Yeni bir bölüm açmayalı uzun zaman oldu. Yeni bölümün ismi Absürd Plak Kapakları. Bu bölümde oradan buradan toparlanmış plak kapakları yerine kendi arşivimden plak kapaklarını sizlerle paylaşacağım. Vira bismillah diyelim ve ilk plak kapağımızı ekleyelim.
İste kült bir plak kapağı. Stamatis Kokotas veya nam-ı değer Kokotas Of Greece'in ilk plağı olan aynı isimli albüm. Plak EMI Yunanistan'dan yayınlanmış. Kodu: EMI CSDG 37. Bu arada aşağıdaki arka kapağa göz atmayı unutmayın. X-Men'in Yunanistan toplantısı :)
Diamanda Galas (1955-yaşıyor) Yunan asıllı Amerika'lı bir avant-garde bestecisi, piyanist, şarkıcı ve aslında daha fazlası. Yaşayan neredeyse tüm önemli avant-garde müzisyenleri ile ortak çalışmalarda yapan Galas, zor bir yaşam geçirmiş. Son derece tutucu olan Yunan Ortodoks kilisesine bağlı bir ailenin çocuğu olmasına rağmen caz ve klasik müzik eğitimine erken yaşlarda başlamış. Uzun seneler boyunca farklı müzik tarzları konusunda araştırmalar yapmış ve eğitim almış. Daha sonra 1970'lerin ortasında Avrupa'ya geri dönmüş. İlk performansını 1979 yılında Fransa'da gerçekleştirmiş. İlk performansında Vinko Globokar'ın "Un Jour comme un autre" operasında rol almış. Bu operadan pek bahsetmek istemiyorum. 1974 Kıbrıs Barış harekatından sonra Galas'ın Türklere bakış açısı sertleşiyor. Aslında burada duygular biraz karşılıklı. Yunan ve Türk halklarının arasında düşmanlığın devam etmesini isteyenler olması gayet doğaldır. Ben bile bu konuda çok uzun seneler kafa karışıklığı yaşamış bir insanım. Ailemin büyüklerinin büyük bir kısmı şu an Yunanistan'a ait adalarda yatıyor. Ne olumsuzluklar yaşadığımı anlatmaya başlarsam yazı bitmez ancak olumsuzlukların karşısında güzelliklerden de bahsetmeye başlarsam yazının yine bitmeyeceğine eminim. Bu yüzden tatsız konulara burada noktayı koyup müzikten bahsetmeye devam edeceğim.
1990'lara geldiğimizde Galas'ın müziğinde çok ciddi bir karanlıklaşma ve sertleşme başlar. Özellikle Roma Katolik Kilisesi'ne karşı oldukça sert sözler söyler. Kiliselerin ateş ile değil müzik ile yakılması gerekir buna bir örnektir. Tam bu dönemler Norveç 'te eski pagan dinlerine mensup müzisyenlerin Katolik kilisesine saldırılarının başladığı dönemdir. Norveç'te bir çok kilise ateşe verilmiştir. Galas'ın bu sözleri bu bilgi ile daha iyi anlaşılacaktır diye umuyorum. Bu savaşın ardında Philip-Dimitri Galas'ın AIDS yüzünden ölmesinin önemli bir katkısı var. Bu dönemlerde Roma Katolik Kilisesi AIDS konusunda son derece sert açıklamalar yapıyor ve bunları İncil'e dayandırıyordu. İlerleyen yıllarda hastalık konusunda daha çok şey öğrenildiğinden kilise bu söylemleri yumuşatmıştır. Aslında Galas'ın bir de fazla anlatılmayan bir hayatı var. Bu karanlık dönemlerde oldukça uç noktalarda yaşayan insanlarla birlikte ve kendisi de hayat kadınlığı yaparak yaşamını devam ettirmeye çalışıyor. Bu dönemde tatsız bir olaylar zinciri yaşanıyor ve ilk paragrafta bahsettiğim düşmanlıkta bu olaylarında etkisi çok büyük.
Galas albümlerinde Charles Baudelaire, Paul Celan, Pier Paolo Pasolini, Henri Michaux, Gérard de Nerval, César Vallejo gibi isimlerin şiirlerine rastlamak mümkün. Yazdığım gibi bir çok müzisyenle ortak çalışmalarının yanında bir çok albümde Galas ismine rastlamak mümkün. Hatta popüler bir çok projede bile. Bir kaç örnek, meşhur Conan the Barbarian filminin başlarında Conan'ın denk geldiği bir cadı vardır. Bu cadının form değiştirmesinin ardından attığı çığlıklar Galas'ındır. Bir diğer örnek benim çok sevdiğim bir film olan Oliver Stone'un yönettiği Natural Born Killers soundtrack albümünde Galas ismine denk gelebilirsiniz. Anlayacağınız önemli bir müzisyendir Galas!
