İlginç ev sineması sistemlerine bloğumda yer vermeyeli uzun zaman oldu. Bu kez Batman temalı bir ev sineması sistemini ekledim. Mağara şeklinde tasarlanan sinema odası bayağı keyifli olmuş. Sistemin fazla fotoğrafını bulamadım ama varolanlar durumu anlatıyor. Bu arada koltuklar harika...
KonstruKt'teki dostlar bu sene istanbul Nublu'da düzenlenen Peter Brötzmann konserinden daha uzun bir performans videosunu eklemişler. Hemen bloğuma da ekleyeyim dedim. Konserin -bayağı- uzun yorumuna ise buradan ulaşabilirsiniz.. İyi seyirler...
Atelier du Triode, Fransızca isimli ama İtalyan bir hi-fi firması. Piero & Stefano tarafından üretilen vakum tüplü amplifikatörler gerçekten çok eğlenceli. Elime fotoğraf geçtikçe bloğuma ekleyeceğim...
Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, 1920 yapımı sessiz bir korku filmi. Film sessiz ama müzikleri çok acayip. Tahmin edebileceğiniz gibi film, Robert Louis Stevenson'un meşhur Dr Jekyll ve Mr Hyde'ın Şaşırtıcı Hikayesi öyküsünün bir uyarlaması. Filmin ilgi çekici yönlerinden bir tanesi oyuncu John Barrymore. Performansı 90 yıl öncesini düşünürseniz müthiş! Film, John S. Robertson ve yardımcısı Nita Naldi tarafından yönetilmiş. Öyküden uyarlanmış senaryo ise Clara Beranger imzalı. Malum öykünün ve dolayısıyla filmin konusu Dr. Jekyll'in bölünmüş kişiliği. Bir nevi iyilik ve kötülük Dr Jekyll'da vücut buluyor. Filmde makyajlar, oyunculuk dikkat çekici. Konu gayet ilginç...
Filmin tamamını yukarıda seyredebilirsiniz. Filmin telif hakları artık ortadan kalktığından bir çok dijital kütüphanede bulabilirsiniz.
Ekolayzır hoparlörler ilk olarak eğlenceli bir proje olarak ortaya çıkmış. Hoparlörü her gören çok sevince sonunda seri üretime karar verilmiş. Sistem toplam 6 adet hoparlörden oluşuyor. Her birini istediğiniz yüksekliğe getirebiliyorsunuz. Bakalım ne zaman raflarda göreceğiz. Alır mısın derseniz, almam o ayrı :)
AK Müzik yeni bir plak ithalatı yaptı son günlerde. Çeşitli kentlerimizde satış noktalarına ulaşan plaklardan bende bir kaç tane edindim. Hem kayıtları hemde albümleri kısa zamanda ayrıntılı şekilde ele alacağım. Fiyatlar makul, listeler hiç fena değil. Plak severler satış noktalarına bir göz atsınlar....
Bir süre önce duyurusunu yaptığımız yeni bölümümüz "Türkiye'den Hifi Sistemler" gelişmeye devam ediyor. Tamam gelişim çok hızlı değil ama adım adım daha iyiye doğru gidiyoruz. Geçtiğimiz gün Sn Ege İpeklioğlu stereo ve ev sineması sistemini ekledik. Ulaşmak için tıklayınız. Bu arada tüm okuyucularımızdan destek istiyoruz. Bu bölümün zaman içerisinde çok keyifli hale geleceğini umuyorum...
Geçenlerde Extreme Audio'dan gelen bir bülteni "Hifi Haberleri" bölümümüze ekledim. Yukarıdaki video Genç TV'de yayınlanan "Kariyer Koçu" programında konuk olan Sn. Orhan Aydoğan ile yapılan röportaj. Bloğumu takip eden herkes hifi dünyasına çok yakın olmadığından Sn Aydoğan'ın ülkemizdeki önemli hifi firmalarından Extreme Audio'nun kurucusu olduğunu ekleyeyim. Röportajda hoşunuza giden gitmeyen veya katılmadığınız noktalar olabilir ama bu tarz televizyon programlarının hi-fi konusundaki farkındalığı arttıracağı kesin. Benim hoşuma gitti şahsen. Özellikle ülkemizde hi-fi pazarı ve endüstrileşme konusundaki görüşlerine kesinlikle katılıyorum. Bunun yanında iPod ve benzeri dijital medya çalarların orta uzun vadede hifi pazarına olumlu katma değer kazandıracağı görüşü de paylaştığım ana fikirlerden...
Hemen ufak bir not vereyim. Önümüzdeki sene içerisinde ülkemizden yurt dışına açılma potansiyeli çok yüksek 2 proje var. Her ikisinin prototiplerini dinledim. Hatta önümüzdeki dönemlerde yurt dışından bilişim sektöründen çok iddialı ve tanınan bir firmanın destek verdiği bir prototip demo amacı ile evime gelecek. Bir diğer proje için ise yurt dışında ciddi görüşmeler sürüyor ve projede önemli bir yol alınmış durumda. Anlayacağınız önümüzdeki dönemlerde Sn Aydoğan'la paylaştığımız endüstri oluşması özlemi konusunda bazı önemli gelişmeler yaşanacak.
Bunun yanında Sn Aydoğan'ın verdiği bazı rakamlar ilgimi çekti. Tam rakamları bilmiyor olsam da, verdiği rakamların üzerinde durmak lazım. Ülkemizdeki hifi pazarının yeni yatırımlar kaldırabileceği görüşü de ilgimi çekmedi değil. Bir bakarsınız gelecekte önerileri göz önüne alıp Stereo Mecmuası içerisinde bir sanal plak mağazası ve bir kaç ilginç ürünün temsilciliğini alıp işin ticari yönüne de el atarız.
Bazen düşünüyorum da, Amerikan Elusive Disc veya Acoustic Sounds gibi bir sanal operasyon özellikle de müzik yönünde bir operasyonda Stereo Mecmuası ilginç bir başlangıç noktası olabilir. Böyle bir girişim yaptığımdan veya düşündüğümden değil sadece beyin fırtınası yapıyorum kendi kendime...
Bu aralar IKSEV'in düzenlediği 25. Uluslararası İzmir Festivali devam ediyor biliyorsunuz. Gülsin Onay ve Esa-Pekka Salonen yönetimindeki Philharmonia Orkestrası konseri ve Efes Celsus Kütüphanesinin harika atmosferinde düzenlenen “I Musici” topluluğu konserleri klasik müzik basınında bol bol yer aldı. Festivalin açılış konseri olan Gülsin Onay ve Esa-Pekka Salonen yönetimindeki Philharmonia Orkestrası konseri ile ilgili Sevgili Asım Uysal imzalı harika bir yazıyı Stereo Mecmuası Müzik bölümünde sizlerle paylaşmıştık. Okumadıysanız sizi şuraya alalım. Ayrıca forumlarımızda da konuyla ilgili basında çıkan bazı yazıları bulabilirsiniz.
