“E18 lens error”, veya “lens error, restart camera” Arızası Giriş



Bu yazının ilk bölümüne ulaşmak için tıklayınız

Bu bir dijital kamera için en yaygın hata herhalde. Bu hata mesajı çoğunlukla ürünlerin LCD ekranlarında “E18 lens error”, veya “lens error, restart camera” şeklinde görülüyor. Bazı markaların ürünlerinde ise ekranda bir şey gözükmüyor ve objektif dışarıda kalarak makine açılıp kapanmayı reddediyor.
Yukarıda açıkladığım sorun aslında oldukça tüm kamera markalarında oldukça yaygındır. Genellikle kum veya toz objektif açılma kapanma mekanizmasını etkiler. Ancak bu sorun her zaman toz veya kumdan olmaz. Bazen makinenin üretim kalitesi ile ilgili olarak durduk yere makineniz kilitlenir. Bu arızanın orta çıkmasında bir diğer suçlu ise kamera çantaları. Özenerek aldığınız kamera çantaları içerisinde toplanan istenmeyen kirler makinelerin objektiflerini kilitleyebiliyorlar. Bunlara birde kamera veya fotoğraf makinelerinin kılıf yada korumalarının oluşturduğu elektrostatik enerji fotoğraf makinelerinin kilitlenmesine neden olabiliyor. Çoğu zaman fotoğraf makinelerimizin kullanma kılavuzlarında bu konu ile ilgili uyarı göremezsiniz. Aslında uyarı var ancak pek açık değil, makineniz ile sadece üreticinin ürünlerini kullanınız! Tabii kullanalım kullanmasına da, bir liralık şeyi üzerine marka basınca 10 liraya satmaya kalkışırsanız bu pek kolay değil. Haydi daha açık yazayım en azından ben o kadar salak değilim... Yurt dışındaki bir çok siteden okuduğum kadarı ile özellikle Canon ve Nikon kullanıcıları bu konudan çok muzdaripler.

Olayın kilitlenip kaldığı yer aslında çok basit. Çoğu zaman lens arızası ile karşılaşan tüketici ürünü teknik servislere götürüyor. Bir şekilde (toz, kir, kum ve benzeri sebeplerle) teknik servisler ürün arızasını kullanıcı hatası olarak görüyor. Hal böyle olunca garanti şartları işletilemiyor. İşin asıl acı olan tarafı makinenin onarım maliyetinin makinenin tutarına yakın olması. Hali ile kullanıcılar isyan ediyorlar. Yurt dışından anlayabildiğim kadarı ile üreticiler bu konuda oldukça sert bir politika izliyorlar. Buna bizdeki distribütörlerin ve özellikle teknik servislerin müşteriye konuyu anlatmak yerine önce fatura çıkarması geleneği eklenince küçük çaplı cinnetler geçiriyor insanlar. Bu da gayet normal...

Allah'tan yabancı siteler sayesinde bu durumlara nasıl müdahale edileceğini öğrenebiliyoruz. Bende sorunumu bu şekilde hallettiğim için mutluyum. Ancak yabancı dilde yazıları anlamak konusunda zorunluklar yaşayanları düşünerek deneyimleri yazmak istiyorum. Bu sayede belki bu durumdaki insanlara faydam dokunur.

“E18 lens error”, veya “lens error, restart camera” Arızasını gidermek için uygulayabileceğiniz yöntemlere ulaşmak için tıklayınız

Bloxoo Maceram ve Türk Blog'ların Zihniyeti Hakkında


İlk yazı için ilginç bir başlık değil mi? Bloglar dünyada ciddi önem kazanmaya başlayan ve geleceğin kitabı olmayan popüler yazarlarının boy gösterdiği bir konu. Hem dünya da hemde ülkemizde blog'lar ciddi anlamda popülerler.

Bu durum bireylerin blog yığınları arasından sıyrılmak için yaptıkları çalışmaları önemli hale getiriyor. Ancak bunu sağlamak için her dakika bloğunuza yazı yazmak, orada burada blog reklamınızı yaparak ziyaretçi kazanmaya çalışmak doğru bir yöntem değil kesinlikle. Gelip geçici okuyucuların verdiği anlık sevinçler yerini bir süre sonra hüzüne bırakıyor ne yazık ki.