Albümlerine göz atarsak, The Litanies of Satan ilk albümü. 1984 yılında Diamanda Galas albümünü yayınlar. Bu albümü günümüzde "Panoptikon" adıyla bulmanız daha kolay. Albüm Yunanistan'da 1967-74 yılları arasındaki cunta yönetimi sırasında kaybolanlar ve öldürülenlere adanmıştır. 1986 yılında The Divine Punishment sonrasında gelecek 2 albümle beraber bir üçleme oluşturur. AIDS konusundan yukarıda bahsetmiştim. İşte özellikle kiliseye olan düşmanlık bu albümle başlar. Genel olarak albüm çok karanlık ve serttir. 1986 yılında yayınladığı Saint of the Pit yine sert bir albümdür. Bu albümde Fransız şairlerin şiirleri kullanılmıştır. Üçlemenin sonuncusu olan You Must Be Certain of the Devil'da ise Amerika zenci kilise müziğinden alıntılar dikkat çeker. 1989 yılında üçlemeyi oluşturan albümler bir kutu seti şeklinde yayınlanır; Masque of the Red Death Trilogy.
Bu üçlemenin ardından 1992 yılında The Singer albümü yayınlanır. Bu albüm özellikle blues şarkılarının cover'landığı bir albüm ve son derece keyiflidir. Hoş tabii ki şarkıları tanımak pek kolay değil ama Galas standartlarında daha az yırtıcı bir albüm olduğunu söylemem mümkün. 1994 yılında yayınlanan The Sporting Life bir Galas ve John Paul Jones ortak çalışması. Galas ile yeni tanışacak okuyucular için tavsiye edebileceğim bir diğer albüm. Bu dönemin ardından uzun bir konserler dizi başlıyor. Hepsi son derece başarılı. 1998 tarihli Malediction & Prayer, 2003 tarihli La Serpenta Canta. 2003 yılında "Defixiones, Will and Testament" konseri de performans açısından çok ilginç ancak bu topraklarda yaşayan bir insan için hazmetmesi pek kolay değil. Bu yüzden alışveriş listenize eklemememizi tavsiye ederim şahsen.
Aşağıdaki video'da Galas, Son House'un "Death Letter Blues" şarkısını yorumlamış. Nasıl şarkıyı tanımak pek kolay olmadı değil mi?
Andante'nin 57. sayısı yayınlandı. Bu sayının kapak konusu İlhan Usmanbaş. Yine dolu dolu bir içerik var. Bende kalemimin döndüğünce hi-fi bölümüne bir şeyler karaladım. Bayinizden istemeyi unutmayınız...
EMT'nin JPA-66'sı çok ilginç bir ürün. Dışarıdan bile yeterince karışık gözüken cihazın içerisi evlere şenlik. Aslında aşağıdaki fotoğraf bir önceki versiyonun içerisi. Yeni versiyon bundan çok daha karışık. Fotoğraflar bu seneki Münih High End fuarında. Daha fazla resim için buraya göz atabilirsiniz. Ama JPA-66'yı görünce kendi bloğuma da ekleyeyim dedim.
Geçen hafta sizlerle Rocket tasarım firmasının kaset şeklindeki rafını paylaşmıştım. Bu kez gitar şeklinde tasarladıkları bir raf sistemi buldum. Bu üründe satıştan kalkmış. Ama süper bir tasarım...
Box 58 oldukça şık bir CD rafı. Cam ve çelik kullanılarak tasarlanan üründeki imza Helmut Koppenhagen'ın. Birbirinden ayrı dönebilen 6 rafa sahip olan ürün isminden anlayabileceğiniz gibi 58 adet CD saklanabiliyor. Fiyatını bulamadım ama pek ucuz olacağını zannetmiyorum.
İkinci Dünya Savaşı ile alakalı dilimizde yayınlanan çok fazla kitap yok. Hele olay teknik konulara gelince bu konulara giren kitap sayısı çok az. Askeri okullarda kurmay öğrencilerinin eğitiminde kullanılan bazı kitaplar dilimizdeki en teknik kaynaklar olarak dikkat çekiyor. Uzun arayışlar sonucunda 6 ciltlik kitabı edinmiştim. Geçenlerde yeniden okumaya başladım. Sizin de elinizde bu tarz kitaplar var ise en azından gözümüzden kaçma olasılığına karşı küçük bir not düşebilirsiniz.
