Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun 29 Ekim 2010!
Her zaman olduğu gibi 29 Ekim sabahı resmi geçide katılmak üzere yollara koyulduk ailecek. Sabah oldukça soğuktu ancak katılım gayet çoşkuluydu. Resmi geçitten bir kaç fotoğraf ekleyeyim dedim. Tamam tarih öncesinden kalan bir cep telefonum olduğu için fotoğraflar pek başarılı değil ama önemli olan öyle veya böyle 2010 Cumhuriyet Bayramının anısı olması.
Herkesin Cumhuriyet Bayramını kutlarım.
Filmlerde Pikaplar ve Plaklar; High Fidelity
Bilgisayarımda temizlik yaparken, Stereo Mecmuası'nın ilk müzik sayısında yer verdiğimiz High Fidelty filminden aldığım ekran görüntülerine denk geldim. Filmi burada enine boyuna anlatmaya çalışmıştım. Resimlerini siteye eklemeyi unutmuşum. En azından kendi bloğumda yer vereyim dedim.
Mini Reel Teyp
Makara teypleri seviyoruz. Hemde her boyutta her özellikte olanları. Benimde bir Revox B77've Grundig TK-145'im var. Ancak bunlardan çok daha minik makara teyp çalarlarda var. Onların teyp makaraları son derece küçük oluyor. Tıpkı yukarıdaki gibi. Soundcraft'ın yukarıdaki örneği plastik ama metal olanları da var. Güzel oyuncaklar...
Grinderman - Heathen Child Video
Nick Cave'ın son alamet-i farikası olan Grinderman 2 albümünden devamlı bahsediyorum. Geçtiğimiz Eylül'de yayınlanan ilk single olan "Heathen Child"ın videosunu bloğuma eklemeyi nasıl olduysa unutmuşum. John Hillcoat tarafından çekilen video, ikinci albümün uçuk konseptine son derece uygun olmuş. İyi seyirler..
Total War Shogun 2
Eskisi gibi bilgisayar oyunları ile haşır neşir olamıyorum ancak hayır diyemeyeceğim bir oyun var; Total War serisi. Creative Assembly firması ilk oyunu olan Shogun'ın 10. yıl dönümünde bu oyunun yenisini duyurdu. Yukarıda oyunun pre-alpha sürümünden bir savaş sahnesi var. Pre-alpha sürümü oyunun taslak hali diyebiliriz. Video da görebileceğiniz gibi taslak böyle ise, gerçeği nasıl olacak hayal edemiyorum. Oyun 2011 yılında yayınlanacak. Sanırım müzik dinlemeye tek ara vereceğim sebep bu oyun olacaktır. Çıksa da, oynasak..
Değer Terem Amplifikatör
Bundan uzun zaman önce okuyucularımızdan Değer Terem tarafından üretilen cihazların resimlerini bizlerle paylaşmanı rica etmiştim. Amacım ülkemizde üretilen bu cihazların resimlerini bir araya toplamak ve geleceğe aktarmaktı. Bu çağrımıza uzun süre sonra gelen ilk yanıt Sn. Bora Gürdal'dan geldi. Kendisine çok teşekkür ederim. Ürünün modelini bulur bulmaz ekleyeceğim.
Bad Religion - Broken 7"
Bad Religion, 1970'lerin sonunda ortaya çıkmış bir punk grubu. 1980'ler boyunca müzik alanında çok albüm yayınlamamış olmasalar da, 1990'larda yayınladıkları albümlerle fırtına gibi estiler. 1989'da No Control Never, 1990'da Against the Grain, 1992'de Generator, 1993'de Recipe for Hate ve 1994'da Stranger Than Fiction albümleri benim açımdan önemlidir. Zaten albümler öyle albümler ki, aralarından herhangi birini dinlemeye başladığınızda pikaptan kaldırabilmek mümkün değildir. Bundan seneler önce Murat ile Çeşme'de müzik dinlerken tanıştığım bu topluluk, zaman içerisinde dönüp dolaşıp dinlemekten keyif aldığım punk rock topluluklarından bir tanesidir. Zamanında Atlantis Müzik topluluğun albümlerini ithal etti. Tabii ki her birini satın aldım. Bir de 45'lik sipariş etmiştim. Epitaph Europe tarafından yayınlanan Broken EP'si. 2002'de yayınlanan 45'liğin A yüzünde Broken, B yüzünde ise Faith isimli şarkılar var. Bu arada kapağı da harika...
Bu plakla ilgili videoyu Broken olarak belirlemiştim. Vazgeçip (21st Century) Digital Boy'ın videosunu ekleyeyim dedim. Pek güzel oldu...
Murat kulakların çınlamıştır inşallah ...
Taşınabilir Plak Kutusu
Sizlere burada bahsettiğim Harri Koskinen plak kutularının taşınabilir versiyonu. Sanırım 169 Dolar'lık fiyat etiketi taşıyor. Bu da çok keyifli...
Kammerzelt Conqueror, Emporer, Magician, Emporess, Harlequin, S.T.D.Dileması :)
1990'lı yıllarda ben yaşlarda olup kazaran ellerine hifi dergileri geçmiş olanlar fiyat listelerine dikkatle bakmış ve marka/modelleri incelemişlerdir diye tahmin ediyorum. O dönemin dergilerinde bir çok markaya yer verilirdi listelerde. Ben bu ürünlerin neye benzediklerini çok merak ederdim. Yıllar sonra internet yaygınlaşınca merak ettiğim hemen hemen tüm markaları bulmayı başardım. Ancak bir tanesi var ki, izini bulmak çok zor.
Bu markanın adı Kammerzelt. Firmanın Alman olduğunu kesin olarak biliyorum. 1990'ların başlarında bazı Avrupa ülkelerine ve Uzakdoğu'ya satış yaptıklarını tahmin ediyorum. Firma, Almanya'da o yıllarda görmeye pek alışkın olmadığımız ürünler üretmiş. Muhtemelen firmanın en önemli ürünü bir push pull entegre amplifikatör olan Kammerzelt Conqueror. O dönem için yazılan çizilenlere göre piyasadaki en büyük vakum tüplü amplifikatör(müş) 30W güç üretebilen amplinin 1990'lardaki satış fiyatı 12.500 Sterlin civarlarında. O dönemlerde Jadis'in oldukça büyük boyutlu JA-200 Mono bloklarının piyasada olduğunu düşünürsek bayağı büyük olduklarını tahmin etmek hiç zor değil. Firmanın bir de Kammerzelt Emporer (Emperor değil kesin eminim) adlı bir Single Ended Triode amplifikatörü de mevcut. 2 adet 300B ile donatılmış bu ampli yine 1990'larda 4.500Sterlin civarlarında bir fiyat etiketine sahipmiş.
Firmanın o dönemlerde ürettiği 2 adet pre-amplifikatörün izine de ulaşmıştım. Kammerzelt Magician ve Emporess. Sırasıyla 500 ve 3.700 Sterlin fiyat etiketleri olan ürünler, Telefunken'in mini tüpleri ile donatılmış. Tahminen ECC ailesinden tüpler. Kammerzelt Magician line stage özelliğinde iken Kammerzelt Emporess'in pikap katı da mevcut. Kammerzelt Harlequin ise bir phono pre-amp. Fiyatı ise 750 Sterlin civarında. Muhtemelen Magician ile kullanılmak üzere üretilmiş.
Firmanın elektronikleri haricinde ürettiği bir kaç hoparlör var. Bendeki notlara göre o dönemlerde fiyatları gayet makul ürünler. Kammerzelt Mini Reference, adından anlaşılabileceği gibi monitör tarzı bir hoparlör olmalı. İki yollu hoparlörün fiyatı 400 Sterlin civarındaymış. Bunun haricinde firmanın bayağı hoparlörü var. Mini Tower, Compact Reference, Tuenjai ve Trans-Double klasik yapılı diğer hoparlörleri olarak görünüyor. Bunlardan en sonuncusunun fiyatı 1.500 Sterlin civarlarında. Bir de Kammerzelt S.T.D adında transmission-line yapılı göreceli yüksek desibelli ve 2.000 Sterlinden yüksek bir fiyat etiketine sahip bir hoparlörü daha var.
İşin komik tarafı firmanın hoparlörlerine bir kaç Uzakdoğu satış sitesinde denk geldim. Ancak ampliler ve pre'ler ile alakalı ne bir fotoğraf ne bir bilgiye rastlamadım. Neden lazım diyorsanız sadece merak. Elinde bilgi, belge ve özellikle elektroniklerin fotoları olan biriler varsa benimle iletişime geçerlerse çok sevinirim.
Gecenin bir vakti bunun aklıma takılması garip, en iyisi gidip uyuyayım...
Blog Action Day 2010: Su Tasarrufu
Biliyorsunuz geçtiğimiz sene Stereo Mecmuası olarak ilk kez Blog Action Day'e katılmıştık. Bu sene de tüm dünyadan binlerce bloğun katıldığı organizasyona katıldık. Her sene düzenlenen bu etkinlikle alakalı blogactionday.change.org adresinden daha ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.
Bu senenin konusu "su"
Küresel ısınmanın bir şehir efsanesi olmadığını son yıllarda iyiden iyiye ispatlandı. Ülkemiz ilkokul bilgilerimize göre su yönünden zengin olmasına rağmen, büyük şehirlerimiz yazları su kesintileri yaşıyor. Tarım alanları susuz kalıyor. Daha önce şırıl şırıl derelerin aktığı yerlerde ise su buharlaşıp yok olmuş gitmiş durumda. Tamam bunda hepimizin suçu var ancak her şey bitmiş değil. Bireysel olarak yapabileceğimiz bir çok şey var. Haydi bunlara bir göz atalım,
1- En bilindik şey, dişlerimizi fırçalarken, su akmasın. Suyu kullanmadığınız zaman kapatın. Ağzınızı çalkalayacağınız zaman suyu açın, çalkalama esnasında suyu kapatın. Ciddi şekilde su tasarrufu yapacaksınız.
2- Sakal tıraşı olurken de, aynı şekilde tasarruf etmek mümkün. Örneğin suyu sadece tıraş bıçağınızı yıkayacağınız zaman suyu açın. Emin olun ki, bu bile ciddi bir su tasarrufu sağlayacaktır. Olayı abartmak isteyenler sakal tıraşı olmayı bırakıp, kaptan mağara adamı gibi gezebilirler. Bu durum sosyal hayatınızı dinamitlemek olacağından olayı abartmamanızı tavsiye ederim :)
2- Sakal tıraşı olurken de, aynı şekilde tasarruf etmek mümkün. Örneğin suyu sadece tıraş bıçağınızı yıkayacağınız zaman suyu açın. Emin olun ki, bu bile ciddi bir su tasarrufu sağlayacaktır. Olayı abartmak isteyenler sakal tıraşı olmayı bırakıp, kaptan mağara adamı gibi gezebilirler. Bu durum sosyal hayatınızı dinamitlemek olacağından olayı abartmamanızı tavsiye ederim :)
3- Bulaşık makinesi kullanmak. Bu konu gerçekten çok ilginç. Bulaşık makinesini tepeleme doldurmak yerine elde yıkamak isteyince gerçekten çok daha fazla su harcıyoruz. Yeni nesil bulaşık makineleri gerçekten çok az su ve elektrik harcıyorlar. Tabii makineyi tepeleme doldurmak için, bardak, tabak ve çatal/bıçak stoğunuzun yeterli olması gerekli. Stoğunuz eksik ise alışveriş için hiçbir kadın bu konuda size hayır demez. Ama dikkat edin, tasarruf yapacağız derken hanım sizi batırmasın.
4- Meyve sebze yıkarken, önce bir kaba su doldurun. Önce bir süre meyve, sebzenizi bu kap içerisinde tutun. Böylelikle zirai ilaçlar gibi meyve sebzeyi kaplayan kimyasallardan kurtulursunuz. Daha sonra musluk suyu altında durulayıp, meyve sebzenizi kullanabilirsiniz. Tema'nın araştırmasına göre 4 kişilik bir aile bu konuya dikkat ederek senede 18 ton su tasarrufu yapabilir.
5- Duş yaparken olayı abartmayıp, biraz daha az su altında kalın. Yine tertemiz olursunuz ama 1 dakika az duş ile yaklaşık 4 ton su tasarrufu yapabilmeniz mümkün. Bu arada musluklarınız ve duşlarınızın baş kısımlarını modern parçalarla değiştirmenizi tavsiye ederim. Bu baş kısımları, hava ile suyu karıştırıp daha yüksek basınçla akıtıyor. Böylelikle daha az su ile daha yüksek basınç sağlarsınız.Star Wars Tie Fighter Hoparlörler
Bu aralar ev sinema sistemleri ve bu sistemlere uyumlu hoparlörler son derece popüler. Star Wars fanatikleri için sinema odalarını şenlendirecek harika bir hoparlör setini yukarıda görüyorsunuz. Tie Fighter şeklinde uydu hoparlörler ve Star Wars logolu bir subwoofer. Her eve lazım...
Danilo Rea at Schloss Elmau - A Tribute to Fabrizio De André CD
Son günlerde edindiğim CD'ler içerisinden bir tanesini sizlere tanıtmak istiyorum. Albüm, Danilo Rea'nın Fabrizio De André anısına yaptığı CD'si. Bu yazımda tersten başlayayım. İlk önce kısaca André'yi tanıyalım.
Fabrizio De André (1940-1999) benim bir arkadaşım sayesinde tanıştığım bir müzisyen. Aslında ona müzisyen demek doğru olmaz. De André bir çok insan için özellikle de İtalyanlar için bir şairdir. O hikayeler anlatır, çoğunlukla direnişlerden, karşı durmalardan, isyanlardan bahseder. Marjinallerden, marjinalliklerden bahseder. Ama marjinal olmaya çalışanları değil, gerçekten öyle olanları anlatır. Toplumun en alt katlarını ve onların hikayelerini bizlere anlatır, kumarbazları, hilebazları, bedenlerini satmak zorunda kalanları. Devrimlerden bahseder. Bunları öyle bir şekilde yapar ki, İtalyanca anlamayan bizler onu aşk şarkıları söylüyor zannederiz. Sonra bir gün İtalyanca sözlerin İngilizce (Fransızca veya diğer bir dilde) çevirilerine göz atarız ve şaşırırız. Fabrizio De André'yi yakından tanımak isteyen okuyucularımız, şairin öldüğü sene Sony Italia tarafından yayınlanan "Opere Complete" setini alıp dinlemeye başlayabilirler. Sözlerin çevirilerine de ulaşırlarsa en az bir kaç ay sürecek bir maceraya merhaba diyeceklerdir.
Danilo Rea'yı tanımak için ise albüm kitapçığına bir göz atalım. 1957'de doğan İtalyan müzisyen, vatandaşı olan Stefano Bollani ve Enrico Pieranunzi (Gaslini'yi unutmuşlar. Ustayı anmadan olmaz) gibi uluslararası müzik arenasında kendisine yer edinmeyi başarmış. Klasik müzik eğitimini Santa Cecilia konservatuarında tamamlayan müzisyen ilk çalışmalarını Rome Trio'da Roberto Gatto ve Enzo Pietropaoli ile gerçekleştirmiş. Önemli isimlerle birlikte çalışma fırsatı bulmasıyla müzikal manada kendini geliştirme olanaklarına sahip olmuş. Liste göz kamaştırıcı; Chet Baker, Lee Konitz, Steve Grossman, Phil Woods, Art Farmer, Curtis Fuller ve Kenny Wheeler bu listenin bir bölümündeki isimler.
Albüm yazının başında yazdığım gibi De Andre'ye adanmış. İlk parça olan "Bocca di Rosa" ile beni benden alan İtalyan piyanist çok keyifli bir yoruma imza atmış. "Bocca di Rosa" De André'nin ilk resmi albümü Vol.I'de (1967) yer alıyor ve marş niteliğinde. "Il pescatore" ise balıkçıların Hikayelerini anlatan bir şarkı. İlk kez 1970'de 45'lik olarak yayınlanan şarkı daha sonra çeşitli toplama setlerinde kendisine yer bulmuş. "Ave Maria" aslında bir Sandunya adası halk şarkısı. De Andre bu şarkıyı yeniden düzenlemiş ve L'indiano (1981) albümde seslendirmişti. Danilo Rea, şarkıya çok özenli ama abartıya kaçmayan dokunuşlar yapmış. "La ballata dell'amore cieco" ise çok bilindik bir İtalyan baladı. Frank Sinatra'nın da yorumladığı eser Rea tarafından ruhuna son derece uyacak şekilde yorumlanmış. Meraklılar için ek bilgi şarkıyı De Andre'de 1966 yılında 45'lik formatında yayınlamış. "La stagione del tuo amore" De Andre'nin 1967'deki ilk albümünden alıntı. Bu hüzünlü şarkının yorumu da çok çok güzel.
Girotondo, Rea'nın emprovizayon kabiliyetini gösterdiği bir şarkı. Gian Piero Reverberi (De André ile tanışanlar bu isimle çok denk gelecekler) düzenlemesiyle 1968 yılında "Tutti morimmo a stento" albümünde bulabileceğiniz şarkıya Rea'nın yaptığı düzenleme ve performans 10 üzerinden 10 verilecek düzeyde. Kesinlikle albümdeki favori parçam. "La canzone di Marinella" De André'nin 1964'de 45'lik olarak yayınladığı bir parça. "Carlo Martello" ise ilginç bir parça. Poitiers savaşını anlatan ama oldukça kinayeli parça, oktavlar arasında giden gelen yapısı ile çok başarılı şekilde icra edilmiş. "Valzer per un amore" albümün son parçası ama albüm biterken tadı damağında kaldı. Eh dahası yok mu diyor insan. Hemen bir anekdot; "Valzer per un amore" De Andre'nin babası, eşi hamile ilen onun acısını azaltmak için Gino Marinuzzi'nin Sicilya suitini çalarmış. Belki de De Andre'nin o zaman hafızasına işlenen melodiler Pierre de Ronsard sonesi ile birleşince aşk için vals (Valzer per un amore) ortaya çıkmış.
Albümde ayrıca Rea'nın kendi bestesi olan 2 şarkı da var; "Oona / Caro amore" ve "Highlands". Albümün genel havası ile uyumlu bu iki parça, bir nevi Hommage To "De André" (De Andre'ye saygı göstermek) amacıyla yazılmış.
Bir İtalyan müzisyenin, efsanevi bir İtalyan şair ve müzisyenin uzun bir zaman dilimi içerisindeki eserlerinden seçkileri yorumladığı harika bir albüm. Tek piyano, önemli şarkılar ve en önemlisi Rea, muhtemelen onun içinde bir idol olan De Andre'nin eserlerini emprovizasyonda abartıya kaçmayarak, en önemlisi de duygularını geri plana atmayarak yorumlamış.
İskandinav tarzı tek piyano ile icra edilen müziğe bir ara verip, Akdeniz sıcaklığında tonları, De André'nin aykırı şiirlerindeki duygularla harmanlanmış bu albüme bir şans vermenizi öneririm. Kayıt ise ACT albümlerinden tam da beklediğimiz gibi. Gayet başarılı.
referans kodu: Danilo Rea at Schloss Elmau - A Tribute to Fabrizio De André ACT 9759-2
Albüm yazının başında yazdığım gibi De Andre'ye adanmış. İlk parça olan "Bocca di Rosa" ile beni benden alan İtalyan piyanist çok keyifli bir yoruma imza atmış. "Bocca di Rosa" De André'nin ilk resmi albümü Vol.I'de (1967) yer alıyor ve marş niteliğinde. "Il pescatore" ise balıkçıların Hikayelerini anlatan bir şarkı. İlk kez 1970'de 45'lik olarak yayınlanan şarkı daha sonra çeşitli toplama setlerinde kendisine yer bulmuş. "Ave Maria" aslında bir Sandunya adası halk şarkısı. De Andre bu şarkıyı yeniden düzenlemiş ve L'indiano (1981) albümde seslendirmişti. Danilo Rea, şarkıya çok özenli ama abartıya kaçmayan dokunuşlar yapmış. "La ballata dell'amore cieco" ise çok bilindik bir İtalyan baladı. Frank Sinatra'nın da yorumladığı eser Rea tarafından ruhuna son derece uyacak şekilde yorumlanmış. Meraklılar için ek bilgi şarkıyı De Andre'de 1966 yılında 45'lik formatında yayınlamış. "La stagione del tuo amore" De Andre'nin 1967'deki ilk albümünden alıntı. Bu hüzünlü şarkının yorumu da çok çok güzel.
Girotondo, Rea'nın emprovizayon kabiliyetini gösterdiği bir şarkı. Gian Piero Reverberi (De André ile tanışanlar bu isimle çok denk gelecekler) düzenlemesiyle 1968 yılında "Tutti morimmo a stento" albümünde bulabileceğiniz şarkıya Rea'nın yaptığı düzenleme ve performans 10 üzerinden 10 verilecek düzeyde. Kesinlikle albümdeki favori parçam. "La canzone di Marinella" De André'nin 1964'de 45'lik olarak yayınladığı bir parça. "Carlo Martello" ise ilginç bir parça. Poitiers savaşını anlatan ama oldukça kinayeli parça, oktavlar arasında giden gelen yapısı ile çok başarılı şekilde icra edilmiş. "Valzer per un amore" albümün son parçası ama albüm biterken tadı damağında kaldı. Eh dahası yok mu diyor insan. Hemen bir anekdot; "Valzer per un amore" De Andre'nin babası, eşi hamile ilen onun acısını azaltmak için Gino Marinuzzi'nin Sicilya suitini çalarmış. Belki de De Andre'nin o zaman hafızasına işlenen melodiler Pierre de Ronsard sonesi ile birleşince aşk için vals (Valzer per un amore) ortaya çıkmış.
Albümde ayrıca Rea'nın kendi bestesi olan 2 şarkı da var; "Oona / Caro amore" ve "Highlands". Albümün genel havası ile uyumlu bu iki parça, bir nevi Hommage To "De André" (De Andre'ye saygı göstermek) amacıyla yazılmış.
Bir İtalyan müzisyenin, efsanevi bir İtalyan şair ve müzisyenin uzun bir zaman dilimi içerisindeki eserlerinden seçkileri yorumladığı harika bir albüm. Tek piyano, önemli şarkılar ve en önemlisi Rea, muhtemelen onun içinde bir idol olan De Andre'nin eserlerini emprovizasyonda abartıya kaçmayarak, en önemlisi de duygularını geri plana atmayarak yorumlamış.
İskandinav tarzı tek piyano ile icra edilen müziğe bir ara verip, Akdeniz sıcaklığında tonları, De André'nin aykırı şiirlerindeki duygularla harmanlanmış bu albüme bir şans vermenizi öneririm. Kayıt ise ACT albümlerinden tam da beklediğimiz gibi. Gayet başarılı.
referans kodu: Danilo Rea at Schloss Elmau - A Tribute to Fabrizio De André ACT 9759-2
B.C.Rich'i Ayrı Severim, Warlock'u Ayrı :)
Malum gitarla alakalı herkesin veya gitarın bir şekilde girdiği müzik tarzlarını dinleyen müzikseverlerin takıntılı olduğu gitar markaları vardır. Muhtemelen en çok taraftara sahip marka modeller; Gibson Les Paul ve Fender Stratocaster'dır. Muhtemelen bunların arkasından Ibanez, Jackson, Hamer, Epiphone, Wasburn, Charvel, Cord, Yamaha derken liste uzar ve uzar. Benim favorim ise biraz farklı. B.C.Rich markasını çok severim özellikle de bir modelini; Warlock. Sap kısmı içinde olmaz ise olmaz tabii ki Widow! İlerleyen senelerde buna çok benzeyen birde Beast sap yaptılar onu sevmiyorum. Yukarıdaki resimdeki Widow, çok agressif görünüyor. Warlock'ların tonu biraz serttir, çoğu zaman modifikasyon yapılsa bile çok parlak sonuçlar alınmıyor. Benim pek umurumda değil. Zaten gitar çalmayı da becerebildiğimi söyleyemem ama Warlock'um elimde ve gitar amplisinden kaos akıyor. Eh insan daha ne ister ki.
Odyofil Devlet Başkanı
Geçenlerde Ahu Ünalp (Mikrop Gramofon) bir haber göndermişti. Bloğuma ekleyeyim dedim. Yukarıda Dmitry Medvedev müzik sisteminin başında görülüyor. Haberde 200.000 Dolarlık müzik sisteminin ayrıntıları verilmiş. Pikap Avid'in Acutus Reference modeli, hoparlörler 75.000 Dolarlık İsviçre'li Daniel Hertz M1 hoparlörü. Diğer ayrıntılar verilmemiş. Tabii Rus blogger'lar hemen tepki vermişler, Rusya'da bir çok ucuz ve kaliteli marka varken neden bu ürünler seçilmiş diye. Başkan Medvedev başta Deep Purple olmak üzere rock müzik dinliyormuş.
Bu arada Başkan Medvedev'in çok ilginç ve özel üretilmiş bir Simon Yorke pikabı da var. Hem üreticinin kendi sitesinden hemde çok yakın bir arkadaşım dolayısıyla bu konu kesin gibi. Demek ki, farklı bir yerde bir müzik sistemi daha var. Bu arada yukarıdaki resim Medvedev ve Putin görüşmesi sırasında çekilmiş. Medveyev yazdığım gibi rock dinlerken, Putin vatansever Rus şarkılarını dinlemekten hoşlanıyormuş.
Vay be, odyofil devlet başkanı bile varmış!
Resim: Dmirty Asttakhov/EPA
Grinderman 2 Promo Resimleri
Nick Cave, Grinderman projesi ile çok farklı bir şekilde karşımıza çıkmıştı. İlk albümün yorumunu Stereo Mecmuasında ben yapmıştım. Albümü o dönemde yere göğe koyamamıştım. Hala da zevkle dinliyorum. Bu sene ikinci albüm geldi ve dinleyici olarak yine çok mutlu oldum.Nick Cave, Warren Ellis, Martyn Casey ve Jim Sclavunos yeni albümde ilginç malzemeler yayınlıyor. Yukarıda iki çizim var. Anlayabilene aşk olsun...
Blood, Sweat & Tears - Back Up Against The Wall 7"
Blood, Sweat & Tears oldukça farklı bir Amerikan rock grubu. Muhtemelen müzik tarzını isimlendirmenin mümkün olmayan ancak bol bol fusion lafını geçirebileceğimiz topluluk 1960'ların ortalarından günümüze kadar müzik yapmaya devam ediyor. Sayısız eleman değişikliği yaşayan Blood, Sweat & Tears'in ilginç bir özelliği, benim açımdan her albümünde gelenler gidenler ile genel müzik tarzındaki değişikliklerdir. 45'lik 1972 tarihli New Blood ile 1973 tarihli No Sweat albümleri arasında yayınlanmış. Zaten 45'liğin B yüzündeki "Over The Hill" 1972 albümünden alınmış. A yüzünde ise "Back Up Against The Wall" şarkısı bulunuyor. Şarkı çok keyifli ancak internet'te güvenilir bir sitede video bulamadım. Ancak videosuz olmaz diyerek Lucretia MacEvil / Spinning Wheel şarkılarını ekliyorum.
Figüratif Sanal Mağazası Açıldı!
Sizlere bir süre önce bahsettiğim Figüratif mağazası sonunda açıldı. Mağazanın sahibi MT (aka Bib Fortuna) benim çok uzun zamandır tanıdığım, çok sevdiğim kadim bir dostum. Figür dünyası konusunda son derece bilgili ve meraklı bir insanın yapacağı türden bir iş yapıyor. Ucu bucağı olmayan bir dünya içerisinden dikkatle seçilmiş ürünler, itibarlı markalar ile ülkemizdeki figür meraklıları için yepyeni bir heyecan yaratacaklarına inanıyorum.
Benim Figuratif sayesinde tanıştığım 2 marka var. Attakus ve Comix Buro. Attakus, gerçekten inanılmaz işler yapan bir Fransız firması. Meraklıların özellikle Femmes D'Auteurs serisine bayılacaklarına eminim. Ancak asıl bir seri var ki, ben yaştakileri heyecanlandıracaktır; Asterix serisi. Yukarıda resmini gördüğünüz Asterix Diaroması serinin en dikkat çeken ürünü. 37 cm. çapında, 31cm. yüksekliğindeki diaroma, Albert Uderzo'nun efsane tasarımı Asterix'in 50. yıldönümü için Attakus heykeltraşları ve Uderzo'nun şahsen katılımı ile sadece 500 kopya üretilmiş 50. yıla özel bir heykel çalışması. Tabii meraklılar için daha ulaşılabilir fiyatlara Asterix serisi büstlerde var..
Bahsettiğim diğer firma ise Comix Buro. Yine bir Fransız firması olan Comix Buro'nun Sketchbook'ları dikkat çekici. Bir nevi çizerlerin çizim eskizlerinin toplandığı kitaplar olarak açıklayabileceğimiz Sketchbook'lar ilk kez ülkemize ithal edildi. Meraklıların göz atmasında fayda var.
Figüratif'in sanal mağazasına ulaşmak için www.figuratifdukkan.com adresini kullanabilirsiniz. Sanal mağazada bayağı vakit geçireceksiniz, o kadar çok ürün var ki, bak bak bitmiyor.
Benim Figuratif sayesinde tanıştığım 2 marka var. Attakus ve Comix Buro. Attakus, gerçekten inanılmaz işler yapan bir Fransız firması. Meraklıların özellikle Femmes D'Auteurs serisine bayılacaklarına eminim. Ancak asıl bir seri var ki, ben yaştakileri heyecanlandıracaktır; Asterix serisi. Yukarıda resmini gördüğünüz Asterix Diaroması serinin en dikkat çeken ürünü. 37 cm. çapında, 31cm. yüksekliğindeki diaroma, Albert Uderzo'nun efsane tasarımı Asterix'in 50. yıldönümü için Attakus heykeltraşları ve Uderzo'nun şahsen katılımı ile sadece 500 kopya üretilmiş 50. yıla özel bir heykel çalışması. Tabii meraklılar için daha ulaşılabilir fiyatlara Asterix serisi büstlerde var..
Bahsettiğim diğer firma ise Comix Buro. Yine bir Fransız firması olan Comix Buro'nun Sketchbook'ları dikkat çekici. Bir nevi çizerlerin çizim eskizlerinin toplandığı kitaplar olarak açıklayabileceğimiz Sketchbook'lar ilk kez ülkemize ithal edildi. Meraklıların göz atmasında fayda var.
Figüratif'in sanal mağazasına ulaşmak için www.figuratifdukkan.com adresini kullanabilirsiniz. Sanal mağazada bayağı vakit geçireceksiniz, o kadar çok ürün var ki, bak bak bitmiyor.
Şık Bir Plak Kutusu
Finlandiyalı tasarımcı Harri Koskinen plaklar için çok şık bir saklama kutusu çözümü sunuyor. Bir kaç farklı boyu olan ürünler İskandinav tasarımcıların geleneksel çizgilerini koruyor. Kıvrımlar son derece estetik, ahşabın sıcaklığı. Ön bölüme eklenen kilit bile genel çizgiyi bozmuyor. İşin güzel tarafı kutuları yan yana koyunca ortaya son derece şık bir görüntü çıkıyor. Üzücü olan şey tabii ki fiyat. Yukarıdaki kutulardan her biri yaklaşık 200 Dolar değerinde.
Hifi Ölüyor Mu?
Türkiye'de ve dünyada şu an hifi dünyasının geleceğinin ne olacağı tartışmaları alevlenmiş durumda. Geçtiğimiz günlerde "Avrupa ve Amerika Hifi Pazarlarında Durum" diye bir yazı yazmıştım. Bu yazıda konuyu yurt dışından aldığım bilgilerle irdelemeye çalıştım. Bu aralar denk geldiğim bir çok arkadaşım bana bu soruyu soruyorlar, hifi ölüyor mu? Bu yazımda bu konuyu işlemeye çalışacağım.
İsterseniz biraz geçmişe gidelim hep birlikte. DVD'lerin ilk çıktığı döneme doğru yola çıkalım. Biliyorsunuz DVD'ler ülkemizde 1998 yılında boy gösterdiler. Tahminen bundan bir kaç sene önce DVD sahibi olanlar vardı ancak ülkemize resmi giriş benim hatırladığım kadarı ile 1998 yılında olmuştu. O dönemde üniversiteyi bitirmiş veya bitirmek üzereydim. İlk DVD çalarlar anormal pahalıydı ve medya bulmak çok zordu. 2000'lerin başında ise DVD'lerin kopyalanabilmesi sayesinde bu teknoloji geniş kitlelere ulaşmaya başladı. Bir anda düz ekranlı tüplü televizyonlar, Dolby Pro-Logic ses sistemleri rafları doldurdu. Korsan DVD'ler sayesinde ev sineması sistemleri ve DVD çalarların satışında patlama yaşanmıştı. O dönemlerde genç bir yönetici olarak mağazacılık dünyasına adımımı atmıştım. Film meraklıları orijinal DVD'leri satın alıyordu ancak satılan orijinal DVD'nin kat ve kat fazlası korsan tezgahlarında tüketiciler ile buluşuyordu. Gösterişli ve bol ışıklı ev sineması amplileri, devasa hoparlörler, farklı türlerdeki büyük ekran televizyonlar ile salonların baş köşesine kurulmuştu. Artık ailecek 82 ve büyük ekranlı kurşun kadar ağır tüplü televizyonlar, görüntü kalitesi çoğunlukla şaka gibi olan projeksiyon televizyonlarda DVD'lerimizin keyfini sürüyorduk. O dönemde de hifi cihazlarının ve müzik dinlemenin helvasını yemiş, arkasından Fatiha'mızı okumuştuk.
Ancak bir çok kişi için bu durum çok uzun sürmedi. Hele film zevki modern çağın uzağındaki insanlar için yeni çok kanallı sistemlerin ve DVD'nin çok büyük yenilikler getirmediği anlaşıldı. Düşünsenize 1960 veya 1970'lerdeki filmlerin zorlama çok kanal sesli versiyonları ne kadar komik oluyordu. Düzgün VHS'ler ile görüntü kalitesi gayet başarılıydı ve DVD'lerin ekstra özellikleri haricinde kazanımlar açısından devrim olmamıştı. Her Allah'ın günü Matrix seyretmenin bir alemi yoktu çok kişi için. Zaman ilerledikçe ev sineması sistemleri popülerliğini yitirdi, evlerimizde tekrar müzik notaları uçuşmaya başladı. Hifi ölümden dönmüş, tam anlamıyla hortlamıştı.
Tüm bu süreçten neredeyse 10 yıl sonra tarih yeniden tekerrür ediyor bugünlerde. İlk önce yüksek çözünürlük hikayesi ile start aldık. Bir anda televizyon konusunda devrim yaşandı. Daha önce salonlarımızda 72 ekran televizyonların hakimiyeti sürerken bir anda 100 küsür ekranlı televizyon bombardımanı başladı. Salonlarımız mı büyümüştü, yoksa gözlerimiz mi bozulmuştu. İlk nesil plazmalar ve LCD televizyonların meydan savaşı başlamıştı artık. Üretim maliyeti yüksek olan plazmalar savaşın ilk etabında yenildiler. Gelişim aşamasındaki LCD televizyonlar kapış kapış satılır oldular. Tam HD, HD Ready kavramları ile tanıştık. Bir baktık ki, LCD panellerle hızlı bir sahne seyrederken ekran bulanıklaşıyor. Üreticiler her sene devrimler yaptılar, bizleri daha yüksek çözünürlük ile tanıştırmak için. Devrim aslında basit idi. LCD'lere daha fazla elektrik vererek daha hızlı çalışmaları sağlandı. Sonra pazar bu numaraya doyunca LED büyük bir buluşmuş gibi ortalara çıktı. İlk adımda ekranların arkasını özel florasanlar ile aydınlatmak yerine LED'ler ile aydınlattılar. Bu teknoloji aslında her pikselin arkasında bir LED ampül olacak şekilde ortaya çıkmıştı. Ancak üretim maliyetleri yüksek olduğundan bunu bir sonraki devrim için sakladılar. Tabii ki 3D teknolojisi de azalan satışları patlatmak üzere imdada yetişti. Ancak ortalıkta küçük bir sorun vardı, elektrik basılan LED TV'ler 3D için tam anlamı ile uygun bir platform olamıyordu. Yapılacak tek şey gömülen plazma teknolojisini yeniden hortlatmaktı. Tabii ki hortlatıldı. Eski teknolojili full HD olmayan televizyonlar arka odalara doğru yola çıktı, bizler ise teknoloji mağazalarından daha da büyük ekranlı televizyonlarımızı salonlarımıza yerleştirdik. Televizyon üreticileri artan ciroları ile bu yeni pazarın tadını çıkartıyorlar iken, endüstrinin geri kalanı boş durmayacaktı elbette.
Yüksek çözünürlüklü televizyonlarımızı beslemek için daha yüksek çözünürlüklü medyaya ihtiyacımız vardı. Bir anda HD set top box'lar, uydu receiver'ları imdadımıza yetişti. Bu hıza televizyon kanalları yetişememişti. Çözüm bilgisayar algoritmalarından geldi, upsampling. Matematiksel yollarla bir pikselin yanındaki diğer pikseller doldurarak oluşturulan aslında olmayan çözünürlüklere merhaba deme vakti gelmişti. Tabii ki bu da bir devrimdi ve tüketiciler daha büyük ekranlı televizyonlarını besleyebilmek için HD yatırımları yapmaya girişti. Aman Allah'ım diyordu insanlar, televizyondaki görüntü gerçek gibi.
Blu-Ray bir başka devrimdi tabii ki. Ancak ülkemizde pek başarılı olamadı. Yeni oyuncaklarımızı beslemek için para harcamadan sahip olacağımız bir şeylere ihtiyacımız vardı. MKV ve benzeri yüksek çözünürlüklü film dosyaları imdadımıza yetişti. 200 -300 liraya alınacak bir medya oynatıcı (sanırım medya tank deniyor) internetten indirilecek 720 veya 1080p filmler ile salonlarımızdaki devleri beslemenin yolu bulunmuştu. Orijinal filmlere para vermeye gerek yoktu, sinemaya gitmeye gerek yoktu. Satın alacağımız bir televizyon, bir medya tank ve yüksek kapasiteli bir harici disk ile harika vakit geçirmenin yolu bulunmuştu.
Yeni oyuncaklarımızın görüntüsü harikaydı ancak ses konusunda üreticilerin yeni sürprizleri vardı. Yeni ses standartları imdadımıza yetişti. Daha iyi ses almak için bin bir özelliği olan receiver'lar emrinize amadeydi. Eski teknolojili AV receiver'larımızla vedalaşıp, hızlı bir şekilde yeni receiver'ları evlerimizin baş köşesine koyduk. Daha yüksek çözünürlüklü görüntülerimizin yanında daha yüksek çözünürlüklü ses ile her şey tamamdı. Ta ki, önümüzdeki yıl 3D görüntü ve ses teknolojileri alınabilir fiyatlara gelinceye kadar.
Ben işi biraz esprili bir şekilde anlatmaya çalıştım. Abarttığımı düşünenleriniz olabilir. Ama emin olduğum şeyler var, örneğin medya tanklar olmasa, binlerce lira harcadığımız televizyon, AV receiver ve hoparlörlerimizi beslemek için Blu-ray diskleri satın alır mıydık? Çok değil 5 yıl önce 72 ekran bir televizyonla mutlu mesut yaşarken neden şu an 100 bilmem kaç ekran televizyonsuz yapamıyoruz.
Çünkü bu tam anlamıyla bir pazarlama bombardımanı. Karşı durabilmek çok zor. Bugün gazeteler, televizyonlar, marketler, mağazalar, web siteleri ve hatta forumlar bu pazarlama bombardımanının birer aracı.
Yazımızın konusu hifi ölüyor mu idi. Hifi'yi en kısa şekliyle müzik dinlemeye yarayan araçlar olarak tanımlıyorum ben. Uzun senelerden beri hifi dünyası pek değişmedi, plaklar ve CD'ler yaşamaya devam ediyor. Yeni bazı akımlar var ancak şimdilik arkalarından esen rüzgarlar çok hızlı değil. Ancak öyle bile olsa kaynak cihazlarda yenilikler olacak. Hifi sistemleri yine yaşamaya devam edecekler.
Müzik dinlemek öyle bir şey ki, isterseniz müziğe fokuslanır başka bir şey ile ilgilenmezsiniz. İster gazetenizi veya kitabınızı okursunuz, ister internette gezinirsiniz. İşlerinizi yapmaya devam edebilir, sesi biraz kısarsanız yanınızdaki insanın yüzüne bakarak muhabbet edebilirsiniz. Sosyalleşmenizi feda etmenize gerek kalmaz.
Hifi ölüyor mu? Pek zannetmiyorum. Ama ortada ölen bir şeyler olduğu belli. En iyi cevabı bence sizler verebilirsiniz.
Masal 45'likleri
Eskiden çocuklara masallar nasıl dinletilirdi sizce. Tabii ki plaklardan. Geçmişte çok sayıda masal plağı basılmış. Tabii ki bir çoğumuzun tozlu arşivlerinde bu plaklardan bir kaç tane bulunuyordur. Bizde de var tabii ki:) Aslında o dönemler için kapaklar son derece şenlikli tasarlanmış. Her plağın bir yüzünde bir masal bulunuyor. Kapağın her yüzünde ilgili plakla ilgili bir çizim var. O dönemde bizdeki plaklar Türk Ticaret Bankası ve Milliyet işbirliği ile hazırlanmış. Oturup bu plakları dinlediğimde içim bir acayip oluyor. Seslendirmeler biraz ürkütücü günümüze göre:) Bu arada parmak çocuk masalını ben çok severim. Rahmetli anneannem ben çocuk iken parmak çocuğun farklı versiyonlarını uydurur uydurur anlatırdı. Parmak çocuk, bir eski Roma'ya gider, Osmanlı İmparatorluğuna, Hitler Almanyasına anlayacağınız dünyanın dört bir tarafını gezerdi. Masallar uyduruk da olsa bayılırdım. Çünkü tarihi bir macera haline gelirdi masallar. Anneannem müthiş bir insandı. Hayata son derece bağlı, yaşadığı her şeye rağmen dik durabilen bir kadındı. Bana da, kardeşim Okan'a da çok hakkı geçmiştir. Her ikimiz içinde yeri ayrıdır
Ne yazık ki çok genç yaşta Alzheimer hastalığı yüzünden vefat etti. Şimdi hayatta olsa ne kadar güzel olurdu. Evlendiğimi görmesini çok isterdim. Muhtemelen Seçil Hanım'a da bayılırdı. Yahu masal plağından nereye geldik be. Herhalde rahmet okunsun istedi anneannem. Nurlar içerisinde yatsın..