25. Uluslararası İzmir Festivali kapsamında düzenlenen konserlerden bir tanesi olan Natalie Cole konserine gitmeye karar verdik. Konseri özellikle Seçil'in seveceğini düşünüyordum. Çok çok sıcak bir İzmir akşamında Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu'nun yolunu tuttuk. Konser organizasyonu bence Natalie Cole ismini iyi seçmiş. Bu sıcakta farklı bir isim konser alanını bu denli doldurabilir miydi bilemiyorum. Natalie Cole, çok farklı müzik dinleyicilerine hitap etme potansiyeli yüksek bir isim. Caz dinleyicisi için (hardcore olanlardan bahsetmiyorum) ve tabii ki pop müzik dinleyicisi için Natalie Cole ismi bir şeyler ifade ediyor. Böylesine sıcak bir akşamda konser alanı tahminimden çok daha doluydu. Dediğim gibi Natalie Cole ismi bunun altında yatan en önemli sebep....
Natalie Cole veya tam ismiyle Natalie Maria Cole, 1950 doğumlu. Hemen herkesin bildiği gibi efsanevi Nat King Cole'un kızı. Cole ailesinde müzisyenden bol bir şey yok. Annesi Maria Cole bir dönem Duke Ellington orkestralarında şarkıcılık yapmış. Zaten Natalie annesininde ismini taşıyor. Tabii liste bu kadar değil. Örneğin amcası piyanist. Hatta ek bilgi olarak Cole'u dünyaya tüm tanıtan 1991 yılında yayınladığı “Unforgettable… with Love” albümünde piyano bölümlerinin büyük bir kısmını amcası çalıyor. Nat King Cole genelde şarkıcı yönüyle tanındığı için kızının da iyi bir şarkıcı olacağını düşünen çoktur sanırım. Ancak baba Cole'un bence en önemli yönü piyanistliği. Özellikle King Cole Trio ile yaptığı plaklara baktığınızda bazı performanslarına şapka çıkartmamak mümkün değil. Baba Cole, büyük savaş döneminde şarkı söylemeye başlayınca geniş kitlelerin ilgisini çekiyor ve sayısız önemli şarkıya imza atıyor. Baba Cole'dan bahsetmeye başlarsam bu yazının bitmeyeceğine emin olabilirsiniz. O yüzden biz kızı Natalie'ye dönelim.
Natalie Cole'un bilinen ilk kaydı 6 yaşındayken babasının yılbaşı (1956-57 yılbaşında 7” olarak yayınlanan ) plağında yaptığı vokaller. Hemen ardından ilk gençliğinde müzik dünyasına adım atıyor. 1975 yılında yayınlanan ilk albümü “Inseparable” ile iyi bir çıkış yakalıyor ve 1980'lerin başına kadar yayınladığı her albümde iyi satış grafikleri yakalıyor. Bu yıllarda önemli bazı “American Songbook” şarkılarının yorumları ile önemli ödüller de alıyor tabii. "Sophisticated Lady" bunlardan en önemlisi. Bu dönemde daha çok pop, soul ve cazın bir arada karıştırıldığı bir müzik yaptığını söylemek mümkün. Bu karışım ona hala başarı sağlıyor, bu da bir gerçek!
1980'lere gelindiğinde Cole'un başarılarının sonu geliyor. Bu yıllarda dünya müziğinde de bir değişim var. Çok satan albümlerin yerini başarısız albümler alınca Cole'un psikolojik düşüş dönemi başlıyor. Bu dönemde uyuşturucu problemleri de baş gösteriyor. Aslında 1980'lerde bazı şarkıları listelerde başarı gösteriyor. Ancak albümlerde bu başarıya rastlamak mümkün değil. Bence 80'lerdeki en önemli Cole şarkısı "Pink Cadillac" Aslında şarkı büyük patron Bruce Springsteen imzalı. Ancak “B Side” olarak nitelendirebileceğimiz şarkı bir nevi pop hiti haline Cole'un sayesinde geliyor.
90'lara yaklaşırken uyuşturucu problemini büyük ölçüde çözen Cole, 1991 yılında en çok satan albümü “Unforgettable...with Love”u yayınlar. Albümde babasının "The Very Thought of You", "Mona Lisa", "Route 66" gibi şarkılarını yorumlar. Ancak asıl bomba albüme ismini veren şarkıdır. Teknolojinin yardımıyla babası ile -sanal- düet yaptığı şarkı o sene müzik dünyasına bomba gibi düşer ve Cole ne kadar ödül varsa hepsini toplar. Albüm satışlarında da rekor kırar. Yazının en alt bölümünde bu şarkının videosunu izleyebilirsiniz.
İlerleyen yıllarda kendi albümlerinin yanında “Unforgettable...with Love” konseptindeki “Stardust” ve “Still Unforgettable” gibi albümlerle farklı dinleyici kitlelerine ulaşmayı başarır.
Gelelim konsere.. 61 yaşındaki Cole'un sahneye daha geniş bir orkestra ile çıkacağını düşünüyordum ama daha pop/soul tarzını çalmaya yakın bir orkestra ile sahneye çıktı. Konserin ilk yarısında kendi albümlerinden Amerikalıların “jazzy” dediği türden şarkılardan oluşan bir performans sundu dinleyicilere. “Mr. Melody” gibi kariyerinin önemli parçaları dinleyiciden fazla tepki almadı. Charles Chaplin veya daha tanındık şekilde Charlie Chaplin imzalı “Smile” şarkısı konserin ilk bölümünün en iyi tepki alan şarkısıydı. Meraklısına ufak bir not Chaplin şarkıyı “Modern Times” filmi için bestelemiş. Ben konseri biraz çapraz bir açıdan seyrettim. Genelde daha orta bölümleri tercih ederim ama bir yandan dinleyicilere göz atmak onların tepkilerini görmek de farklı oluyormuş.
Konserin kopma noktası ise “Unforgettable...with Love” albümünde de yer alan "Tenderly" ve "Autumn Leaves" medley'i oldu. Albümde bu iki şarkıya ek olarak "For Sentimental Reasons" şarkısı da medley içerisinde yer alıyor. Bildiğiniz gibi her iki şarkıda caz tarihinin en çok seslendirilen şarkılarından. Hal böyle olunca benim gibi müzik meraklıları tarih içerisinde bir yolculuğa çıkıyorlar. Walter Gross ve Jack Lawrence bestesini öyle isimlerden dinleme şansınız var ki, liste yaz yaz bitmez. Ella Fitzgerald'ın 1950'lerin sonlarında yayınladığı “Hello, Love” albümünde ayrıca American Songbook'lar içerisinde müthiş yorumlarını dinleme şansınız var. Ayrıca Billie Holiday'in “An Evening with Billie Holiday” albümüne de bir göz atın. Tabii bunlar öyle icralar ki, müzik tarihine yorumcularının isimleri altın harflerle kazınmış. Orkestrasyonlar müthiş. Autumn Leaves ise başlı başına bir olay. Aslında bir çok insan bilmez ama bu şarkının aslı Fransızdır. Orijinalinin adı "Les Feuilles Mortes" ve 1940'lardan itibaren tüm önde gelen Fransız şarkıcıları bu şarkıyı yorumlamıştır. Fransızca yorumlar arasında bence en üst düzeyi “Yves Montand” tarafından seslendirilmiştir. Senelerdir dinlemekten sıkılmam. Sonrasında Amerika'ya sıçrayan caz tarihi açısından bu önemli şarkının muhtemelen son noktası Cannonball Adderley'in “Somethin' Else” plağıdır. Bu albüm hem Cannonball Adderley'in hemde Miles Davis'in soloları tarihe altın harflerle kazınmıştır. Tabii piyanist “Hank Jones”, basçı “Sam Jones” ve davulcu “Art Blakey”nin performansları içinde aynı şeyi söylemek mümkün.
Konu nasıl dağıldı. Cole, bu medley'i söylediğinde seyircilerde hareketlendi ve konserin ritmi tamamen değişti. Cole, Autumn Leaves'in ikinci bölümünü Fransızca söylemeyi de ihmal etmedi. Güzel bir selam göndermiş oldu böylelikle... Tabii ki dinleyiciler “Unforgettable” şarkısına da çok iyi tepki verdiler. Şarkının icrası sırasında ekranlarda Nat King Cole vardı. Bence alkışın en büyüğünü büyük usta aldı :)
Konserin asıl kopma anı Cole'un alkışlarla “bis“ yapmaya geldiği an yaşandı. Aslında her profesyonel müzisyenin yapacağı gibi her şey planlanmıştı. Akustik performans düzenine geçildi. Hiç beklemediğiniz bir şarkıyı çalmaya başladılar. Des'ree'nin büyük başarı kazanan “You Gotta Be” şarkısı. Bu şarkı ve sonrasında ses düzenine de biraz yüklenilmesiyle ortalık hareketlendi ve seyirciler coştu. Anlayacağınız güzel bir finaldi.
Bana sorarsanız güzel bir konser oldu. Tamam çok yaratıcı olmayan bir orkestra son derece steril bir performans gösterdi. Ancak genel olarak başarılı bir birliktelikten söz etmek mümkündü. 61 yaşındaki Cole'un performansı ise şaşırtıcıydı. Bu konsere ben dahil herkes eğlenmek için gitti ve ben dahil herkes eğlendi. En önemli şey bu değil midir zaten. Bazı konserlerde ben pür dikkat müzisyenleri izlerim. Küçük bir soloyu kaçırmamak için bile kulaklarım bir anda radar haline gelir. Ancak bazen insanın hayatında, “aman be” deyip sadece eğlenmek için gideceği konserlerde olmalıdır. İşte onlardan bir tanesiydi Natalie Cole konseri...
Müzikal anlamda asıl ilginç performanslar için 19. İzmir Avrupa Caz Festivalinde gözüm! Ne yalan söyleyeyim dört gözle bekliyorum Caz Festivalini. Festivalin 18.sinde gerçekten beklentilerimin çok çok üzerinde bir program vardı. 2012 için beklentilerim çok büyük. Aklıma Louis Sclavis konseri geliyor ki, keşke bir kez daha izleme şansım olsa. Geçtiğimiz caz festivali ile alakalı bayağı kapsamlı bir yazı dizisi yayınlamıştım. Bloğumun konserler başlığı altında yazılara ulaşabilirsiniz. Bu arada gittiğim her konseri de yazamıyorum. Arada Stereo Mecmuası Forumlarına kısa bir not düştüğüm de oluyor, tembellikten :)
Notlar. 1- İlk fotoğraf Natalie Cole'un web sitesinden alındı. 2. İki ve üç numaralı fotoğrafları ben çektim ama her zaman olduğu gibi fotoğraf makinemin şarjını kontrol etmeyi unuttuğumdan cep telefonumdan çekmek zorunda kaldım. Eli benim kadar titreyen bir adamın çekeceği fotoğraf bol bol "editleme" ile ancak bu hale getirilebiliyor kusura bakmayın artık... 3- Bu arada unutmadan bir teşekkür etmem lazım. IKSEV Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Sn Sirel Ekşi'ye buradan çok teşekkür ediyorum. 4- Natalie Cole ve Nat King Cole'dan Unforgettable videosu 1992 yılında bir canlı performanstan..
Ferguson Hill, akrilik horn yapılı hoparlörleriyle tanıdığımız bir firma. Ancak firmanın hoparlörleri genelde çok pahalı(ydı). Firma daha düşük bütçeli meraklılar için FH007 kodlu bir hoparlör sistemini öneriyor. 395 Sterlin fiyat etiketli hoparlör sistemi iPod, iPhone ve her türden bilgisayar sistemi ile kullanmak mümkün. Her bilgisayar sistemine lazım böyle bir hoparlör sistemi...
Hi-fi dünyasındaki satın almalar tam gaz devam ediyor. Bazı Uzakdoğulu finansman kuruluşları ve yatırım ajansları tüm dünyada tanınan ve ilgi gören firmaları satın alıyor. Bunlardan en dikkat çekeni IAG biliyorsunuz. Son yıllarda hızla büyüyen topluluk ilerleyen dönemlerde yine sürprizler yapabilir. Bunun yanında bazı büyük üreticilerin satışı ile ilgili görüşmelerinde devam ettiğini duyuyoruz. Eğer olursa bir satış var ki, ciddi bir bomba. Eğer gerçek olursa hi-fi pazarında daha ilgi çekici gelişmeler yaşanması mümkün...
Bazı yatırım gruplarının önemli satın almalar yaptığından bahsettm. Bunlardan en ilgi çekeni Fine Sounds SpA. Bu firma aslında Quadrivio adındaki İtalya kökenli bir yatırım grubunun parçası. İlginç alanlarda fonlamalar ve yatırımlar yapan grup, hi-fi alanında Fine Sounds adıyla bazı operasyonlar yapıyor. Yatırım yaptıkları alan hi-fi gibi tüm dünyada kullanıcı sayısı noktasında önemli yoğunluğa sahip olmayan bir alan. Ancak bazı dedikodular Uzakdoğulu fonların bu yatırımları yapmasının arkasında önümüzdeki on yıl içerisinde pazarın şimdikinden daha fazla büyüyeceği beklentisi var. Bu beklenti pek hayal gibi gözükmüyor. 5 yıldır tüm dünyada yaşanan ekonomik krizlerin etkisiyle pazar daralırken, Uzakdoğu'da önemli bir büyüme var. Bu büyümenin en önemli ekseni Avrupa markalar. Bir çok Uzakdoğu firmasının ürettiği referans kabul edilen ürünlerin Uzakdoğu payları azalırken bazı Avrupa markalarına aşırı talep var.
Dikkat ederseniz son yıllarda bazı Uzakdoğu markaları yönlerini Avrupa'ya çevirdi. Fiyat indirimleri ile desteklenen bu strateji başarılı olmuş gibi görünüyor olsa da, Avrupa pazarı daraldıkça bu firmaların işlerinin zorlaşacağını söylemek mümkün. Son yıllarda özellikle Güneydoğu Asyalı ara dağıtımcı firmalar yüksek indirimlerle Avrupa ve Amerika'ya ürünler gönderiyorlar. Bu durum Avrupa'daki fiyat dengelerini de bozmuş durumda. Tabii ki bu bahsedilen dengeler çok üst sınıf ürünler için geçerli. Bu yüzden pazarın büyük çoğunluğunu oluşturan giriş seviyesi ve orta gelir düzeyi bu gelişmelerden olumlu etkilenmiyor.
Fine Sounds son dönemlerde Sonus Faber'i de satın alarak dikkat çekmişti. Bu ilginç yatırım grubu Amerika'lıların meşhur Audio Research markasını satın aldığında Amerika pazarı bayağı sarsılmıştı. Hemen arkasında Wadia Digital'i satın alarak yine dikkatleri üzerine toplayan Fine Sounds'un Uzakdoğu'da büyük meraklı kitleleri tarafından dikkat çeken firmaları satın almasıyle gelişen pazarın önemli oyuncularından bir tanesi olmasının yolunu açmıştı. Ayrıca Wadia, son yıllarda Apple ürünleri etrafında dönen aksesuar ve yan ürün pazarında önemli bir oyuncu. Bu açıdan hi-fi firmalarının bu pazara açılma stratejilerinde dikkat çekici bir örnek.
Fine Sounds, amplifikatör ve dijital kaynak alanında yaptığı yatırımları hoparlör ile tamamlayınca, analog alanında da bazı yatırımların olacağı konuşuluyordu. Ancak firma ilginç bir strateji ile Amerika'nın önemli dağıtım kanallarından bir tanesi olan Sumiko'yu tamamen satın aldı. Satın alma sonucunda Fine Sounds, hedef pazarlarından bir tanesi olan Amerika'da bir anda en kuvvetli gruplardan bir tanesi haline geldi. Bu satınalma ile Sumiko firması, Sonus Faber, Audio Research ve Wadia'nın Kuzey Amerika dağıtıcısı oldu. Firma ayrıca geçmişten beri subwoofer üreticisi REL, pikap üreticisi Pro-Ject ve SME, pikap iğnesi üreticisi Sumiko Phono Cartridges ve plak temizleyici üreten Okki Nokki'nin temsilciliğini yapıyor. Bu anlaşmalar devam edecek hatta REL'in dağıtımının tüm dünyada Fine Sounds kanalıyla yapılması konusunda el sıkışılmış bile. İlerleyen aylarda bu markalardan bir veya bir kaçı yeni bir satın almanın konusu olabilir. Hatta bazı gelişmeler var.
Amerika pazarının yanında, Uzakdoğu pazarında da dağıtım konusunda önemli operasyonlar yapan Fine Sounds, bir çok ülkede Sonus Faber markasını kullanıyor. Marka imajını kullanarak yapılan pazarlama faaliyetleri sonucunda geçen sene için 30 milyon Dolar kardan bahsediliyor. Firmanın Audio Research için yaptığı yatırımı düşünürsek, zarar yerine kar etmiş olması pazarın büyüklüğünün bir göstergesi.
Bu satın almaların sonu gelecek gibi gözükmüyor. Tüm dünya hi-fi pazarını etkileyen gelişmelerin yanında daha küçük ölçekli ülkeler ekseninde yeni oluşumlarda söz konusu. Aslında Türkiye'de de benzer bir devinim yaşanıyor ancak ülkemizdeki devinim, belirli bir stratejiden çok, rakip firmaların ticaret alanına girmek, ticaretini baltalamak veya geçmişten gelen bazı çekişmelerin sonucu olarak yaşanıyor. Belki bunlar ilk bakışta sizlere pek mantıklı gelmeyebilir ancak ticaretin sert kurallarında bu durum gayet anlaşılabilir. Tek sorun belirli bir stratejiden uzak hamleler ile Türkiye pazarını domine etme potansiyeli olan markalar pazardan silinip gidiyor ve ikinci el pazarındaki dengesizlik firmaların hareket alanlarını daraltıyor. Ancak sessiz sedasız iyi markaları toplayan ve belirli bir strateji çerçevesinde hareket eden firmalarda var. Bence gelecek 4-5 yıl içerisinde koşullar ve hareket tarzları değişmez ise, ülkemizde az marka taşıyan ancak finansal ve pazarlama açısından kuvvetli firmaların güçlendiği ve yönlendirdiği bir pazar karşımıza çıkacak.
Bu son derece şık sehpa aslında müzik sistemleri için üretilmemiş. Bir televizyon sehpası ancak çok büyük müzik sistemi olmayan ve sehpanın sese etkisini pas geçmeye hazır meraklılar için ilginç bir çözümde olabilir. Ürün İngiliz Techlink firmasının ürünü ancak fiyatına ulaşamadım.
Bloğumun okuyucularından Ayşe Hanım başka bir blogta denk geldiği bu fotoğrafları göndermiş. Tamam ortada herhangi bir hi-fi sistemi yok ama böyle bir dinleme odasına kim hayır diyebilir ki? Sizi bilmem de ben hayır demezdim şahsen :)
Son derece hoş bir çizim. Özellikle genç bayanların yüzlerindeki çizgi sayısının azlığına rağmen verilen ifade pek güzel. Kimin çizdiğini bilmiyorum. Internette denk geldi bloğuma ekledim...
Kraftwerk, müzik tarihinde önemli yeri olan bir Alman topluluğu. Kraftwerk, Almanca güç santrali anlamına geliyor. 1970 yılında Düsseldorf, Almanya'da kurulan topluluk Ralf Hutter ve Florian Schneider projesi. Topluluğun ilk dönemlerinden itibaren müzikleri elektronik enstrüman ve ilkel bilgisayarlara dayanıyor. İşin garip tarafı Kraftwerk elektronik müziğin temellerini atarken ortalıkta bugün olduğu gibi istediğiniz enstrümanı alabilmek gibi bir şansınız yok. Topluluk kendi müzik enstrümanlarını kendileri üretmek zorunda kalıyorlar.. Kraftwerk'in müziği birbirini takip eden melodiler, insana hiç bitmeyecekmiş gibi gelen müzikal döngülerle doludur. Vokaller sanki bir bilgisayar sesiymiş gibidir ve son derece basittir. Vokal bölümlerinde de döngüler sık sık kullanılır. Kraftwerk'in müziği hem minimalist hemde devrimseldir. Bugünün elektronik müziğinin yanında bir çok müzik türüne öncü olmuşlardır.
Bugünkü yazımda topluluğun "Tour de France" albümünden bahsetmek istiyorum. Malum bugünler “Tour de France” günleri. Daha yarışın ilk haftası olmasına rağmen kıran kırana bir mücadele var. Kazalar, sprint'ler ve yarışın daha ilk hafta olmasına rağmen tırmanış etapları. Bu arada uzun yıllardan beri ilk kez organizasyon, ilk haftaya çok eğimli olmasa da tırmanış etapları koymuş durumda. Bu da heyecanı arttırıyor. Spor ile uzun yıllardır çok fazla ilgilenmiyorum. Ancak bisiklet yarışlarına özellikle de yol yarışlarına özel bir ilgim var. “Tour de France” ise tüm yarışların şahı!
Bisiklet yarışı ve Kraftwerk ne alakala diyebilirsiniz...
Kraftwerk ile "Tour de France"ın yollarının kesişmesi topluluğun onuncu albümü ile oluyor. 2003 yılında yayınlanan albümlerinin ismi “Tour de France Soundtracks” Albüm 2009 yılında yeniden yayınlandığında ismi kısaltılıyor ve "Tour de France" olarak anılmaya başlanıyor. Albümün yapılmasının sebebi Fransa bisiklet turunun yüzüncü yaşının kutlanması. Ancak albüm o sene yayınlandığında biraz rötar yapıyor ve yayın ancak bisiklet turunun bitmesinin çok ardından yayınlanabiliyor. Yani ortada saçma sapan bir durum söz konusu. Bunun yanında 1986 yılında yayınlanan “Electric Café” albümünden 17 sene sonra yapılan bir albüm için meraklıların beklentileri çok fazla ancak Kraftwerk bu beklentiyi karşılayamıyor. Ancak ilerleyen yıllarda daha aklı selimle düşündüğümüzde "Tour de France" kötü bir albüm değil. Tepkinin asıl sebebi 1980'li yıllar.
Neden mi? "Tour de France" single'ı. 1983 yılında yayınlanan şarkı basit bir elektronik davul döngüsünün yine basit melodiler ve tekrar eden vokallerle süslenmesiyle oluşturulmuş. İlk iki albümlerinde kullanılan ekipmanın geliştirilmesiyle ortaya çıkan ses, kullanılan metalik tonlardan çok daha farklı. Bu single yayınlandığında kapağında 1950'lerin bir Macar pulundan esinlenme vardı. Vardı diyorum elimde single olmadığından kapağını resimlerden biliyorum. Aşağıda bu pulu görebilirsiniz. Buradaki bisikletçiler alınıp arkaya Fransız bayrağı eklenerek single'ın kapağı oluşturulmuştu.
Kraftwerk bu single'ı yapıp 2000'lerde bu single etrafında dönen bir albüm yapınca uzun zamandır albüm bekleyen meraklılar hayal kırıklığına uğramışlardı. Bunun yanında 1970'lerdeki müzik dinleyicisi ile 2000'lerin dinleyicisi arasında da yadsınamaz bir fark vardı. 2000'lerin elektronik müziği çok farklıydı ve artık daha geniş kitlelerin dinlediği bir müzik tarzıydı. Ancak geri dönüp “Tour de France Soundtracks” albümüne baktığımda benim tepkim hiç böyle değil. Biraz önce Fransa Bisiklet Turu'nun beşinci etabını Mark Cavendish müthiş bir sprint ile kazandı. İşlerime ara verip bu yazıyı yazarken dijital müzik çalarımda "Tour de France" çalıyor. Büyük keyif...
Antrepo isimli bir firma son derece garip kulaklıkları ile dikkatimi çekti. Stetheadphone adını verdikleri kulaklık doktorların kullandığı stetoskop'dan etkilenilerek üretilmiş. Fiyatını bılamadım ama hoşuma gitti doğrusu. Bu arada kulaklığın farklı renkleri de mevcut. özellikle doktorlar iş yerlerinde çaktırmadan müzik dinlemek isterlerse bunlardan birer tane edinmeliler. Tabii ki şaka yapıyorum :)
uzun zamandır Magma'dan bahsetmiyordum. Kobaia albümünde "Stoah" şarkısının Fransız Devlet Televizyonunda yarı playback yarı canlı performansı. Performans sorun değil de o yıllarda böyle bir şarkıyı devlet televizyonunda görmek şaşırtıcı.
Hemen her alanda olduğu gibi hi-fi dünyasında da, arada sırada trend'ler yükselişe geçiyor. Bloğumu takip eden bir çok kişi yukarıdaki hoparlörler için "ne kılıksız şeyler" diyecektir eminim ki ve haklılar. Ancak bu minik monitörler bir dönem BBC tarafından geliştirilmiş ve efsane olmuş LS3/5a'lar. Uzakdoğuda yine LS3/5a'lara talep artmış durumda. Belki biliyorsunuzdur hala bazı firmalar bu tasarıma uygun hoparlörler üretiyor olsalar bile sürücüler eskisi gibi olmadığından zengin uzakdoğulu odyofiller orijinal örnekleri topluyor. Mike Valentine ile konuşurken orijinal KEF sürücü üretim makinelerinin Harbeth firmasının depolarında olduğunu söylemişti. Sanırım bu gizemli bir bilgi değildir meraklılar için ancak Harbeth'in bu makineleri kullanmaması da başka bir ilginç durum. Eminim ki, orijinal makinelerde üretilen bir LS3/5a çok sağlam bir pazarlama imajına sahip olurdu.
Bir dönem bende LS3/5a efsanesine inanıyordum. Ta ki dinleyene kadar. Bu hoparlörler aslında stüdyolarda kullanılan monitörler ve müzik dinleme noktasında biraz keskinler. Ses çok kendisine özgü ama günümüzde çok daha ucuza harika hoparlörler bulabilmek mümkün. Tabii ki evde veya deposunda yeri olan herkes bu efsanevi hoparlörden bir çift sahip olmak ister ama onunla vakit geçirmek derseniz, teşekkürler ben almayayım...
Valla fazla yoruma gerek yok. Franco & Sam Mangwana'dan best of plağı. Müzik mi yoksa plak kapağı mı veya her ikisi de mi öyle bilemedim. Allah akıl fikir versin.
Bullet Cable, hi-fi dünyasında önemli bir firma değil. Ancak çok eğlenceli ürünleri var. Bu firmanın ürünlerinin dikkat çekici özelliği kullanılan konektörlerinin yapısı. Yukarıda gördüğünüz gibi konektörleri tabanca şeklinde tasarlanmış. Ayrıca bomba, zar gibi farklı farklı konektörler mevcut. Fiyatlarda makul gibi. Örneğin yukarıdaki yaklaşık 3 metrelik kablonun fiyatı 25 Dolar.
Uzun zamandır bu tasarımın kime ait olduğunu arıyordum. Ülkemizde bazı mobilya firmalarında bu kitaplığın benzerlerini görüyordum. Ancak tasarımın orijinali tahmin edebileceğiniz gibi İtalyanlara ait. Khaos ismindeki bir firma tarafından tasarlanmış, üretilmiş ve satışa sunuluş. Firmanın ismi de ayrı bir güzellikmiş tabii. Şeklinden dolayı bu kitaplıkta bayağı yer kaybı var ama biraz dokunuşla harika bir plak rafı haline getirilebilir. Fiyatını bir türlü bulamadım.
80′leri hatırlayanlar "Rubik’s Cube" denilen zeka oyununu hatırlarlar. Beni zamanında sinir eden bu küp şimdi karşımıza bambaşka bir şekilde çıktı. Allahtan bu kez daha eğlenceli bir özelliği var. Bir İngiliz firması Rubik kübü hoparlör haline getirmiş. USB'den bilgisayarınıza bağlantı kurarak kullanabileceğiniz hoparlör 20 Sterlin civarında bir fiyata sahip...
İnternet yaygınlaşınca insanın çektiği fotoğraflara dikkat etmesi gerekiyor. İşte güzel bir örnek. Bu fotoğrafı plağın nelere alet olabileceğinin ibret vesikası olarak eklemek istiyorum. Daha fazla yorum yok!
Yukarıdaki tablonun adı “The Roses of Heliogabalus” veya Türkçesiyle “Heliogabalus'un Gülleri” ressamı ise Lawrence Alma-Tadema. Alma-Tadema ilginç bir ressam. 1836 yılında Hollanda'da doğan ressam 1870 yılında İngiltere'ye göç etmiş. Genel olarak klasik konuları resimlerinde işleyen ressamın benim ilgimi çeken yönü Roma İmparatorluğu dönemine olan ilgisi ve bu konularda çizdiği resimler. Tabii bu resimlerin bir kısmı daha bilindik konuları işlerken yukarıdaki örnek gibi son derece ilgi çekici resimleri de yok değil. “The Roses of Heliogabalus” Roma İmparatoru Elagabalus'u konu alıyor.
Elagabalus tüm Roma imparatorları arasında en tartışmalı olanlardan bir tanesi. Elagabalus saltanatını ilan etmeden önce rakiplerini yok etti. Tüm bunlar olurken İmparator daha ergenlik dönemlerindeydi. Düşmanlarını öldürdükten sonra Jıpiter'in yerine El-Gabal bir nevi güneş tanrısıydı ve İmparatorluğun uzak diyarlarındaki kültürlerin tanrıları ile Roma tanrılarının bir karışımı gibiydi. Bilgi olarak Roma İmparatorluğu Panteonu'nun ana tanrısı Jüpiter yüzyıllar boyunca önemini korudu. Din üzerinde bu değişiklikleri yaparken var olan tüm inançları alaşağı etti. Hayatlarını tanrıça Vesta'ya adamış rahibelerin evlenmesi kesinlikle yasaktı. Ancak Elagabalus bu kuralı değiştirdi hatta daha ileri giderek bir rahibe ile evlendi. Saltanatı döneminde her türden acayiplik yaşanmıştır. İşin güzel tarafı İmparator Elagabalus, tüm bu olan bitenleri 18-19 yıllık kısa ömrüne sığdırmayı başarmıştır. Bu güzel tablo, işte bu garip imparatoru ve çevresinde yaşananları çok güzel resmediyor. İmparator için Historia Augusta'nın Antoninus Heliogabalus (1) maddesine bir göz atabilirsiniz. Meraklısına orjiinal metin Latince olarak elimde mevcut. Edinmek için bir e-mail atabilirsiniz...
(1) Elagabalus için Heliogabalus ismi de kullanılır. İsmin kökeni eski Yunanca güneş kelimesinden türetilmiş.
Bir kaç gündür Stereo Mecmuası Forumlarında plak temizleme makineleri ile alakalı bir devinim yaşıyoruz. Her DIY projesinde olduğu gibi ilk önce beyin fırtınası ile başlayan bu devinim sonucunda bakalım somut bir şeyler ortaya çıkacak mı? Konuyla alakalı küçük bir araştırma yaparken yukarıda fotoğrafını gördüğünüz plak yıkama makinesine denk geldim. Lautlos Rein üründe ilginç bazı fikirler var. Tasarım ise başlı başına bir olay zaten. Fiyatı konusunda bir fikrim yok ama çok iyi bir pikap kadar pahalı olduğunu düşünüyorum... Forumdaki konu başlığına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.
Múm, İzlandalı bir müzik topluluğu. Bu topluluktan Stereo Mecmuası'nda yayınladığımız “Screaming Masterpiece” DVD'siyle alakalı yazımda bahsetmiştim. Múm, çok ilginç bir müzik tarzına sahip. Bir yanıyla karanlık, bir yanıyla son derece yumuşak, bir yanıyla da deneysel.
Müziklerindeki en belirleyici özellik, kesinlikle vokaller. Bunun yanında görmeye alışkın olmadığımız ilginç enstrümanları elektronik öğelerle birleştiriliyor. Topluluğun kadrosu biraz karmaşık. Yazması ve okuması ölüm olan diğer üyelerden ziyade bence önemli iki kişiden habsedeceğim. İki kardeş Gyða ve Kristín Anna Valtýsdóttir, topluluğun karakteristik vokal tarzı ve ilginç enstrümanlarının bir kısmını çalarak bence Múm'un müziğinin omurgasını oluşturuyorlar(dı). Ancak iki kardeş, eğitim hayatı filan derken toplulukla ilişkilerini ilk dönemlerdeki kadar sıkı tutamıyorlar. Bence ilk albümlerden bugünlere gelirken müziklerindeki olumsuz dönüşümü bu şekilde açıklamak mümkün. İşin kötü tarafı topluluğun ilk 2 albümünü bulmak pek kolay değil. Arayışlarınıza dijital alanda devam etmek gerekiyor.
2000 yılında yayınlanan “Yesterday Was Dramatic” ve 2002 yılında yayınlanan “Finally We Are No One“ albümlerini edinmenizi tavsiye ederim. Adını okumanın imkansız olduğu ve ancak kopyala yapıştır ile yazabildiğim Kristín Anna'nın ayrılışından sonra yayınlanan 2007 yılı albümü “Go Go Smear the Poison Ivy” yine bir şekilde ortalamanın bayağı üzerinde bir albüm. Bu albümde vokaller tamamen değişik, müzik tarzında da farklılıkları görebilmek mümkün. Ancak 2009 yılı albümü “Sing Along to Songs You Don't Know” için pek olumlu konuşabilmem mümkün değil. Evet yine çok farklı bir albüm ama topluluğun ilk albümleri kadar etkileyici değil. Hatta sıkıcı olarak nitelendirebilmek mümkün...
Şarkıları teker teker ele aldığınızda sorun olmuyor ama albümü baştan sona dinlerken eh yeter artık diyebilme potansiyeliniz var. Aşağıda topluluğum 2009 yılı albümünden "Sing Along" parçasına çekilen video klip var.
Marinella Stalia, Yunan müziğinin en önemli kadın seslerinden bir tanesi. İlk önemli çıkışı 1950'lerde "Nitsa Elenitsa" şarkısı ile yapmış. Bir diğer önemli müzisyen olan Stelios Kazantzidis ile uzun süreli ortak çalışmalar yapan Stalia'nın en ilgi çekici özelliklerinden bir tanesi Eurovision şarkı yarışmasına katılan ilk Yunanlı müzisyen olması. Anlayacağınız Marinella Stalia Yunan müziği için önemli bir isim. Ancak yukarıdaki kapak olacak gibi değil. 1969 yılında yayınlanan Stalia adlı plağın kapak olacak gibi değil. Aşağıya bir klip ekleyetim dedim. İkisinin aynı kişi olduğuna inanmak bile güç :)
Arada sırada dünya hi-fi piyasasında neler oluyor neler bitiyor konusunu ele alıyorum. En son bu senenin başlarında bu konuyla alakalı biraz yazı yazmıştım. Güncel bilgiler ışığında yaza girerken neler olduğundan bahsedeyim...
Tüm dünyada satış alanında gözle görülür bir daralma olduğunu söyleyebilmek mümkün. Üretici firmalar bu daralmayı çeşitli yöntemlerle aşmaya çalışıyorlar.
Bu sıralar en popüler yöntem, internetten satış. Başta bir çok aksesuar üreticisi olmak üzere bir çok üretici kendi satış kanallarını açmaya devam ediyor. Bazı firmalar eBay gibi global sitelerden yararlanırken, bu aralar kendi satış sitesini açan üreticilerin arttığını gözlemlemek mümkün. Bu durumda yerel ve ülke dağıtıcıları etkisizleşiyor. Anlaşılan üretici firmalar ara dağıtım kanallarına ayrılan kar marjını, tüketiciye daha uygun fiyat etiketi için kullanmayı daha uygun buluyorlar.
Son dönemlerde üreticiler daha fazla satış için çok fazla dağıtım kanalı değiştirir oldu. Özellikle Avrupa'da temsilciler sıklıkla değişiyor. Ülkemizde de bu durumun özellikle bahar aylarında artacağını söyleyebilmek mümkün. Eskiden dağıtıcı/temsilci firmalar birbirlerinin markalarına saldırırken, şimdi üreticiler daha agresif davranıyorlar. Anlayacağınız bahar aylarında ülkemizdeki hi-fi pazarı fena halde karışacak. Bu durumun bazı yan etkileri var. El değiştiren markalarda ciddi bir likidasyon (1) süreci yaşanıyor. Sıfır ürünlerin fiyatları çok düşünce markanın ikinci el pazarı ölüyor ve tüketiciler ikinci el pazarı stabil olmayan ürünler konusunda alışveriş yapmaktan kaçınıyorlar.
Geçmişin aksine üreticilerin satış konusunda daha agresif olduklarını yazdım. Satışın kim tarafından yapıldığını çok önemsemeyen bazı üreticiler çeşitli ülkelerdeki temsilcileri vasıtası ile agresif fiyatlar sunuyorlar. Özellikle pahalı high end ürünlerde başlayan bu yeni trend ortalığı fena halde karıştırmış durumda. Özellikle güçlü Avrupa ve Uzakdoğu temsilcileri çok ilgi çekici indirimlerle pazara ürün basıyorlar. Üreticiler bu konunun kendileri ile alakası olmadığını iddia etseler de, bazı ülkelerde işler fena halde karışmış durumda hatta mahkemelik olan bazı firmalar olduğu söyleniyor. Bazı ülkelerde yerel dağıtıcı ve temsilciler isyan bayrağını çekmiş olsalar da, bu durum ilerleyen yıllarda daha da artacak gibi. Ülkemizdeki gümrük duvarları ve mevzuat dolayısıyla üst-giriş sınıf ürünlerde hareketlilik yok. Ancak üst-uç sınıf ürünlerde belirli bir hareketlilikten bahsedebilmek mümkün.
Benzer bir durum giriş seviyesi ürünlerde de yaşanmakta. Bu alanda Avrupa fena halde karışık durumda. Satış potansiyeli güçlü Almanya gibi ülkelerdeki temsilciler giriş seviyesinde diğer ülkelerdeki yerel firmaları zor durumda bırakacak fiyatlarla satış yapıyorlar. Avrupa'da gümrük duvarları olmadığı için isyan yavaş yavaş büyüyor. Bu durumun ülkemize de yansımaları orta vadede artacak gibi.
Tüketiciyi zorlayan konu gümrükler olsa bile, son dönemlerde yurt dışından kişisel ürün getirten çok sayıda meraklıya rastlıyoruz. Bu durum bana seneler önce bilişim sektöründe yaşananları hatırlatıyor. Notebook'ların ülkemizde pahalı olduğu dönemlerde çok ciddi miktarlarda cihaz yurt dışından gelmeye başlamıştı. İlk adımda bu duruma karşı durmak isteyen yerel dağıtıcılar, hemen servis silahına başvurdular. Türkiye'den alınmayan ürünlere servis hizmeti verilmemeye başlandı. Oysa bu durum uluslararası garanti koşullarının ihlali demekti. Bir şekilde servis hizmeti verilmeyince, yeni bir sektör ortaya çıktı. Yerel temsilcilerden bağımsız servis firmaları. Bu durumdan sonraki adım paralel ithalat (2) oldu. Sonunda bu durum üreticilere dokunmaya başlayınca servis sorunu çözülüverdi. Fiyat indirimleri de başladı. Sonuçta bazı markalarda fiyatlar Avrupa ile aynı seviyeye geldi. Bugün bazı markalarda yurt dışından aldığınız ürünlere ek bir ücret vererek Türkiye'de servis hizmeti alabiliyorsunuz. Bazı markalarda ise garanti hizmeti bilabedel şekilde sağlanıyor.
Bir süredir tüm bu gelişmelerden olumsuz etkilenen Güney Avrupa, Doğu Avrupa gibi pazarlarda neler konuşuluyor. Herkesin ortak görüşü hizmet kalitesinin arttırılması. Tüketicilere daha iyi hizmet vererek büyük dağıtım kanalları ile mücadele edebilmek mümkün. Bazı araştırmalar (bilişim sektörü için) tüketicilerin hizmet kalitesini göz önüne alarak bir ürüne %10-15 daha fazla ödeyebileceklerini işaret ediyor. Ülkemizde ise bu çıta gümrük duvarı ve mevzuatlar dolayısıyla %20 ila 35 seviyelerine kadar çıkıyor. Bu oranlar kabaca KDV+ÖTV şeklinde nitelendirilebilir. Bunun üzerindeki oranlarda markalar arası kayış veya farklı tedarik kanalları seçenekleri değerlendirilmeye başlanıyor.
Anlaşılan yaz ayları hi-fi dünyasında sessizliğin hakim olacağı ama fırtına öncesi sessizliğin hüküm süreceği bir dönem olacak. Bahar aylarında ise savaş kızışacak gibi. Ayrıca bazı dedikodulara göre çok büyük birkaç üretici firmanın el değiştireceği söyleniyor. Bu bahar ve kış dönemi ilginç olacak gibi. Hep birlikte bekleyelim ve görelim...
(1) stok temizleme odaklı yüksek fiyat indirimi (2) Paralel ithalat, resmi prosedürler izlenerek bir ülkedeki resmi ithalatçı veya temsilci kanalı ile değil üçüncü kişi veya firmalar tarafından yapılan ithalatlara deniyor.
Finite Elemente firmasını çok severim. Tasarımları çok keyiflidir. Fotoğraflar firmanın bir çok tasarım ödülü almış Hohrizontal 51 isimli ürününün fotoğrafları. Bu aslında bir raf gibi gözüküyor ama aynı anda bir iPod ve iPhone dock sistemi. Sadece Apple ürünleri değil hemen her türden ekipman bu sisteme bağlanabiliyor. Sistem daha doğrusu raf içerisine hoparlörlerde gizlenmiş. Çok yaratıcı bir fikir. Bu arada sistemin bin bir çeşit rengi mevcut...
Frankenstein, 1910 yapımı bir film. Film, o dönemin Edison stüdyoları tarafından çekilmiş. Filmin senaryosu orijinal romana sadık kalarak J. Searle Dawley tarafından yazılmış. Aynı zamanda filmin yönetmeni de Dawley. 1910 yapımı bu film sinema tarihinde bol bol çekilecek Mary Shelley romanı tabanlı Frankenstein filmlerinin birincisi. Bu arada filmin bazı ilginç noktaları var. İlki filmin yapımcısının meşhur Thomas Edison olduğu söylentisi. İkincisi ise filmin kaybolması. İlk kez 1963 yılında izine rastlanmış. Filmin orijinal bandı, 1950'lerde Amerikalı bir film koleksiyoncusu tarafından satın alınıyor. Ancak o dönemde filmin ne olduğunu anlamıyor ta ki 1970'lere kadar. 2010 yılında filmin yeniden onarılmış bir kopyası 100. yılı dolayısıyla gösterime giriyor.
100. yaşını geçen filmin telifi ortadan kalmış durumda. Filmin tamamını yukarıda seyredebilirsiniz.
Tolga, Stereo Mecmuası'nın 28. sayısında Burzum topluluğunun Fallen albümünü öve öve bitiremeyince, merak ettim ve mesaj attım. Zaten hemen arkasından CD bana kargolanmıştı bile. Burzum'un daha doğrusu Varg Vikernes'in yaptığı bütün işler istisnasız elimde vardır. Eskisi kadar dinliyor musun derseniz, hayır, ama arada sırada nostalji de fena olmuyor doğrusu. Albüm elime geçince gerçekten şok oldum. Çok ilginç bir sound'un yanında bayağı hoş bir albüm vardı elimde. Tolga konuyu özetlemiş zaten; "Albümde çok ilginç ekipmanlar kullanmış ve bu durum sayesinde sound müthiş. Basına verilen ve albümde paylaşılan listeye göre 1960'lardan kalma VOX AC50 amplifikatör, 1970'lerden kalma davul seti, meşhur lambalı Neumann M149 mikrofonlar gibi tür için son derece alışılmışın dışında bir ekipman kullanmış"
Gerçekten şaşırtıcı bir albüm... Bunu yazacağım aklıma bile gelmezdi. Albümün ayrıntılı incelemesi işte burada!
Quadraspire, İngiliz bir üretici. Genelde hi-fi stand'leri üretiyor. Firmanın Sunoko-Vent T modeli bayağı ilginç gözüküyor. Katlara özel delikler açılmış, böylelikle havalandırma konusunda avantaj sağlıyor. Bir şekilde DIY projesi ile yapılabilecek iyi fikirlere sahip bir ürün.
Tamam, bu yazımın hi-fi ile uzaktan yakından alakası yok. Eight Hour Day adlı bir blogta denk geldiğim fotoğrafları paylaşmak istedim. Pixar Stüdyolarını bilirsiniz, bir çok meşhur animasyonu yaptılar. Toy Story, Finding Nemo, Monsters, Cars gibi. Bunlar çocukların yanında büyüklerinde keyifle seyredebileceği filmlerdir ki, biz ailecek çok severiz. Eight Hour Day bloğunuu şanslı yazarları Pixar Stüdyolarını ziyaret edip fotoğrafları çekmişler. Kim böyle bir ortamda çalışmak istemez ki?
Geçtiğimiz günlerde Mike, Türkiye'ye gelince buluştuk. Bu aralar yine rahat durmayıp kayıtlara devam ediyormuş. Bu kez bas kaydı yapıyor. Gelirken bana yaptığı yeni kayıtlardan bazı örnekler getirmiş. Oldukça ilginç şeyler var. Bu arada yukarıdaki müzisyen, Londra Filarmoni'nin önde gelen müzisyenlerinden bir tanesi.. Çok yakında sizlere de sürprizlerim olacak.