. Bu plağın en önemli özelliği Dagmar'ın avant-garde sahnesine girişini sağlamasıdır. Bu plak çeşitli açık arttırma sitelerinde 100 Euro'nun üzerinde fiyatlarla bulunabiliyor. Pahalı ancak her zaman denk gelmenin bir yolu vardır.


Uzun süren arayışından ardından edindiğim Henry Cow In Praise Of Learning plağı

Hamburg, 60'larda ve 1970'lerde Avrupa müziği için çok önemli bir kent. Hem son derece özgür bir kent hemde her açıdan bir sürü imkan var yani bulunamayacak hiç bir şey yok. Karışık bir cümle oldu ama ne anlatmaya çalıştığımı eminim ki, çoğunuz anlamışsınızdır. Hal böyle olunca her türden en deneysel en uçuk müzisyenler ve hatta sanatın her dalı ile ilgilenenler Hamburg'ta dünya üzerindeki cennette gibiler. Dagmar'ın hayatı İngiliz müzisyen "Anthony Moore" ile evlendiğinde değişiyor. Damar, Moore ve Amerikalı arkadaşları Peter Blegvad ile beraber "Slapp Happy"i kuruyorlar. Slapp Happy'nin müziği son derece karmaşıktır. İçerisinde her türden karmaşa bulunuyor. Sözler son derece sembolisttir, müzik ise bunun tam tersine pop öğeleri içerir. Yani değişik bir karışımdır. İlk iki albümleri olan "Sort Of" ve "Slapp Happy", Alman Polydor firmasından yayınlanmıştı. Bu iki albümü edinmek biraz zor. Ancak "Recommended Records" daha sonraki dönemdeki plaklarını bastığından edinmek biraz daha kolay. Yine de standart bir plak ve CD'ye göre en az 4-5 kat fazla para vermek zorundasınız.

Neyse 1974 yılında Slapp Happy, yine arkadaşları olan Henry Cow ile birleşir. Ortaya çıkan karışım -anlayana- son derece sert politik söylemleri olan avant-rock müziğidir. Birlikte iki albüm yayınlarlar, "Desperate Straights" (1974) ve benim çok sevdiğim "In Praise of Learning" (1975) Bu noktada İşler karışır, Anthony Moore ve Peter Blegvad, Henry Cow bünyesine katılmaktan pek mutlu değillerdir. Ayrılmaya karar verirler. Tam bu esnada Krause çok önemli bir karar verir ve müzik yaşamına Henry Cow ile devam eder. Bence de bu durum çok hayırlı olmuştur.

Krause'nin Henry Cow ile devam etmesi, topluluğun müziğini bir çıta yükseltir. Bu kombinasyın Avrupa dinleyicisinden de iyi tepkiler alır ve sonu gelmeyen turlar başlar. 1977 yılında turlar sırasında hastalanan Krause, artık yeter der ve Henry Cow'dan da ayrılır. Ancak tur sonrasında "Hopes and Fears" albümde yine vokalleri o yapacaktır. (2)


Tank Battles: The Songs of Hanns Eisler CD'si. Voiceprint Records baskısı.

Her işte bir hayır vardır deriz ya, tam anlamı ile böyle bir olaydır Dagmar'ın Henry Cow'u terk etmesi. Krause bu dönemde Weimar Dönemi kabare dünyasına el atar. Weimar Dönemi veya daha doğru bir tabirle Weimar Cumhuriyeti 1919'da Almanya'da monarşi (İmparatorluk) dönemi idare tarzından cumhuriyete geçis dönemi için kullanılır. 1919'da ilk Dünya Savaşında yenilen Almanya'da yaşanan bir nevi devrimdir. Weimar Cuhuriyeti, 1933'lere kadar yaşar. Bu dönemde Adolf Hitler ve onun NSDAP partisi iktidara geçince tarihçiler Weimar Cumhuriyetini sonlandırırlar. İsterseniz bu konuya fazla girmeyeyim. Beni yakından tanıyanlar bu konuyu sayfalarca yazacağımı biliyorlar. Konuyu dağıtmadan devam edeyim.

Weimar Cumhuriyeti döneminde Bertolt Brecht çok önemli bir isim. Bertolt Brecht tam ismiyle Eugen Berthold Friedrich Brecht, çok önemli bir şair, tiyatro yönetmeni ve oyun yazarı. Onu günümüzde de çok önemli kılan şey aynı zamanda hem çok dramatik hemde oyunculuk ve seyir zevki açısında çok gösterişli oyunlara imza atabilmesidir. Muhtemelen 20 yüzyıl tiyatrosuna en önemli katkıları yapmış isimlerden bir tanesidir. Çalışmlarında ise müzik konusunda "Kurt Weill" ve "Hanns Eisler" ile birlikte çalışmıştır. O dönemlerde bu birliktelikten doğan bir çok şarkı Almanca'nın yanında farklı dillerde seslendirilmiştir. İşte bu dönem Krauze'nin ilgisini çekmiştir. Bu gayet normal, bir yanda Bertolt Brecht şiirleri, diğer yanda Weill ve Eisler besteleri. Tabii Weill ve Eisler'in kendi şiirleri de var. Bence bir çoğu inanılmaz sözlere ve müziklere sahip. Zaten uzun zamandır bu şarkıları dinleme sebebim bu. Krause'nin bir yanda politik duruşu, müthiş sesi, diğer yanda harika şiir ve besteler. Bundan daha iyi bir kombinasyon sanırım bulmak zor.


Dagmar Krause - Supply and Demand CD'si. Voiceprint Records baskısı.

Dagmar'ın kendi iki solo albümü var. Bu albümlerin iki farklı baskısı var. Göz atmak gerekirse;

- Supply and Demand: Songs by Brecht/Weill and Eisler (1986, LP, Hannibal Records)
- Angebot und Nachfrage (1986, LP, Hannibal Records) – Supply and Demand ile birebir olsa da tüm şiiler Almancadır.
-Tank Battles: The Songs of Hanns Eisler (1988, LP, Island Records)
- Panzerschlacht: Die Lieder von Hanns Eisler (1988, LP, Island Records) – Tank Battles içeriğinin orijinal Almanca seslendirilmiş hali.


Uzun zamandır arkasından koştuğum bir plak, Dagmar Krause - Supply and Demand: Songs by Brecht/Weill and Eisler. 2010'un benim için en iyi alışverişi oldu, hem fiyat uygundu hemde plak sealed idi. Bunu en iyi plak meraklıları anlar

Yukarıdaki plaklar inanılmaz yüksek tutarlara satılıyorlar. Hele Almanca olanlarını bulabilmek çok güç. Ben 2010 senesini kapatırken Supply and Demand'ın plağına son derece makul bir fiyata denk geldim ve satın aldım. Benim için 2010 senesinde satın aldığım en değerli şeylerden bir tanesi Supply and Demand'ın plağıdır. Bunun en önemi sebebi plağın "sealed" olmasıydı yani açılmamış. 1986'dan bugüne geçen 24 yıl sonra ilk kez plağın jelatini ben açtım. Bunun için çok daha fazlasını ödemeye hazır bir sürü insan olduğuna eminim ama plak merakı işte böyle bir şeydir, bol bol şans gerekir. (3) Yazdığım gibi plakların Almanca versiyonlarını edinmek çok çok zor. Tabii ki bir çözüm var. Voiceprint Records her iki albümün Almanca ve İngilizce içeriklerini birarada sunan CD'leri basmıştı. Ancak firmanın el değiştirmesi sebebi ile CD'lerde son derece zor bulunuyorlar ve oldukça pahalılar. Bu durumda 4 albümü plak formatında almaktansa 2 CD almak daha ucuza denk geliyor. Ancak 2 CD'nin tutarı nakliye ücreti ile birlikte yaklaşık 100 Euro'nun üzerine çıkabilir. Ne yazık ki büyük tutarlardan bahsettiğimin farkındayım ancak tüm dünyada az sayıda dinleyicisi olan müzik tarzlarında bu durum çok sık yaşanıyor. Bu arada CD'nin koleksiyonu olmaz diyenlere de bir selam gönderelim. Popüler müziğin tabii ki koleksiyonu olmaz ama nadir basılan veya plak şirketleri batmış albümlerin değerlerine bakarsak onları birer koleksiyon metası olarak değerlendirebilmek mümkün.

Bu senenin (2011)  ilk yazısını sonlandırmak için güzel bir video seçtim. Dagmar Krause bir Weill bestesini seslendiriyor,  "Surabaya Johnny"


(1) Haydi bir ipucu. Amerikalı plak satıcıları, bazen ellerinde çok plak olduğundan hiç beklenmedik plakları hiç beklenmedik fiyatlara satabiliyorlar. O yüzden Avrupa kaynaklı nadir albümler için okyanusun öbür tarafına dikkatli şeklide bakmak gereklidir.
(2) Henry Cow diskografisini edinmek isteyen okuyucularım Recommended Records tarafından yayınlanan "40th Anniversary Box Set"lere göz atabilirler. Tüm albümler ve single'ları içeren 3 kutudan oluşan setin her bir kutusu 100 Dolar civarında. Toplamda 300 Dolar gibi bir tutar ortaya çıkıyor ancak bunları plak olarak almak isteyen bir kişi bunun 10 katı fazlasını ödemek zorunda kalabilir. Bazı Henry Cow albümleri çok ciddi paralara el değiştiriyor. (3) Seçkin'in kulakları çınlasın. Alım operasyonundaki desteğin için çok teşekkürler.

Cidade de Deus (Tanrı Kent) Soundtrack Plak


Hayatım boyunca monitör karşısında olduğumdan, kendi özel zamanlarımda ekrandan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışırım. Bir film seyredeceğim zaman uzun uzun araştırır, seveceğimden mutlaka emin olduğumda seyrederim. Bu durumu bütn gün bilgisayar karşısında çalışan okuyucularımız varsa çok iyi anlayacaklardır. City Of God (orijinal adı Cidade de Deus- Tanrı Kent) filminin konusunu okuduğumda tam benim sevdiğim tarz bir film diyerek DVD'sini almıştım. Gerçekten yükselen Güney Amerika sinemasının güzel örneklerinden bir tanesi bana göre. Ancak konusu pek yenilir yutulur değil.

Brezilya'nın meşhur Rio de Janeiro kentini güzelleştirmek ve suç oranını düşürmek için kentin dış semtlerinin yeni alanlara taşımak gibi son derece zeka ürünü bir proje başlatılıyor. "Cidade de Deus" oluşturulan gettolardan bir tanesi. Zaman içerisinde her türlü suçun, uyuşturucunun merkezi haline gelen bu getto'lar ilerleyen yıllarda Rio de Janeiro büyüdükçe, kentin sınırları içerisine dahil olmuş. Bu mahallede yaşanan iktidar hikayesini ana konu olaral anlatan film, bir çok alt parçada karakterlerin özel yaşamlarından kesitler sunuyor. Filmin en önemli özelliği bence senarist de dahil olmak üzere, oyuncularında bu bölgenin insanı olmaları. Film, bir iktidar mücadelesini anlatınca, haliyle şiddet filmin ana konusu haline geliyor. Bu yüzden alıp mutlaka seyredin diyemiyorum, herkesin özellikle de çocuklu ailelerin seyretmekten hoşlanacağı türden bir film değil. Bu arada bir not; geçtiğim ay içerisinde Brezilya ordusu (bakın polisi demiyorum) benzer semtleri temizlemek için tanklar ve helikopterlerin desteği ile bir operasyon başlattı. Sokak sokak süren çatışmalar sırasında dökülen kanın yanında helikopter bile düşürülmüş olması bu gettoların günümüzde ne durumda olduğunu gösteriyor.

Filmin müzikleri ise konuya son derece tezat. Seçilen şarkıların bir çoğu benim hoşlandığım müzik tarzlardan olmasa bile, müziği dinlerken filmden aklıma sahneler geldiğinden yine de keyifle dinliyorum. Geçtiğimiz aylarda EMI'nin Türkiye'ye yeniden plak getirme kararı alması ile birlikte filmin soundtrack albümüne denk gelince hemen satın aldım.Sonuç olarak tam anlamıyla meraklısına diyebileceğimiz bir albüm.

Plak ülkemizde son derece makul bir fiyattan satıldı. Kayıt kalitesi  de hiç fena değil. Albümde Antonio Pinto ve Ed Córtes tarafından hazırlanan şarkılar var. Ayrıca filmde kullanılan müziklerden bir bölümü  de plağa eklenmiş. Plağın içeriği şu şekilde;

1. Meu nome e Ze - Antonio Pinto, Ed Cortes
2. Vida de otario - Antonio Pinto, Ed Cortes
3. Funk da virada - Antonio Pinto, Ed Cortes
4. Estoria da boca - Antonio Pinto, Ed Cortes
5. Na rua, na chuva, na fazenda - Hyldon
6. A Transa - Antonio Pinto, Ed Cortes
7. Metamorfose ambulante - Raul Seixas
8. Nem vem que nao tem - Wilson Simonal
9. Preciso me encontrar - Cartola
10. Alvorada - Cartola
11. Convite para Vida - Antonio Pinto, Ed Cortes
12. No caminho do bem - Tim Maia
13. Morte ze pequeno - Antonio Pinto, Ed Cortes
14. Batucada remix - Antonio Pinto, Ed Cortes

Filmin genelinde kullanılan müziklerin listesinde ise Brezilyalı yerel isimlere ağırlık verilmiş. İlk bakışta bir çok insan için tek tanındık isim James Brown olsa da, ayrıntılara girdiğinizde kulak kabartılması gereken isimlere denk geliyorsunuz. Filmde kullanılan şarkıların bir kısmına dediğim gibi plakta yer verilmiş ancak  tam listeye göz atmak için Wikipedia'dan alıntı yapalım,

* Alvorada - Beste: Cartola / Carlos Cachaça / Hermínio B. Carvalho - Yorum: Cartola
* Azul da Cor do Mar - Beste ve yorum: Tim Maia
* Dance Across the Floor - Beste: Harry Wayne Casey / Ronald Finch - Yorum: Jimmy Bo Horne
* Get Up I Feel Like Being Like (Sex Machine) - Beste: James Brown / Bobby Byrd / Ronald R. Lenhoff - Yorum: James Brown
* Hold Back the Water - Beste: Randy Bachman / Robin Bachman / Charles Tuner - Yorum: Bachman-Turner Overdrive
* Hot Pants Road - Beste: Charles A. Bobbit / James Brown / St. Clair Jr. Pinckney - Yorum: JB's
* Kung Fu Fighting - Beste ve yorum : Carl Douglas
* Magrelinha - Beste ve yorum: Luiz Melodia
* Metamorfose Ambulante - Beste ve yorum: Raul Seixas
* Na Rua, Na Chuva, Na Fazenda (Casinha de Sapê) - Beste ve yorum: Hyldon
* Nem Vem Que Não Tem - Beste: Carlos Imperial - Yorum: Wilson Simonal
* O Caminho Do Bem - Beste: Sergio / Beto / Paulo - Yorum: Tim Maia
* Preciso Me Encontrar - Beste ve yorum: Candeia
* So Very Hard to Go - Beste: Emilio Castillo / Stephen M. Kupka - Yorum: Tower of Power


Filmin en meşhur sahnelerinden birisi. Tüm bunların yaşandığını düşünmek bile ürkütücü!

Angenor de Oliveira, veya tanındığı ismiyle Cartola (1908 – 1980) çok önemli bir müzisyen. Brezilyalı olan müzisyenin şair yönü de var ancak sambanın gelişmesindeki katkılarından dolayı oldukça saygın bir ismi var. Rio de Janeiro, doğumlu müzisyenin gençlik yılları fakirlik içerisinde geçmiş. İlerleyen yıllarda şansın da yardımıyla Breizlya müziğinin en önemli ismi haline gelmiş.

Tim Maia (1942 – 1998), gerçek adıyla Sebastião Rodrigues Maia, Brezilyalı bir müzisyen. Rio de Janeiro doğumlu müzisyen hemen her tarzda şarkı söylemiş. Soul, funk, bossa nova tarzı hareketli şarkılarla liste başarıları da elde eden müzisyen için yazılan çizilenlere göre son derece nüktedan şarkı sözleri, bu başarısında önemli role sahip.

Jimmy "Bo" Horne gerçek ismiyle Jimmie Horace Horne, Jr. 1949 doğumlu Amerikalı bir müzisyen. R&B tarzına yakın bir müzik yapıyor. Günümüzde de son derece popüler olan Horne'un müziklerine her alanda rastlamak mümkün. Son derece garip bir oyun olan Grand Theft Auto'da bile rastlayabilmek mümkün.
Bachman–Turner Overdrive (veya bilindik adıyla BTO) Kanadalı bir rock topluluğu. 1970'lerde son derece popüler olan topluluğun "Let It Ride", "You Ain't Seen Nothing Yet", "Takin' Care of Business" gibi şarkıları rock müzik çalan radyolardan en çok istek alan parçalar arasında.

"Carl Douglas" 1942 doğumlu Jamaikalı şarkıcı. Aslında son derece eğlenceli bir müzisyen. En bilnen şarkısı olan "Kung Fu Fighting" dünya çapında önemli bir hit. Kendisi de dövüş sanatları ilgilendiğinden bir çok filmde müzikleri kullanılmış. Kendisi de amatör olarak bazı filmlerde boy göstermiş. Jamaikalı olup, Uzakdoğu dövüş sanatları ile ilgilenme fikri nasıl ortaya çıkmış bilmiyorum ama Jamaika'lı olduğunu bildiğimizden kafası iyiyken karar vermiştir dersek belki yanlış olmaz. Günümüzde önemli rap müzisyenleri şarkılarının remikslerini söylüyorlar(mış)

Luiz Melodia, veya Luiz Carlos dos Santos 1951 doğumlu Brezilyalı müzisyen ve besteci. MPB (1) türündeki şarkıları ile meşhur olmuş. .1960'larda kulüplerde şarkı söyleyerek başlayan müzik kariyeri 1970'lerde önemli müzisyenlerle birlikte kurdukları "Os Instantâneos" topluluğu ile yükselişe geçip, dünya çapında popülerlik kazanmışlar.

Raul Santos Seixas (1945 –  1989), Brezilyalı rock müzisyeni ve besteci. Ölümünden sonra bile kendisine çok bağlı bir dinleyici ve hayran grubu vardır. Hatta doğumgününde Sao Paolo'da bir geçit töreni düzenlenir. Simyacının yazarı "Paulo Coelho" ile 1970'lerde tanışıp, ezoterik bir grup kurmaya karar vermişler. Daha sonraları Seixas, yüzünü bu konularla alakalı her mantıklı insan gibi "Aleister Crowley"e çevirmiş (2) Hayal ettiği topluluğu kurmayı başarmış. Anarşist yapıya sahip bu topluluk tabii ki, bizimki gibi darbeleri ile meşhur Breizlya'da askeri yönetimin ilgisini çekmiş hem Seixas hem de Coelho, işkenceden nasiplerine düşeni almışlardır. (3)

Wilson Simonal de Castro, Brezilyalı müzisyen. (1939-2000) Özellikle 1960'da ve 1970'lerin başında son derece popüler olmuş. 1970'lerde Brezilya'da hüküm süren darbe hükümetleri ile işbirliği yaptığı dedikoduları yüzünden önce müzik kariyeri inişe geçmiş. Albüm yapmaya devam etmiş ama 1960'lardaki başarısını bir daha asla kazanamamış. Gerçekliğini buralardan takip etmek güç ama sol kanat müzisyenleri tarafından sevilmediğini görmek için Brezilyalı olmaya pek gerek yok:)

"Tower of Power" ise Amerikalı bir topluluk. R&B, soul ve funk esintileri taşıyan bir müzik yapıyorlar. Topluluğun çok uzun süren müzik yaşamı boyunca en dikkat çekici özelliği orkestranın üflemeli bölümü. Zaman içerisinde Monkees, Santana, Elkie Brooks, Cat Stevens, Elton John, John Lee Hooker, Rufus, Rod Stewart, Jefferson Starship gibi isimlerle çalışmışlar. Tower of Power'ı bir bakıma büyük orkestralar sınıfına sokanlarda mevcut.
(1) Música Popular Brasileira, Brezilya Popüler Müziği

(2) Bu topluluk Crowley'in "Liber AL vel Legis" yani Kanun kitabına uygun şekilde kurulmuş. Kitap ile alakalı ayrıntılı okumalar için -ki pek tavsiye etmem- internetten faydalanabilirsiniz. Kitap elektronik olarak bulunabiliyor.Bu arada kitabın 1920'lerde basılan örneklerinin fiyatları inanılmaz. Plak toplamak, kitap koleksiyonculuğunun yanında gerçekten ucuz bir uğraş :)


(3) Raul Santos Seixas'dan bahsederken, "Ney Matogrosso" ismi aklıma geldi. Son derece acayip bir ses rengine (sopranino) sahip olan Brezilyalı müzisyeni bundan seneler önce son derece ilginç müzik bloglarını takip ederken tanımıştım. Özellikle 1970'lerde Brezilyalı "Secos e Molhados" topluluğunda vokalist olduğu dönem ve topluluktan ayrıldığı dönemde yaptığı albümler muhtemelen dünyanın dört bir tarafındaki rock özellikle de glam severler için kutsal kase niteliğinde. Acayip kıyafetleri ve İngilizce çevirilere göre son derece garip sözleriyle, garip Güney Amerika müziklerine ilgi duyanlar varsa, mutlaka göz atılması gereken bir isim. Bu arada uzun zamandır bahsettiğim bloglara göz atmıyorum, umarım kapanmamışlardır.



Ferit Odman - Nommo CD İncelemesi


Ferit Odman 1982 doğumlu İstanbul doğumlu bir davulcu. Müzik eğitimi İsveç ve İstanbul'un ardından Amerika'da devam etmiş. Albüm de Amerika'da kaydedilmiş. Nommo albümünde Odman'a trompette Brian Lynch, alto saksofonda Vincent Herring, piyano da  Burak Bedikyan ve basta Peter Washington eşlik ediyor.

Brian Lynch, 1956 doğumlu Amerikalı müzisyen. En iyi Latin Caz albümü dalında Grammy'si de olan müzisyen kariyeri boyunca farklı müzisyenlerle çalışma fırsatı bulmuş. Vincent Herring 1964 doğumlu Amerikalı bir müzisyen. Lionel Hampton'ın büyük orkestrası ile yükselişe geçen kariyeri boyunca çok önemli müzisyenlerle çalışma fırsatı bulmuş. Peter Washington,yine 1964 doğumlu bir müzisyen Art Blakey's Jazz Messengers'n son döneminde toplulukla birlikte çalma fırsatı bulduğu gibi, dönemimizin en kalbur üstü müzisyenleri ile de çalışma fırsatı bulmuş. Burak Bedikyan ise 1978 doğumlu İstanbul doğumlu müzisyen. Ferit Odman'ın albümünde çaldığı müzisyenlerin çok büyük isimler olması ve genç bir müzisyen olması ilk bakışta ürkütücü geliyor olabilir ama ne yalan söyleyeyim albümdeki performansı ile Burak Bedikyan, ışıl ışıl parlıyor.

Albüm önemli isimlerin bestelerine yapılan yorumlardan oluşturulmuş. Şarkı listesi ve bestecilere baktığınızda bir çok okuyucumuz Bop (hard ve post) dönemlerine bol bol atıf yapıldığını gözlemleyeceklerdir. Albümdeki şarkılara kısaca göz atmak gerekirse; İlk şarkı olan "The Eternal Triangle" çok bilindik bir Sonny Stitt bestesi. Muhtemelen ilk kaydı Dizzy Gillespie ve Sonny Stitt çalışması olan "Sonny Side Up" albümünde 1957'de görülüyor. Daha sonraki yıllarda Dizzy Gillespie'nin repertuvarının klasiklerinden birisi haline geliyor. Nommo ise Jymie Merritt bestesi. Merritt önemli bir basçı ve onu özellikle Art Blakey and the Jazz Messengers topluluğundan tanıyoruz. Odman albümünde temanın iki farklı varyasyonuna yer vermiş. Birinci versiyon, oldukça swing'li bir performans iken, ikinci versiyon daha yavaş ancak bateri bölümleri açısından çok daha zengin bir varyasyon olmuş. Rob Roy bir Oscar Peterson bestesi. Bu şarkıda Oscar Peterson'ın "Oscar Peterson Meets Roy Hargrove and Ralph Moore" albümündeki versiyonun ana temasına sadık kalınmış. Albümde davulları Lewis Nash çalıyordu. Ferit Odman'ın yorumunu cazın büyük ustaları ile karşılaştırmak doğru değil ama ne yalan söyleyeyim şarkıdaki genel enerji düzeyi orijinal yorumdan çok daha başarılı dersem sanırım abartmış olmam. Albümün dördüncü parçası "To Wisdom the Prize" bir Larry Willis bestesi. Neredeyse 11 dakika süren şarkıda trompetçi Brian Lynch ve alto saksofoncu Vincent Herring'in çok güzel sololarının yanında şarkının beşinci dakikasından sonra piyano bölümlerinde zillerin kullanımına ve ritmlerin aksamasına özellikle dikkat. Şarkının tamamı bölümlere ayrılarak her müzisyenin solo yapmasına imkan verilmiş. Ferit Odman kendisine uzun bir solo bölüm ayırmak yerine, soloların arkasını doldurmayı seçmiş.


"Tadd's Delight" bir Tadd Demon bestesi ancak şarkı Miles Davis ile özdeşleşmiş neredeyse. "Round About Midnight" albümünde çok güzel bir yorumunu bulabilirsiniz. Son derece ritmli bir yorum yapılan şarkıda özellikle Brian Lynch'in soloları ön plana çıkıyor. Şarkının koro bölümlerine girişte Ferit Odman'ın hızlı soloları dikkkat çekiyor. Albümün genelinde durup kalkma bölümlerinde birliktelik başarılı ancak bu şarkıda övgüyü bir kez daha hak ediyor müzisyenler. Albümün altıncı parçası Nommo'nun ikinci kez çalınması ki, bu paragrafın başlarında zaten yazmıştım. "Mr. AT." Walter Bolden bestesi. Walter Bolden bir davulcu olarak Stan Getz ile yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Ancak Zoot Sims ve Gerry Mulligan gibi isimlerle yaptığı çalışmalarda önemli. Besteci, davulcu olunca ister istemez şarkıda davul solosuna ayrılmış bir bölüm var. Altıncı dakika civarında denk geleceğiniz soloda albümün genelinde olduğu gibi Ferit Odman abartıdan uzak durmuş. "An Oscar For Treadwell" bir Charlie Parker bestesi ve şarkıdaki solosu caz tarihine geçmiş sololardan bir tanesi. Son derece ritmli şarkının ardından bir sürpriz geliyor. Albümün son parçası.

Good Times bir Aydın Esen bestesi. Müzisyenin Peter Herbert, Selahattin C. Kozlu ile oluşturduğu üçlünün Trio adlı albümünde denk gelebileceğiniz şarkı için bir şey yazabilmek mümkün değil. 2011 senesinde bir şekilde Aydın Esen ile röportaj yapıp Stereo Mecmuası'na ekleyeceğim. Aslında 2010'da yapmayı planlıyordum ama evlilik filan derken kaynadı gitti... Neyse...

Albüm Ferit Odman liderliğinde gerçekten ama gerçekten müthiş bir müzisyen topluluğu ile kaydedilmiş. Odman bir davulcu olarak ön plana çok çıkmak yerine, müziğin alt yapısında hünerlerini göstermiş. Meraklı kulakların hemen fark edecekleri, ritm aksatmaları, ufak dokunuşlar, ziller üzerindeki hakimiyet derken ön plana çıkmadan davulda yapılabilecek hemen her şeyi yapmış. Albümü gerçekten bir kaç kez dinlemek lazım. Önce genel olarak, sonra her müzisyene teker teker kanalize olarak. Albümün kaydı son derece başarılı. CD kapağının iç ve dış tasarımı da gayet hoş ancak herhangi bir kitapçık içermemesi albüme tek eleştirim. Şöyle biyografilerin, çalınan şarkıların ayrıntılarının olduğu bir kitapçık albüme çok yakışırdı. Acilen edinilmesi gereken albümler listesine eklenmesi tavsiye olunur.

Tamer Temel Quartet - Barcelona CD'sini İnceleyelim


Tamer Temel'in Barcelona albümünü hafta sonu edindim. Bu yazımda albüme bir bakış atmak istiyorum. Albümün kayıt hikayesi son derece ilginç. Hemen basın bültenine dönelim; Tamer Temel’in Barcelona’yı kaydetme fikri Amerikalı cazcı Dave Allen’le bir araya gelmesiyle oluşmuş. Albümü Allen’le birlikte New York’ta kaydetmek için hazırlanan hatta kayda girecekleri stüdyoyu bile ayarlayan Temel’in planları ABD’nin vize vermemesiyle altüst olmuş. Aslında albüme bakılırsa, CD için vize vermeyen Amerikalılara teşekkür etmek lazım:) Neyse... Yaklaşık üç ay albüm çalışmalarını durdurduktan sonra Mark Turner, Larry Grenadier, Jeff Ballard’dan oluşan Fly Trio’yla bir araya gelmesiyle ise işler değişmiş. Hayranı olduğu bu müzisyenlerden aldığı övgülerle Tamer Temel, Dave Allen’la birlikte Barselona’ya gidip albümü kaydetme kararı almış. Tüm hazırlıklar yapıldıktan sonra önce Marsilya’ya gidilmiş. Tabii terslikler Tamer Temel'in peşini bırakmamış ve o sırada İzlanda’daki yanardağ patlaması nedeniyle uçuşlar iptal edilince dört gün havaalanında konaklamak zorunda kalmışlar.Tüm bu badirelerden sonra dört gün gecikmeli olarak Barcelona’daki Laietana stüdyosuna girilip başlanan kaydın sonucu dinleyicilere Barcelona olarak dönüyor.

Barcelona geçen haftadan beri CD çalarımda dönmeye devam ediyor. Halimden de son derece mutluyum.  Albüme geçmeden önce isterseniz bülteninde yardımıyla Tamer Temel'i tanımaya çalışalım. Müzisyen benimle yaşıt. 1975’te İstanbul'da doğmuş ve İzmir’de büyümüş. 2005'te Avrupa Caz Festivali kapsamında kazandığı burs sayesinde İtalya'da Siena Masterclass Summer Course'da eğitim görme şansı bulmuş. Eğitimi sırasında İtalya'da konserlerde çalma fırsatı bulmuş. Hemen basın bültenine dönelim; Bu dönemde İtalya'nın önde gelen bazı müzisyenleriyle çalışma olanağı buldu. Bruno Tomasso Band ile Valdarno 2005 Jazz Festivalinde çaldı. 2006 yilinda Equinox grubuyla İzmir'de ve Eskişehir'de konserler verdi; standart ve modern caz eserleri yanında kendi bestelerini de seslendirdi. 2006'da Claudio Fasoli ve Antonio Zambrini'nin oluşturduğu Open Jazz Orkestra ile 12. Avrupa Caz Festivali kapsamında sahne aldı. 2006 yılında Kadıköy Caz Günleri kapsamında konser verdi. 2007-2008 yıllarında İzmir ve İstanbul’da çeşitli konserler verdi. 2008’de Ankara Caz Festivali’nde çaldı.

Albümde emeği geçen müzisyenlere de şöyle bir göz atalım. Albümde Tamer Temel, tenor saksafon (1) Dave Allen gitar, Masa Kamaguchi akustik bas ve Marc Miralta davul çalmış. Dave Allen, genç jenerasyonda ismi sıkça duyulan gitaristlerden bir tanesi. "Real and Imagined" albümünün son derece iyi eleştirileri yayınlanmış. Barcelona'yı sevdiyseniz Dave Allen'ın albümünü de edinmeye çalışın. Onu da çok seveceğinize eminim. Albümde "Always Beginning", "Perpetuum Mobile" ve albüme ismini veren parçaya dikkat. Albümde Allen, Seamus Blake (tenor saksofon) Mark Ferber (davul) ve Drew Gress (bas) ile çalışmış. Masa Kamaguch, Japonya'da doğumlu ve daha sonra Amerika'da yaşamaya başlamış. Müzik eğitimini de Amerika'da alan müzisyen Paul Motian gibi önemli isimlerle çalışma fırsatı bulmuş. Tarzının birlikte çaldığı müzisyenlere uyum gösterebildiğini internette gezdikçe anlayabildiğim müzisyenin yaratıcı emprovize çalışmalarda ismi bol bol geçiyor. Marc Miralta ise İspanyol davulcu. Tarz olarak cazın yanında flamenko müzisyenleri ile yaptığı çalışmalar var. Stüdyo müzisyeni olarak çok sayıda albümde davul çalmış.


CD'nin iç kapak tasarımı harika olmuş. Çok beğendim.

Albüm genel olarak benim sakin dediğim tarzda. Çok sert iniş çıkışlar yok, bunun yerine Allen ve Temel çok ön plana çıkmadan genel melodi yapısının içerisinde, ondan aşırı derece de ayrılmadan nota bolluğuna (2) girmeden meraklısına keyifli anlar yaşatıyorlar. Albüm isterseniz genel olarak dinleyebileceğiniz, isterseniz de, müzisyenlerin performansına dikkat ederek dinleyebileceğiniz bir albüm. Suda Balık, albümün açılış parçası, albümün geneli ile ilgili güzel izlenimler aldığım bir parça. Allen'in 2:50'den itibaren performansına dikkat. Albümün ikinci şarkısı Bağdat, benim şahsi favorim. Beste çok güzel. Albümün üçüncü şarkısı olan Çapalıkarşı'da, Allen ve Temel ön plana çıkıp, karşılıklı atışmalarla şarkıyı alıp götürüyorlar. Ritm olarak biraz daha hızlı tempodaki şarkıda davulcu Marc Miralta'da zaman zaman öne çıkıyor. Huzur, ismi ile benzeşen bir parça. Bir sonraki şarkı olan Kırmızı'yı da çok beğendim. Zaman zaman hızlanan parçanın 3:00 dakikalarından sonrasında Allen soloya çıktığında arkasından Temel'in ve tam tersi kombinasyonlar, şarkıyı çok güzel zenginleştirmiş. Bunun hemen ardından Laietana ve Temel'in saksofonunun ön plana çıktığı Beşer'i dinliyoruz. Keman Konçertosu Op. 44 Adagio Üzerine Tema ve Çeşitlemeler, isminden anlaşılabileceği gibi Adnan Saygun'un eseri üzerine kurulan bir tema. Yavaş tempolu Büyük Saat'in ardından bence albümün en farklı şarkısı olan  "Şimdiki Zaman" geliyor. Müzisyenlerin çalarken büyük keyif aldığını düşündüğüm bir parça, ne yalan söyleyeyim bende öyle bir his yarattı. Albüm genelinde daha çok eşlikçi olarak dinlediğimiz Marc Miralta'nın zaman zaman trampetinin köşelerinde yaptığı varyasyonlar, Masa Kamaguch'un daha atak bas bölümleri ve Temel ile Allen'in birbirlerini tamamlayan performanslarının akabinde tik taklarla Şimdiki Zaman sonlanıyor. Neredeyse bir saatlik ama su gibi akan bir albüm.

Albümün kaydı gerçekten çok çok başarılı. Temponun çok yükselmediği, sakin ama  performans açısından (özellikle Allen ve Temel) zengin bir albüm. CD'nin tasarımını özellikle çok beğendim. Harika bir grafik tasarım olmuş. Kim tasarladıysa tebrik etmek lazım. 2010 senesinin sonlarında AK Müzik Yapımdan beklenmedik bir bomba oldu, Barcelona. Bu albüm muhtemelen AK Müzik'in önde gelen "çok satanlar"ından bir tanesi olur diye düşünüyorum.

(1)  Saksafonun yazımı konusunda her zaman sıkıntı yaşıyorum. Biliyorsunuz Fransızca ve İngilizce yazımı saxophone şeklinde. Okunuş olarak saksofon daha doğru ama doğrusu TDK'ya göre saksafon. Ben işin içinden çıkamadığım için bazen öyle bazen böyle yazıyorum :)(2)  Nota bolluğu (veya  gevezeliği) konusunu albümden albüme, müzisyenden müzisyene hatta şarkıdan şarkıya ele almak lazım. Benim nota gevezeliğine bakış açım, hiç olumsuz değil. Ancak bu durumun yakıştığı albüm daha doğrusu parçalar olduğu gibi tam tersi de bol bol mevcut.

Bu arada satır arasında yazayım, 2009 yılında AK Müzik tarafından yayınlanmış Mehmet Can Özer'in "Siyah Kalem Dansı" albümünü yeni satın aldım. Benim gibi gözden kaçıranlar var ise mutlaka göz atsınlar.

King Crimson - In The Court of the Crimson King 200 GramSuper-Heavyweight Faciası



Geçtiğimiz günlerde King Crimson'ın efsanevi albümü "In The Court of the Crimson King"in yeniden baskısından burada bahsetmiştim.  Muhtemelen İngiliz rock müziği denildiğinde ilk akla gelen albümlerden bir tanesi olan bu önemli albüm tam 10 günde hazırlanmıştı. Özel baskı plağın remaster aşaması, toplululuğun gitaristi ve bir nevi beyni diyebileceğimiz Robert Fripp gözetiminde, orijinal analog bantlardan yapılmıştı. Dünya çapında 12.000 adet basılan özel baskı 200 Gram Super-Heavyweight Vinyl'e basılmıştı. Buraya kadar her şey yolunda.

Bende kendi elimdeki baskıyı değiştirmek amacı ile özel baskı plağı almayı planlıyordum ki, sağolsun Cihangir Mendi benim içinde Amerika'dan bir kopya getirtmiş. Plağı bana verirken, baskı da bir sorun var sanki, belki benim pikabımdan kaynaklanıyordur dediğinde olayın üzerinde hiç durmadım. Ancak dediği gibi baskı tam anlamıyla facia. Bu kadar önemli bir albümün, bu denli özel baskısından beklemeyeceğiniz kadar kötü. ADA plak şirketi tam anlamıyla batırmış. 2 farklı pikapta dinlediğim albümü, neredeyse ezbere bildiğimden eski baskılarına göre durum vehametini anlamak için "altın kulak" olmaya gerek yok!

Albümü plak formatında almak isteyenler 200Gr Super-Heavyweight Limited Edition'dan kesin ve kati uzak dursunlar. Albümün plak versiyonunu edindiğinize sevinemediğiniz gibi, remaster işlemini yapanlara da küçük çaplı bir serzenişte bulunacağınıza eminim. Plağa verilen ve nakliyesi için ödenen paraya yazık. Ben üzerime düşeni yapıp, uyarımı yapmış olayım...

Jeff Buckley Hayatı, Grace Albümü, Music On Vinyl Baskısı Plakİncelemesi, Kısacası Bir Jeff Buckley Hikayesi.


Bu yazımda Jeff Buckley'in Grace albümüne Music On Viny plak firmasının yaptığı baskıyı incelemek istiyordum. Ancak Jeff Buckley çok sevilen bir müzisyen olmasına rağmen, dilimizde çok kapsamlı bir biyografisi bulunmadığından, ilk önce yaşamından bahsetmek istiyorum. Yazı biraz uzun olabilir ama keyifle okuyacağınızı umuyorum. Lafı uzatmadan olaya girelim.

Jeff Buckley veya tam adıyla Jeffrey Scott Jeff Buckley 1966'da doğup, 1997'de ölen Amerikalı şarkı sözü yazarı, şarkıcı ve gitarist. Müzik kariyerine Scotty Moorhead başlayarak daha sonra kendi adıyla tanındı. babası "Tim Buckley", çok iyi tanınan önemli bir müzisyendir (1) Tim Buckley'de erken yaşında, 28 yaşında öldü ne yazık ki. Buckley ailesinin kaderi bu belki de, kim bilir?

Buckley'in müziğine baktığımızda, normal yaşantısı olan bir insanın yapabileceği tarzda olmadığını söylemek mümkün. Bu yüzden ailesine biraz yakından bakmalıyız. Buckley'in babasının zaten tanınan bir müzisyen olduğunu söylemiştik ancak annesi de bir göz atmalıyız. Kökenleri Panama kanalı bölgesine dayanan "Mary Guiber", Yunan, Amerikan, Fransız ve Panama kanı taşıyor. Buckley, annesi ve üvey babası tarafından yetiştirilmiş. Üvey babasının ismi Ron Moorhead. Bu birliktelikten bir de kardeşi var, Corey Moorhead. Yazılıp çizilen biyografilerde bu durumun Jeff Buckley'i olumsuz etkilediği anlaşılıyor. O dönemlerde aile California'da yaşıyor ancak sık sık Orange County'e kaçıyormuş. Bu gidip gelmelerin onun ruhunun derinliklerine verdiği zararı tahmin etmek güç. Aile içerisinde ona Scotty ismi verilmiş. O yüzden müzik kariyerine aile içerisindeki ismi ve üvey babasının soy ismi ile başlıyor. Biyolojik babası "Tim Buckley" ile ancak 8 yaşındayken tanışıyor. Bir çocuğun küçük dünyasında bunun nasıl bir travma yaratacağını hemen herkes anlayacaktır.

“Tim Buckley” ile “Mary Guibert”in tanışmalarında okul arkadaşlığının etkisi büyük. 1965'de yüksek okulda okurken Fransızca dersinde tanışırlar. Mary ondan bir sınıf küçüktür. Tim için, Mary karmaşık aile yaşamından kurtuluşu simgelemektedir. Tim Buckley'in babası yani Jeff Buckley'in dedesi, II Dünya Savaşı gazisidir ve savaş sırasında başından ciddi şekilde yaralanmıştır. Yaşı ilerledikçe akıl sağlığında bozulmalar olur, saldırgan, kızgın yani son derece dengesiz ve ruh sağlığı bozuktur. Tim, Mary ile birlikteliği sayesinde evdeki bu kötü ortamdan kurtulabileceğini düşünür. Aslında birliktelik bir şekilde devam etmektedir ancak Mary'nin hamile kalması sonucunda evlilik kararı alırlar. Bu evlilik kararı her ikisinin aileleri ile kavga etmesine sebep olur. Hatta biyografilere bakılırsa evlilik töreninin yapıldığı kilisede bile tatsızlık sürmüştür. Evliliğin hemen ardından Mary'nin hamile olduğu anlaşılır. Bu durumu histerik hamilelik olarak açıklıyorlar. Aslında hamile olmayıp, hamile olduğunu zannetmek şeklinde açıklamak mümkün.

Jeff Buckley'in biyolojik anne ve babasının sorunlarla başlayan evlilikleri, sorunlarla devam eder. Yaşanan kavgaların sonu gelmez. Bu arada Mary, gerçekten hamile kalır; Jeff Buckley'e hamiledir. Gelmekte olan çocuk aileyi kurtarmaz. Artık evler ayrılmıştır ve çift birbirini nadiren görebilir. Yazılan çizilenlere göre Tim Buckley, müzik kariyerinde adım adım ilerledikçe evlilikten nefret eder hale gelir. Evliliğin yaşamını değiştireceğini kabul edemez. Bu kadar fırtınalı bir evlilik sadece 1 sene sürer ve Jeff Buckley doğduktan tam 1 ay sonra çift ayrılır. Tim Buckley, kendi öz oğlunu tam 8 yıl boyunca görmeyecektir. Mary Guiber ise kendisine yeni bir yaşam kurar.

Peki, Jeff Buckley neden müzik kariyerine başladığı Scotty Moorhead ismiyle devam etmez. Biyografilerde yazılanlara göre babasının 1975 yılında uyuşturucu overdose'ından ölmesinin ardından ona bir atıfta bulunmak için doğum sertifikasındaki orijinal ismi ile kariyerine devam etme kararı alır. Bazı biyografilerde Buckley soy isminin ona müzik dünyasında bazı kapıları açabileceğini düşündüğünden babasının soy ismini aldığını yazar. Ancak bu durumun pek böyle olmadığını düşünüyorum. Zaten önemli biyografilerde bu durumla alakalı bir bilgiye de rastlamadım. Çocukluk ve gençlik dönemi son derece sorunlu geçen bir gencin, hayatını değiştirebilmek için neredeyse hiç tanımadığı bir yaşamın parçası olup, yeniden başlangıç yapmaya çalışması son derece alışılagelmiş bir durumdur. Buckley'in hayatına baktığımızda yeniden başlamak istediğini son derece kolaylıkla anlamak mümkün. Biraz önce yazdığım cümle için de kendimi tebrik etmek isterim. Neyse isterseniz şimdi Jeff Buckley'in müzik kariyerinin kökenlerine bir göz atalım.

Jeff Buckley'in müzik ile tanışması hiç zor olmamış. Annesi, cello ve piyano çalabilen ve klasik müzik eğitimi almış bir insandı. Babası Tim'in de müziğini etkilediği söylenir. Ancak Jeff'in müzik hayatında en etkili kişi, üvey babasıdır. Ona erken yaşlarında Led Zeppelin, Jimi Hendrix, The Who, ve Pink Floyd gibi önemli toplulukları dinletir. Buckley, röportajlarında o yaşlarını evin içerisinde müzik sesi eksik olmazdı diye anlatır. Anneannesinin dolabında bulduğu bir gitarı çalmaya başladığında yaşı daha 5'tir. Üvey babasının ona hediye ettiği ilk albüm Led Zeppelin'in Physical Graffiti albümüdür. 10'lu yaşlarının başlarında ne olmak istediğini biliyordur; müzisyen. 12 yaşında ailesi ona ilk elektro gitarını alır. Gibson Les Paul'ün imitasyonudur ama o gitarın siyah renginden çok etkilenir. Tıpkı annesi ve biyolojik babası Tim gibi Loara High School'a gider ve oklun caz grubunda gitar çalar. Gibson Les Paul çakması gitarını aldığı dönemlerde KISS hayranı olmuştur, okulda ile Rush, Genesis ve Yes gibi progresif rock topluluklarına merak salar.


Okul sonrasında Hollywood'a taşınır ve müzik enstitüsünde müzik teorisi eğitimi alır. Daha sonraki yıllarda röportajlarında bunun tam anlamı ile saçmalık olduğunu, bir yılını boşuna geçirdiğini söyler. Boş işlerle uğraşmak yerine Ellington veya Bartók'un müziğini anlamaya çalışmak daha mantıklı olur demiştir. Müziğin içerisindeki armonik yapı belli ki, ilk gençliğinde Jeff'i çok etkilemişti. Tam altı yıl boyunca çeşitli, üçüncü sınıf mekanlarda gitar çalar, çeşitli topluluklarla konserler verir hatta bir reggae müzisyeni ile tura çıkar. Bazı plaklarda stüdyo müzisyeni olarak çalışır. Funk, reggae, caz, rock ve hatta heavy metal, tam bir karmaşa anlayacağınız.

1990'ların hemen başında Hollywood'da tutunamayıp, New York City' a taşınır. İşte bu dönemden itibaren hayatı değişmeye başlar. Qawwali müzğinin en önemli ismi Nusrat Fateh Ali Khan (2) ile tanışır. Qawwali, veya bizdeki ismiyle kavvali, eski geniş Hindistan (müslüman kısmı Pakistan olarak isimlendiriliyor bildiğiniz gibi) topraklarında Sufi Müslümanların müziğidir. Müslüman Türk-Moğol topluluklarının Hindistan'a akınlarla düzenlemelerinin ardından Hindistan'da Gazne Devleti gibi her alanda son derece ileri de devletler kurmuşlardır. İşte bu dönemde ortaya çıkan bu dini müzik tarzı neredeyse 700 yıllık bir geleneğe sahiptir. Bu yazımda bir değişiklik yapıp tarih konusuna çok girmesem iyi olur, yoksa yazı sayfalarca sürecek. Hızımızı biraz arttıralım isterseniz!

Buckley, müzik kariyerine devam edebilmek için bir albüm yapması gerektiğini artık bilmektedir. Babasının ilk dönemlerde menajerliğini yapan Herb Cohen'i bulur ve ilk demosunu onun yardımı ile yapar. Babylon Dungeon Sessions isimli demo, 4 şarkıdan oluşan bir kasettir. "Eternal Life", "Unforgiven" (daha sonra ismi "Last Goodbye" olarak değiştirilir), "Strawberry Street" ve "Radio" şarkılarından oluşan demonun plak şirketlerinin ilgisini çekmesini dilemekten başka yapılabilecek bir şey yoktur. Demo'nun hemen ardından New York'a geri dönen Jeff, babası için düzenlenen bir konserde yeni şarkılarının prömiyerini yapar. Tüm kariyeri boyunca şarkı söylemekten kaçınan Jeff, ilk kez şarkı söylemeye başlamıştır. Performansı konseri düzenleyen Hal Willner'ın ilgisini çeker. Babasının hayatına en ufak bir etkisi olmamıştır, en iyi en kötü günlerinde onunla birlikte olmamış, birbirlerini tanıma hatta bırakın tanımayı konuşma şansları olmamıştır. Ancak babası için düzenlenen bir konserde Jeff profesyonel kariyerinin ilk adımını atar. Ne garip değil mi?

1990'ların başındaki New York günlerinde Gary Lucas ile işbirliği ile "Grace" ve "Mojo Pin" gibi önemli şarkıları yazarlar. Bu arada “Gods and Monsters” topluluğu ile müzik yapmaya devam etmektedir. Bu topluluk Gary Lucas'ın projesidir. Topluluk ile uzun zaman takılan Jeff, ilk albümlerinin yayınlanmasının ardından topluluğu terk eder. Başladığı yere dönen Jeff, yine cafelerde, kulüplerde müzik yapmaya devam eder. Repertuvarı çaldığı kafeye göre değişir, folk, rock, Rythm and Soul, blues, caz ve aklınıza ne gelirse. Bu dönemde Nina Simone, Billie Holiday, Van Morrison, ve Judy Garland gibi önemli vokalistleri keşfettikçe vokal tekniğinde önemli dönüşümler yaşanır. Vokalistlere iyice kafayı takar, Nusrat Fateh Ali Khan, Bob Dylan, Édith Piaf, Elton John, The Smiths, Bad Brains, Leonard Cohen, Robert Johnson, Siouxsie Sioux akılınıza gelebilecek hemen her müzik tarzından önemli isimleri dinler. Jeff Buckley'in farklı dönemlerde yayınlanmış konser performanslarına dikkat ederseniz, yıllar geçtikçe oluşan farklılıkları görebilmeniz daha kolay olur. Sonunda plak şirketlerinden bir tanesinin ilgisini çekmeyi başarır. Columbia Records'tan Clive Davis onunla görüşür, anlaşırlar ve 1992'de el sıkışırlar. 1993'te ilk kayıtlar yapılır ve ilk EP'si, hemen ardından da 1994'de Grace yayınlanır. Evet sonunda Grace'e gelebildik


Grace, 23 Ağustos 1994'de yayınlandı. İlk yayınlandığı dönemlerde çok az ilgi gördü ancak zaman içerisinde önemli bir satış başarısı yakaldı. Albümün 10. yılı dolayısıyla 2004'de "Legacy Edition" denilen uzatılmış bir versiyonu yayınlandı. Bildiğim kadarı ile Legacy Edition plak formatında basılmadı. Sadece 2004'de “Forget Her” EP'si remaster plağa eklenerek limited edition olarak piyasaya sürüldü. Meraklısına plak baskılarının seceresi şu şekilde;

1994 ilk baskı Columbia 57528 (Avrupa'da CBS aynı kodu kullanarak)
2004 Sony Music 92881 “Forget Her” 45'liği ile birlikte (meraklılar çeşitli açık arttırma sitelerinden 50 Doların azıcık aşağısına fiyatlara bulabilirler)
2008 Columbia 9726950 Bu baskı plakların piyasada tükenmesi üzerine yeniden baskıdır. Ancak remaster edilmiştir.
2009 Music on Vinyl MOVLP 007 Remaster edilerek 180Gr plak formatında piyasaya sürüldü.
2009 Grace Eps Music on Vinyl MOVLP026 5 adet 180Gr'lık plak. Bir nevi Legacy versiyonu gibi düşünebilirsiniz. Albüm çıkmadan önceki EP'lerin toplanmış hali. Şu an içinde elimde yok ama yakında alırım!
2010 Sony Music Entertainment 8869777983 180gr remaster edilmiş baskı.

Albüm için şarkıları teker teker ele alıp yorum yazmak istemiyorum açıkçası. O konuya girdiğinde çıkabilmem pek mümkün değil. O yüzden Ekinoks Müzik tarafından ülkemize yeni getirilmeye başlanan Music on Vinyl baskısından bahsetmek istiyorum. Albümle alakalı olarak aşağıya eklediğim videoyu seyretmek sanırım yeterli olacaktır. Yani bugüne kadar bu albümü edinmediyseniz, hemen almanızda fayda var. Music On Vinyl, albümü baskıya hazırlamadan önce tamamen elden geçirmiş. 2008 baskısı ile karşılaştırma yapıldığında aradaki farklardan anlaşılabileceği gibi, özellikle detay seviyesinde fark hemen dikkat çekiyor. Grace yapısı itibarı ile içsel bir albüm ve aranjmanların yapısı dolayısıyla sessizliğin önemli olduğu bir albüm. Çıtırdama istemediğim albümlerden bir tanesi.

Şarkılara girmeyeyim dedim ama dayanamadım ne yazık ki. "Mojo Pin" ve "Grace" yukarıda yazdığım gibi New York günleri bestesi. Jeff Buckley ve Gary Lucas ortak yapımı olan 2 şarkı. Albümün açılış parçası Mojo Pin, son derece sakin yapılı, vokalin ve gitarın tonlarının ön planda olduğu bir şarkı.  "Last Goodbye"ın ardından gelen  "Lilac Wine" gerçekten çok güzel bir şarkıdır. James Shelton tarafından bestenen şarkı çok sayıda müzisyen tarafından seslendirilmiştir. Jeff Buckley, Nina Simone versiyonunu tekrar ele alarak aranjman yapmış. "So Real" bir Jeff Buckley-Michael Tighe ortak çalışması. Michael Tighe, tıpkı Jeff gibi söz yazarı ve şarkıcı. 1990'larda New York'ta tanışan ikili, daha sonra birlikte bazı şarkılar yapmışlar. Daha sonra yayınlanan materyallerde Michael Tighe ismine rastlamak mümkün.  "Hallelujah" ise albümün neredeyse en bilinen şarkısı. Leonard Cohen'in bestesine Jeff Buckley mükemmel bir aranjman yapmış. "Lover, You Should've Come Over" benim çok sevdiğim bir parçadır. Sözlerine özellikle dikkat.  "Corpus Christi Carol" anonim bir beste ancak düzenlemede İngiliz besteci Benjamin Britten'a sadık kalınmış. 16. yüzyıldan beri bilinen şarkı, bir yanıyla kutsal kase efsanesinin İngiltere ayağına dayanıyor. Tabii bu konuya hiç girmeyeyim malum bu konuda yazmaya başladığımda en az 4-5 sayfa yazıyorum "Eternal Life"ın ardından gelen "Dream Brother" ise (Jeff Buckley'in yanında albümde basları çalan Mick Grondahl ve perküsyoncu Matt Johnson'ın ortak bestesi.

Geçtiğimiz senelerde  Grace albümü ülkemize ithal edilmişti. Tabii ki gelen plaklar kısa bir süre içerisinde tükendi. Hollandalı Music On Vinyl firmasının yaptığı baskı, hazır ülkemize gelmişken ve makul fiyata satılıyorken (3) albüm de elinizde yok ise mutlaka edinin. Albümdeki şarkılara, söyleniş tarzına baktığınızda sanki Jeff Buckley, öleceğini hissetmiş de albümü o şekilde, o duygu haliyle kaydetmiş diyeceğiniz, karmaşık bir yaşam öyküsünün yansıması olan son derece etkileyici bir albüm. Plak baskısı son derece başarılı. tavsiye edilir. Aşağıdaki videoyu seyretmeyi unutmayın!

(1) Tim Buckley'in kendi adını taşıyan ilk albümü ve "Goodbye and Hello" folk etkisinin yoğun olduğu albümler. Ancak 1970'lere gelindiğinde çok önemli bir evrim geçirir ve müziğinin içine psycodelic öğeler daha fazla girer. Müzikseverler bu albümleri aman gözden kaçırmasınlar. Ancak "Greetings from L.A." ve "Sefronia and Look at the Fool" albümleri için aynı şeyi söyleyebilmem güç. Ben olsam uzak dururdum. (2)  Nusrat Fateh Ali Khan'ın Realworld'ten (biliyorsunuz Peter Gabriel'in plak şirketi)  yayınlanan Love Songs albümünü şiddetle tavsiye ederim. (RWMCD3) Tabii buradaki aşk, yaradana duyulan aşk. Romantik albüm diye satın alıp, kızmayın sonra bana :) (3) Son yıllarda aynı albümü birden fazla plak şirketi basabiliyor. Çoğu kapak orijinal olarak basıldığından, plak kapaklarından hangi plak şirketinin baskısı olduğunu anlamak çok zor. Hangi plağı kimin bastığını bulmanın en iyi yolu barkoda bakmak. Böylelikle hangi plak şirketinin baskısı olduğunu anlayabilirsiniz.