Abartmanın sonu yok herhalde. Bu Star Trek konsetinde bir ev. Tabii ki ev sineması sistemi de aynı konsepte uygun yapılmış. Yalnız bu evin farkı tüm odaların ve tüm mekanların aynı konsepti paylaşması ve fotoğrafları görülen daire normal bir apartman dairesi. Aşağıdaki fotoğraf evin açık mutfağı. Sanki biraz abartmışlar mı?
Le Manoir du Diable veya Şeytanın Evi, bir çok sinema tarihçisi tarafından tarihin ilk korku filmi olarak adlandırılır. Fransız yönetmen Georges Méliès tarafından çekilen film sadece 3 dakika uzunluğunda. Yüzyıldır ilgi görmeye devam eden korku filmleri klasiklerinin bir kısmı ilk kez bu filmde sinema ekranına gelir. Yarasalar, cadılar, iskeletler ve gotik şatolar. Bu arada filmin gösterime girişi 1896 yani bir asırdan daha eski bir film.
Bu üç dakikalık önemli filmin tamamını yukarıda seyredebilirsiniz. Filmin telif hakları artık ortadan kalktığından bir çok dijital kütüphanede bulabilirsiniz.
Bu aralar üst üste gramofonlardan esinlenmiş ürünlere yer veriyorum. Hi-fi dünyasında, bazen sesinden ziyade tasarımı ile ön plana çıkan ürünler oluyor. İşte onlardan bir tanesi; Aesthesis firması tarafından üretilen The Gramophone Speakers yani Gramofon Hoparlörler. Üreticisinin verdiği teknik detaylara bakılırsa oldukça iddialı bir hoparlör olsa da, hi-fi dünyasında pek başarılı olma potansiyeli bulunan bir ürün değil. Ama şık evlerin, değerli bir parçası olma potansiyeli yüksek. Sahip olmayı hayal ettiğim bir tarz değil ama bu beğenmeme engel olmasa gerek :)
Hugo Gerhard Simberg (1873 - 1917) Fin sembolist ressam ve grafik sanatçısı. Yukarıda gördüğünüz Haavoittunut Enkeli veya Türkçe çevirisiyle Yaralı Melek, Simberg'in en tanınmış tablosudur. Ressamın 1903 yılında çizdiği resimde, son derece melankolik bir ortam var. Finlandiya'nın kendisine özgü coğrafyasını da resmine aktaran Simberg, özellikle meleği taşıyan coçukların yüz ifadelerine odaklanmış. Eser, Finlandiya'nın milli resmi olarak tanınmaktadır.
Danimarkalı hoparlör üreticisi Davone firmasının Rithm hoparlörü için hazırlanan afişi Hifi Kızları bölümümüze ekleyebiliriz. Hazır geçen gün Ray modelinde de bahsetmiştim.. Merak edenlere hoparlörün fiyatı yaklaşık 1.500 Sterlin.
Bu hafta başında yayınlamış olduğum pikap katları yazısı ile alakalı bazı geri dönüşler aldım. Bir çok kişi giriş seviyesinde lambalı (daha doğru tabir ile vakum tüplü) pikap katları konusunda bilgi istemişler. Aslında giriş seviyesinde bir çok vakum tüplü pikap katı bulabilmek mümkün. Ancak ülkemiz için aynı şeyi söyleyebilmek mümkün değil.
Yerel pazarda vakum tüplü modellerden en sıklıkla denk gelebileceğiniz markalardan bir tanesi ProJect'tir. Ancak ikinci el pazarında bile çok uygun fiyat etiketine sahip olduğunu söylemek pek kolay değil. Ucuz bir fiyata denk gelirseniz kaçırmayın alın. Bir dönem ülkemize ithal edilen Antique Sound Lab markasında benim fiyatına göre başarılı bulduğum "Mini Phono" da denk gelirseniz alabileceğiniz ürünlerden bir tanesi. Ayrıca bir dönem bazı Çin menşeili ürünlerde pazarımızda boy gösteriyordu. Çin deyince hemen burnunuzu kıvırmayın. Kötü Çin malları olduğu kadar iyileri de var. Ancak ülkemizde çeşitlilik olduğunu söylemek güç.
Anlayacağınız giriş seviyesi tüplü ampli bulmak ülkemizde pek kolay değil. Üst seviyede ise büyük bir çeşitlilikten bahsedemesek bile çok kaliteli ürünler bulmak mümkün. Bu noktada neler yapabilirsiniz?
- İkinci el pazarını takip etmek.
- DIY olayına girmek eğer siz beceremezseniz yakın çevrenizde bulunan bir kişiye projeyi yaptırmak.
- Yurtdışından almak (eBay gibi sitelerde Bellari, Yaquin gibi markaların ürünlerini çok uygun fiyatlara alabilirsiniz)
- Standart bir ürün alıp, ileri de daha geniş bir bütçeniz olduğunda konuya geri dönmek.
Ben olsam ilk adımda vakum tüplü pikap katına girmezdim. İlk adımda düzgün çalışan bir sistem kurup bütçemi plaklara yatırmak daha mantıklı olurdu diye düşünüyorum.
19 Mayıs akşamı 123'ün İzmir Senfoni Orkestrası ile beraber verdiği konsere gitme fırsatı buldum. Son dakika biletler elimize ulaşınca ve şehir dışı programımızda ufak bir değişiklik olunca Adnan Saygun konser salonunun yolunu tuttuk. Düzenlemeler, eklenen vibrafon, sahnenin önünde yanan mumlar ile harika şekilde oluşturulmuş atmosfer, kötü akustik ile bir miktar gölgelense bile yine de keyifli bir akşam oldu. Eğer uygun bir ortam sağlanmış olsa konserin çok daha keyifli olacağını düşünüyorum..
Bu senekiİzmir Kitap Fuarına gittiğimden ve son derece başarılı bulduğumdan bahsetmiştim. John Michael Osbourne, ailesinin ona hitap ettiği şekilde John, biz hayranlarının hitap ettiği şekli ile “Ozzy” 1948 yılında doğmuş. Dünya savaşının ardından yıkıntı haline gelen İngiltere'de büyüyen Osbourne, kendi kaleminden yaşam hikayesini anlatıyor. Hikaye gerçekten evlere şenlik. Okul hayatı tam anlamıyla facia, iş hayatı da öyle. İnşaatlarda çalışması, korna üretiminde çalışması ve mezbaha günleri. İlk gençliğinde Beatles'ın müziğinden etkilenmesiyle yaşamı değişmeye başlar. Sonrasında ilk müzik deneyimleri, efsanevi Black Sabbath, sonra topluluktan kovulması, solo kariyeri ve bir çoğumuzun pek hoş karşılamadığı televizyon şovları. Ozzy kendi kaleminden aslında daha doğrusu kendi ağzından yaşam hikayesini anlatmış. İşte “Ben Ozzy” kısaca böylesine bir kitap.
Yaklaşık 500 sayfalık kitap çok çok kolay okunuyor. Söz konusu Ozzy olduğunda ortaya edebi bir eser çıkmayacağını tahmin edersiniz. Ancak kitap çok eğlenceli. Ben bazı bölümlerde çok iyi vakit geçirdim. Kitapta bir fan'ın neredeyse aklına gelen her soruya cevap vermeye çalışmış. Neden televizyon şovlarına çıktığı, meşhur civciv ezme konusu, Black Sabbath'tan atılması, solo kariyeri gibi bir çok konu eğlenceli bir dille anlatılmış. Özel hayatının karmaşıklığı ve hayatı boyunca bol bol tükettiği, alkol, sigara ve her türden uyuşturucudan dolayı bazı konular biraz muallakta kalmış. Meşhur yarasa konusundan şöyle bir bahsedilmiş mesela. Dediğim gibi uzun veya kısa bir çok sorunun cevabı verilmeye çalışılmış. Tüm bunlar olurken kendisiyle dalga geçebilmesi övgüye değer.
Kitap, Pegasus yayıncılık tarafından meraklılara sunuldu. Fiyatı çeşitli satış noktalarında 15 ila 20TL arasında değişiyor. Çeviri Köksal Gülerkaya tarafından yapılmış. Kitabın çevirisi bence gayet başarılı yapılmış.
Ozzy severler, Black Sabbath severler ve hatta 1970'lerin müziğine ilgi duyanlar bu kitaba bir göz atmalı.
KonstruKt ve Peter Brötzmann konserinin olma olasılığından bundan aylar önce haberim olmuştu. İlk duyduğum andan itibaren heyecanlanmıştım. Konserin yapılabilmesi için birçok sorunun üstesinden gelinmesi gerektiğini biliyordum. Tüm o zorluklardan haberim vardı. Ama adım adım tüm sorunlar şükürler olsun ki çözüldü. Bir şekilde konserin düzenlemesi kesinleşince bende planımı programımı yaptım. Hatta konserin duyurusunu kendi bloğuma da ekledim. Son derece ters bir zaman gelmiş olmasına rağmen bir şekilde konsere gitmeliydim. Karmakarışık bir ruh haliyle planımı programımı yaptım.
Konser öylesine ters bir zamana gelmişti ki! Ama yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Peter Brötzmann konsere geliyordu ve şartlar ne olursa olsun orada olmalıydım. İzmir'den İstanbul'a doğru yola çıktım.
Konserin olduğunu günle ilgili birkaç yazı yayınladım. Önce sevgili Reha Arcan'ın sistemini dinledik, sonrasında Radyo Babylon'da tüm zamanların en ilginç radyo programlarından birisi yapılırken olaya şahit oldum ve artık konser zamanı gelmişti. Sevgili Reha ile Radyo Babylon'dan aşağıya indik ve konserin yapılacağı Nublu'ya girdik.
Nublu, küçük ama çok hoş bir mekan. İzmir'de ne yazık ki böylesine güzel kulüplerimiz yok. Daha konserin başlamasına vakit vardı ve barda oturan ve arkası dönük bir silüet bu güzel maceranın odağındaki isimdi; Peter Brötzmann. Hemen yanına gidip kısa da olsa sohbet etme fırsatı buldum. Neredeyse herkes konsere uzaklardan birisinin geleceğini biliyordu hatta Peter bile. İzmir'den gelen sen misin diye sordu ve İzmir'in çok farklı bir şehir olduğunu duyduğunu söyledi. O an çok mutlu olduğumu söylemem lazım. Caz müziğinin özellikle de Avrupa cazının değişmesinde önemli etkisi olan müzisyenlerin bir tanesi (hatta en önemlisi) ile sohbet etmek nasıl bir duygu anlatabilmem mümkün değil. Tarihe tanıklık etmiş hatta tarih yazılırken içerisinde bulunmuş ve hatta tarihi yeniden yazmış bir kişi ile karşı karşıyasınız. Büyük müzisyenliğin yanında büyük insan olmakta çok önemli. Düşünsenize keyifle hiç tanımadığınız bir insanla sohbet ediyorsunuz. Sohbet ettiğiniz kişi de, Peter Brötzmann. Aradan geçen yıllar Peter'a neredeyse hiç dokunmamış. Videolarından, canlı performans görüntülerinden tanıdığımız haliyle kanlı canlı şekilde karşımda buldum onu. Şaka değil 1941 doğumlu Peter yani 70 yaşında. Sohbetin ardından KonstruKt müzisyenlerinin bir kısmı ile de tanıştım. Tüm bunlar olurken sevgili Reha, Brötzmann /KonstruKt albümü Dolunay'ı benim için imzalatmış bile.
Soldan sağa, Reha Arcan, Peter Brötzmann ve bendeniz Hakan Cezayirli. Hayat boyu unutulmayacak bir an!
Konser başlamadan önce Stereo Mecmuası forumlarından tanıdığım ve genç yaşına rağmen free jazz konusunda gayet bilgili olduğunu gördüğüm ama bunlardan daha önemlisi tam anlamı ile bir müziksever olduğunu hissettiğim Can Tutuğ ile de gerçek hayatın içerisinde tanışmış olduk.
Konserin olduğu gün sevgili Reha ile buluşmadan önce konsolosluktaki işlerimin arasında bir merhaba demek için uğradığım A.K. Müzik'in K'si yani sevgili Kerim Selçuk'ta konsere gelen tanıdıklardan bir tanesiydi.
Konserin başlamasına kısa bir süre kala, sahnenin en önündeki masaya oturduk Reha Arcan ve Kerim Selçuk ile. Konseri başlatmadan önce biraz serzeniş cümleleri yazmak istiyorum. Konsere İzmir'den kalkıp gelmiş bir kişi olarak buna hakkım olduğunu düşünüyorum. İstanbul dünyanın en önemli kentlerinden bir tanesi. Nüfus açısında devasa bir şehir. Bu koskoca şehirde free jazz dinleyen kaç kişi vardır bilemiyorum. Ancak konserin başlamasından önce Nublu'ya baktığımda görebildiğim insan sayısı neredeyse 50 kadardı. Konser belki iyi duyurulmamış olabilir, Çarşamba akşamı dışarıya çıkmak için ters bir akşam olabilir ama ne olursa olsun çok daha büyük bir kalabalığın olacağını hayal etmiştim ben. Tamam dünyanın herhangi bir yerinde bu tarz müziğin çalındığı bir mekanda binlerce kişi olmaz. Ama bu kadar ilgisizlik beni hayal kırıklığına uğrattı ne yalan söyleyeyim. Örneğin ben bir saksafoncu olsam ama free jazz çalmasam hatta bu tarz ile ilgilenmesem bile böylesine bir müzisyenden belki birkaç şey öğrenirim diyerek konsere gelirdim. Bir de konserin fiyatını söyleyeyim sizlere; giriş ücretsizdi. Neyse olan artık olmuştu. En önemlisi ben sahnenin önünde yerimi almıştım ve çok ama çok mutluydum. O an dünyanın sonu gelse umurumda olmazdı.
Büyük usta dinliyor. Brötzmann Korhan Futacı'nın girişin dinlerken
Konserde KonstruKt müzisyenlerine ek olarak gitarist Barlas Tan Özemek'i dinleme fırsatı buldum. İsterseniz ilk önce KonstruKt müzisyenlerini sizlere tanıtayım; nefesli enstrümanlarda Korhan Futacı, gitarda Umut Çağlar ve davullarda Özün Usta ve Korhan Argüden. Sahnede iki davul, iki gitar ve iki saksafon olacaktı. Nasıl bir coşkunun içerisine gireceğimizin ilk işareti bu kombinasyondu zaten.
Konser başlayınca zaman ve mekan kayboldu benim için. Peter, o yaşına rağmen yine videolarda ve albümlerde gördüğümüz gibi yıldırım gibi soloya çıkıyor ve sanki hiç durmayacakmış gibi devam ediyor. Nasıl bir şeydir bu, anlayabilmek mümkün değil. Çalınan müziğin herhangi bir kuralı yokmuş gibi düşünebilirsiniz ama bu konuda yanılırsınız. Serbest emprovizasyon ve dolayısıyla free-jazz ben çaldım oldu müziği değil. Eğer böyle düşünüyorsanız bence daha fazla konsere gitmeniz lazım. Her müzisyen diğerinin ne çaldığını takip ediyor ve kendi içerisinde mantığa (aslında mantık değil de başka bir kelime kullanmak lazım ama aklıma uygun bir şey gelmedi) sahip döngüler ile müzik gelişiyor. Yani bir çoklarının zannettiği gibi müzisyenler diğer tarzları çalamadıkları için değil bu müziğe gönül verdikleri için free-jazz çalarlar. Sahnede işte tam bu türden bir müzik fırtınası kopuyordu. KonstruKt için bir kaç cümle yazmak gerekirse lafı uzatmadan hem konserde hemde İzmir'e döndüğümde defalarca dinlediğim albümlerinde müthişler. Bir şekilde albümlerini alın dinleyin, söylediğime hak vereceksiniz.
Konserin afişi, fotoğrafta belli olmuyor ama herkesin imzası var :)
Konserin başlaması ile bitmesi bir oldu benim için. Müzik aktı, zaman geçiverdi. Tam bu noktada çalan herkese teşekkür etmem lazım. Nublu'daki dinleyici sayısına benim moralim bozulmuş olsa bile sahnedekiler bir saniye için bile olsa böyle bir şeyi bana hissetirmediler. KonstruKt sahnede Peter Brötzmann'la beraber çalmaktan mutluydu ve bu duyguları bizlerle de paylaştılar. Peter'ı seyretmek bile başlı başına bir keyif. Bir solo öncesi kamışı çıkartıp yenisini takması, cebinden çakısını çıkartıp istediği tonu yakalamak için kamışı modifiye etmesi, bir müzikseverin her konserde denk gelebileceği mevzuular değil. Sadece o değil, bir sürü analog ve dijital işlemcinin arasında Umut Çağlar'ın ton ayarlaması, davullardaki Özün Usta ve Korhan Argüden'in yaptığı ve davulun tonunu bir anda değiştiren numaralar, anlık olarak müziğin etkisinden çıkıp dünyaya döndüğümde gördüğüm ve aklımda kalan enstantanelerdi. Şu müziği seven insanların gerçekten orada olması lazımdı, inanın müthiş bir akşamı kaçırdınız. Buna emin olabilirsiniz.
Konser aktı geçti ve her güzel şeyin olduğu gibi bu akşamında sonu geldi. Konser sonrasında Nublu'nun dışındaki konser afişini çok sempatik bir görevlinin yardımı ile söktüm. Tüm müzisyenlere teker teker imzalattım. Bu sırada herkes ile muhabbet ettim. Çok garip bir şey bu. Neredeyse 15 dakika önce sahnenin tozunu atan adamlarla beraber sigara içiyosunuz ve sohbet ediyorsunuz. Nasıl keyif aldım sizlere anlatamam. Konser sonrasında emeği geçen herkesin imzasının olduğu afişi hayatımın sonuna kadar saklayacağım. Muhtemelen çok uzun bir zaman bu konseri anlatmaya devam edeceğim. İşte öyle bir akşamdı yaşadığım...
Büyük ustanın imzası
İstanbul'da harika bir Çarşamba akşamı geçirdim. Her türlü soruna ve sıkıntıya rağmen o anı kaçırmadığım için çok ama çok mutluyum. Yeni evli bir insan olarak 4-5 gün yalnız başıma İstanbul'a gitmeme ses çıkartmayan ve hatta Peter Brötzmann'ı ne kadar sevdiğimi bildiği için konseri kaçırmamam konusunda sonuna kadar destek olan Seçil'e ne kadar teşekkür etsem az. Gerçekten çok şanslı bir insanım; çevremde bir sürü değerli insan olduğu için, beni bu kadar sevdikleri ve değer verdikleri için. Her zamanki gibi beni evinde ağırlayan Okan'a, konser gününü benim için son derece renkli hale getiren sevgili Reha Arcan'a teşekkürler. Sanırım Nublu'ya gelen müzikseverler konserin gerçekleşmesinde emeği geçen Murat Akduman, Reha Arcan ve Ebru Özdemir'e teşekkür etmeli.
Ama en önemlisi Peter Brötzmann ve KonstruKt'e teşekkür etmem gerekli. Elinize, kolunuza, nefesinize ve yüreğinize sağlık. Bu ülkede böylesine işler çıkartan herkese teşekkürler...
Konsere ellerinde olmayan sebeplerden dolayı gelemeyenler için bir video ekleyeyim. Ne mutlu bana ki, şunu yazabiliyorum; "Evet ben de oradaydım"
Lars Amhoff tarafından tasarlanan Neo Gramophone, modern çizgiler taşıyan bir konsept müzik çalar. Tasarımın anafikri klasik tarzdaki gramofonlar. Ancak tamamen dijital bir yaklaşıma sahip. Konsept, iTunes veya benzeri hizmetlerden bluetooth aracılığı ile müzik çalmaya dayanıyor. Ürünün üzerindeki dokunmatik ekrandan gerekli ayarlamaları yapabiliyorsunuz daha doğrusu yapabileceksiniz. Bunun sebebi Neo Gramophone şu an sadece model (belki de heykel demeliyiz) olarak satışta. Fonksiyonel versiyonu ne zaman üretileceği konusunda bir bilgiye rastlamadım. Ürün veya konsept Lars Amhoff ve Christin Krause'nin kurduğu The Substain isimli bir Alman tasarım firması tarafından tanıtılmıştı. Bakalım nihai ürün nasıl olacak?
Daha önce lise yıllarında radyoculuk oynamıştım. Aradan yıllar geçti sevgili Aydın Eroğlu ile bir kez daha radyoculuk oynama şansı buldum. Bu son deneyimden büyük keyif aldığımı söyleyebilirim. Hatta burada konuyla ilgili bir şeyler karalamıştım.
Sevgili Reha Arcan ile Peter Bröztmann konseri öncesinde müzik sistemini dinlediğimizden burada bahsetmiştim. Hatta bir de konserin olduğu o akşam Reha'nın radyo programı olduğunu ve evde hazırlığını yaptığından bahsetmiştim. Konsere çok az bir vakit kala Radyo Babylon'un yolunu tuttuk. İlk kez metronun Şişhane hattını gördüm ve kullandım bu vesile ile. İstasyon çok güzel olmuş. Göz açıp kapayıncaya kadar kendimizi Pera'da bulduk. Kesinlikle faydalı bir çalışma...
Radyo Babylon benim hayal ettiğim gibi çok büyük bir stüdyoya sahip değilmiş, küçük ama gayet sempatik bir ortam var. Ortalığı incelerken kafamda Reha'nın aynı anda hem radyo programında olup hemde konseri izleyeceği sorusu vardı.. Reha bekle ve gör dedi. Biz radyoya gittiğimizde Türkçe Pop programı yapan Murat Meriç stüdyodaydı. Kendisi aynı zamanda müzik yazarı olması lazım. Neyse o programını bitirirken Reha ile ben stüdyoya girdik.
Reha cebinden küçücük bir kağıt çıkardı. Bu akşam Peter Brötzmann konseri olduğundan ve programın onunla ilgili olacağından bahsetti. Şarkıları teker teker saydı ve hepsi bu kadar. Bu arada program canlı yayınlanıyor :)
Sanırım tüm zamanların en kısa ve öz radyo programına imza atıldı. Bu arada bende oradaydım :) Yukarıda Radyo Babylon'dan güzel bir anı fotoğrafım var.
Rocket tasarımdan yeni bir ürün. Bu kez harika bir raf yapmışlar. Müthiş bir tasarım. Fiyatını bulamadım sanırım şu an stok dışı kalmış durumda. Bu aralar bol bol Rocket ürünü paylaşacağım sizlerle...
Son zamanlarda gitar bölümümüzü çok ihmal ettim. Bu bölümde hep B.C.Rich gitarlarına yer verdim bu kez ESP'den bir gitar ekleyeyim bari. Fotoğraftaki gitar modeli ESP'nin Limited yani sınırlı sayıda üretilen LTD serisinden Eclipse II. Fotoğraftaki hanım kızımız ise Coffin Case modeli Amie Nicole.
Geçen hafta İstanbul'a gittim. Bu seyahatin birincil sebebi yapmam gereken bürokratik işlemlerdi. 4,5 günlük sürecin büyük bölümünde hatta neredeyse tamamında son derece zorlu işlemleri tamamlamak için koşuşturdum. Yapmam gereken işlemleri çok güzel bir döneme denk getirdim; KonstruKt ve Peter Brötzmann konseri. Ama ne yalan söyleyeyim bu sefer İstanbul'dan neredeyse hiçbir şey anlamadım. Yakında yine İstanbul yolları gözükecek gibi duruyor. O zaman acısını çıkartırım inşallah.
Konser öncesinde sabahtan yapmam gereken işlemleri tamamlayıp konser öncesi sevgili Reha Arcan ile buluşmak için yola çıktım. Güzel bir İstanbul gününde Reha'nın afacanları okuldan aldıktan sonra ilk önce parkta biraz oyun oynadık. Afacanlarla iddialaşıp, arkasından kaybedip ve “Metro” çikolataları kaptırdıktan sonra sistemin karşısındaki yerimizi almak üzere hareketlendik. Sade ama güzel bir sofranın başında hem sohbet ettik, hem konser öncesi ısınma turu yaptık, hemde yeni sistemi dinledik.
Sevgili Reha'nın sistemindeki değişmeleri buradaki linkte sizlerle paylaşmıştım. Geçtiğimiz senelerde dinlediğim sisteme göre bayağı değişiklik olmuştu yeni sistemde. Açıkçası sistemde en merak ettiğim cihaz amplifikatördü. Western Electric 300B vakum tüpten optimal performansı almak için tasarlanan Loth-X Ji300b ampli oldukça ilginç bir tasarıma sahip. Amplifikatörün temeli geçmişteki bazı önemli Westrex tasarımları ile erken dönem Japon Single Ended örneklerine dayanıyor. Tabii ki tüpleri Western Electric 300B. Anlayacağınız çok ciddi bir tasarımla tanışma, dinleme ve kurcalama fırsatı buldum. Sistemde bir diğer önemli değişiklik hoparlörlerdi. Opera Callas SP (Super Pavarotti) son derece narin bir tasarıma sahip. Narin derken bir kule tipi hoparlöre göre daha küçük yapılı. Hoparlörün arkasında da sürücülerin bulunması sayesinde konvansiyonel bir tasarımdan farklı bir konumlandırma yapmak gerekiyor. Opera hoparlörleri geçmişte Lotus Concept'te dinlemiştim. Özellikle Mini modeline bayılmıştım. Ancak ülkemizin sonu gelmez hi-fi savaşları sonunda Opera markası olması gerektiği yerden ne yazık ki uzak şimdilik. Belki ileri ki dönemlerde daha fazla ilgi çeker. Bence en keyifli çalan İtalyan hoparlörlerden bir tanesi. Bakalım ilerleyen yıllar neler gösterecek.
Sevgili Reha, hoparlörleri son derece keskin bir toe-in (1) ile konumlandırmış. