CD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

IIro Rantala - Lost Heroes CD



Iiro Rantala, benim pek izmini duymadığım ama Finlandinya'nın dünyaca ünlü caz piyanisti. ACT plak firmasından yayınlanan şimdilik tek albümü Lost Heroes. Bu albüme geçmeden önce müzisyenden bahsedeyim. Rantala hem caz hemde klasik müzik eğitimi görmüş. Çeşitli topluluklarda çalışıyor olsa da, besteleri bir adım önde gidiyor sanırım. Finli müzisyenlerden oluşan Trio Töykeat ile oldukça fazla sayıda albümü var. Ayrıca Iiro Rantala New Trio gibi üçlülerin yanında solo çalışmaları da var.

ACT plak firmasının solo piyano albümlerinden daha önce sizlere bahsetmiştim. Gwilym Simcock'un Good Days At Schloss Elmau ve Danilo Rea'nın A Tribute To Fabrizio De André albümlerini sizlere ayrıntılı şekilde anlatmıştım. Hatta Danilo Rea'nın müthiş albümü ile alakalı olarak katıldığım bir radyo programında sevgili Aydın Eroğlu ile beraber bayağı keyifli bir sohbet yapmıştık.

Albümü CD çalarıma yerleştirdiğimde yukarıda saydığım albümlerin atmosferinin bir benzerini hemen hissediyorsunuz. Solo caz piyanosu seven müzikseverler bu iki albümü kaçırmamalılar. Hatta birazdan düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım “Lost Heroes”u da bir kenara not etmeliler.

Albüme genel olarak baktığınızda 10 şarkıdan oluşan ve her şarkının farklı bir konsepte sahip olduğunu görüyorsunuz. İsterseniz şarkı listesine bir göz atalım ve şarkıları birer birer ele alalım...

1. Pekka Pohjola - 07:36 (Rantala, Iiro)
2. Waltz For Bill - 06:04 (Rantala, Iiro)
3. Can’t Get Up - 03:08 (Rantala, Iiro)
4. Tears For Esbjörn - 05:28 (Rantala, Iiro)
5. Thinking Of Misty - 06:28 (Rantala, Iiro)
6. Jean And Aino - 07:22 (Rantala, Iiro)
7. Donna Lee - 03:36 (Parker, Charlie)
8. One More Waltz For Michel Petrucciani - 04:08 (Rantala, Iiro)
9. Bluesette - 04:04 (Thielemans, Toots)
10. Intermezzo - 05:50 (Rantala, Iiro)



Pekka Pohjola, ünlü bir Finlandiyalı besteci. Rockseverlerin belki tanıyacaklarını düşündüğüm Finli progressive rock topluluğu Wigwam ile de çalışan Pohjola, aynı zamanda klasik müzik eserleri ile de tanınıyor. IIro Rantala kendi ülkesinden çıkan bu besteci için yazdığı şarkıda son derece duygu yüklü notlara yer vermiş.

Waltz For Bill – Bill Evans'ın hatırası için yazılmış bir şarkı. Bill Evans'ın hatırasının yanında onu çok seven Finli bir müzikseverin ölümü de bu şarkıda anılmış. Şarkı ölümcül güzellikte.

Can’t Get Up – Amerikalı bas virtüözü Jaco Pastorius anısına yazılan bu şarkıda Finli piyanisttüm ağırlığı bas notlara vermiş ve bu oktavlarda gezinmiş. Çok ilginç bir çalışma...

Tears For Esbjörn - Tahmin edebileceğiniz gibi Esbjörn Svensson'un beklenmeyen ölümü üzerine yazılan bu şarkı son derece sade yapıda ve son derece sakin. Kuzey cazının etkilerini taşıyan şarkı albümünde genel çizgisini belirliyor.

Thinking Of Misty – Amerikalı büyük piyanist Erroll Garner anısına bestelediği bu şarkıda IIro Rantala o dönemin bol swing'li tarzına atıflarda bulunmuş. Çok fazla abartmadan ana temalar arası sololar ile renklenen şarkı son derece neşeli sayılabilir. Tabii kuzey cazına göre...

Jean And Aino - Fin İç Şavaşına atıflarda bulunan şarkı her haliyle Finlilerin milli bestecisi Sibelius'a atıflarla dolu. Fin İç Şavaşında özellikle çocukların yaşadığı dramı anlatan Rantala bir yandan savaş içerisindeki yaşanan insani duygulara ve aşka da yer vermiş..

Donna Lee. Bir Charlie Parker bestesi olan şarkı aslında Miles Davis eseriymiş. Ancak Parker ile özleşmiş bu şarkıyı çok seven Rantala şarkıyı Art Tatum'a adamış. Durup birkaç kere dinlemek gereken bir düzenleme olmuş. Tüm albüm boyunca sakin tarzıyla dikkat çeken Rantala burada tam anlamıyla kendinden geçmiş. Müthiş!

One More Waltz For Michel Petrucciani – Aslında isminden kendisini belli eden bir şarkı. Son derece ilginç bir tip olan Fransız piyanist Petrucciani'ye adanan eser Rantala'nın hayranı olduğu bir isme yazılmış bir methiye olarak nitelendirilebilir.

Bluesette – Toots Thielemans tarafından bestelenen bu komplike eseri Oscar Peterson'a adayan Rantala onun karmaşık tekniğini son derece dikkat şekilde dinleyicilere ulaştırıyor. Şarkı ve icra birinci sınıf...

Intermezzo – Rantala'nın klasik müzik kökeninin ön plana çıktığı eser Pavarotti anısına yazılmış. Albümün son şarkısı olarak tam anlamıyla bir final niteliğinde...

Albüm neredeyse müthiş olarak nitelendirebileceği bir kayda sahip. Yazının başında yazdığım Good Days At Schloss Elmau veya A Tribute To Fabrizio De André albümlerinden herhangi birini aldıysanız ve hoşunuza gittiyse mutlaka edinin. Şiddetle tavsiye ederim...

Tim Berne, Jim Black, Nels Cline - The Veil CD



New York avant jazz sahnesinin üç önemli figürü Jim Black, Nels Cline ve Tim Berne bir arada. Bu üç önemli müzisyen birlikte BB&C trio'sunu oluşturmuşlar. Tahmin edebileceğiniz gibi ortaya çıkan iş son derece ilginç. Saksafon başta olmak üzere üflemelilerde Tim Berne, elektrik gitarda Nels Cline, davulda ve bilgisayar efektlerinde Tim Berne aslında bilindik isimler. Onları çok farklı projelerden tanıyor olabilirsiniz. Deneysel rock, progressive, caz hatta heavy metal dinleyicileri bu isimlerle denk gelmiş olabilirler. Bu üçlünün debut albümü bazı yorumcular tarafından kakafoni olarak tanımlanmış ancak farklı tarz bir kakafoni. Ancak bu yorumcuların halt ettiğini söylemem mümkün.

Albüm elime geçtiğinde -ki burada Yeşim Hanım'a bir selam göndermek farz- dinlenecekler bölümüne koydum. İlk adımda BB&C ismi bende pek bir şey ifade etmedi. İlerleyen günlerde dinlenecekler bölümünden albümler seçerken albümün arka kapağını gördüğümde irkildim. Koskoca harflerle Jim Black, Nels Cline ve Tim Berne isimlerini görünce albüm hızlı şekilde CD çaların içerisine girdi.

The Veil, bu üçlünün 2011 yılı albümü. Pek bilinmedik bir plak şirketi olan Crypto Gramophone'dan yeni yayınlanan albümün yanında plak firmasının kataloğunda çok garip isimler var. Bir ara mercek altına almak lazım. Neyse gelelim süperstar üçlümüze.

Albüm "Railroaded" şarkısı ile fırtına gibi açılıyor. Bu noktada her üç müzisyenin geçmişte kurdukları veya parçası oldukları son derece az bilinir topluluklar insanın aklına geliyor hemen. Özellikle Nels Cline'In gitar tonları ölümcül. Aslında Wilco topluluğunun kurucularından olan Cline'ın çok enteresan projelerde de parmağı olduğundan deneysel hemen her tarzda çalabilme yeteneğine sahip. Saksafoncu Tim Berne ve davulcu Jim Black'in geçmişlerinde de acayip deneysel topluluklar var. Bu üçlünün bir araya gelmesiyle ortaya ne çıkar derseniz, cevabı “Railroaded” şarkısı. Çok fena!

Impairment Posse şarkısında -ki ikinci şarkı- kontrolü Tim Berne alıyor ve işler bir anda değişiyor. Albümde hemen her şarkıda saniye saniye izlenen yol değişebiliyor. Unutmadan şarkı listesini vereyim;

1. Railroaded 6:11
2. Impairment Posse 3:37
3. Momento 6:05
4. The Barbarella Syndrome 9:32
5. Dawn Of The Lawn 5:50
6. Rescue Her 8:30
7. The Veil 5:23
8. Tiny Moment Pt. I 5:01
9. Tiny Moment Pt. II 8:17



“Momento," ise ayrı bir alem bilgisayardan yükselen sıfır ve birlerden oluşan gürültü eşliğinde modifikasyona uğramış tenor saksafon karanlığın notalarını çalıyor. “The Barbarella Syndrome," ise ayrı bir alem. Arka tarafta davul inişli çıkışlı yollardayken önde gitar ve saksafon birbiri ile savaşıyor. “Rescue Her" sanki sevgili eşim için yazılmış. Albümü beraber dinleme başladığımızda bu şarkıya kadar dayanabildi. Ancak albümün asıl bombası iki bölümden oluşan iyaklaşık 14 dakikalık “Tiny Moment," Bu çok ilginç bir parça. Ritm zaman zaman durma noktasına gelse bile iyi müzisyenlerin minimal alanlarda ne kadar ilginç kompozisyonlar ortaya çıkartabildiğini gösteriyor. Nels Cline bu alanda tam anlamıyla bir uzman. Cline ile birlikte Jim McAuley ve daha sonrasında Rod Poole mikrotonal emprovizasyon denilen türde çok ilginç çalışmalar yapmışlardı. Şimdi bu alana BB&C'de el atmış görülüyor. Sonuç mükemmel...

Gelelim son sözlere, bu albüm ülkemize gelmiş durumda. Eğer yukarıda saydığım müzisyenler sizleri heyecanlandırıyorsa ne yapın edin edinin. Albüm, Equinox Müzik tarafından ülkemize getirilmiş. Aman dikkat gözden kaçmasın!

Gwilym Simcock - Good Days At Schloss Elmau CD



"Good Days At Schloss Elmau" albümü ilk elime geçtiğinde bir işlerle uğraşıyordum ve CD kitapçığını okumadım. Sadece dinledim ve hoşuma gidince bir kez daha dinlemek için kenara koydum.

Müzik setinin tekrar başına geçtiğimde albüm kitapçığını açıp okumaya başladım ve bir yandan da internet üzerinden araştırma yaptım. İsmini asla doğru yazabileceğimi düşünmediğim Gwilym Simcock geç bir müzisyen. 1981 doğumlu. CD kitapçığında bulunan resmine bakınca yaşının genç olduğunu anlamıştım.



Hem caz hemde klasik müzik çevrelerinde piyano çalma tekniği beğenilen bu genç müzisyen bol bol ödül almayı başarmış. İlk albümü olan Catalyst 2003 ylında yayınlanmış ve 8 sene içerisinde bayağı albüm yapmış. Gerçekten dopdolu bir diskografisi var. Simcock sanırım Galler kökenli ve çok erken yaşta piyano çalmaya başlamış. Galler kökenli olduğu sonucunu garip isminden anlamıştım zaten doğduğu kenti görünce tespitimin doğru olduğunu gördüm. Neyse.. Erken yaşta piyano çalmaya başlayan Simcock ilerleyen dönemlerde dikkat çekiyor ve çok iyi okullarda eğitim görüyor. Belki piyano çalma tekniğini bu denli geliştirmesinin sebebi hem caz hemde klasik müzik eğitimcilerinden dersler almış olması. Tüm bu sürecin sonunda Simcock, Kraliyet Müzik Akademisinden en yüksek derece ile mezun oluyor ve müzik kariyeri başlıyor.

2008'den itibaren en iyi salonlarda konser verme şansını yakaladığı gibi kendi trio'sunu kurma fırsatı buluyor. Hatta bu dönemde İngiliz devlet televizyonu BBC'de programlar bile yapmış. Kariyer başlangıcı için müthiş değil mi?

Kendi trio'su ile başarılı performanslara imza atan Simcock, sonunda Avrupa'da da ilgi çekiyor ve özellikle Almanya'da başarılı oluyor. Günümüzde bir çok önemli müzisyen ile çalışmalarına devam ediyor. Anlaşılan Simcock, caz yolunda devam edecek gibi...



Gelelim albüme. İlk önce şarkı listesi;

1. These Are The Good Days - 06:06 (Gwilym Simcock)
2. Mezzotint - 06:37 (Gwilym Simcock)
3. Gripper - 06:35 (Gwilym Simcock)
4. Plain Song - 05:49 (Gwilym Simcock)
5. Northern Smiles - 05:44 (Gwilym Simcock)
6. Can We Still Be Friends? - 12:17 (Gwilym Simcock)
7. Wake Up Call - 05:27 (Gwilym Simcock)
8. Elmau Tage - 09:28 (Gwilym Simcock)

Görebileceğiniz gibi tüm besteler Simcock'a ait. Bestelerde kendi çalış stilini ön plana çıkartmış. Olması gerektiği yerlerde olması gerektiği kadar nota anlayışı hemen ön plana çıkıyor. Abartıdan uzak son derece huzurlu bir albüm bu. ACT'ın Schloss Elmau kayıtları ilerleyen yıllarda herhalde solo piyano albümleri sınıfında referans kayıtlardan bir tanesi olarak tarihe geçecek. Kayıt yine mükemmel. Solo piyano albümlerinden sıkılıyorum diyenlerin dahi göz atması gereken bir çalışma. Gwilym Simcock ismini tanımaktan mutlu olduğum bir albüm oldu.

Eric Bibb - Troubadour Live CD



Eric Bibb, Stereo Mecmuası okuyucularının çok sevdikleri bir isim olunca hemen her sayımızda mutlaka bahsi geçiyor. Bu kez sizlere Staffan Astner ile birlikte yayınladıkları "Troubadour Live" albümünden bahsedeceğim...

Uzun yıllar önce Avrupa’ya taşınan Bibb gerek tribute albümleri gerekse de konser albümleri ile meraklıları mutlu ediyor. Stüdyo albümlerinin yanında ben özellikle canlı performanslarını çok daha fazla seviyorum. Nedense blues müzisyenlerinin eğer karşılarında iyi bir dinleyici kitlesi varsa canlı performansları tadından yenmiyor. “Troubadour Live” tamda böyle bir albüm işte...

Bu albüm Bibb'in stüdyo albümlerine bir ara verip canlı bir şeyler yapma isteği sayesinde 2010 yılında ortaya çıkmış. İsveçli gitarist Staffan Astner ile birlikte çalmaya karar vermişler. Astner'i eski Roxette'ten tanıyor olabilirsiniz. Biyografisine bakarsanız Ray Charles, Ian Hunter, Celine Dion ve Kim Richey gibi isimlerle çalışmış...

Albümün en keyifli yanlarından bir tanesi Glen Scott, Andre De Lange ve Paris Renita'dan oluşan gospel üçlüsü. Psalm4 isminde kendi toplulukları da bulunan müzisyenlere Bibb severler yabancı değillerdir. Bazı konser performanslarında ve stüdyo albümlerinde birlikte çalışmışlar.  Albüm toplam 12 şarkıdan oluşuyor, bunlardan 10 tanesi konser kaydı iki tanesi ise bonus şarkı.

1. The Cape 3:03
2. Introducing Staffan Astner
3. New Home 4:36
4. Troubadour 4:16
5. Shavin' Talk 3:40
6. Walkin' Blues Again 5:09
7. Tell Riley 5:32
8. Connected 7:25
9. New World Comin' Through 3:34
10. Thanks For The Joy 3:20
11. For You 6:08
---------------------------------------
12. Put Your Love First 2:48
13. If You Were Not My Woman 3:27



Albümün geneli tipik bir Bibb albümü gibi. Karmaşadan uzak, gayet sakin, gereksiz virtüözlük gösterilerinden kaçınarak söylemek istediklerini söyleyen Bibb hemen her albümünde olduğu gibi blues ustalarından bir tanesine selam göndermeyi unutmamış. Tell Riley" ile BB King'e selam göndermiş.

Kayıt, İsveç'te yapılmış. Seyircilerin alkışlarını duymasam bunun bir konser kaydı olduğunu anlayamazdım herhalde. Çünkü kayı neredeyse müthiş denilecek şekilde. Telarc her zmanki gibi güzel bir prodüksiyon yapmış. Albümde geçmişin önemli isimlerine selam çakılan Troubadour, "New World Comin' Through" ve "Walkin' Blues Together" şarkılarına özellikle dikkat! Aşağıda konserden bir enstantaneyi seyredebilirsiniz...

Josefine Cronholm - Songs Of The Falling Feather CD



Bugün sizlere yeni tanıştığım bir isimden bahsetmek istiyorum. Josefine Cronholm 1971 doğumlu İsveçli bir müzisyen. İsveçli olmasına rağmen Danimarka'da Kopenhag şehrinde yaşıyor. Aslında her iki ülkede de tanınıyor. 2002 ve 2004 yıllarında Danimarka'nın yerel Caz Grammy'sini kazanmış. 2003 yılında ise kendi ülkesi İsveç'te en iyi caz solisti seçilmiş. Cronholm'un ilk albümü “Wild Garden” İskandinav coğrafyasında bayağı başarılı olmuş. Bu yıllarda babasını kaybetmiş ve ikinci oğlu dünyaya gelmiş. Hal böyle olunca müzik kariyerine bir ara vermiş.

Cronholm, Avrupa açılımını ACT plak firması ile yapmaya karar vermiş. ACT'tan yayınlanan ilk albümü “Songs Of The Falling Feather”ı sizlere tanıtayım.

Albümü ilk elime aldığımda nedense albümle ilgili hislerim sıcaktı. Belki de kitapçığın içerisindeki fotoğraflar hoşuma gitmişti. Sayfa içerisindeki bir fotoğraf bana biraz Björk'ü hatırlattı. Anlayacağınız CD çekmeceye yerleşmeden önce bir beklenti oluşmuştu bende. İlk notalar duyulmadan önce umarım müzik Björk'ün müziğine benzer diye düşündüm..



İlk şarkı Paralysed ve bingo! Albüm tam beklediğim gibi çıktı. Cronholm, İsveç'in ormanlarla kaplı coğrafyasında büyümüş ve CD kitapçığındaki ifadesine göre bu sessiz, dingin ortamda kimse onu duymadan şarkı söylermiş. Albüm tam anlamıyla öylesine bir albüm, son derece dingin ve sakin bir yapıda. Josefine Cronholm neredeyse fısıldar gibi söylemiş şarkıları. Bütün sözler ve besteler kendisine ait ve tüm albümde bahsettiğim sakin hava etkili. Vokaller oldukça ilginç. Bazen müzik ile fasılalı bir nevi aksak yapıda ilerliyor, bazen de sanki enstrümanmış gibi kullanılıyor. Sözler biz sıcak ülke insanları için biraz depresif sayılabilir. Ancak insanın içini kesinlikle geçirmiyorlar...

1. Paralysed - 04:02 (Cronholm, Josefine)
2. Seagulls - 05:05 (Cronholm, Josefine)
3. Fountain - 06:01 (Cronholm, Josefine)
4. Mermaids - 03:09 (Cronholm, Josefine)
5. Winter Princess - 04:55 (Cronholm, Josefine)
6. Angel - 05:34 (Cronholm, Josefine)
7. Quiet - 03:29 (Cronholm, Josefine)
8. Sailor - 06:14 (Cronholm, Josefine)
9. Lonely Is The Heart - 06:14 (Cronholm, Josefine)
10. Mystery - 07:04 (Cronholm, Josefine)

Albümün müzikal düzenlemeleri de vokal tarzına uygun yapıda. Öyle sizi uçuracak sololar, başarılı bölümler beklemeyin. Albümün genel konseptine uygun, vokallere uygun alt yapıyı sunan son derece sakin düzenlemeler yapılmış. Albümde dinleyeceğiniz müzisyenler şu şekilde listelenmiş.

Henrik Lindstrand, piyano, gitar, klavye ve bilgisayar programlama. Gustaf Ljunggren gitar. Gunnar Halle trompet. Thommy Andersson bas ve Per Ekdahl davul.



Albümü ilginç kılan bir diğer özellik atmosferi desteklemek için kullanılan yaylı çalgılar. Yaylı dörtlüsü şu isimlerden oluşuyor; Julie & Emilie Eskær, Anna Gwozclz ve Iben Teilmann. Böylesine bir albüme gerçekten çok yakışmış ve zorlama olmamış. Ben çok beğendim.

Akşam sakin bir albüm dinlemek isterseniz “Songs Of The Falling Feather” sizi kesinlikle mutlu edecektir. Kayıt çok başarılı. ACT plak firmasının albümlerine gösterdiği özenin zaten hayranıyım. Kitapçık, kapak ve iç tasarım zaten başarılı. İyi kayıt ve iyi müzik bir araya geldiğinde ACT yapımları çok keyifli hale geliyor.

Yellowjackets - Timeline CD


Sizlere geçtiğimiz ay içerisinde Stereo Mecmuası Müzik Haberleri bölümümüzde Mack Avenue Records albümlerinin ülkemize gelmeye başladığından bahsetmiştim. Tabii ki neler oluyor bitiyor diyerek listeleri incelemeye başladım. Mack Avenue Records çok büyük bir plak şirketi değil ancak kataloğunda ilginç isimler var. Firmanın kayıtlara gösterdiği özende genel olarak takdir topluyor. Bu plak şirketinin kataloğundan elime geçen ilk albüm Yellowjackets topluluğunun 2011 yılı albümü Timeline.

İsterseniz Yellowjackets topluluğunu yakından tanıyalım. Orijinal topluluk 1977 yılında kurulmuş. O dönemlerde ismi The Robben Ford Group imiş. Tahmin edebileceğiniz gibi Robben Ford önderliğinde Russell Ferrante, Jimmy Haslip ve Ricky Lawson tarafından kurulmuş. Ford topluluğu kurarken ilginç bir kontrat yapmış. Kontrat, hem topluluğun tamamını hemde üyelerinin bağımsız anlaşmalar yapabilmesine imkan veriyormuş. Durum böyle olunca toplulukta bayağı kadro değişikliği yaşanmış. En sonunda topluluğun kurucusu Ford yerine saksafoncu Marc Russo gelmiş. Ricky Lawson ise farklı müzisyenlerle çalışmak için 1986 yılında topluluğu terk etmiş.



1981 yılında gitarist Robben Ford, R&B tarzını da kapsayacak bir müzik yapmak üzere yeni bir topluluk kurma kararı almış. Ancak Yellowjackets topluluğunda çok geçmeden yeni kadro değişiklikleri olmuş. Alto saksafoncu Marc Russo, klavyeci Russell Ferrante, basçı Jimmy Haslip yollarına devam ederken aralarına davulcu William Kennedy katılmış. Bu dönemlerde topluluğumn müziği Joe Zawinul'un bariz etkisi altındaymış.

80'lerin sonlarına doğru plak firmalarını değiştirmişler ve albümleri genelde iyi tepkiler almış. Topluluğun iki şarkısı Star Trek IV: The Voyage Home filminde de kullanılmış. 90'lara gelindiğinde devinim yeniden başlamış. Marc Russo asıl topluluğu “ Doobie Brothers”a daha fazla zaman ayırmaya karar vermiş ve yerine Bob Mintzer gelmiş. Bu değişikle topluluğun sound'u R&B'den caza doğru kaymaya başlıyor. Bu süreçte plak şirketi değişiklikleri birbirini izliyor. Aslında bu süreç topluluğa önemli bir ivme kazandırıyor. “Lifecycle” albümleri çok başarılı oluyor ve 2009 Grammy'lerinde en iyi caz albümü kategorisinde aday gösteriliyorlar.



Nasıl bir devinim değil mi? “Timeline” topluluk için bir nevi yeni bir başlangıç ve bu devinimin kendileri de farkındalar. Çok özenli hazırlanmış CD kitapçığında basit bir kronolojiye yer verilmiş. Ancak basit dediğim kronoloji bile 3 sayfa sürüyor. Bakınız yukarıdaki fotoğraf :)

1- Why Is It
2- Tenacity
3- Rosemary
4- Timeline
5- Magnolia
6- A Single Step
7- Indivisible
8- Like Elvin

Topluluğun 2011 albümü “Timeline” bir açıdan özel bir albüm. Tüm bu devinimin ilk başında varolan adam Robben Ford bu albümde konuk müzisyen olarak gitar çalmış. Ayrıca John Daversa konuk müzisyen olarak "Tenacity" ve "Like Elvin" şarkılarında trompet çalmış. Albümdeki Yellowjackets kadrosu ise şu şekilde; Russell Ferrante - klavye ve sintizaysır. Jimmy Haslip - bas. Bob Mintzer - saksafon, bas karnet. Will Kennedy - davul ve perküsyonlar.

Albüm son derece yumuşak dokulardan oluşan jazz fusion veya smooth jazz olarak sınıflandıırlabilir bir tarzda. Kayıt oldukça iyi. Topluluğun 1980'lerden beri süre macerasında yayınladığı albümlerden daha caza yakın, çok inişlere çıkışlara yer verilmemiş bir albüm. Mack Avenue Records ile tanışmak için iyi bir fırsat...

Bohuslan Big Band - Don’t Fence Me In - The Music Of Cole Porter CD



Caz dünyasında büyük orkestralar dönemi bambaşka bir alemdir. Ben seneler önce bu alemin içerisine girmiştim ve hala çıkmak mümkün olmadı. Muhtemelen -yaşarsam- 50 sene sonra yine aynı şeyleri yazarım. Bu şaşalı dönemin sonu çeşitli sebeplerle geldi ancak büyük orkestra geleneği caz dünyasında yaşamaya devam ediyor.

Bu yazımda sizlere kuzeyli bir büyük orkestradan bahsedeceğim; Bohuslan Big Band.

Bu topluluğun kalbinde Nils Landgren var. Müzik direktörü olarak görev aldığı toplulukta kendi albümlerinden farklı tarzlara da el atıyor. Bohuslan Big Band’ın repertuarı oldukça geniş. Albümlerinde farklı isimlerden besteler çaldıkları gibi bazı albümleri de tek bir müzisyenin bestelerini içeriyor. Liste bayağı uzun Duke Ellington, Frank Zappa, Avishai Cohen, James Brown, Lew Soloff, Kenny Wheeler, Gil Evans, Bob Mintzer, Steely Dan, George Gershwin ve daha fazlası. Bugün sizlere tanıtacağım albüm “Don’t Fence Me In” ismiyle yayınlanmış. Ancak Zappa albümünü de en kısa zamanda edineceğim. Neyse... Sizlere bugün bahsedeceğim albüm Cole Porter'ın eserlerinden oluşuyor.

Cole Albert Porter'dan bahsetmeden geçmeyelim. 1891 doğumlu müzisyen en bilinen Amerikalı bestecilerden bir tanesi. Klasik müzik eğitimi alan Porter, ilk başarısına 1920'lerde yani 30'lu yaşlarında ulaşır. Ancak 1930'larda Cole fırtınası başlar ve Broadway müzikallerinin aranan bestecisi olur. Porter'ın en önemli özelliği hem beste yapabilmesi hemde söz yazabilmesidir. 1930'larda geçirdiği bir kaza sonucu vücudunun sol kısmı felç olmuştur. 40'larda bu kazanın etkisiyle çok başarılı olamamış ancak 1947'de “Kiss Me, Kate” müzikali ile sanatının en üst noktasına ulaşmıştır. Müzik tarihi boyunca onun eserlerini yorumlayan çok önemli müzisyenler vardır. Bakalım İsveçli müzisyenler neler yapmış...

Bohuslan Big Band kendi biyografilerine göre 1800'lerin başına kadar uzanan bir tarihe sahip. Bohus tümeninin orkestrası İsveç'in en eski askeri bandolarından bir tanesi. 1950'lerde İsveç'in önde gelen 2 büyük orkestrasından birisi olarak öne çıkıyor diyelim ve kısa bir ara verelim.

Bohus aslında bir kale. Günümüzde yanılmıyorsam Norveç ile İsveç sınırına yakın bir yerlerde yer alıyor. Kuzey ülkelerini aslında kısaca İskandinavya olarak tanımlasak da, bu ülkeler tarih boyunca birbirleri ile didişmişler. En sonunda birbirlerine diş geçiremeyince savaşmaktan vazgeçip barışta karar kılmışlardır. Bu ülkelere gittiğinizde İsveçlilerin ve Norveçlilerin hala birbirlerini pek sevmediklerini görürsünüz. 16 yüzyılda 7 yıl süren savaşlarının yanında hiç durmadan birbirlerine yaptıkları sınır tacizlerinde Bohus kalesi İsveçliler için önemli bir dayanak noktası olmuş. Sonunda 17 yüzyılda Norveçliler kaleyi düşürmeyi başarmışlar. Aslında bu kale öyle büyük bir kale değil. Ancak o dönemlerde İskandinavya'daki savaşlara katılan ordularında çok büyük olmadığını düşünmek lazım. Bu dönemlerde Avrupa'nın merkezinde yapılan ve bazen yüzbinlere yaklaşan insanın katıldığı meydan savaşlarını düşünürseniz ortada mantıklı bir oran/orantı var...



Albüme gelirsek, ilk önce şarkı listesi;

1. From This Moment On - 05:20 (Porter, Cole)
2. Too Darn Hot - 06:14 (Porter, Cole)
3. What Is This Thing Called Love - 03:58 (Porter, Cole)
4. I Love Paris - 08:14 (Porter, Cole)
5. Begin The Beguine - 09:53 (Porter, Cole)
6. Love For Sale - 09:11 (Porter, Cole)
7. Prelude To Miss Otis Regrets - 01:37 (Porter, Cole)
8. Miss Otis Regrets - 06:32 (Porter, Cole)
9. Don’t Fence Me In - 05:27 (Porter, Cole)
10. I’ve Got You Under My Skin - 06:35 (Porter, Cole)
11. I Get A Kick Out Of You - 06:25 (Porter, Cole)
12. Every Time We Say Goodbye - 06:36 (Porter, Cole)

Albümde çalan müzisyenlere bir bakış atmak gerekirse; tromptler ve flügelhorn'larda; Lennart Grahn, Samuel Olsson, Staffan Svensson ve Jan Eliasson. Trombonlar; Magnus Svedberg, Christer Olofsson, Karin Hammar ve Niclas Rydh. Saksafonlar ve türevleri; Johan Borgström, Joakim Rolandson, Ove Ingemarsson, Mikael Karlsson ve Alberto Pinton. Piyano Tommy Kotter. Bas Yasuhito Mori. Perküsyon Ebba Westerberg ve davullar Göran Kroon. Tüm düzenlemeleri Colin Towns yapmış. Albümdeki vokaller ise Nils Landgren'den...

Albüm ilginç bir seçkiye sahip. Bazı çok bilindik şarkıların yanında pek bilinmeyen şarkılara da yer verilmiş. Büyük orkestra düzenlemelerini yapan Colin Towns bazı ilginç işlere imza atmış. Albüm genel olarak daha düşük tempolu şarkılardan oluşturulmuş. Ancak swing'i bol şarkılar aralara serpiştirilerek albümün genelinde bir denge oluşturulmuş. Ayrıntılara göz attığınızda sololara baktığınızda çok abartıya kaçılmadan mainstream müzik dinleyicisinin daha fazla hoşuna gidecek bir tarz elde edilmiş. Bu şarkıların bir çoğunu müzik tarihinin önemli orkestra ve müzisyenlerinden dinlediğimiz için vokallerde abartıya kaçılmadan müzik daha fazla ön plana çıkartılmış. Kayıt ise çok başarılı. Abartıdan uzak baştan sona keyifle dinlenebilecek iyi bir hafta arası iş sonrası yorgunluk atma albümü...

Youn Sun Nah - Same Girl CD



Youn Sun Nah, Koreli bir müzisyen. ACT plak firması ile kontrat imzalayan ilk şarkıcı olan Youn Sun Nah ilginç vokal tekniği ile dikkat çekiyor. Zorlanmadan çok dik tonlardan şarkı söyleyebilen Koreli müzisyen dinleyicilere çok farklı bir caz albümü sunuyor. Son derece duygusal ve sakin yapılı olan albümün ismi “Same Girl” 2010 yılında yayınlanan albüm daha yeni elime geçti. Anlayacağınız 1 sene gecikmeli bir albüm eleştirisi bu!

