Odyofil Ziyaretler: Accuphase Cenneti



Sizlere geçen haftalarda yaşadığım Micro Seiki Coşkusundan bahsetmiştim. Sevgili Aytaç Ünal'a yaptığım ziyaretin benim için en ilginç olan kısmı Micro Seiki MA-505 kol ve Luxman PD 444 idi. Şimdi sıra ikinci en ilginç bölüme geldi; Accuphase'ler..

Accuphase veya tam adıyla Accuphase Laboratories veya bir dönem bilinen adıyla Kensonic Laboratories, 1972 yılında Kenwood firmasından ayrılan mühendis Jiro Kasuga tarafından kurulmuş. 1970'lerin ortalarından itibaren isimlerini duyurdukları daha doğrusu ünlendikleri ürünleri pazara sunmaya başlamışlar. Firmanın ismi Accu İngilizce "accurate" yani "keskin"in kısaltması ve phase yani İngilizce "faz" kelimelerinden oluşuyor.  Accuphase tüm dünyada güçlü amplileri ve pre-amplileri ile tanınıyor. Firmanın kendisine özgü bir tasarım anlayışı var. Şampanya rengi ön korumaları ve ışıl ışıl yanan vu-metre'leri onları nerede görürseniz görün tanımanızı sağlıyor.

Accuphase, ülkemizde çok yaygın bir marka değil. Ancak kullanıcı kitlesi son derece fanatik. Eh bir noktada haklılar. Evet oldukça pahalılar, güçlüler ve gösterişli tasarımları var. Ancak sesleri bakalım nasıl?

Ben çok fazla Accuphase ile denk gelmedim. Evet çeşitli mağazalarda gördüm, kurcaladım ve dinledim. Ancak bir kaç kadeh içki eşliğinde ev konforunda dinletiler her zaman farklıdır...



Sistemin analog kısmından bahsetmiştim sizlere; Micro Seiki MA-505 kol ve Luxman PD 444. Yazıyı eminim ki okumuşsunuzdur.  Sistemin geri kalanında elektronikler tamamen Accuphase markasından seçilmişti.   Accuphase PX-600 devasa boyutlarda bir güç amplifikatörü. 6 Kanallı bu devasa cihaz, zor sürülmesi ile tanınan KEF - 107.2 Ref +Qube hoparlörü sürmekle görevli. Devasa vu-metreleri karanlıkta ışıl ışıl parlayan bu gösterişli cihaz devasa boyutlu hoparlörleri şaka gibi sürüyor...



Accuphase  CX-260 ise sistemin kalbinde tüm bağlantılardan sorumlu. Hem ev sineması hemde stereo sistemlerde kullanılabilir bir pre-amplifikatör olan CX-260 yine Accuphase'in DG-28'i ile tamamlanmış. DG-28'e bayıldım. Bu aslında özel bir ekolayzır ünitesi ancak 64 frekans aralığında 1/6-oktav'lık değişimler yapabilmek mümkün. Arada sırada bana sistemlerimizde nasıl ekolayzır üniteleri kullanabiliriz diye soranlar olur. Soundcraft'ların yanında Accuphase DG-28'i de listeye alabilirim. İster kullanılsın ister kullanılmasın manzara mükemmel. Aşağıdaki fotoğrafı çekmeyi pek beceremesem de, bir şeyler belli oluyor. Oldum olası ekranda her parametrenin oynanabildiği cihazlara bayılırım. Bir nevi fetiş!



Sistemin CD çaları durun siz tahmin etmeden ben söyleyeyim, tabii ki Accuphase'ten seçilmiş. Modeli Accuphase  DP-55.  Tank gibi sağlam gözüken bu CD çalar bir dönem tam anlamı ile ortalığı kasıp kavurmuş. Tıpkı Wadia'lar, Esoterci'ler gibi kaya gibi sağlam gözüküyor ve mekanizmasından iç bileşenlere kadar gösterilen özen üst sınıf...



KEF - 107.2 Ref , 1980'lerin sonlarına doğru üretilen bir hoparlör. Yukarıdaki fotoğraflar buzdağının görünen yüzü daha alt kısmı da var. Bu devasa hoparlörler bugün bile çok fanatik bir kullanıcı kitlesine sahip. Bu hoparlörün bir de Qube adı verilen bir dış x-over(vari) ek ünitesi var. Aşağıdaki fotoğrafta DG-28'in üzerinde bu üniteyi görebilirsiniz.. Oldukça güç isteyen bu hoparlörleri ilk kez dinleme şansım olacaktı...



Sistemi ilk gördüğümde sesin biraz sert olacağına dair bir düşüncem vardı. Ancak ısınmayla beraber pek beklediğim tarz bir ses ile karşılaşmadığımı söylemem lazım. Gayet güçlü ancak insanı müzik dinlemekten soğutan tarzın oldukça uzağında bir ses ile karşılaştım. Dark Side Of The Moon'da sistemin gücü kendisini hissettirirken, caz geçtiğinizde o güç yerini bambaşka bir tada bırakıyor. Sistem çok uzun seneler süren bir arayış sonucunda kurulmuş. Bunu anlamak mümkün. Böylesine bir metrajda, böylesine güçlü cihazlarla bu sesi elde etmek pek kolay değil....

CD çaları pek az kullandık. Zaten Micro Seiki MA-505 kol,  Luxman PD 444 pikap kombinasyonu ortalığı tam anlamı ile dağıttı. İğne olarak Goldenote'un basit Babele'si ve pikap katı olarak Fil Elektronik'in yerel üretim Audiophile Phonobox'u gibi son derece ekonomik yani uygun fiyatlı bileşenlerle tamamlanmış bir analog kombinasyonun böylesine bir sonuç vermesi olacak şey değil. Evet ilerleyen günlerde Babele yerine çok iyi bir iğne gelecek ancak Audiophile Phono Stage sistemde kalıcı gibi duruyor. İlerleyen dönemlerde Accuphase'in çoook pahalı referans pikap katını almadıkça bu pikap katı sistemimde kalacak diyor Sevgili Ünal...



Keith Jarreth'lar, Pink Floyd'lar, Louis Sclavis'ler derken koskoca bir gecenin sonu geliyordu. Gözüm sistemin hemen yanında duran Revox A-700 makara bant okuyucusunda kaldı. Bir defa ki sefere dinlemeden bırakmayacağım. Son dönemlerde gördüğüm en temiz Revox makara teypti ve işin en cazip tarafı  Sevgili Aytaç Ünal'ın süper bir makara teyp arşivi var. Accuphase'ler, Micro Seiki'ler, Luxman'lar derken yaşlı İsviçre'liye sıra gelmedi...

Bir sonraki ziyarete kadar teşekkürler Aytaç Abi...

Absürd Plak Kapakları: Chantal Goya



Çocuklara yönelik plakların kapakları genelde komik oluyor. Koca koca insanlar ne hale düşmüşler diyorum genelde. Albüm Chantal Goya'nın uzun isimli bir albümü; La Poupee, Riri-Fifi-Loulou - Elliott Le Dragon. RCA Fransa'dan yayınlanmış. Kodu RCA PL 37210 Eğlenceli :)

Ancak Goya aslında Fransızların Yé-yé dedikleri aslında pop olarak nitelendirilebilecek müzikle ilgilenmiş. 1960'larda çeşitli filmlerde rol almış. Filmler pek öyle sıradan filmler değil. Jean-Luc Godard filmi "Masculin, féminin" ve Jean-Daniel Pollet filmi "L'amour c'est gai, l'amour c'est triste" bu filmlerden bazıları. Chantal Goya, 1970'lerin ortalarında çocuklara yönelik müzik yapmaya başlıyor. Bu plakta o dönemlerden...

Stereo Mecmuası Yenilendi



Stereo Mecmuası web sitesinin dördüncü jenerasyon arayüzü sonunda açıldı. Bir göz atıp bize olumlu/olumsuz görüşlerinizi bildirebilirseniz çok mutlu oluruz... Bence bayağı hoş gözüküyor. Emeği geçenlere teşekkürler...

Muppet Show: Rita Moreno Fever



Muppet Show benim sevdiğim -çocukken de bugün de- televizyon şovlarından bir tanesidir. Stereo Mecmuası müzik bölümünün banner'ları tasarlanırken son dokunuşlar sırasında araya bir kurbağa Kermit ekledim. Siteye girip çıkarken eski dostu orada görmek hoşuma gidiyor.  Ben yaşlardakiler veya daha büyükler için ilginç olabilecek bir yeni bölüm ekleyeyim dedim bloğuma. Ne olduğunu kısa sürede çözersiniz ;)

Yukarıdaki video'da Porto Riko'lu ünlü şarkıcı Rita Moreno Fever'ı yorumlamaya çalışıyor. Ortalıkta davulcu Animal olunca işi pek kolay değil...

QUAD ESL-57 Güzeli

Steve Jobs – Biyografi Kitap



Steve Jobs‘un hayattayken onay verdiği ilk biyografisi yakında kendi dilimizde yayınlanacak. Domingo Yayınevi tarafından okurlara sunulacak kitap tüm dünyayla ile aynı haftada yayınlanıyor. Kitabın Türkçeleştirilmesi "Dost Körpe" tarafından yapılmış. Şimdiden iyi bir çeviri okuyacağımız garanti gibi. Aşağıda bültenden bir alıntı var;
Jobs’la iki yıldan uzun süre boyunca yapılan kırktan fazla röportajın -ayrıca yüzden fazla akrabasıyla, arkadaşıyla, hasmıyla, rakibiyle ve iş arkadaşıyla yapılan görüşmelerin- temel alındığı bu kitap, kusursuzluk tutkusuyla ve azmiyle altı endüstride (kişisel bilgisayarlar, animasyon filmler, müzik,telefonlar, tablet bilgisayarlar ve dijital yayıncılık) çığır açmış yaratıcı bir girişimcinin inişli çıkışlı hayatını ve güçlü kişiliğini anlatıyor.

Dünyanın dört bir yanındaki toplumlar dijital çağ ekonomileri kurmaya çalışırken, Jobs yenilikçiliğin ve uygulanabilir hayal gücünün mutlak ikonu olarak öne çıkıyor. 21. yüzyılda değer yaratmanın en iyi yolunun yaratıcılığı teknolojiyle birleştirmek olduğunu biliyordu, bu yüzden hayal gücü atılımlarını takdire şayan mühendislik başarılarıyla birleştiren bir şirket yarattı.

Jobs bu kitabın yazılma sürecinde işbirliğinde bulunsa da, yazılanlar üstünde söz sahibi olmayı ve hatta kitabı yayınlanmadan önce okuma hakkını bile istemedi. Hiç sınır koymadı, tersine tanıdığı insanları dürüst konuşmaya teşvik etti. “Gurur duymadığım bir sürü şey yaptım, örneğin 23 yaşındayken kız arkadaşımı hamile bırakmam ve sonrasındaki tavrım bunlardan biri,” dedi. “Ama öğrenilmesine izin veremeyeceğim kadar kötü sırlarım yok.”



Çıkar çıkmaz alıp okuyacağım...

Tayvandan Güzel Görüntüler



Geçenlerde forumlarımızda bir konu başlığında sevgili Nadir (aka Ionian) tarafından çok hoş bir fuardan veya etkinlikten görüntüler eklenmişti. Google Translate'i kullanarak ne olup ne bittiğini anlamaya çalıştım. Anladığım kadarı ile bir kaç firma tarafından gerçekleştirilen etkinlikte eski gramofonlardan tutun en yeni hi-fi ürünlerine kadar bir çok ilgi çekici ürün meraklılara sunulmuş. Ayrıca etkinlikte bazı söyleşiler yapılmış. Ortam müthiş gözüküyor. Böyle bir ortamda olmayı kim istemez ki;


Böyle bir ortama beni bıraksanız sabaha kadar konuşurum


Etkinlik alanında çay kahve servisi de varmış. Oh ne güzel...


Hep hayalim plaklarımı şöyle depolayabilmek. Kutular pek keyifli...

Plakların olduğu yerde tamamlayıcı hi-fi ürünleri olmaz ise olmaz...



Senelerdir kimseye anlatamadığım şey; merdivenler değerli satış alanlarıdır!

Birazda nostalji....

Mekanın üstten görünümü...

Bende istiyorum :)

Fotoğraflar Tayvanlı www.dearhoney.idv.tw sitesinden alıntı...

Wavac MD-300B



Wavac firmasını bilir misiniz? Japonların önde gelen hi-fi üreticilerinden bir tanesidir. Ürünleri genelde çok pahalıdır ancak çok şıklardır. Özellikle pre-ampli tasarımları için söylenebilecek tek şey mükemmel olduklardır. Bir İstanbul seyahatimde Audiogen firmasına yaptığım ziyarette gerçekten tasarımlarına bir kez daha vurulmuştum. Wavac MD-300B ise firmanın en gösterişsiz ürünlerinden. Fiyatı da oldukça ucuz. Tabii diğer Wavac ürünlerine göre. MD-300B mdeoli son derece küçük boyutlara sahip harika bir ampli. Çok şık ve sesi de çok güzeldir. Defalarca dinleme fırsatı bulduğum ve hoşuma giden bir üründür. Hem de çok şık...

The Ninth Gate



“The Ninth Gate” veya bizim sinemalarımızda vizyona girdiği ismiyle “Dokuzuncu Kapı” bence Roman Polanski'nin gelmiş geçmiş en kötü üç filminden bir tanesidir. Film görücüye çıkarken neo-noir bir film olarak tanıtılmıştı. Ancak bırakın yenisini klasik noir film anlayışının bile çok uzaklarındaydı. Aslında filmin konusu İspanyol yazar Arturo Pérez-Reverte'nin “The Club Dumas“ romanından alınmıştı. Bir roman olarak fena değildir. Okült ve gizemci bir tarafı vardır. Çerezlik bir roman olarak okunabilir.

Polanski, bu romanı alıp hikayeleştirirken filminin hiç fena olmayan bütçesiyle iyi oyuncular seçmişti. Bunlardan en dikkat çekicisi Johnny Depp'tir herhalde. Deep'in bir çok filmini seyretmiş bir insan olarak bu filmdeki performansını berbat olarak nitelendirmek mümkün. Kötü senaryo muhtemelen Deep'in bile içini geçirmiş. Aynı şeyleri femme-fatale'lığın çok yakıştığını düşündüğüm Lena Olin içinde söyleyebilirim. Benzer şeyleri Frank Langella içinde söyleyebilmek mümkün. Emmanuelle Seigner için ise fazla bir şey yazmaya gerek yok. Benim anlamadığım bir konu Polanski'nin filminde böylesine bir rol için neden eşini kullandığıdır. Hani filmin sonundaki sahnelerde olmuyor evde yaptığımız gibi yapmalısın filan diye mi yönetti filmi acaba. Neyse üzerimize vazife olmayan konulara girmemeliyiz değil mi?



Biliyorsunuz bloğumda film eleştirisi filan yazmıyorum. Zaten ortalıkta bir sürü iyi site varken bu konu bana düşmez. “The Ninth Gate” filmini yerin dibine batırmak gibi bir amacımda yok. Gelelim asıl konuya...

“The Ninth Gate” tüm kötülüğüne rağmen arada sırada seyrettiğim bir filmdir. Nedeni ise aslında birazcık saçma. Bu filmdeki kötü oyunculuk, kötü senaryo ve diğer her şeyin kötü olmasına rağmen koleksiyonculuğun karanlık tarafını tasvir etme açısından bence başarılıdır. Filmde Deep'in canlandırdığı Dean Corso karakteri aslında koleksiyoncuların bir çoğunun bir nevi prototipi gibidir. Örneğin bir plak koleksiyoncusu aradığı plağın baskılarını ezbere bilir (çoğu zaman yani) ve onu ele geçirmek için elinden geleni yapar. Hatta bazen karanlık tarafa geçer.



Eminim ki, bir çoğumuz bir dükkanda bulduğu üzerinde çok düşük bir fiyat yazılı bulunan “parçanın” fiyatının aslında daha fazla olması gerektiğini gidip satıcıya söylemez. Veya bazen çevremizden birilerinde sahip olmayı istediğimiz bir “parça” varsa onun elden çıkartılma sürecine sokabilmek için önceden planlanmış bazı konuşmalar yapmak zorunda kalmışızdır. Hatta koleksiyoncular arasında alışveriş yaptıkları yerleri gizleme hastalığı da oldukça popülerdir. Fazla talep arzda dengesizlikler meydana getirir. Benim açımdan en iyi dükkan yaşayacak kadar müşterisi olan bir dükkandır. Tabii ki bir müşteri olarak. Dükkan sahipleri haklı olarak hep bunun tersini düşünürler ve çok haklıdırlar. Tüm bunlar iyi bir insanın yapmayacağı düşünmeyeceği şeylerdir. Ancak her ne topluyorsanız koleksiyonculuk karanlık tarafa geçmektir. Olayı abartıp ruhunu şeytana satacak (mecazi olarak tabii ki) koleksiyoncuların varlığını da unutmamak lazım. Söz konusu olan koleksiyon olunca bir çok şey mübahtır. Buradaki sınır sizin kişiliğinizdir. Her insanın yapamayacağı şeyler vardır. Ancak yapabilecekleri ile çoğu zaman karanlık tarafa adım atar.

“The Ninth Gate” bence bu atmosferi iyi veren bir film. Eğer elinizde varsa filmi bir de bu açıdan seyretmeye çalışın. Eminim daha fazla keyif alacaksınız. Ama tüm bunlar bile filmin kötü olduğu gerçeğini değiştirmiyor ne yazık ki...

İşte Opera...



Günümüzde bir çoğumuz bütün gün bilgisayarlarımızın tepesindeyiz ve en çok kullandığımız programlar internet tarayıcılar. Son bir senedir ben Opera kullanıyorum. Aslında cep telefonu dünyasında tanınan bir tarayıcıdır Opera. Ancak standart bilgisayar versiyonu kesinlikle çok çok başarılı. Kullanımı biraz ters ancak Opera Link, Opera Unite ve özellikle Opera Turbo gibi özellikleri sayesinde bir alıştınız mı onu bırakmanız mümkün değil. Az özellikli, kullanımı biraz sıradışı ancak hızlı bir tarayıcı arayanların dikkatine. Bir deneyeyim derseniz sizi buraya alalım. İşin güzeli MAC, PC ve en önemlisi Linux versiyonları da mevcut...

Hendekagram



Hendekagram süper ilginç bir ürün. Qed Design isimli bir firmanın tasarladığı ürün basitçe bir kulaklığı içerisine sokarak sesi büyüten bir hoparlör sistemi. Daha doğrusu horn bir hoparlör. Sesi muhtemelen çok kötüdür ama tasarım çok ilginç...

Müzik Mağazası Konsept



Yeni yapılması düşünülen bir müzik mağazası için konsept çizimler. Genelde hep var olan mağazaları sizlerle paylaşıyorum ancak bu tasarım hoşuma gitti. Daha çok elektronik müziklerin satılacağı bir mağaza konsepti olsa bile gayet güzel hatta şık olmuş.  Eğer mimar veya tasarımcı iseniz ve konsept çizimlerinizi paylaşmak isterseniz bana Stereo Mecmuası'nın iletişim bölümünden ulaşabilirsiniz...

Sun Ra Solar Arkestra - All Stars



Amanın böyle bir kadro tarihte pek az bir arada görülmüştür. Sun Ra Solar Arkestra ve yıldızlar topluluğu birlikte Berlin'de 1983 yılında bir konserde. İsimlere bakalım, Lester Bowie, Don Cherry, John Gilmore, Marshall Allen, Archie Shepp, Richard Davis, Clifford Jarvis, Philly Joe Jones ve Don Moye...

Yine Mi Star Trek Teması



Bu Amerikalıların Star Trek filmlerine gerçekten özel bir ilgisi var. Muhtemelen temalı ev sinema sistemlerinde çok büyük bir oran tutuyor Star Trek temalı odalar. İşte yeni bir tane daha. Ahşap konsol pek güzel duruyor.

Lego Plak Kapakları: The Beatles - Abbey Road



Abbey Road, efsanevi The Beatles topluluğunun 1969 yılında piyasaya sürdükleri onbirinci albümleri. Yukarıda Lego versiyonunu, aşağıda ise orijinal kapağı görebilirsiniz. Bu kez çok başarılı bir çalışma olmuş...

Hifi Karikatürleri: Gıda Pulu



Tüm söyleyebileceğim, Emma, Tanrı'ya gıda pulları için teşekkürler. Bu gıda pulu dedikleri şey, Amerikan hükümetinin alım gücü düşük vatandaşlar için sürdürdüğü bir gıda programıymış.

Kurukafa Kulaklıklar


Son dönemlerde kulaklıların moda haline geldiğinden bahsediyorum. Hemen her zevke uygun ürünleri bulabilmek mümkün. Yukarıdaki kulaklılar kurukafa şeklinde ve kırmızı ışık veren led lambalar müessesenin hediyesi. Amazon'dan satın alabileceğiniz kulaklıların fiyatı 19 Dolar. İsterseniz siyah rengi de mevcut.

Futuristik Nipper



Zaman ilerledikçe grafik sanatçıları meşhur His Masters Voice logosunu modernize etmeye devam ediyorlar. Geçtiğimiz günlerde bunun bir örneğini burada sizlerle paylaşmıştım.  Bu kez biraz daha futuristik bir çalışma denk geldi.

Animasyonlu Albüm Kapakları: Amy Winehouse Frank


Bu kez konuğumuz rahmetli Amy Winehouse. Frank albümü soul ve caz müziğin çok başarılı bir birleşimidir. Albüm ilk dönemlerde geniş kitleler tarafından pek ilgi görmez. Bu dönemde kendisine bağlı hayran kitlesi edinmiştir; onu her haliyle kabul eden ve müziğini beğenen.. Albüm yayınlandıktan neredeyse bir sene sonra Winehouse’un kariyerinde önemli değişiklikler olur. 2004 yılındaki tüm önemli İngiliz müzik ödüllerini toplar. Winehouse ile ilgili daha yazımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Yukarıda hareketli görüntüyü aşağıda ise orijinal kapağı görebilirsiniz…

Sun Audio'dan Renkli Seçenekler



Japon Sun Audio'dan arada sırada Stereo Mecmuası Forumlarında bahsediyoruz. Bu markanın 300B modelini arada sırada dinleme şansım oluyor. Gerçekten son derece kendisine özgü bir amplifikatör. Geçenlerde bir konuyla ilgili bilgi ararken yanlışlıkla Sun Audio'nun Japonca web sitesine girdim ve İngilizce sitesinde olmayan bazı ürünlere denk geldim. Örneğin hemen her amplifikatörde özel sipariş vererek şasiyi renkli satın alabiliyormuşsunuz. Kırmızı renkli olanı çok keyifli gözüküyor ne dersiniz?

Univers Zero - Ceux du Dehors LP



Univers Zero, Belçikalı bir topluluk. Ama ne topluluk! Sonrasında gelen bir çok müzisyeni etkilediği gibi günümüzdeki bir çok müzik tarzında bu adamların ilk adımlarını hissetmek mümkün. Univers Zero adlınsa 20. yüzyılın klasik müziğinden özellikle de modern oda müziğinden etkilenip müziğini çok karanlık sulara doğru ilerletmeyi başarmış bir topluluk.

Baterist Daniel Denis tarafından 1974 yılında kurulan Univers Zero o dönemlerde RIO olarak anılan “ Rock in Opposition” akımının içerisinde yer alır. Hemen bir ara vermemiz gerekirse RIO hareketi 1970'lerin progressive topluluklarının müzik endüstrisine bir nevi başkaldırma hareketidir ve bloğumda bol bol yer verdiğim ve son dönemlerde çeşitli plaklarını edinmeyi başardığım İngiliz avant-rock topluluğu Henry Cow'un başlattığı bir harekettir. Hatta 1978 yılında çeşitli Avrupalı toplulukları İngiltere'ye davet edip "Rock in Opposition" isimli bir festival bile düzenlemişlerdir. Bu festivali düzenleyen Henry Cow'un yanında İtalya'dan Stormy Six, İsveç'ten Samla Mammas Manna, Belçika'dan Univers Zero ve Fransa'dan Etron Fou Leloublan katılmıştır. Bu arada Etron Fou Leloublan topluluğuna da ayrıca bayılıyorum. Bu topluluğu bir arkadaşım sayesinde öğrenmiştim. Aradan yıllar geçti hala en keyifle dinlediğim topluluklardan bir tanesidir.

Sonrasındaki dönemlerde liste genişlemeye başlar, Fransız Art Zoyd, Henry Cow'dan kilit elemanların bulunduğu Art Bears ve Belçikalı Aksak Maboul. Tabii ki bloğumda bol bol yer verdiğim Magma ve “Üdü Wüdü” plağında bahsettiğim Jannick Top/Infernal Machina gibi dönemin çok büyük toplulukları bu oluşum içerisinde yer almıştır.

Univers Zero'Nun ilk albümleri akustik sayılabilir ancak kısa bir süre sonra albümlerde daha fazla elektronik enstrüman kullanmaya başlarlar. “Heresie” albümü tam bu tanıma uymaktadır. Bazı eleştirmenler bu albümü en karanlık albümler listelerine almışlardır. Ancak bence “Ceux du Dehors”da bu listede kendisine kolaylıkla yer bulabilir.

Gelelim “Ceux du Dehors” albümüne. İlk önce şarkı listesi;
1- "Dense" (Daniel Denis) – 12:26
2- "La corne du bois des pendus" (Denis) – 8:42
3- "Bonjour chez vous" (Denis) – 3:52
4- "Combat" (Andy Kirk) – 12:53
5- "La musique d'Erich Zann" (Denis, Kirk, Guy Segers, Michel Berckmans, Jean Debefve, Patrick Hanappier) – 3:29
6-"La tête du corbeau" (Segers) – 3:11


Albüm öylesine garip bir albüm ki, çok karanlık bir atmosfere sahip olmasının yanında acayip bir müzikal zenginlik içeriyor. Albümün bir diğer özelliği kurucu üye gitarist Roger Trigaux'nun olmadığı ilk Univers Zero albümü olması. Roger Trigaux ayrılışının ardından “Present” isimli bir topluluk kurdu ve müzik yaşamına devam ediyor.

Albümdeki müzisyenler, Daniel Denis davul, perküsyon. Michel Berckmans bason, obua. Guy Segers bas, klarnet. Andy Kirk harmonium, organ, piyano, Yamaha CP70. Patrick Hanappier viyolin, viyola. Jean-Luc Aimé viyolin, viyola. Jean Debefve – hurdy-gurdy. Ilona Chale vokal. Thierry Zaboïtzeff çello. Aslında hemen her müzisyen çok sayıda enstrüman çalabiliyor ancak liste uzamasın diye kısalttım.

Albümde beni en ilgilendiren parça, "La musique d'Erich Zann" yani Eric Zann'ın müziği. Fanatiği olduğum yazar Howard Phillips Lovecraft'ın 1921 yılında yazıdğı bu ilginç öykü 1922 yılında “National Amateur” dergisinde yayınlanmıştı. Öyküyü merak edenler, Mitos Yayınlarından çıkan “Gotik Öyküler” kitabında Dost Körpe tarafından gayet başarılı şekilde çevrilmiş halini okuyabilirler.

Albüm belki çok kişiyi ilgilendirmeyebilir. Ancak Pink Floyd'un 1970'lerin en ilerici, en progressive, en avant-garde olduğunu iddia eden ve her cümlede Pink Floyd'tan örnek verenlerin Univers-Zero dahil olmak üzere bu yazıda bahsettiğim topluluklara göz atmasında fayda olacaktır. Herşeye yeniden başlamanız gerekli olabilir...

Yarım Akıllı Telefonlar ve Nokia C3



Cep telefonum parçalanınca cep telefonu arayışına girdim. Hiç alakam olmayan bir konu olduğundan kafam iyice karman çorman oldu. Herkesin bu konuda bir macerası vardır. İşte benim ki;

Ericsson telefonları hep sevmişimdir. Aynı cep telefonu markasını uzun seneler kullanınca herşeyine alışıyorsunuz. Sonrasında  Ericsson ile Sony birleşti bir süre iyi telefonlar üretmeye devam ettiler. En sevdiğim telefonlarım absürd R320 ve T-610 olmuştu. Ericsson R320 acayip bir zihniyetin ürünü idi ve ergonomi dahil bir cep telefonunda olması gereken hiçbir şeye sahip değildi. Çok kalitesiz bir ekranı, yanından çıkan acayip bir anteni, ince-uzun kılıksız bir şasisi vardı. Ancak kaya gibi sağlamdı. Canınız istediğinde cep telefonunu fırlatabilme özgürlüğüne sahip olmak hastalıklı bir durum ama dönemin R serileri buna izin veriyordu. T-610 ise bunun tam aksi bir tasarıma sahipti. Zarifti ve son derece kullanışlıydı. Her iki telefonu da uzun zaman kullandım ve verdiğim her kuruşu hak ettiler. Sonrasında Sony-Ericsson'a bir haller oldu ve güzelim tasarımlarının yerine rakiplerine benzeyen telefonlar üretmek adına ucube tasarımlara yöneldiler.

Bu dönemlerde bir cebimde telefonum varken bir cebimde de Palm tabanlı cep bilgisayarlarım olurdu.Eğer Palm ile tanışmış olanlar varsa ya çok sevmişler veya nefret etmişlerdir. Ancak o dönemlerde dokunmatik ekranları, ofis ile alakalı bir sürü yazılımla uyumu ve son derece uygun fiyatları ile tam anlamıyla bir efsaneydi Palm. O dönemlerde Palm, Handspring (ki Palm'den ayrılanlar tarafından kurulmuştu) ve öncesinde efsanevi Psion uygun fiyatlarla tüm ihtiyaçlarımızı karşılıyordu. 100 Dolara Palm Zire alabiliyor iken akıllı telefona ne gerek vardı.

Sonrasında bu iki cihazı birleştirme çalışmaları başladı. Palm Treo serilerini çıkarttı, Nokia Communicator'lar ve Ericsson'un farklı modelleri. Gelişmeler devam etti. Sonunda Palm battı, HP tarafından satın alındı. Sonra HP'de rekabete dayanamayıp Palm'i kapattı. Bu dönemin akabinde Apple telefon işine girdi ve cep telefonları bir daha asla eskisi gibi olmadılar...

Tüm bu karmaşanın içerisinde basit bir Nokia cep telefonu kullanan bendenizin bu akıllı telefon furyası pek umurunda değildi. Modelini asla bilmediğim Nokia'm bozulunca -ki kendisinden nefret ediyordum- bir telefon almam gerekli oldu. Malum cep telefonsuz olmuyor ne yazık ki...

Çarşıya çıkınca cep telefonu pazarının oldukça farklılaştığını gördüm. Üst sınıf benim ilgimi çekmiyor. Apple,  Android tabanlı ürünler ve Blackberry, HTC gibi markalar arasında kıyasıya bir rekabet var. Ürün kaliteleri uçmuş ancak hemen her ürün asla kullanmayacağım binbir çeşit ıvır zıvırla doldurulmuş. LG, Samsung gibi markaların Android tabanlı ürünleri kopmuş gitmiş. Ziyaret ettiğim mağazalardaki satış elemanları dakikalarca özelliklerinden bahsediyor ve hala anlatmadıkları özellikleri kalıyor. Ancak bu markaların bendeki imajı yerlerde sürünüyor hele LG marka hiçbir şeyi evime sokmam. Apple ise başka bir alem. Bence bu üst segmentte bambaşka bir yerdeler. Gönlümün bir yerlerinde Blackberry vardı ama kime dokunduysam şarj konusunda bin ah işittim. Nokia'lar ise ayrı bir komedi. Çok güzel donanm özellikleri olan modellerin üzerinde acayip bir işletim sistemi olunca akıllı telefonun aklının bir kısmı devre dışı kalıyor. Anlayacağınız işler karışık. Bana sorarsanız bu tarz bir cep telefonu alacak olsam gider iPhone alırım.

Zaten 1.000TL seviyesinde bir cep telefonu almak yerine basit bir telefon ve bir netbook kullanmak benim için daha mantıklı. Aslında fena olmayan bir telefon artı bir netbook ile yeni nesil bir akıllı telefonun fiyatı aynı.

İşin içine girdikçe hemen her alanda olduğu gibi cep telefonu konusunda da fanatizm var. Herkes kendi kullandığı telefonun üstünlüklerinden bahsediyor. Benim tespitim gerçekten özelliklerine dikkat edip telefon alanlar hariç iPhone alamayan bir çok insan, iPhone düşmanı oluyor. Android konusunda bilinçli kullanıcılar cinnet geçirmiş durumdalar, yeni işletim sistemi eski modellere uygulanamıyor(muş) ve erken davrananlar bir çok özellikten eksik kalıyorlar(mış)

Altı üstü telefonla konuşacak bir insan için -yani ben- durum karışık..

Sonunda bir teknoloji markete girdim. Bayan bir reyon görevlisi sağolsun benimle ilgilendi. İstediğim şeyi çok iyi bildiğimden bir anda özellikleri sıraladım. Şöyle bir şey demiş olmam lazım...

-Cep telefonunda tek yaptığım şey konuşmak. Ekranı büyük olsun. Daha doğrusu ekranı küçük olsa da, yazıları büyük olsun. Telefona bir giriş yaptığımda "Z" harfini yazabilmek için 5 kere aynı tuşa basmayayım. Dokunmatik ekran istemiyorum. Kamera kalitesi umurumda değil. Wi-fi'si olursa iyi olur. Üzerinde Opera tarayıcı olsun yeter. Olmaz ise sağlık olsun. Şarjı bir günde bitmesin.

Kızcağız halime acımış olacak ki, reyondan tek bir telefon çıkarttı ve "beyefendi tam istediğiniz şey bu" dedi. Bu kılıksız telefona içim hemen ısındı.

Nokia C3-00. Bu tam anlamıyla yarım akıllı bir telefon hatta belki yarım akıllıdan bile daha azı... İşletim sistemi Symbian. Telefon için yazılmış doğru düzgün uygulama -moda ismiyle apps- yok. Üzerinde gelen yazılımlara vakit geçirmelisiniz. Fazlasını boşuna aramayın. Gayet güzel benim açımdan. Kamerası 5 sene önce kullandığım telefonlarla aynı kalitede. Menüleri gayet basit. Menülerde özelleştirme filan yapılamıyor. Telefon kafasına göre takılmak üzere tasarlanmış. Belki de en akıllı telefon budur. Baksanıza "sanal zeka"sı var:)  Parmakları ince olanlar için klavyesi geçer not alır. Wi-fi bağlantısı ise başarılı. Telefonun kendisi de sağlam sayılır. Daha bir ay olmadan 3 kere düşürdüm ona rağmen çalışıyor. Ben aldığım zaman fiyatı 250TL civarındaydı. Yarım akıllı bir telefon için gözden çıkartılabilecek bir tutar.

Telefonlara bakış açınız benim ki gibiyse bir göz atın derim...

Pena Sanatı



Tamam bunlar tam anlamıyla müzik enstrümanı kategorisinde değiller ama onlar olmadan gitar çalmak zor iş. Bugün aklınıza gelen hemen her türden pena bulmak mümkün ancak ben bunları özellikle çok sevdim.

Lego Plak Kapakları: Motörhead - Ace Of Spades



Çok hoşuma gitti bu kapak. Motörhead'in 1980 yılında yayınlanan dördüncü albümü "Ace Of Spades" çok sevdiğim bir albümdür. Albüme ismini veren "Ace of Spades" şarkısı tam gaz şarkısıdır. Motörhead'çe aşk şarkısı "Love Me Like a Reptile" ilerleyen dönemlerde bol bol tshirt'lerde gördüğümüz "Live to Win" (aslında Born to Loose, Live to Win şeklinde) dillere marş olan "The Road Crew" ile albüm unutulmazdır. Lego kapağı da başarılı olmuş :)

Palmer 2.5



Sizlerle daha önce burada Palmer diye bir pikap üreticisinden bahsetmiş ve Model 3 pikaplarının resimlerini paylaşmıştım. Bu kez aynı firmanın Model: 2.5 modelinden fotoğraflar var sırada...



Stüdyoda Dans Edilir Mi Hiç?

Slapp Happy Henry Cow Desperate Straights LP



Henry Cow ve Slapp Happy albümlerinde bir şeyler karalamak her zaman zordur... Aslında "Desperate Straights"ten bahsedeceksek durum biraz daha karışık. Aslında bu albümü çok rahatlıkla Slapp Happy hanesine yazabilmek mümkün. Zaten albümde ilk önce onların ismi yazılmış. Sonuçta bestelerin çoğunluğu bu ekibe ait. Aslında bu albümün yapısı biraz farklıdır. Bir şekilde pop müzikten progressive rock'a oradan da avant-garde'a uzanan bir yapısı var. Şarkılardaki düzenlemeler ve aranjmanlar akıllara durgunluk verecek türden. Albümdeki şarkılar şu şekilde;

A Yüzü
"Some Questions about Hats" (Moore, Blegvad) – 1:49
"The Owl" (Moore) – 2:14
"A Worm is at Work" (Moore, Blegvad) – 1:52
"Bad Alchemy" (Greaves, Blegvad) – 3:06
"Europa" (Moore, Blegvad) – 2:48
"Desperate Straights" (Moore) – 4:14
"Riding Tigers" (Blegvad) – 1:43

B Yüzü
"Apes in Capes" (Moore) – 2:14
"Strayed" (Blegvad) – 1:53
"Giants" (Moore, Blegvad) – 1:57
"Excerpt from The Messiah" (Handel, Blegvad) – 1:48
"In the Sickbay" (Krause, Blegvad) – 2:08
"Caucasian Lullaby" (Cutler, Moore) – 8:20



Slapp Happy ekibi (Peter Blegvad, Anthony Moore ve Dagmar Krause) bazı albümlerinde pop müziği oldukça sürrealist bir bakış açısıyla ele alır ve müziği bambaşka noktalara getirir. Bunda grubun kurucusu aynı zamanda bir ressam olan )plak kapağını da o tasarlamış zaten) Peter Blegvad 'ın etkisi büyüktür herhalde. Henry Cow ise belki beste yapıları açısından Peter Blegvad ve Anthony Moore kadar etkili değildi ancak iş bir şeyler anlatmaya geldiğinde topluluk çok cesurdu. Aslında açık açık belirli bir politik söylemleri vardı ve bunu gizlemek gibi bir düşünceleri yoktu. Aslında bu iki topluluğun müzik kariyeri birbiri ile paralel ilerliyordu. Albümlerde ortaya çıkan bu birliktelik farklı müzik türlerinden yoğun bir etkileşimi bir potada eritmek açısından çok ilginçtir. Bir tarafta sürrealist yaklaşımla ortaya çıkan dönemin popüler müziğinden oldukça ayrık bir tür, bir yandan Alman müziğinden etkileşimler, Bartok gibi ilerici bestecilerden esintiler ile ortaya çıkan müzik bu dönem için bile oldukça yenilikçi sayılır.

Albümde Slapp Happy ve Henry Cow ekibine ek olarak çok sayıda konuk müzisyende var. Albümde Dagmar Krause'nin hastalıklı vokalleri atmosferi çok farklı yerlere taşıyor. Krause bu albümde vokal tekniğinde farklı bir adım atarak, vokallerinde sertleşme ve dikleşmeler gerçekleştirmiş. Bunun sebebi Krause'nin içerisinde bulunduğu durum ile alakalı sanırım. Politik olarak keskin çizgilerden etkilenen Krause, bu albümün ardından Happy Slapp projesinden ayrılıyor. Zaten "In Praise of Learning"de bu durumu rahatlıkla görmek mümkün...



Açık konuşmak gerekirse bloğumda tanıttığım bir çok albüme göre dinlenmesi sabır gerektiren bir albüm. Arada sırada bu tarz topluluklardan bahsetmemin sebebi, ben nasıl bunları bazı arkadaşlarımdan duyup sevdiysem, belki benim sayemde birileri tanır ve sever dememdir. Bu albümleri internetten bulabilmek kolay değil hatta bazıları için ciddi açık arttırmaları göze almak gerekiyor.

Plakla uğraşma istemeyenler Recommended Records'un yaynladığı özel kutu setine göz atabilirler. Ondan da şurada bahsetmiştim. Ancak o günden bugüne muhtemelen kısıtlı sayıda basılan bu setin fiyatı da yükselmiştir. Günümüzde tüm bunların çaresi var.

Yine HP Servisi Yollarındayım!

HP ile inişli çıkışlı bir ilişkim var. Bazen senelerce sorunsuz çalışan ürünler yapıyorlar. Bazen de aldığınız anda elinizde patlıyor HP ürünleri. Artık kısmet mi, şans mı bilemiyorum. Geçmiş yıllarda aldığım Pavilion DV6-1020et modeli dizüstü bilgisayarım geçtiğimiz haftalarda bozuldu. Bu cihazı çok severek almıştım ve doğruyu söylemek gerekirse neredeyse 3 senedir tepesinden hiç kalkmadım. Verdiğim parayı sonuna kadar hak etti.

Cihazı alıp servisin yolunu tuttum. Genelde yeni bir bilgisayar almak servisle uğraşmaktan çok daha ucuza mal olur. Ancak bilgisayarımı sevdiğimden gönlümden yaptırmak geçti. Servis arızayı kısa sürede buldu; makinenin hard disk'i bozulmuş. Bir birim hard disk için 3 birimde işçilik ödeyerek bilgisayarı kısa sürede tamir ettiler. Bu kez serviste gayet güleryüzle karşılandım. Tamiratın her aşamasında bilgi verildi. Olması gerektiği gibi...

Her zaman söylüyorum servis kalitesi bence reklamlardan çok daha etkili bir pazarlama aracı. Geçtiğimiz sefer çok kızmıştım HP'ye, bu kez gönlümü aldılar. Yaşadığım olumsuzlukları yazdığım gibi olumlu şeyleri de yazmalıyım diye düşünürüm hep. Bu sefer artı puanlar HP'ye gidiyor.

Selama Selam Göndermek!



Radyo Babylon'da her Çarşamba akşamı saat 22:00 ile 23:00 arasında sevgili Reha Arcan Cosmictones isimli bir program yapıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi program son derece ilgi çekici. Hemen programın tanıtımını ekleyeyim; "Reha Arcan ile Free Jazz, tonal ve atonal dünya arasında gel gitler. Müzikte rastlantılar, tekrardan sıkılanlar..." Hal böyle olunca her türden absürd albümü dinleme şansınız(mız) oluyor. Reha bu hafta programını Tim Berne, Jim Black, Nels Cline ortak çalışması "The Veil"e ayırmış. Bende geçenlerde albümle ilgili bir eleştiri yazısı yazmıştım. Okumak için sizi buraya alalım. Denk geldik...

Reha programdan bana selam göndermiş. Bende buradan bir selam edeyim...  Radyo Babylon'a ulaşmak için ise buraya tıklayabilirsiniz...

Yeni Plaklar Yeni Plaklar Sonu Yok Bunun!



Bu haftanın bonusu Peter Brötzmann'ın "Machine Gun" plağı oldu. Buradan bir kez daha Michael Lavorgna'ya selamlar..