Ben dünyada ve ülkemizde blog dünyasındaki gelişmeleri takip edebilmek için blog yazarlarının bir araya geldiği forum ve web oluşumlarını ziyaret ediyor ve üye oluyorum. Yurtdışındaki bir çok blogdan çok fazla şey öğrendiğimi de ifade etmeliyim. Ancak ülkemizdeki blog yazarlarının bir arada bulunduğu oluşumlarda genel olarak bazı şeyler ilgimi çekti. Bunları sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Üye olduğum bir oluşum, Bloxoo idi. Genel anlamda çok başarılı bir platform olduğunu söylemeliyim. Siteyi oluşturanlar benim görüşüme göre olabilecek tüm önemli araçları meraklıların kullanımına sunmuşlar. Ancak bir siteyi, forumu veya benzeri bir dijital platformu başarılı ve özel kılan onun sunduğu özelliklerin yanında katılımcıların hareket tarzlarıdır.

Gözlemlerime göre, çoğu Türk blog yazarı ve sahibi ilgi çekebilmenin yolunun reklam olduğunu zannetmekte. Sayısız defalar açılan temamı beğendiniz mi, yorumunuz nedir gibi konular ile blog'larına ziyaretçi çekmeye çalışmak en yaygın reklam türü. Ancak bunun bir reklam olmadığını anlamak gerekli.

Reklam, bir ürün veya herhangi bir şeyin üzerindeki talebi arttırmaya ve mümkünse talebi devamlı kılmaya yönelik hareketler bütünüdür. Ürün kaliteli olmalı, kitlelerin ilgisini çekmeli, merak uyandırmalı ve en önemlisi bağımlılık yaratmalıdır.

Bugün bloglarda yukarıda saydığım özellikleri üzerinde barındıracak tek unsur yazıların kalitesidir. Kaliteli bir yazıdan kasıt, üst düzey edebi bir yazı değil elbet. Belli bir konuya odaklanmış veya içsel ama insanların ilgisini çekecek, dikkatlerini cezbedecek ve onları etkileyecek, özgün içeriğe sahip bir yazı benim nazar-ı itibarımda kaliteli bir yazıdır.

Bu tarz yazılar belki size dünyanın en çok ziyaret edilen bloğu olma ünvanını kazandırmaz ancak belli bir okuyucu kitlesinin takip ettiği bir bloğa sahip olmanızı sağlar. Zaten başarıya giden yol işte budur.

Size bu bloğumda kendi başımdan geçen bir yaşanmış hikayeyi anlatacağım. Stereo Mecmuası'nın hikayesini ve çıkartılabilecek dersleri. Tabii ki kişisel yazılarımı da eklemeye çalışacağım.

Uzun zamandır Stereo Mecmuası projesi ile uğraşmaktan kişisel bir şeyler yapmaya zamanım kalmamıştı. Bana da bir değişiklik olacağını umuyorum.

Bruno Manusso'nun Sistemi



Eski Google web sitemdeki yazılarımı bloğuma taşımaya devam ediyorum.

Bu kez, Odyofil ziyaretleri başlığı altında, kendisinden çok şey öğrendiğim sevgili dostum, Bruno Manusso'nun sistemini sizlere tanıtacağım. Muhtemelen bu sistemin ilk kez bu denli ayrıntılı fotografları çekildi ve ilk kez internet üzerinde yayınlanması için izin verildi. Büyük ihtimalle ilk kez bu kadar çok Verdier ürünün bu denli ayrıntılı fotografları da yayınlanıyor. Bunun ilk kez benim sitem aracılığı ile olması benim için daha büyük bir mutluluk ki ben hiçbir sitede bu denli ayrıntılı bir fotograflar da görmediğimi belirtmek isterim. Bunun haricinde tanıtacağım sistemdeki bir çok komponent Türkiye'de tek ve bazılarından ise dünyada da oldukça sınırlı adette var. Bunları dinlemenin büyük bir keyif olduğunu söyleyebilirim, umarım siz değerli okuyucularımda hem yazımdan, hemde çektiğim fotograflardan benzer bir keyif alırsınız.