Youn Sun Nah müzisyen bir aileden geliyor. Babası orkestra şefi annesi ise müzikal aktrisitiymiş. Müzik kariyeri erken yaşlarda başlayan şarkıcı oldukça dikkat çekici bir eğitim almış ve 23 yaşında ilk önemli performansına imza atmış. Kore Senfoni Orkestrası ile gerçekleştirdiği performans ülke çapında dikkat çekmiş. Bu performans ona kariyerinde yepyeni kapıla açmış. Belki de ACT ile yaptığı kontratta bu performansın bir etkisi vardır...

Kore'de müzik eğitimini tamamladıktan sonra 1995 yılında Fransa Paris'e giden Youn Sun Nah, burada caz ve chanson eğitimi almaya başlamış. Türünün en eski ve en prestijli müzik okullarından bir tanesi olan National Music Institute of Beauvais'ye (Beauvais Milli Müzik Enstitüsü) kabul edilmesiyle müzikal hayatında önemli değişiklikler olmuş. Bu süreç devam edereken ayrıca “Nadia ve Lili Boulanger Konservatuvarında eğitim alma şansı bulmuş. Kabiliyeti kısa zamanda kabul edilen Youn Sun Nah, kendisine Fransız caz dünyasında yer edinme şansı bulmuş ve çok sayıda caz kulübünde konser vermiş. Tüm bunlar olurken ülkesi ile bağlarını koparmamış ve ülkesinde de bazı önemli müzisyenlerle konserler vermiş.

Tüm bunlar olurken 2009 yılı albümü olan ‘Voyage’ ile Fransa caz listelerinde başarılı olmuş. Bu albüm ile Fransa ve Kore'de bir çok ödül almış. Çeşitli festivallere katılmış ancak en dikkat çekici konser dizisini Ulf Wakenius ile birlikte verme şansı bulmuş. Böylesine tanındık bir isimle yaptığı bu turne ile dünya çapında tanınma fırsatı bulmuş. Tüm bu başarılı dönemin ardından bu yazımda sizlere bahsedeceğim “Same Girl” albümü ortaya çıkmış. Albümün şarkı listesi oldukça iddialı. Şağıdaki listeye bakınca sizde bu tespitime hak vereceksiniz;

1. My Favorite Things - 04:00 (Rodgers, Richard / Hammerstein II, Oscar)
2. My Name Is Carnival - 04:02 (Franck, Jackson C. / Franck, Jackson C.)
3. Breakfast In Baghdad - 05:56 (Wakenius, Ulf)
4. Uncertain Weather - 03:22 (Nah, Youn Sun / Nah, Youn Sun)
5. Song Of No Regret - 03:45 (Hall, Lani / Mendes, Sergio / Hall, Lani / Mendes, Sergio)
6. Kangwondo Arirang - 04:06 (traditional / traditional)
7. Enter Sandman - 04:52 (Hammet, Kirk / Hetfield, James / Ulrich, Lars / Hammet, Kirk / Hetfield, James / Ulrich, Lars)
8. Same Girl - 04:14 (Newman, Randy / Newman, Randy)
9. Moondog - 04:10 (Cox, Terry / Cox, Terry)
10. Pancake - 03:36 (Nah, Youn Sun / Nah, Youn Sun)
11. La Chanson d'Hélène - 05:07 (Sarde, Phillipe / Dabadie, Jean-Loup)

Albümde benim için en dikkat çekici şarkı parça “Enter Sandman” Bu şarkı aslında Metallica'nın hiç sevmediğim siyah kapaklı albümünde yer alıyor. Youn Sun Nah şarkıyı orijinalinden çok farklı yorumlamış ve pek güzel olmuş. Albümde Ulf Wakenius bestesi "Breakfast in Baghdad” şarkısı da çok dikkat çekici. Youn Sun Nah çok farklı vokal tekniği ile şarkıyı bambaşka bir yere götürüyor. Nah burada son derece duygulu neredeyse fısıldama tadında bir teknik ile performansını sergiliyor. Albümün açılış parçası olan My Favorite Things ise ayrı bir konu. Şarkının daha açılışta müthiş bir düzenlemeye sahip olduğunu hemen anlıyorsunuz. İcra gerçekten çok başarılı. Bu durum Youn Sun Nah'a eşlik eden müzisyenleri gözden geçirince gayet doğal!



Albümde gitarları Ulf Wakenius çalmış. Bu önemli isimle daha tanışmadıysanız Ulf Wakenius Signature Edition albümüne mutlaka göz atın. Zaten bu albüme göz attıktan sonra bir çok albümünü edinmek isteyeceğinize eminim. Basların yanında çello'yu yine ACT firmasının bir çok kaydından tanıdığımız Lars Danielsson çalmış. Perküsyonlarda ise Xavier Desandre-Navarre var. Albümün sürpriz şarkılarından bir tanesi olan La Chanson d'Hélène'de anlatıcı olarak Roland Brival'ı dinleyebileceksiniz. Yazının başlarında Kreli müzisyenin Fransa'ya geldiğinden ve caz ve chason eğitimi aldığından bahsetmiştim. İşte chanson eğitiminin doğal bir sonucu olarak “ La Chanson d'Hélène”de çok farklı bir tat var.

“Kangwondo Arirang“ ise Kore'den geleneksel bir şarkı. Youn Sun Nah'ın ülkesine özlem duyduğundan mıdır bilememekle beraber bu şarkıda dili anlamamanıza rağmen bir duygu fırtınasına yakalanıyorsunuz. Alah'tan hemen arkasında gelen şarkılarla melankoliyi geride bırakıyoruz. Albümdeki en eğlenceli şarkı ise Youn Sun Nah'ın bestesi olan "Pancake"

Albümün kaydı ACT kalitesinde. Az enstrüman, çok çok iyi vokaller ile ailecek dinlenebilecek bir albüm. Özellikle eşleri ile birlikte müzik dinlemek konusunda sıkıntılar yaşayan dostlarıma bu tarz albümleri özellikle tavsiye ediyorum. Bu tarz albümler sayesinde eşlerinizin müzik sistemlerinize neden yatırım yaptığınızı anlamaları bir miktar kolaylaşabilir.

Çok farklı vokal tarzlarını içeren, iyi müzisyenlerin destek verdiği, farklı türler arasında sizleri sıkmadan yolculuğa çıkartabilecek bir albüm. Kayıt çok başarılı. Listenize not etmenizi öneririm...

Kraftwerk - Tour de France



Kraftwerk, müzik tarihinde önemli yeri olan bir Alman topluluğu. Kraftwerk, Almanca güç santrali anlamına geliyor. 1970 yılında Düsseldorf, Almanya'da kurulan topluluk Ralf Hutter ve Florian Schneider projesi. Topluluğun ilk dönemlerinden itibaren müzikleri elektronik enstrüman ve ilkel bilgisayarlara dayanıyor. İşin garip tarafı Kraftwerk elektronik müziğin temellerini atarken ortalıkta bugün olduğu gibi istediğiniz enstrümanı alabilmek gibi bir şansınız yok. Topluluk kendi müzik enstrümanlarını kendileri üretmek zorunda kalıyorlar.. Kraftwerk'in müziği birbirini takip eden melodiler, insana hiç bitmeyecekmiş gibi gelen müzikal döngülerle doludur. Vokaller sanki bir bilgisayar sesiymiş gibidir ve son derece basittir. Vokal bölümlerinde de döngüler sık sık kullanılır. Kraftwerk'in müziği hem minimalist hemde devrimseldir. Bugünün elektronik müziğinin yanında bir çok müzik türüne öncü olmuşlardır.

Bugünkü yazımda topluluğun "Tour de France" albümünden bahsetmek istiyorum. Malum bugünler “Tour de France” günleri. Daha yarışın ilk haftası olmasına rağmen kıran kırana bir mücadele var. Kazalar, sprint'ler ve yarışın daha ilk hafta olmasına rağmen tırmanış etapları. Bu arada uzun yıllardan beri ilk kez organizasyon, ilk haftaya çok eğimli olmasa da tırmanış etapları koymuş durumda. Bu da heyecanı arttırıyor. Spor ile uzun yıllardır çok fazla ilgilenmiyorum. Ancak bisiklet yarışlarına özellikle de yol yarışlarına özel bir ilgim var. “Tour de France” ise tüm yarışların şahı!



Bisiklet yarışı ve Kraftwerk ne alakala diyebilirsiniz...

Kraftwerk ile "Tour de France"ın yollarının kesişmesi topluluğun onuncu albümü ile oluyor. 2003 yılında yayınlanan albümlerinin ismi “Tour de France Soundtracks” Albüm 2009 yılında yeniden yayınlandığında ismi kısaltılıyor ve "Tour de France" olarak anılmaya başlanıyor. Albümün yapılmasının sebebi Fransa bisiklet turunun yüzüncü yaşının kutlanması. Ancak albüm o sene yayınlandığında biraz rötar yapıyor ve yayın ancak bisiklet turunun bitmesinin çok ardından yayınlanabiliyor. Yani ortada saçma sapan bir durum söz konusu. Bunun yanında 1986 yılında yayınlanan “Electric Café” albümünden 17 sene sonra yapılan bir albüm için meraklıların beklentileri çok fazla ancak Kraftwerk bu beklentiyi karşılayamıyor. Ancak ilerleyen yıllarda daha aklı selimle düşündüğümüzde "Tour de France" kötü bir albüm değil. Tepkinin asıl sebebi 1980'li yıllar.

Neden mi? "Tour de France" single'ı. 1983 yılında yayınlanan şarkı basit bir elektronik davul döngüsünün yine basit melodiler ve tekrar eden vokallerle süslenmesiyle oluşturulmuş. İlk iki albümlerinde kullanılan ekipmanın geliştirilmesiyle ortaya çıkan ses, kullanılan metalik tonlardan çok daha farklı. Bu single yayınlandığında kapağında 1950'lerin bir Macar pulundan esinlenme vardı. Vardı diyorum elimde single olmadığından kapağını resimlerden biliyorum. Aşağıda bu pulu görebilirsiniz. Buradaki bisikletçiler alınıp arkaya Fransız bayrağı eklenerek single'ın kapağı oluşturulmuştu.



Kraftwerk bu single'ı yapıp 2000'lerde bu single etrafında dönen bir albüm yapınca uzun zamandır albüm bekleyen meraklılar hayal kırıklığına uğramışlardı. Bunun yanında 1970'lerdeki müzik dinleyicisi ile 2000'lerin dinleyicisi arasında da yadsınamaz bir fark vardı. 2000'lerin elektronik müziği çok farklıydı ve artık daha geniş kitlelerin dinlediği bir müzik tarzıydı. Ancak geri dönüp “Tour de France Soundtracks” albümüne baktığımda benim tepkim hiç böyle değil. Biraz önce Fransa Bisiklet Turu'nun beşinci etabını Mark Cavendish müthiş bir sprint ile kazandı. İşlerime ara verip bu yazıyı yazarken dijital müzik çalarımda "Tour de France" çalıyor. Büyük keyif...