The Exploited - YOP 7" One Sided Single
Bu plağı nereden almıştım diye düşündüğünüz oluyor mu hiç? Benim oluyor. Yukarıdaki The Exploited 45'liğini ne zaman aldım hiçbir fikrim gerçekten yok. Exploited diskografisine yabancı iseniz YOP şarkısını bulmak biraz zordur. Orijinali Britannia Waives The Rules EP olarak yayınlanan şarkı nedendir bilinmez tek taraflı 45'lik olarak basılmış. 45'liğin promo olmadığını biliyorum ama neden böyle basıldı hiçbir fikrim yok. The Exploited bence İngiliz punk akımının 2 dalgasının en önemli topluluğudur. Hoş adamlar İngiliz değil İskoç ama olsun. Aşağıda grubun dillere marş olmuş şarkısı Punk's Not Dead şarkısının konser yorumu var. Punk's Not Dead öncesinde ek olarak Dogs Of War şarkısı çalınmış. Play tuşuna basmadan önce punk müzik sevdiğinizden emin olun, kulaklarınıza kalıcı zarar verebilir!
Sex Pistols gibi ilk dalga punk toplulukları ile pek alakası yok değil mi? Amerikalıların söylediği gibi "total chaos"
Yakaza Ensemble - A'mak-ı Hayâl Albümüne Bir Göz Atalım.
Beni son zamanlarda şaşırtan bazı albümler elime geçiyor. İşte bu yazımda bu albümlerden bir tanesini sizlerle paylaşacağım. Yakaza Ensemble'ın A'mâk-ı Hayâl albümünün kitapçığında şunlar yazılmış.
A'mâk-ı Hayâl, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Filibeli Ahmet Hilmi'nin kaleme aldığı "A'mâk-ı Hayâl" adlı edebi eseri, kişisel dünyasında manevi bir gerçeğin peşinde olan Raci'nin tanıştığı, halk tarafından meczûb gözüyle bakılan Aynalı Baba'nın yol göstericiliğinde gerçekleşen bir iç seyahatin öyküsüdür.
Yakaza Ensemble'ın 2009 yılında oluşturduğu A'mâk-ı Hayâl adlı projesi müziğin içerisinde, bu seyahatin sürreel dünyasına yapılan bir yolculuktur. Bu gizemli hayal dünyasının müzikal olarak aktarılmasında, yaklaşım olarak evrensel bir ifade zenginliği göz önünde bulundurulmuştur. Dolayısıyla icra edilen enstrümanların zenginliği ve günümüz yaşantısından ayrışmazlığı ile A'mâk-ı Hayâl, aslında bugüne dair bir anlatımdır.
Albümü ele almadan önce konu sanırım dallanıp budaklanacak, şimdiden uyarayım sizleri. Bahsetmeyi sevdiğim konular olunca kısa bir şeyler yazmam mümkün olamıyor ne yazık ki. İlk önce A'mâk-ı Hayâl'in yazarını hep birlikte tanıyalım. Daha sonra bakalım nelerden bahsedeceğiz.
Günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde yer alan Filibe'de 1865'de doğan Ahmed Hilmi babasının konsolos olmasından dolayı Şehbenderzâde (konsoloszade olarak Türkçeleştirelim) olarak anılmıştır. İlerleyen yıllarda ise Filibeli Ahmet Hilmi olarak tanınmıştır. O dönemlerde çok normal olan dini eğitim alan yazar, ilerleyen yıllarda bizim buralara (İzmir) taşınmış. İlerleyen yıllarda Eğitimini Babasından dolayı da Şehbenderzâde olarak anılmıştır.Eğitimini Mekteb-i Sultânî'de (Galatarasaray Lisesi) tamamladıktan sonra Düyûn-ı Umûmiyye'de çalışmaya başlamış, daha sonra da yurt dışı görevlere atanmış. Düyûn-ı Umûmiyye belki modern Türkiye tarihine meraklı okuyucularımızın bildikleri bir kurum ancak diğer okuyucularımız için kısaca açıklayayım. Bu kurumu bir nevi banka gibi düşünmek lazım. Osmanlı Imparatorluğu güçten düşmeye başlayınca devletin mali yapısının çökmemesi için devamlı olarak borç alınmış. Bu kurum işte bu borçların idaresini üstlenmiştir. Tabii ilerleyen yıllarda devletin ekonomisinin yabancı devletler tarafından kontrol edilmesinde bir araç haline gelmiştir. Modern Türkiye'nin kuruluşuyla kalkan kapitülasyonlar ile kurumun sonu gelmiştir.
Ahmed Hilmi 1890'ların sonlarında siyasi meseleler içerisinde aktif olarak görülmeye başlar. Beyrut'ta sorunlar yaşamış Mısır'a kaçmak zorunda kalmış, seneler sonra İstanbul'a dönmüş ancak oradan da sürülmüş. Bazı yazarlara göre Lübnan'da iken yaşadığı sorunların kaynağı siyonizme olan karşıtlığıdır. Bir gazete açmış, ancak gazete kısa sürede batmış o da farklı gazetelerde yazılar yazmış. 1910'larda güçlü İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ters düşünce, Filibeli Ahmet Hilmi için tehlike çanları çalmaya başlamış ve 1914'de zehirlenerek öldürülmüştür. Filibeli Ahmed Hilmi çok farklı bir yazar ve düşünce adamıdır, bir yanı tasavvufa dönüktür diğer tarafı ise sert siyasi düşüncelere...
Filibeli Ahmed Hilmi'nin en önemli eserinin A'mâk-ı Hayâl olduğunu söylemiştim. 1900'lerin başlarındaki oradan oraya gidişler yazarın tasavvufa olan merakını arttırmıştır. Bu dönemde Vahdet-i Vücud düşüncesinden etkilenmeye başlamıştır. Burada bir parantez daha açmalıyız sanırım. Vahdet-i Vücud en kısa anlatımla yaratanla yaradılanın "bir" olduğunu ve yaratanla yaradılanın aynı kaynaktan geldiğini savunur. Endülüs'lü düşünür Muhyiddin İbn Arabi'nin 13. yüzyılda ortaya koyduğu fikirler özellikle Anadolu topraklarında başta Sadreddin Konevî olmak üzere çeşitli düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Vahdet-i Vücud düşüncesi ile ilgili en kolay anlaşılır kaynak Yunus Emre'dir.
Filibeli Ahmed Hilmi'de bu düşüncelerden etkilenmiştir. A'mâk-ı Hayâl'de konu, hayali bir kahraman olan Râci'nin hayata dair sorularını cevaplamak istemesi çevresinde dönüyor. Bu sorular genel olarak varlık-yokluk kavramı ile alakalı. Soruların cevapları bilim, felsefe ve onların tıkandığı yerde inanç ile açıklansa bile Râci tatmin olmaz. Gitgide karmaşık bir ruh haline bürünür. Bir gün mezarlıkta halkın meczûb olarak gördüğü Aynalı Baba ile karşılaşır ve ondan çok etkilenir. Eserin ilerleyen bölümlerinde Aynalı Baba her buluştuklarında kahve içip sohbet ederler ve sonra Aynalı Baba'nın üflediği ney nameleri ile Râci hayal dünyasına dalar. Filibeli Ahmed Hilmi eserinde bu hayallere bölümler halinde yer verir. Bölümlerde, mistizm, antik felsefe sistemleri benim gözümde ezoterizm gibi bir çok kavrama denk gelebilmek mümkündür. Aslında bir yönü ile son derece evrensel bir eserdir. Yakaza Ensemble kendi metinlerinde kitabın Kaknüs yayınları tarafından hazırlanan edisyonunu kullanmış. Çeşitli online kitap satış sitelerinde kitaba ulaşmanız mümkün. Fiyatı ise 6 ile 8TL arasında değişiyor. Belki ilerleyen dönemlerde kitaba da bloğumda yer veririm.
Bu meczûb kelimesini belki genç okuyucularım bilemeyebilirler. Aslında bir kaç anlamı var, aklını yitirmiş / kaybetmiş anlamına gelebileceği gibi özellikle dinsel metinlerde Allah aşkı ile kendisinden geçmiş kişi anlamına da gelir.
Yakaza Ensemble dört kişiden oluşuyor afgan rebabı, dombra ve kudüm, Eray Düzgünsoy. Elektronikler ve bas Ömer Sarıgedik. Ney, shakuhachi, saron, M. Fakih Kademoğlu. Viyolonsel ve yaylı tanbur Ceren Erendor. Geçtiğimiz hafta içerisinde albümün bültenini burada yayınladığımızda albümle ilgili ilk satırları okuyunca daha geleneksel formda bir albüm olabileceğini düşünmüştüm ancak elektronik öğelerden bahsedildiğini görünce işin rengi değişmeye başlamış ve bültenin sonundaki “Bu şimdi yeni ‘dünya müziği’ mi, ‘yeni dünya’ müziği mi sorusu ile albümü iyiden iyiye merak etmeye başlamıştım.