Sistemi sizlere tanıtmadan önce, beni en çok etkileyen şeyin yukarıdaki müzik sistemi olmadığını söyleyerek başlamalıyım. Hayranı olduğum büyük tasarımcı Jean Constatnt Verdier tüm referans cihazlarına, herbiri birer efsane olan sistem bileşenlerine rağmen, beni Bruno Bey'in evinde en çok etkileyen şey, müzik bilgisi ve arşivi. Sayısı her hafta artan yaklaşık 40 bin CD, 20 bin plaktan oluşan devasa bir arşiv ve herbirinin üzerinde konuşulacak bir hikayesinin olması. Jazz'dan klasiğe, rock'tan etnik müziğe inanılmaz bir arşiv ve paha biçilemeyecek değerdeki, az bulunur kayıtlar. Ve her dinleti de, bu kayıtların değerini bilen, üzerinde konuşmaya yetkin dostlardan öğrendiğim bir sürü şey. Sistemin sahibi sevgili Bruno Bey ve hemen her dinleti de bizimle birlikte olan sevgili Hamdi Bey ve diğer dostlar sayesinde, benim müzik yolculuğum o kadar güzelleşti ve zenginleşti ki. Bilmediğim binlerce enstrümanist, şarkıcı ve kayıt, her dinleti de tanıştığım yeni müzisyenler... Müziğe dair ne kadar az yol kattettiğimin birer kanıtı. Evin salonunda, özel odalarda ve depolarda bulunan, bu derin arşivi bırakın dinlemeyi, arada ne var ne yok diye göz atmak bile büyük bir keyif.

Sistemi sizlere tanıtmaya geleneksel olduğu üzere kaynaklardan başlamak istiyorum. İlk kaynak benim hayranı olduğumu sıklıkla seslendirdiğim Fransız tasarımcı Jean-Constant Verdier'in efsanevi pikabı La Platine. Bu özel pikap tüm dünyadaki analog severlerin büyük saygısını kazanmış ve daha sonraki tasarımcıların bi çoğuna ilham vermiş bir pikap. Öyle ki, bugün bir çok tasarımcı, Fransız mühendis Verdier'in pikabının bundan neredeyse 20 sene önce konulmuş prensiplerini kullanarak pikaplar üretiyorlar ve her fırsatta Verdier'e atıfta bulunarak saygılarını gösteriyorlar. Son aylarda bunun bir örneğini, ünlü tasarımcı Paravicini'nin daha tasarım aşamasındaki La Platine pikabında da görmek mümkün. Bazı firmalar ise, bu prensipleri alıp kullansalarda, bu özel pikabın performansına ulaşamamaktalar, Verdier, kendi sitesinde zaman zaman "To my Pirates - Korsanlarıma" başlığı altında yapılan yanlışları ve bunların çözümlerini kendisine özgü tavır ile sunuyor. La Platine, üzerinde sayfalarca yazı yazabileceğim bir pikap. Şimdiye kadar gerçekten çok iyi ve büyük markaların pikaplarını inceledim, dinledim ve hatta kurcaladım. Ama hiçbirisi beni Verdier'in zerafeti, 20 sene öncesine dayanan mühendislik çözümleri ve en önemlisi sesi kadar etkilemedi. Bilmiyorum belki bundan daha pahalı bir çok pikap olabilir en azından benim için en önemlisi ve değerlisinin La Platine olduğu muhakkak. Bir çoğumuz bu pikabı resimlerinden tanıyoruz. Ama yanına gelip, incelediğinizde ayrıntılara dikkatlice baktığınızda nasıl müthiş bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Bu pikap ile ilgili kısa bir zaman sonra oldukça ayrıntılı bir yazıyı da sayfalarımda okuyabileceksiniz.

Bu güzel pikaba tam üç adet birbirinden değerli ve özel kol eşlik ediyor. İlk varyasyonu bundan neredeyse 40 sene önce üretilmiş olan, belki de analog tarihini değiştiren en önemli kollardan bir tanesi olan SME 3012, bu kollar arasında ismi en büyük olanı. Standart SME 3009'un 12"lik versiyonu olan bu kol üzerindeki Ortofon SPU Signature iğne ile başlı başına bir makale konusu zaten. Bu zarif kol, üzerindeki efsane ve sınırlı sayıda üretilmiş iğne ile bırakın dinlemeyi, pikabı seyretmeyi bile özel kılıyor. Verdier pikaba eşlik eden bir diğer kol ise gene geçmişin önemli ve efsanevi kollarından Ikeda. Oldukça farklı yapısı ile dikkat çeken bu kolun üzerindeki iğne ise gene analog-severlerin efsane olarak nitelendirdiği Denon DL-103 iğnenin "R" versiyonu. Bu iki kol, zamanında üretildiklerinde devrim niteliğinde idi, üretimlerinin üzerinden seneler geçmiş olsa bile, bugünkü hiçbir kolla kıyas edilmeyecek kadar etkileyiciler. Karşınızda analog dünyasının en önemli temsilcileri duruyor, kelimelerle bazı şeyleri ifade edebilmek gerçekten çok güç. Denon DL-103 ve "R" gibi diğer türevleri, bugün bir çok odyofil tarafından burun kıvırılan iğneler ne yazık ki. Fakat kendi yapılarına uygun kollarla ve düzgün ayarlamalarla neler yapabildiklerini görmek şaşırtıcı. Dediğim gibi Ortofon SPU için bir şey söylemek imkansız. Bu özel iğne, özel yapısı, tutma yerinin altın olması, özel kutusu, imzalanmış olması, Ortofon'un bu efsanevi serisinin en üst versiyonu olmasıyla zaten çok değerli iken, inanılmaz sesi ile insanı büyülüyor. Bu iki kol ve iki iğne, Bruno Bey'in geçmişle ilişkisini koparmama isteğinin birer kanıtı benim gözümde. Bir çok insanın değerini bilmeyip, çok daha pahalı kolları alıp, bu efsanevi parçaları elden çıkarmalarına nazire yaparcasına, sisteminin en önemli parçası olan La Platine'in en güzel yerine monte etmiş. Bu noktada SME Series V sahibi olsam da, ne zaman bir 3009 yada 3012 görsem gider uzun uzun bakarım. Teknik spec'leri, ses performansı inanın hiç önemli değildir, bu kollar ve iğneler hepsi yaşayan efsanelerdir ve saygıyı, en önemlisi pikaplarımızda en güzel yeri hakediyorlar.

La Platine süsleyen son kol ise Morch imzalı. İnanılmaz zariflikteki bu kol, gelişmiş mühendislik özellikleri ile de bambaşka. Bearing yerine kullanılan safir taşları, benzerine az rastlanır zerafette bir kesite sahip. Bu kolun üzerinde ise Koetsu iğne mevcut. Koetsu iğne üretiminde efsanevi bir firma. Ürettikleri iğnelerin ses kalitesi gerçekten inanılmaz. İnanın bu dediklerimi bir gün Koetsu'nun bir iğnesini dinleyince hatırlayacaksınız. Doğruyu söylemek gerekirse, bu pikabı defalarca dinlemiş olmama rağmen, hem pikabın kendisi hem sizlere tanıttığım efsanevi kol ve iğneleri, evin salonuna her girişimde tekrar tekrar inceler, kurcalarım. Sanırım bunu hem gördüğüm hemde dinlediğim için çok şanslı bir insanım...

Sistemin dijital kaynak olarak parçası ülkemizde de oldukça yoğun bir ilgi gösterilen İtalyan Bluenote firmasının Stibbert Tube Output versiyonu. Bu gerçekten zarif ve ilginç tasarıma sahip bir CD okuyucu. Çıkış katında 2 adet 6922 lamba kullanılan cihazın en ilgi çekici özelliği titreşim engelleme mekanizması. Pek alışılagelmemiş bir tasarım kullanmış İtalyan firma bu üründe. Alt kısmında daha çok pikaplarda görmeye alışkın olduğumuz akrilik bir tabla üzerine titanyumdan yapılmış özel dikmeler ile yükseltilen, ikinci bir akrilik plakanın altına CD okuyucunun elektronik kısmı monte edilmiş. Bu kısımda özel bir yay sistemi ile CD transportuna gelebilecek titreşimler azaltılmaya çalışılmış. Ses rengi açısından firmanın Koala modeline oldukça benzer karakterde olsa da, detay, sahne gibi diğer ayrıntılar çok daha üstün bu cihazda. Bruno Bey, yıllar içerisinde çok farklı markaların hi-end seviyesinde kaynak cihazlarını kullandığını ve Stibbert'in sesinin sistemiyle çok iyi sinerji sağladığını söylüyor. Sisteminde Stibbert öncesinde kullandığı CD okuyucusunu kumandasından tanımıştım. Bir Wadia idi, bu ilginç tasarımlı İtalyan'ın bir çok büyük markadan Bruno Bey'in kulağına göre daha iyi olması ilginç bir nokta. Çünkü muhtemelen bu şık İtalyan rakiplerinin bir çoğundan neredeyse 1/3 oranında daha ucuz. Her zaman söylediğim gibi, nasıl bir sisteme sahip olursak olalım, ürünlerin fiyatlarına bakmadan önce sistemlerimizle sinerjisine bakmalıyız. Her zaman en pahalı, sistemimize en iyi uyan demek değildir.

Hazır kaynaklardan bahsederken, sistemin değerli bir diğer parçasından bahsedeyim. Zamanının en önemli kaset deck'lerinden biri sayılan Tanberg. Bruno Bey'e neden Nakamichi değil de, Tanberg diye sorduğumda gülerek bir gün ikisini yanyana dinlediğimiz zaman görürsün demişti. Elinde Nakamichi Dragon olan birisi varsa bir ara test için bana gönderirse sevinirim. Tanberg'in yanısıra sistemin bir diğer özel parçası, benim gibi meraklıların sadece dergi sayfalarında görebildiğimiz Stax elektrostatik kulaklıklar. Bu fazlasıyla kendine özgü kulaklıklar bildiğimiz electro statik hoparlör prensibine göre çalışıyorlar. Kısaca bundan bahsetmem gerekirse, 3 ana parçadan oluşurlar. En önemli parça, diyaframdır. Bu özel plastik bir madde olabileceği gibi farklı maddelerin karışımdan kompozit yapılarda kullanılabilir. Özellikle 2000'li yıllarda farklı kompozit maddelerin bulunması ile bu tarz hoparlörlerde diyaframda oldukça yenilikçi tasarımlar yapılmıştır. Diğer önemli parça ise statörlerdir. Statör, diyaframın iki yanına yerleştirilir. Statörlerde genelde özel çelik levhalar kullanılabileceği gibi, gene farklı metaller de kullanılmaktadır. Özel voltaj yükleyiciler kullanılarak diyafram pozitif şarj edilir. Statörlerde gelen sinyallere göre negatif şarj edilerek farklı kutupların birbirlerini itme prensibine göre diyafram hareket eder. Karşıt güçler çeker, benzer güçler iter. Diyafram sürekli ve pozitif şarjlıdır. Karşıt kutuplarda şarjlı olan statörlerin kutupları sürekli değişerek diyaframı hareket ettirirler. Statörler, amplifikatörden gelen sinyalin, özel trafolarda ters kutuplarda sarj edilmesi ile, belirli bir voltajda elektrik ile yüklenir. Bu yüklemeler ile, gelen sinyal diyaframda itme ve çekme hareketini oluşturur. İşte bu sayede diyaframlar vasıtası ile ses oluşur. Teorik olarak klasik hoparlörlerden çok daha etkili bir tasarım olmasına rağmen üretiminin zorluğu, karmaşık teknolojik yapısı ve üretim maliyetinin yüksekliği yüzünden asla çok yaygınlaşmamış ama özel örneklerinin mükemmel ses kalitesi onları hi-fi tarihinde çok özel cihazlar haline getirmiştir. İşte Stax kulaklıklar böyle ilginç ve özel kulaklıklardır. Bir daha nerede yazacağım diyerek biraz uzattım kusura bakmayın.

Sistemin bir diğer özel parçası Fransız Triangle firmasının referans hoparlörü olan Magellan. Gerçekten inanılmaz şık ve büyük hoparlörler. Bildiğim kadarı ile Türkiye'de sadece bir çift var. Onu da dinleme şansım oldu. Fransız firmanın uzun seneler boyunca geliştirdiği ve büyük bir lansman ile piyasaya sunduğu bu devasa hoparlörler, tüm dünyada çok olumlu tepkiler almıştı. Bu tepkilerin doğruluğuna kulaklarımla şahit oldum diyebilirim. İnanılmaz bir sahnesi olan hoparlörler Triangle firmasının kendisine özgü, o bambaşka sesinin doruğa ulaşması olarak nitelendirilebilir. Üzerinde kullanılan tüm sürücülerin benzer versiyonlarının firmanın daha alt seri hoparlörlerde kullanılması bu firmanın sessel özgünlüğü sağlayan faktörlerden kesinlikle en önemlisi. Hoparlör gerçekten o kadar inanılmaz ki, fotograf makinesinin kadrajına bile girmiyor. Triangle'ın diğer hopalörlerinden ayrıldığı en önemli nokta kesinlikle dış kaplaması, özel olarak bu seri için kullanılan bu özel kaplama Magellan serisi hariç sadece Cométe'in 25. özel yıl versiyonu için kullanılmıştı. Hoparlör, ön tarafında 6, arka tarafında 2 olmak üzere toplam 8 sürücüden oluşuyor ve birbirinden bağımsız 3 parça olarak tasarlanmış. Özel plakalar ile birbiriyle birleşen bu 3 hoparlör, yüksek kazanç oranı ile lambalı amplifikatörlerle de kullanımı kolaylaştırıyor.

Arka sürücülerinde kullanılması ile inanılmaz bir sahneye sahip. Gerçekten dinlenildiğinde etkilenmemek imkansız. Gene Fransız üreticinin karakteristik özelliği olan kağıt sürücü kullanımı sayesinde bu devasa hoparlörün aynı zamanda çok da hızlı olduğunu söylemeliyim.

Sitemin Jean-Constant Verdier imzalı diğer 2 özel komponentinden bahsetmenin zamanı geldi artık sanırım. Bu 2 özel cihaz, tasarımcının referans cihazları ve dünya üzerinde de çok fazla olduğu söylenemez. Verdier tasarımı diğer cihazlardan üzerlerindeki özel boya ile ilk başta ayrılan bu özel parçalar, tasarımcının amplifikasyon konusunda geldiği son noktayı işaret ediyor. Bu arada işaret etmek istediğim bir şey var, tasarımcının web sitesinde görülen resimlerle, aletlerin gerçekleri arasında bariz bir görsel fark var. Nedense sitedeki resimlerden baktığınızda referans boya sizin için herhangi bir etki yapmazken, söylenen şekilde üretilmiş cihazlardan gözünüzü bir saniye bile alamıyorsunuz. Tüm dünyadaki özel tasarımcılar nedense ürünlerine gösterdikleri hassasiyeti, kendi sitelerine göstermiyorlar. Sanırım buradaki fotograflar tasarımcının hayranları ve merak edenleri için bulunmaz birer hazine olacak. Neyse çok uzatmadan öncelikle siz değerli okuyucularıma, tasarımcının referans pre-amplifikatöründen bahsetmek istiyorum.

Tasarımcısının kendi deyimi ile 20 senelik üretim hayatının tüm deneyimini aktardığı bu özel pre amplifikatörün ismi "MM MC Pre Amplificateur" Bu oldukça iddiasız bir isim olarak görülebilir ama cihaz cidden inanılmaz ve çok iddialı. 4 devasa parçadan oluşan bu pre amplifikatör, toplamda 36 adet lamba kullanıyor. Tamamen tube rektifierli özel PSU'lar tarafından besleniyor. Her kanal için ayrı bir pre kullanılıyor yani, mono tasarımda. Verdier, kendi pikaplarına yakışır ayrıntıda bir phono katı eklemiş bu inanılmaz pre ampliye. Her ayarın birbirinden bağımsız tasarlanması, dünya üzerindeki neredeyse tüm iğneler ile mükemmel uyumu sağlayabilmek amacını taşıyor. Bu pre-amplifikatörde standart girişlerin yanısıra bir adet MM, bir adette MC karakterinde phono katı mevcut. Bu kadar fazla lambanın kullanılmasının sebebi tasarımın hiç transistör içermemesi amaçlı. Etap etap yükseltilebilir empedans ayarları bile lambalar tarafından kontrol ediliyor. Biliyorsunuz MC phono katlarında salt lambalı yapı pek kullanılamıyor. Bunun öncelikli sebebi oluşan "hum". Jean-Constant Verdier bunu lambalar ve amplifikatörlerle geçen uzun yılların ardından inanılmaz bir şekilde çözmüş. Cihazın üzerinde kullanılan lambalar bile standart bir lamba satıcısında bulunabilir markalar kesinlikle değil. Benim her gördüğümde uzun uzun incelemekten sıkılmadığım bir cihaz.

Sistemin kalbinde ise, gene Jean-Constant Verdier imzalı 845 mono blok amplifikatörler var. Verdier bu cihazda da, kendi referans cihazlarında kullandığı özel kaplama ve tasarımı kullanmış. Zaten bu mono bloklar, sahibi olduğu atölyenin en üst seviye cihazları. her bir mono blok 1x845 - 2x5R4 - 2x6550 - 2xEL84 - 2xEF184 lamba kombinasyonundan oluşuyor. Tasarımcı, bu amplifikatörlerde bizim sıklıkla güç lambası olarak gördüğümüz bir çok lambayı da rectifier olarak kullanmış. Verdier'in tasarımlarımda bu tarz ilginçlikler sıklıkla karşılaşılabilir bir durum. Lambalar, iç tasarımın mimarisine uygun şekilde, gerekirse cihazın içine gerekirse de dışına koyuluyor. Ben her zaman 845'i sert bir lamba olarak zannederken, Verdier neredeyse bir 300B sıcaklığında çalıştırmayı başarmış. Lambanın karakterinden kaynaklanan güç ise Triangle Magellan'ın devasa siluetini ortadan kaldırıyor. Hani hepimizin aradığı seslerin, hoparlörlerden geldiğini hissetmemek isteği var ya, işte bunu gerçekten duyduğumu söyleyebilirim. Monoblokların arkasında tanıdık bir dostu gördüğüme sevindim. Bluenote'un ilginç tube damper'i Midas burada da iş başındaydı.

Son olarak sistemin kablolarını ve diğer aksesuarlarını da kısaca merak edenler için yazmak istiyorum. Kısaca diyorum, kullanılan her komponenti yazmaya kalkarsam bu tanıtım 10 sayfaya ulaşacak herhalde. Şaka bir yana sistem bileşenlerinden hiçbirinde özel bir modifikasyon yada ekleme yok, hemen hepsi standart halinde kullanılıyor. Öncelikle sistemin hoparlör kabloları "Bluenote Siena Plus", pre ile monobloklar arasındaki kablolar ise, "Bluenote" Frenze Connection Plus Interconnect. Bu iki kablonunda özelliği saf gümüş olup, dielektrik yağ içerisinde bulunmaları. Sistemin eski kabloları "Cardas" Golden Reference iken, eve test amaçlı gelen Bluenote kablolar sistem bileşeni haline gelmişler. Elektrik sisteminde ise, İngiliz Isotek firmasının en üst seviye filtre sistemleri olan Nova ve Titan kullanılmış. Sistem genelindeki tüm kablolar ise yine Isotek'in "Optimum" ve "Supreme" serisi kabloları. Sistemde herhangi bir regülasyon cihazı bulunmasa da, Bruno Bey, dört gözle Isotek'in "Centauri" power plant'ini bekliyor ki, sanırım bu ürün Türkiye'de sağlam bir başarı yakalayacak, çünkü bayağı bekleyeni var. Bunlar dışında son not olarak, sistemin bulunduğu salon'da alışılmışın tamamen dışında oldukça özel bir akustik düzenleme yapılmış. Bu düzenleme ile ilgili yakın gelecekte ayrıntılı bir makale yazacağım, şu an için herhangi bir yorum yapamıyorum.

Artık yazımın sonuna gelmiş durumdayım, böyle özel bir sistemi umarım sizlere layıkıyla tanıtmışımdır. Yazımın başında yazmış olduğum üzere bu sayfalar Türkiye'de olduğu kadar, özellikle hayranı olduğum tasarımcı Jean Constant Verdier'in referans cihazlarının fotograflanması açısından da internet geneli anlamında sayılı sayfalardan oldu. Konukseverlikleri için hem Sevgili Bruno Bey'e, hemde WAF* faktörü en yüksek hanım olarak addettiğim değerli eşleri Laura Hanıma teşekkürler.. Yeni sistem tanıtımlarımda yolda, beni takip etmeye devam edin...

Pikap Katları Hakkında


Phono kati, bir cok muziksever icin onemle ihtiyac duymadiklari bir ekipmandir. Yillardan beri plak dinlenme aliskanliginin kaybedilmesi sonucunda yavas yavas belirli bir merakli topluluk haric adi bile anilmamaktadir. Eski donemleri hatirlarsaniz neredeyse satin aldiginiz her tur amplifikatorde en kotu ihtimal ile bir MM phono kati bulunmaktaydi ve buna neredeyse tum ev sinemasi amplifikatorleri de dahildi. Bu phono katlarinin basarisi nasil olursa olsun, pikabiniza bir baglanti sundugundan fazla bir arayisa gerek kalmazdi. Zaman icerisinde muzik kulaginiz ilerleyip, artik ne duymak istediginize dair arayislara girisirseniz ve bir pikap kullanicisi iseniz mutlak suret ile oynama yapacaginiz ekipmanlarinizdan biri olacaktir phono katiniz. Piyasada rahatlik ile bulabileceginiz "stand alone" tarzda phono katlari mevcut. Burada en dikkat edilmesi gereken ozellik igne turunuz. Cunku seciminiz buna gore degisecektir. Ben kendi deneyimlerim acisindan soylemek istiyorum, bir sekilde pikaba, ignesine ve diger tum bilesenlerinize giris seviyesinde bir yatirim yaptiysaniz veya yapmayi planliyorsaniz sizin icin dogru karar "moving magnet" yani MM olacaktir. Genel olarak audiophile yapiya daha siki sikiya bagli olan ozelliklere sahip igne "moving coil" yani MC'dir ama bu tarz hassas igne kullanimi tum sisteminizin buna gore optimize edilmesi gereksinimi duyar ve bu ciddi bir yatirim gerektirir.

Tabii ki, audiophile seviyesi MM ignelere de rastlamak mumkun olsa da, ben ve benim gibi belirli butce dahilinde hareket etmek isteyenler icin ben genel bir MM phono kati degerlendirmesi yapmak istedim. Su noktada MM ve MC kisaltmalarini da cokca duyacaginiz icin kisa bir hatirlatma yazmakta fayda var. MM ignelerin ana ozelligi, hareket halindeki miknatislara sahip olmasidir. Igne bu miknatislara baglidir ve sinyaller, bu hareket sayesinde uretilirler, MC'lerde ise tam tersine miknatislar sabit durumda olup, ignenin bagli oldugu bobinler, sabit miknatislar icerisinde hareket ederek sinyali uretmektedirler. Oncelikle neden phono kati kullaniyoruz sorusuna kisa bir aciklama getirmek istiyorum. Her kaynak cihazin (CD Player, teyp vesaire) bir cikis sinyali uretir. Bu standart sinyal gucu amplifikatore giris yaparak burada yukseltilerek hoparlorlere aktarilir. Bu noktada pikaplarin sinyal gucu tum diger kaynaklardan daha azdır. Bu yuzden once yukseltilip amplifikatore o sekilde aktarilmalidirlar. Bu noktada karmasa tabii ki bitmiyor. Yukarida anlatmis oldugum MM ve MC igneler icin farkli yukseltme seviyeleri bulunmasi gerekir. MC'lerin yapilarindan kaynaklanan sinyalin daha da az kuvvetli olma ozelligi bu tip igne ile donatilmis pikaplarin daha fazla yukseltme ozelligine sahip phono katlari ile kullanilma durumunu ortaya cikartir. Klasik bir MM ve MC ignelerinden gelen sinyal ozellikleri ise su sekildedir;

MM igne
Empedans: 47kohm
Gain (1kHz'de): 34 dB
Cikis hassasiyeti 2,5mV

MC igne
Empedans: 100kohm
Gain (1kHz'de): 56 dB
Cikis hassasiyeti 0,3mV