Mum Diskografisine Bir Bakış Atalım



Múm, İzlandalı bir müzik topluluğu. Bu topluluktan Stereo Mecmuası'nda yayınladığımız “Screaming Masterpiece” DVD'siyle alakalı yazımda bahsetmiştim. Múm, çok ilginç bir müzik tarzına sahip. Bir yanıyla karanlık, bir yanıyla son derece yumuşak, bir yanıyla da deneysel.

Müziklerindeki en belirleyici özellik, kesinlikle vokaller. Bunun yanında görmeye alışkın olmadığımız ilginç enstrümanları elektronik öğelerle birleştiriliyor. Topluluğun kadrosu biraz karmaşık. Yazması ve okuması ölüm olan diğer üyelerden ziyade bence önemli iki kişiden habsedeceğim. İki kardeş Gyða ve Kristín Anna Valtýsdóttir, topluluğun karakteristik vokal tarzı ve ilginç enstrümanlarının bir kısmını çalarak bence Múm'un müziğinin omurgasını oluşturuyorlar(dı). Ancak iki kardeş, eğitim hayatı filan derken toplulukla ilişkilerini ilk dönemlerdeki kadar sıkı tutamıyorlar. Bence ilk albümlerden bugünlere gelirken müziklerindeki olumsuz dönüşümü bu şekilde açıklamak mümkün. İşin kötü tarafı topluluğun ilk 2 albümünü bulmak pek kolay değil. Arayışlarınıza dijital alanda devam etmek gerekiyor.

2000 yılında yayınlanan “Yesterday Was Dramatic” ve 2002 yılında yayınlanan “Finally We Are No One“ albümlerini edinmenizi tavsiye ederim. Adını okumanın imkansız olduğu ve ancak kopyala yapıştır ile yazabildiğim Kristín Anna'nın ayrılışından sonra yayınlanan 2007 yılı albümü “Go Go Smear the Poison Ivy” yine bir şekilde ortalamanın bayağı üzerinde bir albüm. Bu albümde vokaller tamamen değişik, müzik tarzında da farklılıkları görebilmek mümkün. Ancak 2009 yılı albümü “Sing Along to Songs You Don't Know” için pek olumlu konuşabilmem mümkün değil. Evet yine çok farklı bir albüm ama topluluğun ilk albümleri kadar etkileyici değil. Hatta sıkıcı olarak nitelendirebilmek mümkün...

Şarkıları teker teker ele aldığınızda sorun olmuyor ama albümü baştan sona dinlerken eh yeter artık diyebilme potansiyeliniz var. Aşağıda topluluğum 2009 yılı albümünden "Sing Along" parçasına çekilen video klip var.

Şaşkınlık: Fallen!



Tolga, Stereo Mecmuası'nın 28. sayısında Burzum topluluğunun Fallen albümünü öve öve bitiremeyince, merak ettim ve mesaj attım. Zaten hemen arkasından CD bana kargolanmıştı bile. Burzum'un daha doğrusu Varg Vikernes'in yaptığı bütün işler istisnasız elimde vardır. Eskisi kadar dinliyor musun derseniz, hayır, ama arada sırada nostalji de fena olmuyor doğrusu. Albüm elime geçince gerçekten şok oldum. Çok ilginç bir sound'un yanında bayağı hoş bir albüm vardı elimde. Tolga konuyu özetlemiş zaten; "Albümde çok ilginç ekipmanlar kullanmış ve bu durum sayesinde sound müthiş. Basına verilen ve albümde paylaşılan listeye göre 1960'lardan kalma VOX AC50 amplifikatör, 1970'lerden kalma davul seti, meşhur lambalı Neumann M149 mikrofonlar gibi tür için son derece alışılmışın dışında bir ekipman kullanmış"

Gerçekten şaşırtıcı bir albüm... Bunu yazacağım aklıma bile gelmezdi. Albümün ayrıntılı incelemesi işte burada!

Müzik Hayvanı



Yazımızın başlığı biraz şaşırtıcı değil mi? Müzik Hayvanı. Müzik Hayvanı bağımsız bir müzik oluşumu. Yurtdışında bu tarz oluşumlara independent label deniliyor yani bağımsız bir plak şirketi. Ancak ülkemizde bu tarz bir yapı pek bilinmediğinden müzik oluşumu bence Müzik Hayvanı’nı anlatmak için uygun terim.

Müzik Hayvanı oluşumundan ilginç bir şekilde haberim oldu. Biliyorsunuz geçmiş aylarda Yakaza Ensemble’ın A’mâk-ı Hayâl albümünü öve öve bitirememiştim. Hala da aynısını düşünüyorum. Bence son yıllarda dinlediğim -kendi türünde– en başarılı 5 albümden bir tanesiydi. Bu topluluğun bir parçası olan Eray Düzgünsoy vasıtası ile Facebook’tan öğrendim Müzik Hayvanı’nı. Oluşum albümlerini meraklılarla ücretsiz olarak paylaşıyor. İnternet üzerinden indirmek seçeneğinizin yanında CD olarak edinmenizde mümkün. Çeşitli müzik marketlerde Müzik Hayvanı yapımlarını edinebilmeniz mümkün. Şimdilik edinebileceğiniz noktaların tamamı İstanbul’da ancak internetten de indirme seçeneğimiz olduğundan bu büyük bir sorun olmuyor.

Albümleri edinip beğenirseniz yazımın sonunda bulacağınız web adresi linkini kullanarak bağış yapabilirsiniz. Zorunluluk yok, alt miktar yok. Canınız nasıl istiyorsa o şekilde davranabilirsiniz. Ama albümleri indirip hoşunuza giderse karınca kararınca destek olmaya calışın derim...

Bu tarz oluşumların en önemli özelliği bence müzisyenlerin hiçbir baskı olmadan arzu ettikleri şekilde yani serbest olarak istediğini yapabilme özgürlüğünü sağlamasıdır. Ancak her müzisyenin yaşamaya ihtiyacı olduğundan dinleyicilerin onlara destek vermesi gerekli. Bugün her alt türden deneysel müzik tarzları, ilerici, serbest performansa dayanan müzikler, pek fazla seyirci ve dinleyici bulamıyor kendisine. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyle maalesef. Hal böyle olunca müzisyen ve dinleyicilerin buluşmasını ve karşılıklı etkileşimini sağlamak için bazı formüller gerekiyor. Müzik oluşumları, web siteleri, blog’lar bu amaçla kullanılabilecek enstrümanlar. Ben Türkiye için Stereo Mecmuası’nı da bu statüde görüyorum. En azından elektronik derginin yönetimi bende olduğu sürece bu durum böyle devam edecek.



Müzik Hayvanı’ndan yayınlanan iki albümü sizlere tanıtayım. İlk albüm Eray Düzgünsoy’un “Şifalı otlar için postlüdler” başlığını taşıyan albümü. Albüm neredeyse 27 dakikalık bir süreye sahip. Emeği geçenler ise oldukça kalabalık. Haydi gelin listeye göz atalım. Beste Özensoy: Obua. Bora Çifterler: Timpani, Trampet, Vibrafon. Ceren Erendor: Viyolonsel, Piyano. Emrah Yilgin: Saksofon. Eray Düzgünsoy: Gitar. Ertan Sahin: Tuba. Ezgi Kaki: Korangle. Hülya Uysal: Flüt. Kamucan Yalçın: Klarinet. Kerem Murat Özdemir: Keman. Merve Darcan: Kontrabas. Serkan Emre Çiftçi: Trompet. “Şifalı otlar için postlüdler” toplam 16 şarkıdan oluşuyor. 16 şarkının 27 dakikalık bir albüm oluşturduğunu düşünürseniz, şarkılar çok uzun değil. Ancak bazı şarkıların çok daha uzun olmasını isterdim doğrusu. Örnek vereyim mesela Enginar veya Nar!

Deneysel bir albümden bahsetmek her zaman zordur. Albümler genelde son derece içseldir. Belli bir forma sahip olmadıkları için bir dergi yazarı için okuyuculara albümü anlatmak kabus gibidir. En kolay yönü alın dinleyin demektir. Müzik Hayvanı albümleri için bunu söylemek çok kolay. Zaten albümleri edinmek için ücret ödemenize gerek yok. Bilgisayarınıza özgürce indirerek dinleyebilirsiniz. Bu tarz müziğe yabancı olan okuyucularımız için bir kaç öneri de bulunayım. Eminim ki bir çok insan web sitesine göz atacaktır. Bu tarz albümleri dinlerken herhangi bir beklenti içine girmeyin. Müthiş bir birliktelik, müthiş bir solo duymaya çalışmayın. Gözlerinizi kapatın ve müziğin sizi bir yerlere götürmesini bekleyin.

Ne alaka diyeceksiniz ama zihninizi özgür bırakın. Bakalım siz neler düşünecek, neler hayal edeceksiniz.

Sizlere bahsetmek istediğim ikinci mini albüm “Fragments” adını taşıyor. Emir Emre’nin kendi bestelerini içeren albüm toplam 5 şarkıda oluşuyor. Şarkılar Emre’nin gitarının elektronik öğelerle zenginleştirilmesi, çeşitli efektler ve bilgisayar bölümleriyle desteklenmesi ile oluşturulmuş. “Boğaz 953” isimli şarkıda Ertan Şahin destek vermiş. Bu şarkı pek güzel olmuş. Şarkılar şaşırtıcı derece de uzun ve karmaşık yapıdalar. Açıkçası ben çok beğendim. Yine zihninizi serbest bırakabileceğiniz yapıdalar. Siz ne anlatmasını istiyorsanız şarkılar onu anlatıyor.

Siz bu satırları okurken Ömer Sarıgedik’in “Anomali” albümü bilgisayarıma iniyordu. Bu albümle alakalı düşüncelerimi de kendi bloğumda yayınlarım yakın zamanda. Ayrıca çok yakında Eray Düzgünsoy’ün “Works” ismini verdiği albümü yine Müzik Hayvanı üzerinden meraklıların beğenisine sunulacak. Eğer albümleri beğenirseniz web adreslerini sık kullanılanlarınıza atmanızı öneririm. Önyargılarınızdan sıyrılıp aşağıdaki linkleri kullanarak Müzik Hayvanı web sitesine doğru yol almanızı tavsiye ederim...

Müzik Hayvanı
Web sitesi: www.muzikhayvani.com
Blog: http://muzikhayvani.wordpress.com

not: Resim 1 ve 2'deki çalışmalar sırasında çekilmiş fotoğraflar ve yayınlanan albümlerin kapakları Müzik Hayvanı web sitesinden alındı.

Diamanda Galas Albümlerine Genel Bakış



Diamanda Galas (1955-yaşıyor) Yunan asıllı Amerika'lı bir avant-garde bestecisi, piyanist, şarkıcı ve aslında daha fazlası. Yaşayan neredeyse tüm önemli avant-garde müzisyenleri ile ortak çalışmalarda yapan Galas, zor bir yaşam geçirmiş. Son derece tutucu olan Yunan Ortodoks kilisesine bağlı bir ailenin çocuğu olmasına rağmen caz ve klasik müzik eğitimine erken yaşlarda başlamış. Uzun seneler boyunca farklı müzik tarzları konusunda araştırmalar yapmış ve eğitim almış. Daha sonra 1970'lerin ortasında Avrupa'ya geri dönmüş. İlk performansını 1979 yılında Fransa'da gerçekleştirmiş. İlk performansında Vinko Globokar'ın "Un Jour comme un autre" operasında rol almış. Bu operadan pek bahsetmek istemiyorum. 1974 Kıbrıs Barış harekatından sonra Galas'ın Türklere bakış açısı sertleşiyor. Aslında burada duygular biraz karşılıklı. Yunan ve Türk halklarının arasında düşmanlığın devam etmesini isteyenler olması gayet doğaldır. Ben bile bu konuda çok uzun seneler kafa karışıklığı yaşamış bir insanım. Ailemin büyüklerinin büyük bir kısmı şu an Yunanistan'a ait adalarda yatıyor. Ne olumsuzluklar yaşadığımı anlatmaya başlarsam yazı bitmez ancak olumsuzlukların karşısında güzelliklerden de bahsetmeye başlarsam yazının yine bitmeyeceğine eminim. Bu yüzden tatsız konulara burada noktayı koyup müzikten bahsetmeye devam edeceğim.

1990'lara geldiğimizde Galas'ın müziğinde çok ciddi bir karanlıklaşma ve sertleşme başlar. Özellikle Roma Katolik Kilisesi'ne karşı oldukça sert sözler söyler. Kiliselerin ateş ile değil müzik ile yakılması gerekir buna bir örnektir. Tam bu dönemler Norveç 'te eski pagan dinlerine mensup müzisyenlerin Katolik kilisesine saldırılarının başladığı dönemdir. Norveç'te bir çok kilise ateşe verilmiştir. Galas'ın bu sözleri bu bilgi ile daha iyi anlaşılacaktır diye umuyorum. Bu savaşın ardında Philip-Dimitri Galas'ın AIDS yüzünden ölmesinin önemli bir katkısı var. Bu dönemlerde Roma Katolik Kilisesi AIDS konusunda son derece sert açıklamalar yapıyor ve bunları İncil'e dayandırıyordu. İlerleyen yıllarda hastalık konusunda daha çok şey öğrenildiğinden kilise bu söylemleri yumuşatmıştır. Aslında Galas'ın bir de fazla anlatılmayan bir hayatı var. Bu karanlık dönemlerde oldukça uç noktalarda yaşayan insanlarla birlikte ve kendisi de hayat kadınlığı yaparak yaşamını devam ettirmeye çalışıyor. Bu dönemde tatsız bir olaylar zinciri yaşanıyor ve ilk paragrafta bahsettiğim düşmanlıkta bu olaylarında etkisi çok büyük.



Galas albümlerinde Charles Baudelaire, Paul Celan, Pier Paolo Pasolini, Henri Michaux, Gérard de Nerval, César Vallejo gibi isimlerin şiirlerine rastlamak mümkün. Yazdığım gibi bir çok müzisyenle ortak çalışmalarının yanında bir çok albümde Galas ismine rastlamak mümkün. Hatta popüler bir çok projede bile. Bir kaç örnek, meşhur Conan the Barbarian filminin başlarında Conan'ın denk geldiği bir cadı vardır. Bu cadının form değiştirmesinin ardından attığı çığlıklar Galas'ındır. Bir diğer örnek benim çok sevdiğim bir film olan Oliver Stone'un yönettiği Natural Born Killers soundtrack albümünde Galas ismine denk gelebilirsiniz. Anlayacağınız önemli bir müzisyendir Galas!

Albümlerine göz atarsak, The Litanies of Satan ilk albümü. 1984 yılında Diamanda Galas albümünü yayınlar. Bu albümü günümüzde "Panoptikon" adıyla bulmanız daha kolay. Albüm Yunanistan'da 1967-74 yılları arasındaki cunta yönetimi sırasında kaybolanlar ve öldürülenlere adanmıştır. 1986 yılında The Divine Punishment sonrasında gelecek 2 albümle beraber bir üçleme oluşturur. AIDS konusundan yukarıda bahsetmiştim. İşte özellikle kiliseye olan düşmanlık bu albümle başlar. Genel olarak albüm çok karanlık ve serttir. 1986 yılında yayınladığı Saint of the Pit yine sert bir albümdür. Bu albümde Fransız şairlerin şiirleri kullanılmıştır. Üçlemenin sonuncusu olan You Must Be Certain of the Devil'da ise Amerika zenci kilise müziğinden alıntılar dikkat çeker. 1989 yılında üçlemeyi oluşturan albümler bir kutu seti şeklinde yayınlanır; Masque of the Red Death Trilogy.

Bu üçlemenin ardından 1992 yılında The Singer albümü yayınlanır. Bu albüm özellikle blues şarkılarının cover'landığı bir albüm ve son derece keyiflidir. Hoş tabii ki şarkıları tanımak pek kolay değil ama Galas standartlarında daha az yırtıcı bir albüm olduğunu söylemem mümkün. 1994 yılında yayınlanan The Sporting Life bir Galas ve John Paul Jones ortak çalışması. Galas ile yeni tanışacak okuyucular için tavsiye edebileceğim bir diğer albüm. Bu dönemin ardından uzun bir konserler dizi başlıyor. Hepsi son derece başarılı. 1998 tarihli Malediction & Prayer, 2003 tarihli La Serpenta Canta. 2003 yılında "Defixiones, Will and Testament" konseri de performans açısından çok ilginç ancak bu topraklarda yaşayan bir insan için hazmetmesi pek kolay değil. Bu yüzden alışveriş listenize eklemememizi tavsiye ederim şahsen.

Aşağıdaki video'da Galas, Son House'un "Death Letter Blues" şarkısını yorumlamış. Nasıl şarkıyı tanımak pek kolay olmadı değil mi?

Mutant - Blues In Z



AK Müzik kendi web sitesi son dönemlerde çok daha sıkı bir şekilde güncelleniyor. Geçen gün yeni yayınlanan albümlere göz attığımda "Mutant - Blues In Z" CD'sini görünce her zaman ki gibi merak başladı ve işi gücü bırakıp hemen albümü satın almak üzere yollara koyuldum. Albümdeki isimleri görünce albümün çok sıradan olmayacağı belliydi. Ama beklediğimden çok daha iyisi çıktı...

Mutant 7 gitaristen oluşan bir topluluk. Bu gitaristler; Bakış Üstün, Eylül Biçer, Cansun Küçüktürk, Giray Gürkal, Deniz Güngören, José Blasco ve  Şevket Akıncı. İlk olarak müzisyenleri tanımaya çalışalım. Bakış Üstün, genç bir müzisyen 1985 yılında Gebze'de doğmuş. Biyografisinde lisede gitar çalmaya başladığı yazıyor. Genç yaşına rağmen çok iyi müzisyenlerden müziğin teorisi ve matematiğine dair dersler almış. 2000'li yıllarda Arıza Band müzik yapmaya devam etmiş ve Mutant ile daha önce gitar çalıştığı Şevket Akıncı ile aynı albümde buluşmuş. Eylül Biçer 1987 yılında İstanbul'da doğmuş. Lise yıllarında gitar çalmaya başlamış. Önemli bir çok müzisyenden dersler almış. 2006 yılında “Moonshine” grubuyla Blues Brothers’ın alt grubu olarak gitar çalan Biçer'in "EVO Trio" adlı bir caz grubunda müzik çalışmaları devam ediyor. Cansun Küçüktürk yine genç yaşlarda olduğunu zannettiğim bir gitarist. Kendisi hakkında internet üzerinde çok fazla bilgi bulamadım. Ancak İstanbul'da çeşitli topluluklarda çalmış. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa rock topluluğu Bajar'da da gitar çalmıştı. Giray Gürkal yine internet üzerinde fazla bilgi bulamadığım bir müzisyen. Gürkal, çok sayıda özgür doğaçlama projesi içerisinde bulunmuş. Müzisyenin iki albümü Amazon'da denk geldi. Hey People! ve Gurkal ve Umut Caglar birlikteliğiyle "Musik For Walkie-talkies" Albümler şimdilik elimde olmadığı için bir şeyler karalamayacağım. Deniz Güngören yine oldukça genç bir müzisyen, 1987 doğumlu. Çeşitli rock topluluklarında müzik yapmış. Ben biyografisini ararken sinema ile alakalı sitelere denk geldim. Çeşitli dizi ve film projelerinde de görev almış. José Blasco'yu bazı Oğuz Büyükberber, Islak Köpek ve Şevket Akıncı konserlerinden tanıyoruz. Son olarak Şevket Akıncı 1972 doğumlu. uzun yıllar yurtdışında yaşayan Akıncı, rock gruplarında müzik yapmış . Meşhur Berklee College of Music'te okumuş. 1990'ların sonlarında ilk albümlerini yayınlamış. Çok sayıda müzisyenle yaptığı çalışma var. Ancak geçen sene AK Müzik'ten yayınlanan Century albümünde beni tam can evimden vurmuştu ki hala büyük keyifle albümü dinlemekteyim.

Bir çok genç müzisyenin bilgilerini bulmakta zorlandım. Genç müzisyenlerin bu konuda kendi sitelerini açmalarının yanında onları bilgilerle doldurmaları gerekli sanırım. En azından benim işim kolaylaşırdı. Umarım ilerleyen yıllarda ülkemizde de "All Music" tarzı siteler kurulur. Müzikle uğraşan herkesin faydasına olacaktır böyle bir durum. Çünkü bana kalırsa Myspace ve türevleri ile vakit geçmez.

Albümün iç kapağı gerçekten oldukça şık gözüküyor

Gelelim albüme. İlk olarak şarkı listesi;

1 Mezur A 2:01
2 Menschenheitsdammer 6:45
3 Corrections 3:47
4 Büyük saat 6:09
5 Gonzo fist 4:40
6 TV people 4:02
7 Maymun 5:13
8 Disconnectus erectus 4:35
9 1979 2:38
10 El topo 5:08
11 Ether party 2:56
12 Polka gerilla

Albümü satın almadan önce ilk olarak Glenn Branca projeleri geldi. Malum çok gitarist olunca bu tarz bir çalışma mıdır diye merak ettim. CD'yi alır almaz hemen dinlemeye koyuldum. Beklediğimden oldukça farklı bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Köklerini caz, blues ve rock'tan alan bir albüm. Ancak köklerin üzeri ardı arkası kesilmeyen doğaçlamalarla örülmüş. Atışmalar, minik sololar havalarda uçuşuyor. 7 gitarist olunca neredeyse 7 ayrı gitar tonu ve tekniği var. Temiz gitar tonlarının yanında bol bol distorsiyonlu gitarlar tonları da kullanılmış. Bu durumda albüm meraklı kulaklar açısından çok zengin. Albümde dominant bir sound yok. Hemen her şarkıda her dakika her şey değişebiliyor. Şarkının bir yerinde Blues etkileri alırken bir saniye sonra son derece sert bir rock hatta daha fazlasına dönüveriyor albüm. Özellikle son iki şarkı olan "Ether Party" ve "Polka Gerilla" şarkılarını dinleyenler albüm geneli için bu duruma hak vereceklerdir. Bu arada özellikle "Polka Gerilla" bir kapanış parçası olarak çok eğlenceli bir finale vesile olmuş. Güzel bir sürpriz oldu benim açımdan.

Albümün kayıtları Ergin Özler tarafından, miksajı  Demirhan Baylan tarafından yapılmış. Albümün kapak fotoğrafı Deniz Kader'e, tasarımı ise Candaş Şişman’a ait. Albümün kayıt kalitesi gayet başarılı, CD'nin tasarımını ise çok beğendim. Özellikle kapaktaki gitar ana temalı illüstrasyon pek hoş. Bu arada kocaman bir teşekkür AK Müzik'e gidiyor. Son yıllarda yayınladıkları albümler açık konuşmak gerekirse bir çok plak şirketinin kaçacağı türlerde. Bu açıdan ülkemizde müziğin gelişmesi açısından önemli işler yapıyorlar.

Hayvanlar Alemi - Guarana Superpower İlginç Bir Albüm



Hayvanlar Alemi Ankara'da 1999 yılında kurulmış bir topluluk. Topluluğum müziği bana 1970'lerin Anadolu Pop dönemini hatırlatıyor. 2010'larda bu tarz bir sound bir çok insana ilginç gelebilir. Topluluk gitarda Özüm İtez, davulda Işık Sarıhan tarafından kurulmuş. Topluluk Amerika'da yayınladıkları "Guarana Superpower" ile bayağı ilgi çekmiş durumda. Ancak bu dönem öncesinde Ankara'da kaydettikleri bazı şarkıları internet ortamında paylaşıma sunmuşlar. Ayrıca 2006 tarihli Gaga albümü iTunes üzerinden de satın alınabiliyor. Topluluğun Guarana Superpower albümü hızlı şekilde psych-rock severler tarafından edinilmiş ve görünüşe göre okyanus ötesinde yeni bir Turkish psych-rock akımı başlatmak üzere.

Biliyorsunuz Avrupa'da ve özellikle Uzakdoğu'da 1970'lerin Türk rock plaklarına çok büyük bir ilgi var. Albümde "MEGA Lambada" ve "Guarana Superpower," şarkıları ilgi çekiyor. Şarkılarda biraz punk etkisi, biraz Kuzey Afrika, Ortadoğu rock etkisi ve bolca 1970 Anadolu Rock etkisine sahip. Çok ilginç bir karışım. Bu arada  albüme sınırlı sayıda bir plak baskısı da yapılmış. Albümün CD'si ise plağa göre fazladan iki şarkı içeriyor. Albümde Özüm İtez ve Işık Sarıhan'a bas gitarda Hazar Mutgan eşlik ediyor.

Plak bir çok sitede "stok out" durumda olmasına rağmen nereye bakacağını bilen okuyucularım eminim ki plağı kolaylıkla bulabilirler. Aşağıda topluluğun Welcome to Sunny Australia şarkısının canlı bir performansı var. Sanırım müzikleri hakkında bir fikir verir.

Ulf Wakenius Signature Edition CD



ACT plak şirketinin albümlerinden sıklıkla bahsediyorum. Genelde kuzeyli bayan vokal albümlerini edinsem de, her zaman ilginç CD'ler yayınlıyorlar. Son dönemlerde Signature serisi adı altında fiyat etiketi makul CD'lere denk gelmeniz mümkün. Bazı büyük müzik marketlerde bu albümleri bulabilirsiniz. Signature serisi genelde 2 CD'den oluşuyor ve harika tasarımlara sahipler. CD'lerin kayıt kalitesi de son derece yüksek. İsveçli gitarist Ulf Wakenius için hazırlanan CD'den bahsetmek istiyorum. Uzun yıllar Oscar Peterson dörtlüsünde müzik yapan Wakenius, Ray Brown üçlüsü ile de uzun zaman çalışmış. Kendi topluluğunda davulda Jack DeJohnette, saksafonlarda Bill Evans (caz müziğindeki ikinci Evans, piyanist olan ile karıştırmamak lazım) ve Bob Berg ile yaptığı çalışmalardan, ACT'ın en önemli isimlerinden Nils Landgren gibi isimlere kadar geniş bir müzisyen topluluğu işe yaptığı çalışmalara yer verilen CD'nin içeriği de müthiş. Keith Jarreth, EST gibi önemli isimlerin şarkılarının yorumlarından "Jag Yet En Dejlig Rosa" "I Skovens Dybe Stille Ro / Jeg Gik Mig Ud En Sommerdag" gibi etnik çalışmalara kadar uzun ve son derece keyifli bir şarkı listesi var. Liste aşağıda;


CD 1
1. Dancing - 05:14 (Jarrett, Keith)
2. Forever You - 04:03 (Danielsson, Lars)
3. Seven Days Of Falling - 06:39 (Svensson, Esbjörn / Berglund, Dan / Öström, Magnus)
4. Frevo - 05:17 (Gismonti, Egberto)
5. Estate - 06:04 (Martino, Bruno / Brighetti, Bruno)
6. I Get It For You - 05:41 (Wakenius, Ulf / Danielsson, Lars)
7. Bibor No Azora - 05:25 (Sakamoto, Ryuichi)
8. Arirang - 05:49 (traditional)
9. Dodge The Dodo - 05:50 (Svensson, Esbjörn)
10. Hymn - 04:07 (Danielsson, Lars)
11. From Above - 04:30 (Danielsson, Lars / Holknekt, Per)
12. Blame It On My Youth - 07:13 (Levant, Oscar / Heyman, Edward)

CD 2
1. Elevation Of Love - 05:52 (Svensson, Esbjörn / Berglund, Dan / Öström, Magnus)
2. Venture - 07:34 (Lan Doky, Niels)
3. Mandela - 04:44 (Wakenius, Ulf)
4. Tequila Sunrise - 04:42 (Wakenius, Ulf)
5. The Linden - 05:00 (Danielsson, Lars / Nyberg, Lina)
6. Good Morning Susie Soho - 05:24 (Svensson, Esbjörn / Berglund, Dan / Öström, Magnus)
7. Jag Yet En Dejlig Rosa - 04:55 (traditional)
8. I Skovens Dybe Stille Ro / Jeg Gik Mig Ud En Sommerdag - 12:56 (traditional)
9. When I Fall In Love - 06:22 (Young, Victor)
10. Albatross - 04:25 (Green, Peter)
11. Bb City - 07:59 (Wakenius, Ulf)
12. My Song - 04:14 (Jarrett, Keith)


CD'nin iç tasarımı gerçekten çok keyifli. Tüm Signature serisi için bunu söylemek mümkün!


Okuyucularım,  müzisyenin ACT'tan yayınlanan Love Is Real ve Notes From The Heart albümlerine de göz atabilirler. Albümde "Frevo" "Good Morning Susie Soho" "Seven Days Of Falling" şarkıları ön plana çıkan şarkılar benim için. Ancak CD'ler öyle güzel düzenlenmiş ki, CD çalarınızın çekmecesine yerleştirmenizden itibaren bitene albüm kadar tempo bir artıyor bir azalıyor ve vakit su gibi akıp gidiyor. Randy Brecker, Bill Evans, Jack DeJohnette, Till Brönner, Nils Landgren, Viktoria Tolstoy ve Lars Danielsson gibi isimlerle yapılan kayıtlar eminim ki caz severler için keyifli bir dinleti imkanı sunacaktır.

Fiyat makul, kayıt güzel, müzik başarılı eh daha ne isteriz ki :)

referans kod: ACT 6005-2 barkod: 614427600523

The Gathering - Mandylion CD



Uzun zamandır tozlu raflarımda saklı kalmış bir CD'yi buldum. Beni 90'lı yıllara götüren albüm The Gathering'in Mandylion albümü. Albümle ilgili bir kaç satır karalayayım...

The Gathering, Hollandalı bir rock topluluğu. 1980'lerin sonunda kurulan topluluk ilk dönemlerinde death ve doom metal arasında gidip gelen bir müzik yapıyordu. 1994 yılında topluluğun müziğinde çok önemli değişiklikler oldu. Bunun en önemli sebebi vokalist Anneke van Giersbergen'in topluluğa katılmasıdır. Bu sempatik hatun topluluğu bir anda dünya çapında bilinir hale getirmiştir. Bu başarıda Anneke'nin hem sempatik hemde sesinin güzel olmasının yanında The Gathering elemanlarının yaptıkları müzikle bir yere varamayacağını anlamasıyla şarkıları Anneke'ye uygun şekilde yazmaya başlamasıyla elde edilir. Anneke ve Gathering birlikteliğinin ilk meyvesi Mandylion 1995 yılında yayınlandı. Özellikle Avrupa'da önemli bir satış başarısı yakaladı. Zaten 1995 yılından itibaren topluluk festivalden festivale yetişmeye çalışır. Manylion'un arkasından gelen 1997 tarihli Nighttime Birds'te aynı şekilde büyük başarı kazanmıştır. Bu albümden sonra topluluk daha elektronik bir tarza doğru yönelir ve 2000'lerin sonunda Anneke'nin kendi solo projesine (1) zaman ayırmak için topluluktan ayrılmasıyla Silje Wergeland'in vokale geçmesi ile topluluk popüler günlerinden uzaklaşır.

Mandylion, 1995 yılında dönemin gelişme potansiyeli yüksek Century Media Records'tan yayınlanır. Anneke van Giersbergen etkisi daha ilk şarkılardan belli eder kendini. İki şarkı hemen ön plana çıkar. Aşağıda videosunu izleyeceğiniz "Strange Machines" ve "Sand & Mercury" Albümdeki şarkılar şu şekilde;

"Strange Machines" – 6:04
"Eléanor" – 6:42
"In Motion #1" – 6:56
"Leaves" – 6:01
"Fear the Sea" – 5:50
"Mandylion" – 5:02
"Sand and Mercury" – 9:57
"In Motion #2" – 6:08

Albüm 2005 yılında Century Media tarafından yeniden basıldı. İki CD'lik yeni Mandylion'da "Solar Glider" isimli hiç yayınlanmamış bir şarkı ve albümden bazı şarkıların farklı versiyonları bulunur. Albümden ilginç bir diğer not "Strange Machines" şarkısında George Pal'ın yönettiği filmden alınan H.G. Wells'in The Time Machine kitabından bir pasaj vardır. "Sand & Mercury" şarkısında ise J.R.R. Tolkien'in meşhur üçlemesinden bir bölüm ile final yaparlar.

(1)Anneke'nin solo projesi Agua de Annique. Ben fazla takip etme fırsatı bulamadım ama 2007 tarihli Air albümü pek bir şeye benzemiyordu.

Unutulmuş Krallık ve Yeni Bir Albüm, Bu Kez Borgia'lar.


Geçtiğimiz günlerde bir müzik markette alışveriş yaparken bir bey yanıma yaklaştı. Reyondaki Savall'in "Le Royaume Oublie" albümünü göstererek, bu albümle ilgili yazınızı okudum ve çok etkilendim dedi. Internet sitemizde arada sırada fotoğrafım görünüyor. Bazı okuyucularımız denk geldiğimizde beni tanıyıp sohbet ediyorlar. Çok keyifli bir mevzuu bu bence. Yeni insanlar tanıma şansım oluyor ve keyifli ayaküstü sohbetler yapıyorum. Neyse... Bahsi geçen albüm ile ilgili alakalı sohbet sırasında, bu kadar bilgiyi nasıl yazabildiğimi sordu. Ortaokul (hatta daha öncesi ama hatırlamıyorum) dönemlerinden itibaren tarih konusuna büyük bir merakım olduğunu ve nasıl oluyorsa senelerden beri okuduğum her şeyin aklımda kaldığını anlattım. Bu nasıl bir şey anlamıyorum. Bir konuya odaklandığımda gözümün önünden film şeridi gibi okuduklarım geçiyor ama bir telefon numarasını hafızamda tutmakta zorlanıyorum. İnsan beyni gerçekten garip bir çalışma şekline sahip.

Andante dergimi alıp bitip eve gelince yazdığım yazıyı bir okuyayım dedim. Ne yalan söyleyeyim yazdığım yazıyı beğendim ama yazının albüm incelemesinden başka her şeye benzediğini söylemem mümkün. Tabii ki albümden de bahsetmeyi başarmışım ama üçüncü sayfanın ortalarında ancak. Herşeye rağmen bence çok güzel bir yazı olmuş. Son derece zorlu bir albüm incelemesi okumak isteyenler buradan yazıya ulaşabilirler.

Bu arada Alia Vox cephesinde yine ilginç bir albüm var; "Dinastia Borgia. Eglise et Pouvoir à la Renaissance" Türkçeleştirmek gerekirse "Borgia Hanedanı; Rönesans'ta Kilise ve Güç". Tabii konu Borgia ailesi olunca albümden önce tarihsel mevzuular aklıma geliyor. Ailenin Medici ve Sforza'lar ile savaşları, özellikle Cesare ve Lucrezia Borgia'ların hikayeleri aklıma ilk gelenler. Tarih bu tarz ilginç asilzadeler ile dolu. Jeanne d'Arc ile omuz omuza savaşan general Gilles de Rais, Erzebeth Bathory en bilindikleri ancak Borgia'larda son derece ünlü bir aile ve gücün karanlık tarafındalar.

01 - 09 Ocak 2011 TOP 10


1- Electric Masada : At The Mountains Of Madness 2xCD (Tzadik Records 7352-2) *
2- Naked City - Naked City CD (Nonesuch 79238) *
3- The Who - A Quick One LP (Classics 593) -yeniden baskı 150Gr-
4- Timuçin Şahin - Bafa CD (AK Müzik – AK 918-2)
5- Steve Lacy - Eric Watson - Spirit Of Mingus CD (Freelance FRL-CD 016)
6- The Jimmy Giuffre 3 - Hollywood & Newport 1957-1958 CD (Fresh Sound Records FSR-CD 354)
7- Dagmar Krause - Supply and Demand: Songs by Brecht/Weill and Eisler LP (Hannibal Records)
8- Magma - Üdü Wüdü CD (Seveth Records Studio Zeuhl Box)
9- Elend - Winds Cycle 3CD (Holy Records Box Set) *
10- E Tu Vivrai Nel Terrore CD (Black Widow Records BWRCD 025-2) *

Bu haftaki liste biraz karman çorman. Her telden çalıyoruz. Sevenlerine Elend'in  Winds Cycle üçlemesi Holy Records tarafından birazcık da olsa indirimle meraklılara sunuldu. Üçleme, Winds Devouring Men, Sunwar the Dead ve A World in Their Screams albümlerinden oluşuyor. Fransa'dan kargo biraz tuzlu ama yapacak bir şey yok.

Magma'nın Üdü Wüdü plağını uzun araştırmalar ve sabırlı bir bekleyişin ardından sonunda satın almayı başardım. İlk baskı hemde:) Plak gelmeden CD'yi bol bol dinledim. De Futura takıntımı bilen biliyordur zaten. Kulaklarının pasını silmek isteyenler buraya buyursun.

Haftanın gaz şarkısı: Satyricon King. Muhtemelen herkesin bilgisayar başında çalışırken gaza gelmek için dinlediği şarkıları vardır. Benim bu haftaki gaz şarkım Satyricon'dan King oldu. Evde biraz zor dinlerim ama, sadece iş için!

bonus: Son House - Father of the Delta Blues 2 adet LP Bu plağı seneler önce dinlemiştim ancak satın almak 2011'de mümkün oldu. Pure Pleasure, öyle bir baskı yapmış ki, söylenebilecek hiç bir şey yok. Gelecek günlerde ayrıntıları bloğuma yazarım.
*işaretli albümler her bünyenin kaldıracağı türden değil. Aman dikkat!

2011'in İlk Konseri; Timuçin Şahin ve Tarihe Ufak Bir Not Düşmek!

Dün gündüz saatlerinde gelen bir telefonla akşam ki programımız bir anda değişti. Akşam saat 20:00'de Timuçin Şahin konseri var haberini alınca konsere gitmek için hızlı şekilde organize olduk. İzmir'de havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez, konser organizasyonları ne yazık ki olması gerektiği şekilde duyurulamıyor. İstanbul'da adı sanı duyulmamış mekanlardaki konserler için bile ilgili minimum 1 hafta öncesinden  bilgilendirmeler gelirken, İzmir'deki bir çok organizasyon gelip geçiyor, haberimiz bile olmuyor. Bırakın mesaj göndermeyi, üye olduğunuz haber bültenleri bile hazırlanmıyor. Ondan sonra konserlere neden ilgi yok diye kimse bağırıp çağırmasın. Haberimiz olmadı da mı gelmedik diyebilme hakları var  müzikseverlerin.

Her şeye rağmen, işimizi gücümüzü organize edip, Aydın Eroğlu, Tolga İzgür, ve Seçil Hanım ile konser mekanının yolunu tuttuk. Bir çok arkadaşım da, konsere son dakikada yetiştiler. Biliyorsunuz Timuçin Şahin 2009 yılında Bafa albümünü yayınladı. Albümü alır almaz, bende çok beğenmiştim, zaten albümü alıp beğenmeyene de rastlamadım doğrusu. Bafa, müzik dinleyicilerinin yanında müzik eleştirmenlerinde de çok olumlu eleştiriler aldı. Benim beklentim konserin Bafa şarkıları ağırlıklı olacağıydı.


Konser salonunda İzmir'in bu tarz müziğe meraklı dinleyiciler -bir çoğu son dakikada haberdar olsa da- Timuçin Şahin'i yalnız bırakmadılar. Bence akşam orada olanlar çok şanslıydılar. Nedeni az sonra... Konserde Şahin'e; vibrafon ve perküsyonlarda "Enric Monfort Barbera", kontrbasta Bafa albümünden de hatırlayacağınız "Thomas Morgan", davulda ise "Kenny Grohowski" eşlik etti. İlk şarkı girdiğinde ortalık bir anda yanıp kavruldu. Farklı bir konsept, farklı bir enerji ile karşı karşıyaydık.

Şahin, bu kez genç müzisyenler ile karşımızdaydı. Enric Monfort Barbera, klasik kökenli bir müzisyen. Thomas Morgan için ise söylenebilecek fazla bir şey yok, genç yaşına rağmen enstrümanına hakimiyeti övgüye değer. İlerleyen yıllarda ismini sıkça duyacağız eminim ki. Kenny Grohowski ise bir çok müzik tarzında baget sallayan bir davulcu. Konserde çok başarılı bir performans sergiledi.

Konserde icra edilen tüm şarkılar ilk kez seslendiriliyordu. Anlayacağınız bir çok şarkının dünya prömiyerine şahit olduk. Şahin'in yeni projesi Occult Ensemble'ın bir ön izlemesi oldu. Müzisyenlerde son derece heyecanlıydılar. Bu durum seyirciye de yansıdı, salonda inanılmaz bir elekrik vardı bence. MK, Delay, Şahin'in sol aşil tendonunu kopartınca bestelediği muhtemelen aynı adlı şarkı (bir de çekirgeli bir şarkı vardı isimleri not etmemişim) ortalığı yıktı geçti. Son şarkıda (sanırım ismi Delay) Şahin, piyano başındaydı. Occult Ensemble, klasik Şahin dörtlülerinden farklı bir yapıda olacak muhtemelen 8 kişilik bir müzisyen grubu! Konser sonrası Şahin'le ayak üstü muhabbet etme fırsatı buldum. 2011'de Occult Ensemble ismini kenara not etmeliyiz sanırım. Sonuçta topluluğun tam yarısı ile icraları dinledik ama ayın sekizindeki İstanbul konserinde daha kalabalık olacaklar galiba...

Harika bir akşam geçirdim. İlk kez seyirci karşısında icra edilen şarkılar komplike yapılarına rağmen, son derece başarılı şekilde çalındı. Müzisyenler nota okumak konusunda yoğun bir trafik yaşadılar.  Ne kadar yorucudur kimbilir. şahin bir maestro gibi zaman zaman grup arkadaşlarını yönlendirdi.  Şarkılar öyle irca edilmesi pek kolay şarkılar değildi ve bir çok müzisyenin bu işin altından kalkacağını düşünmüyorum. Bu yazdıklarım iddialı mı oldu dersiniz?


Stereo Mecmuası okuyucuları için Şahin'den ufak bir anı

Pek zannetmiyorum hatta gerçekten iddialı bir şey yazmak istiyorum. Bir müziksever olarak dün akşam duyduklarım, pek normal şeyler değildi. Bana kalırsa dün konserde, iki sene önce seyrettiğim Şahin'le arada inanılmaz bir gelişim vardı. Bafa ile zaten bu durum çok bariz şekilde ortada ancak anlaşılan Bafa, yeni çıkılan bir yolculuğun ilk adımıymış. Sonraki adımlar, meraklı ve ileri görüşlü müzikseverler açısından büyük olaylara gebe. Şarkıların yapısı, kendi içindeki gelişimi ve enstrüman kullanımı açısından Timuçin Şahin ismini uluslararası basında daha çok duyacağız ve iddialı yazılar okuyacağız. Garip ama ben dün akşam direkt bunu hissettim. Böyle iddialı cümleleri benden pek duymaya alışkın değilsiniz ancak tarihe not düşmek istedim. Bir kaç sene sonra, büyük bir keyifle bu yazıya dönüp, bakın ben demiştim diyeceğim.