Albüm, "Kaf ve Anka" ile başlıyor. 6 dakikadan uzun olan parça albümdeki yolculuğa hazırlıyor. Şarkının içerisinde derinden gelen martı seslerinin eşliğinde tüm enstrümanlara verilen uzun pasajlar harika. "Sonsuz Bilmece" albümdeki en ilginç parçalardan bir tanesi elektronik yapıdaki şarkının Japonca pasajlar eklenmiş. Şarkıya eklenmiş shakuhachi (japon flütü, pek severim) ve elektronik vurmalılar ile bence süper ambient bir parça olmuş. Bayıldım! "Azamet Deryası" ve hemen ardından gelen "Azamet Sahası" son derece ilginç şarkılar. Özellikle Azamet sahasında yağmur sesleri arasında son derece hüzünlü bir yapı var. Bu iki parça bana Dante'nin "İlahi Komedya"sının Araf katına girildiğinde ilk yaşanan hüznü, şaşkınlığı ve acizliği hatırlattı. Zaten A'mâk-ı Hayâl'i okuyan meraklılar bazı açılardan ortak noktalar bulacaklardır. A'mâk-ı Hayâl'de farklı konuların işlendiğinden bahsetmiştim. "Temaşa Bayramı"nda ilk eski İran'a doğru yola çıkıyoruz. Son derece uzun şarkı içerisinden aslında çok sayıda şarkı çıkabilecek kadar melodiler var. Albümdeki favori parçalarımdan bir tanesi. "Ulular Meclisi"nde ise Orta Asyadan ve Uzakdoğudan ilginç tınılar eşliğinde farklı melodiler duymak mümkün. Parçada pek sık denk gelmediğimiz dombra ve saron kullanılmış. "Daimi Dönüşüm" ve "Arifler Meclisi" ise daha geleneksel enstrümanların kullanıldığı parçalar. Ancak yapılar hiç öyle değil tabii ki. "Arifler Meclisi"in başında dikkat çeken sanki plak takılmış gibi cızıltılı arka plan, ilerleyen bölümlerde elektronik davullarla şarkının alt yapısını oluşturmuş. Albümde her dakika şaşıracak bir şeyler var. "Yokluk Tepesi"de farklı değil.
Albümün kaydı gayet başarılı. Acayip bir derinlik hissiyatı var. Hifi'de sahne olarak tabir ettiğimiz şey belki de. Enstrümanların tınıları, notaların uzamaları her şey tane tane duyuluyor. Kitapçık da çok güzel hazırlanmış. Her şarkıya ayrılmış bölümde orijinal metinler ve birer resim serpiştirilmiş. Hiç beklemediğim kadar keyifle dinlediğim bir albüm oldu ki, bu yazıyı yazarken sanırım üçüncü tur dönüyordu. Emeği geçen herkesin eline sağlık.
Yazının bir yerlerinde cevaplamamız gereken bir soru vardı hatırlarsanız. Albüm, yeni ‘dünya müziği’ mi, yoksa ‘yeni dünya’ müziği mi? Düşündüm taşındım, cevabı pek umursamadım. Albüm çok güzel hatta harika! Önemli olan da işte bu...
Günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde yer alan Filibe'de 1865'de doğan Ahmed Hilmi babasının konsolos olmasından dolayı Şehbenderzâde (konsoloszade olarak Türkçeleştirelim) olarak anılmıştır. İlerleyen yıllarda ise Filibeli Ahmet Hilmi olarak tanınmıştır. O dönemlerde çok normal olan dini eğitim alan yazar, ilerleyen yıllarda bizim buralara (İzmir) taşınmış. İlerleyen yıllarda Eğitimini Babasından dolayı da Şehbenderzâde olarak anılmıştır.Eğitimini Mekteb-i Sultânî'de (Galatarasaray Lisesi) tamamladıktan sonra Düyûn-ı Umûmiyye'de çalışmaya başlamış, daha sonra da yurt dışı görevlere atanmış. Düyûn-ı Umûmiyye belki modern Türkiye tarihine meraklı okuyucularımızın bildikleri bir kurum ancak diğer okuyucularımız için kısaca açıklayayım. Bu kurumu bir nevi banka gibi düşünmek lazım. Osmanlı Imparatorluğu güçten düşmeye başlayınca devletin mali yapısının çökmemesi için devamlı olarak borç alınmış. Bu kurum işte bu borçların idaresini üstlenmiştir. Tabii ilerleyen yıllarda devletin ekonomisinin yabancı devletler tarafından kontrol edilmesinde bir araç haline gelmiştir. Modern Türkiye'nin kuruluşuyla kalkan kapitülasyonlar ile kurumun sonu gelmiştir.
Ahmed Hilmi 1890'ların sonlarında siyasi meseleler içerisinde aktif olarak görülmeye başlar. Beyrut'ta sorunlar yaşamış Mısır'a kaçmak zorunda kalmış, seneler sonra İstanbul'a dönmüş ancak oradan da sürülmüş. Bazı yazarlara göre Lübnan'da iken yaşadığı sorunların kaynağı siyonizme olan karşıtlığıdır. Bir gazete açmış, ancak gazete kısa sürede batmış o da farklı gazetelerde yazılar yazmış. 1910'larda güçlü İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ters düşünce, Filibeli Ahmet Hilmi için tehlike çanları çalmaya başlamış ve 1914'de zehirlenerek öldürülmüştür. Filibeli Ahmed Hilmi çok farklı bir yazar ve düşünce adamıdır, bir yanı tasavvufa dönüktür diğer tarafı ise sert siyasi düşüncelere...
Filibeli Ahmed Hilmi'nin en önemli eserinin A'mâk-ı Hayâl olduğunu söylemiştim. 1900'lerin başlarındaki oradan oraya gidişler yazarın tasavvufa olan merakını arttırmıştır. Bu dönemde Vahdet-i Vücud düşüncesinden etkilenmeye başlamıştır. Burada bir parantez daha açmalıyız sanırım. Vahdet-i Vücud en kısa anlatımla yaratanla yaradılanın "bir" olduğunu ve yaratanla yaradılanın aynı kaynaktan geldiğini savunur. Endülüs'lü düşünür Muhyiddin İbn Arabi'nin 13. yüzyılda ortaya koyduğu fikirler özellikle Anadolu topraklarında başta Sadreddin Konevî olmak üzere çeşitli düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Vahdet-i Vücud düşüncesi ile ilgili en kolay anlaşılır kaynak Yunus Emre'dir.
Filibeli Ahmed Hilmi'de bu düşüncelerden etkilenmiştir. A'mâk-ı Hayâl'de konu, hayali bir kahraman olan Râci'nin hayata dair sorularını cevaplamak istemesi çevresinde dönüyor. Bu sorular genel olarak varlık-yokluk kavramı ile alakalı. Soruların cevapları bilim, felsefe ve onların tıkandığı yerde inanç ile açıklansa bile Râci tatmin olmaz. Gitgide karmaşık bir ruh haline bürünür. Bir gün mezarlıkta halkın meczûb olarak gördüğü Aynalı Baba ile karşılaşır ve ondan çok etkilenir. Eserin ilerleyen bölümlerinde Aynalı Baba her buluştuklarında kahve içip sohbet ederler ve sonra Aynalı Baba'nın üflediği ney nameleri ile Râci hayal dünyasına dalar. Filibeli Ahmed Hilmi eserinde bu hayallere bölümler halinde yer verir. Bölümlerde, mistizm, antik felsefe sistemleri benim gözümde ezoterizm gibi bir çok kavrama denk gelebilmek mümkündür. Aslında bir yönü ile son derece evrensel bir eserdir. Yakaza Ensemble kendi metinlerinde kitabın Kaknüs yayınları tarafından hazırlanan edisyonunu kullanmış. Çeşitli online kitap satış sitelerinde kitaba ulaşmanız mümkün. Fiyatı ise 6 ile 8TL arasında değişiyor. Belki ilerleyen dönemlerde kitaba da bloğumda yer veririm.
Bu meczûb kelimesini belki genç okuyucularım bilemeyebilirler. Aslında bir kaç anlamı var, aklını yitirmiş / kaybetmiş anlamına gelebileceği gibi özellikle dinsel metinlerde Allah aşkı ile kendisinden geçmiş kişi anlamına da gelir.
İsterseniz artık albüme gelelim. Bu kadar yazıyı okuduktan sonra albüm hakkında kafanızda bir fikir oluştu mu? Konusu için evet, ama tarzı için muhtemelen hayır!
Yakaza Ensemble dört kişiden oluşuyor afgan rebabı, dombra ve kudüm, Eray Düzgünsoy. Elektronikler ve bas Ömer Sarıgedik. Ney, shakuhachi, saron, M. Fakih Kademoğlu. Viyolonsel ve yaylı tanbur Ceren Erendor. Geçtiğimiz hafta içerisinde albümün bültenini burada yayınladığımızda albümle ilgili ilk satırları okuyunca daha geleneksel formda bir albüm olabileceğini düşünmüştüm ancak elektronik öğelerden bahsedildiğini görünce işin rengi değişmeye başlamış ve bültenin sonundaki “Bu şimdi yeni ‘dünya müziği’ mi, ‘yeni dünya’ müziği mi sorusu ile albümü iyiden iyiye merak etmeye başlamıştım.
Albüm, "Kaf ve Anka" ile başlıyor. 6 dakikadan uzun olan parça albümdeki yolculuğa hazırlıyor. Şarkının içerisinde derinden gelen martı seslerinin eşliğinde tüm enstrümanlara verilen uzun pasajlar harika. "Sonsuz Bilmece" albümdeki en ilginç parçalardan bir tanesi elektronik yapıdaki şarkının Japonca pasajlar eklenmiş. Şarkıya eklenmiş shakuhachi (japon flütü, pek severim) ve elektronik vurmalılar ile bence süper ambient bir parça olmuş. Bayıldım! "Azamet Deryası" ve hemen ardından gelen "Azamet Sahası" son derece ilginç şarkılar. Özellikle Azamet sahasında yağmur sesleri arasında son derece hüzünlü bir yapı var. Bu iki parça bana Dante'nin "İlahi Komedya"sının Araf katına girildiğinde ilk yaşanan hüznü, şaşkınlığı ve acizliği hatırlattı. Zaten A'mâk-ı Hayâl'i okuyan meraklılar bazı açılardan ortak noktalar bulacaklardır. A'mâk-ı Hayâl'de farklı konuların işlendiğinden bahsetmiştim. "Temaşa Bayramı"nda ilk eski İran'a doğru yola çıkıyoruz. Son derece uzun şarkı içerisinden aslında çok sayıda şarkı çıkabilecek kadar melodiler var. Albümdeki favori parçalarımdan bir tanesi. "Ulular Meclisi"nde ise Orta Asyadan ve Uzakdoğudan ilginç tınılar eşliğinde farklı melodiler duymak mümkün. Parçada pek sık denk gelmediğimiz dombra ve saron kullanılmış. "Daimi Dönüşüm" ve "Arifler Meclisi" ise daha geleneksel enstrümanların kullanıldığı parçalar. Ancak yapılar hiç öyle değil tabii ki. "Arifler Meclisi"in başında dikkat çeken sanki plak takılmış gibi cızıltılı arka plan, ilerleyen bölümlerde elektronik davullarla şarkının alt yapısını oluşturmuş. Albümde her dakika şaşıracak bir şeyler var. "Yokluk Tepesi"de farklı değil.
Albümün kaydı gayet başarılı. Acayip bir derinlik hissiyatı var. Hifi'de sahne olarak tabir ettiğimiz şey belki de. Enstrümanların tınıları, notaların uzamaları her şey tane tane duyuluyor. Kitapçık da çok güzel hazırlanmış. Her şarkıya ayrılmış bölümde orijinal metinler ve birer resim serpiştirilmiş. Hiç beklemediğim kadar keyifle dinlediğim bir albüm oldu ki, bu yazıyı yazarken sanırım üçüncü tur dönüyordu. Emeği geçen herkesin eline sağlık.
Yazının bir yerlerinde cevaplamamız gereken bir soru vardı hatırlarsanız. Albüm, yeni ‘dünya müziği’ mi, yoksa ‘yeni dünya’ müziği mi? Düşündüm taşındım, cevabı pek umursamadım. Albüm çok güzel hatta harika! Önemli olan da işte bu...
Güzel Bir Plak ve Pikap Standından Ayrıntı
Geçenlerde burada yayınladığım "Güzel Bir Plak ve Pikap Standı" sanırım bayağı sevilmiş. Daha ayrıntılı fotoğraflar elinizde var mı diye bir kaç mesaj geldi. Ne yazık ki tek bir tane daha bulabildim. Umarım merak edenlere bir fikir verebilir.
Bir Albüm Kitapçığında Tanıdık Bir İsimle Karşılaşınca
Geçtiğimiz günlerde yayınladığımız Stereo Mecmuası'nın 26 sayısında Nevcihan Özel Project'in Taristanbul albümünden bahsetmiştim. Albüm kitapçığını okurken bir isim dikkatimi çekti; sevgili Merih Akoğul. Geçtiğimiz senelerde bir İstanbul seyahatim sırasında kendisi ile tanışmıştım. Sağolsun Halit Beyazıt (aka Vintage) ile hifi mağazalarının tozunu atarken Timpani durağında sevgili Sinan Beşkurt (aka Sbeskurt) ile beraber Merih beylere misafir olup hem müzik hemde sohbet açısından harika bir gün geçirmiştik. Yukarıdaki fotoğrafta Merih Bey, Bit-ki (flora) isimli kitabını benim için imzalarken görülüyor. Bu vesile ile herkesin kulaklarını çınlatmış olayım...
Not: Merih abi, Reha ve Emre tekrar İzmir seyahati yaparken sende takılsana peşlerine, özledik!
Simon & Garfunkel - The Sounds Of Silence 7" Plak
1960'larda Simon and Garfunkel'ı tüm dünyaya tanıtan şarkı "The Sounds of Silence"dır. 1964'de ilk kez yayınlanan 45'lik, tüm dünyada 1965'de yeniden basıldı.. Plağın bir kaç farklı versiyonu var. Promosyonel baskısı kırmızı plak üzerine basılmıştır. Bu versiyonu günümüzde acayip paralara el değiştiriyor. Standart versiyonu "We've Got a Groovey Thing Goin'." ile desteklenmiştir. Kapağı bendeki versiyonundan biraz değişiktir. Bendeki ise 1965'te yayınlanan Avrupa baskılarından bir tanesi. Ne olursa olsun, "The Sounds of Silence" ikilinin müzik kariyerinde önemli bir dönüm noktasıdır. İsterseniz şarkının videosuna göz atabilirsiniz,
Günübirlikçiler :)
Muhtemelen videoyu görmeyen kalmamıştır ama ben seyredip seyredip gülüyorum. Olayı biraz abartmışlar diye düşünebilirsiniz ama gerçek payı olan bölümlerde yok değil!
Decca Record Protector Grip
Çok mutluyum bugün, acayip bir ürün satın aldım. Ürünün adı Decca Record Protector Grip. Ürünün kutusunun arkasının ve ürünün kendisinin fotoğrafı yukarıda. Fotoğrafı dizüstü bilgisayarımın web kamerasından çektiğim için biraz bulanık ama ürün süper keyifli. Ürünün mantığı kısaca şu, plağı kutusundan alıp pikabın üzerine koyana kadar geçen sürede el sürmemenizi sağlıyor. Ürün bir nevi kıskaç gibi, içerisi kadife ile kaplanmış. Kullanmak son derece kolay. Çok da güzel tasarlanmış. Devamlı kullanacağımı zannetmiyorum ancak ortalarda görülmesi bile keyifli. Diğer eve gidince daha ayrıntılı fotoğrafları çekeceğim. Ürün ülkemizden tedarik edilebiliyor. Sigma Ses web sitesinden ürüne ulaşabilirsiniz. Ürünün fiyatı 4.25 Sterlin artı KDV. Bu tarz ürünlere ben fetiş ürünü diyorum. Ortalarda durması bile keyifli.
45'likler İçin Kılıflar
Dünyada 45'lik koleksiyonculuğu son derece popüler. Durum böyle olunca çok farklı aksesuarlar meraklılara sunuluyor. Bunlardan en ilginci 45'likler için üretilen iç kılıflar. Plakları koruyan bu kılıfların tek renkli sıkıcı versiyonları ülkemizde de bulunuyor. Tabii ki bende bunları kullanıyorum. Ancak bir çok firma eskiden kullanılan 45'lik kılıflarını yeniden üretmişler. Aklınıza gelebilecek tüm büyük firmaların tarih içerisinde kullandıkları tüm kılıfları üreterek başta eBay gibi sitelerde meraklılara sunuyorlar. Genelde fiyatlar adet başına 1 Doların altında ancak toplu alımlarda ciddi indirimler yapılıyor. Keyifli değil mi?
Absu - ..And Shineth Unto the Cold Cometh 7" LP
Absu, Amerikalı bir black metal topluluğu. death metal temelli müzikleri mitoloji ile zenginleştirilmiş. Topluluğun ilk albümü 1993 yılında yayınlanan "Barathrum: Visita Interiora Terrae Rectificando Invenies Occultul Lapidem" albümleri ile 1995 yılı albümleri "The Sun of Tiphareth" arasında yayınlanan 45'liğin adı "..And Shineth Unto the Cold Cometh" Topluluğun logosu son derece ilginç, arka kapaktaki fotoğrafta. Böyle plaklar arşivlerin tadı tuzu bence. En son ne zaman dinledim bilmiyorum ama önümüzdeki 10 yıl içerisinde herhalde 3 kereden fazla dinleyeceğimi zannetmiyorum...
Cem Karaca Namus Belası / Gurbet 7" Plak
Cem Karaca'nın 1974 tarihli Namus Belası / Gurbet Apaşlar, 45'liği muhtemelen en çok bilinen şarkılarından bir tanesi olan Namus Belasına ev sahipliği yapıyor. Cem Karaca'nın zaman içerisinde birlikte çalıştığı o kadar çok topluluk var ki, Apaşlar, Kardaşlar, Moğollar, Dervişan, Edirdahan liste uzadıkça uzuyor. Bu süreçleri sevgili Münir Tireli Bir Metamorfoz Hikayesi - Türkiye'de Grup Müziği: 1957 - 1980 kitabından yıl yıl anlatmıştı. Bu arada açılır kapaklı 45'likleri çok seviyorum. Kapak için bayağı uğraşılmış.
Namus Belası videosunu da aşağıya ekleyeyim dedim. Meraklısına...
iPad Coşkusu
Geçtiğimiz günlerde Apple'ın iPad'ini güzel güzel kurcalama fırsatı buldum. Bazılarına göre 4 adet yan yana konmuş iPhone olarak tanımlanıyor ancak bana kalırsa durum pek öyle değil. Ülkemizde kullanılan bir çok iPad Amerika'dan geliyor. Bunun en önemli sebebi satış fiyatı. Ülkemizde ne yazık ki biraz(cık) pahalı fiyatlara satılıyor.
iPad'i kurcalama sebebim, Stereo Mecmuası başta olmak üzere bazı sitelerimi kontrol ettim. Valla ne yalan söyleyeyim, SM sitesi iPad ile gözüme daha bir güzel gözüktü.
not. fotoğraf web kamerası ile çekildi. Normal koşullarda iPad daha güzel bir cihaz. Bende bu kadar çirkin değilim sanki. Yoksa öyle miyim ya?
Hammer of the Gods Kitap
Hammer of the Gods, aslında bir grup anatomisi kitabı. Müzik yazarı Stephen Davis tarafından kaleme alınan kitap ilk kez 1985 yılında yayınlanmış. Muhtemelen Led Zeppelin'i anlatan kitaplar arasında en bilineni. Bunun en önemli sebebi, New York Times bestseller listesinde olması mıdır, yoksa Led Zeppelin'i en iyi anlatan kitap olması mıdır bilinmez. Aslında yazar kitabı Jimmy Page ve Robert Plant'e sormak lazım. Aslında sormuşlar ve Page, kitabı okuduğumda pencereden dışarı fırlattım, Plant ise Led Zeppelin hakkında hiçbir şey bilmeyen birinin yazdığı bir kitap demiş. Ancak buna rağmen kitap hali hazırda Led Zeppelin denilince ilk akla gelen kitaplardan bir tanesi. Kitap, topluluğun tur menajeri Richard Cole gibi yakın isimlerin anılarına dayandığından belki çok içsel değil ama harika bölümler ve bilgiler olduğunu da yadsımak imkansız.
Kitap yayınlandığı günden bugüne bir kaç kez güncellenmiş. Hatta düzeltilmiş ve genişletilmiş bir versiyonu Hammer of the Gods: The Led Zeppelin Saga adıyla yayınlanmış. Orijinal metin Amazon veya Barnes & Nobles gibi önemli alışveriş sitelerinde son derece uygun fiyata satılıyor. Bende kitabın ilk basımı var. genişletilmiş versiyonunun içeriğini tam olarak bilmiyorum. Bu arada kitabın dilimize çevrilmediğini biliyorum ama gözümden kaçmış olabilir. Led Zeppelin sevenlerin özellikle de İngilizce okuma yeteneğine sahip olanların gözden kaçırmaması gereken bir kitap.
20. Akbank Caz Festivali Evans Parker Konserinden Bir Enstantane
Akbank'ın düzenlediği Caz Festivali bu sene düzenlenen 20.'sinde konser veren Evan Parker performansından bir enstantane. Saksafoncu Evan Parker'a konserde gitarda Umut Çağlar, üflemelilerde Korhan Futacı, davulda Korhan Argüden ve perküsyonda Özün Usta eşlik etmiş. Fotoğraf sevgili Reha Arcan'dan geldi. Çatlamaya devam ediyoruz...
Güzel Bir Plak ve Pikap Standı
Geçenlerde bir arkadaşımdan ilginç bir stand fotoğrafı geldi. Çok hoşuma gitti. Muhtemelen DIY projesi çok rahatlıkla yapılabilecek bir stand. Stand'in sağ tarafı elektronik cihazlar için düşünülmüş. Üste pikabınızı koyabiliyorsunuz. Alt bölümde ise 2 katlı bir ayrı bölüm oluşturulmuş. Örneğin amplifikatör ve CD çalar konulabilir. Sol alt bölümde ise plaklarınızı dizebileceğiniz bir alan eklenmiş. Eğer bu projeyi siz yapacaksanız bu bölüme mutlaka ara dikme koyun. Plaklar birbirlerinin üzerine yüklenmesin. Stand'in en ilginç bölümü sol üst bölüm. Buraya plaklarınızı dik olarak yerleştirebiliyorsunuz. Böylelikle sevdiğiniz plaklarınıza daha rahat ulaşabiliyorsunuz. Eh güzel de gözüküyor. Ürün Amerikalı Test Collective firması tarafından tasarlanmış. Fiyatını ise bulamadım ama pek ucuz değildir zannederim.
Yukarıdaki proje aslında genişletilerek can sıkıcı yaşam ünitesi modüllerine alternatif olabilir.
The Doors - The Piano Bird / Good Rockin' 7" Plak
The Doors, Jim Morrison öldükten sonra yoluna devam etmek için iki girişimde bulundu. Bunlardan ilki 1971 tarihli "Other Voices" albümüdür. Pek başarılı olduğunu söyleyemeyeceğimiz albümden hemen bir yıl sonra "Full Circle" yayınlanır. Bu albümden çıkan hit parça "The Mosquito"dur ancak günümüzde pek hatırlanan bir Doors şarkısı değildir. Ne yazık ki Doors demek bir şekilde Jim Morrison demektir. Albümden çeşitli 45'likler yayınlanmıştı. Bunlardan en dikkat çekicilerden bir tanesi muhtemelen The Piano Bird / Good Rockin' 45'liğidir. Müzikal bir önemi olduğunu düşünmüyorum ama kapakta Doors yazısı altında 3 kişi görmek ilginç oluyor. Meraklısına The Piano Bird'ün kolaj çalışması şeklinde hazırlanmış bir videosunu ekliyorum. En azından şarkı hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz..
Orson Welles- I Know What It Is To Be Young 7" Plak
Yahu bu 45'liğin ne kadar çok meraklısı varmış hiç bilmiyordum. Evde misafirler 45'likleri karıştırırken, hele yaşları 40 ve üzerindeyse, bu plağı ısrarla dinlemek istiyorlar. Özellikle ülkemizde bir dönem bu şarkı öylesine popüler olmuş ki, farklı isimler şarkıyı Türkçeleştirip tekrar tekrar plağa kaydetmişler. Şarkı biraz nasihat niteliğinde. Türkçe çevirisine bir bakalım,
Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum
Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin
Bir gün , sen de aynı şeyleri söylüyor olacaksın
Zaman geçip gidiyor ve bu hikaye anlatılıyor
Birçok soru sordum, tanıştığım akıllı adamlara
Cevapları henüz kimse bulamamış
Hatırlanacak günler olacak
Gözyaşı ve kahkahalarla dolu
Yazdan sonra kış gelecek
Böylece yıllar geçecek
Öyleyse arkadaşım , gel beraber müzik yapalım
Sen bana yenisini söylerken ben eskisini çalacağım
Zamanla, senin gençlik günlerin geçerken
Zamanlarını seninle paylaşan birileri olacak
Meraklısına şarkının videosunu da paylaşayım.
Deep Purple'ın Esinlendiği Topluluk; It's a Beautiful Day
Geçtiğimiz günlerde Plaki Sohbetler programında Deep Purple işlenirken programa katılıp bu albümünden bahsetmeyi çok istiyordum. Ancak mümkün olamadı ne yazık ki. Verilmiş bir sözü tutmak üzere albümden size bahsetmek istiyorum. Aslında bu albümün plağı bende belki 3-4 senedir var. Ancak albümde öyle bir şarkı var ki, aslında bir çoğunuz bilmiyorsunuz, bir yandan da hepiniz biliyorsunuz; Bombay Calling. Amma karışık oldu değil mi? Bulmacanın çözümü için okumaya devam edin!
It's a Beautiful Day, 1967'de San Francisco'da kemancı David LaFlamme tarafından kurulmış bir topluluk. LaFlamme çok ilginç bir müzisyen. Aslında klasik müzikle uğraşıyor. Yanılmıyorsam Utah Senfoni Orkestrasında çalışmış. Sonrasında yeter artık deyip kendisini rock alemlerine atmış. Grup, rock müzik tarihinin önemli topluluklarından bir tanesi. Ancak ülkemizde pek bilinmiyor. Topluluk aslında kalabalık değil ancak müzik yapısı itibarı ile oldukça zengindir. Aynı zamanda karısı olan Linda LaFlamme klavye çalıyor. Pattie Santos vokal, Hal Wagenet gitar, Mitchell Holman bas ve Val Fuentes davul çalıyor. Bir şekilde San Francisco tabanlı rock müziğin önünü açan grubun müziği son derece karmaşık. Bu durumun ortaya çıkmasında David LaFlamme'ın klasik müzik eğitimi almış olmasının tabii ki çok etkisi var.
It's a Beautiful Day'in ilk albümü toplulukla aynı ismi taşıyor. Albümde bulunan şarkıların hepsi birbirinden ilginç ancak müzik tarihinde yerlerini almalarını sağlayan parça muhtemelen "White Bird"dür. Ancak ilk çıkan 45'leri Bulgaria'dır. Arkasından "White Bird" 45liği yayınlanmış ve albümün önü açılmıştır. Albümün şarkı listesi şu şekilde,
"White Bird" (6:06)
"Wasted Union Blues" (4:00)
"Girl With No Eyes" (3:49)
"Bombay Calling" (4:25)
"Bulgaria" (6:10)
"Time Is" (9:42)
Yazının başlarında "Bombay Calling" şarkısından bahsetmiştim. Bu şarkının ana teması ile Deep Purple'ın meşhur "Child in Time" şarkısının ana teması birebir aynıdır. Hatta It's a Beautiful Day yorumu çok daha estetiktir. Deep Purple bu konuda senelerce sessiz kalmış ve şarkının temasının özgün olduğunu iddia etmiştir. Seneler sonra biraz esinlenme olduğunu kabul etmişler ve uzun seneler sonra temayı büyük ölçüde alıp kendi şarkılarına uyarladıklarını itiraf etmişlerdir. Tabii Deep Purple dünyada son derece popüler olmuş, It's a Beautiful Day ise unutulup gitmiştir. Aşağıya It's a Beautiful Day'in canlı performansı ile "Bombay Calling" yorumunu ekleyeyim.
Aslında bu yazıyı yazmamaya karar vermiştim seneler önce. 1970'lerin rock müziğinde büyük ve popüler toplulukların dışına çıkmayı başarmış her meraklı "It's a Beautiful Day" topluluğunu duymuştur. Aslında Child in Time için yazdığım hadise çok ama çok bilindik bir konu. Yazıyı yazmama sebebim ise müzik mağazalarında sürünen "It's a Beautiful Day" plaklarıdır. Bir dönem bu albüm ülkemize ithal edildi ve 20TL'den satıldı ancak nedense alıcı bulamadı. İstanbul ve İzmir'de plak mağazalarında albüm bol bol bulunuyordu. Ancak yan tarafındaki Jethro Tull, arkasındaki Doors, onun yanındaki Lep Zeppelin plakları bunun 4-5 katına satılırken, nedense 1970'lerin bu önemli rock grubuna kimse dikkat etmiyordu. Bulduğum tüm plakları ucuz ucuz satın alıp, arkadaşlarıma hediye ettim. Bu albümden de kendi bloğumda bahsetmemeye karar verdim. Yakın bir dostum, geçtiğimiz günlerde bu konuda beni eleştirdi.
Aslında haklıydı da, müzik paylaşınca güzel olan bir şey değil mi?
Bu yazıyı yazarak sözümü tutmuş oluyorum. Sanırım İstanbul'da bazı mağazalarda "It's a Beautiful Day" plağı hala bulunabiliyor olmalı. Müzik tarihine meraklı genç okuyucularımız ellerini çabuk tutup o plakları hızlı şekilde ucuz fiyat etiketlerinden satın alsınlar. Emin olsunlar ki, harika bir rock/blues albümü satın almış olacaklar.
İstanbulda Bir Müzik Mağazası; Opus 3A
Bloğumda dünyanın dört bir tarafından hifi ve müzik mağazalarına yer veriyorum. Bu kez başlığa konu olan mağaza Türkiye'den; İstanbul Cihangir'deki Opus 3A. Mağaza için Facebook'ta Opus 3A açılan sayfada şu şekilde bir açıklama yazılmış. Kopyala-yapıştır yapalım
Opus 3A yoğun olarak klasik ve caz alanlarıda faaliyet gösteren A.K. Müzik tarafından İstanbul Cihangir Caddesi'nde 2010 tarihinde kurulmuştur. Mağazadaki arşivin büyük bölümünü klasik müzik ve caz repertuarı oluşturmaktadır. Türkiye'de klasik, caz, elektro-akustik ve deneysel alanlarında yerli prodüksiyonlara sahip A.K. Müzik dünyanın en büyük bağımsız plak şirketlerinin (ECM, Naxos, Enja, Harmonia Mundi, Speakers Corner Records vb) de Türkiye temsilcisidir. Bu sebeple Opus 3A İstanbul’da klasik ve caz odaklı en büyük ve ilk mağazadır. Mağazada çok çeşitli modern dans, opera, çağdaş bale DVD’leri de mevcut...
Mağazanın görüntülerini de Facebook'tan aldım. Güzel gözüküyor değil mi?
Valla İstanbul'da yaşayan okuyucularımız şanslılar doğrusu. Böylesine güzel mağazalardan alışveriş edebilme imkanları var. Biz ise İzmir'de hasret kaldık böyle mağazalara. Belki İstanbul'da yaşayanlar için pek bir komik gelecek ama buralarda böyle mağazalar olsa, muhtemelen kovulana kadar rafları kurcalardım. Hatta maaş almadan çalışmaya gönüllü bile olurdum. Şehrimiz yavaş yavaş küçüldüğünden midir fakirleştiğinden midir bilinmez, böyle mağazaları zor görürüz biraz. Kim ne derse desin, müzik mağazasından alışveriş etmenin tadı hiçbir şeyde yok! Neyse...
Meraklısına adres şu şekilde; Cihangir Caddesi, No: 3A. Facebook sayfası için ise buraya tıklayabilirsiniz. Bu arada Facebook'un sağı solu belli olmuyor. Link boş çıkarsa Facebook'a girince Opus 3A diye aratırsanız bulursunuz.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)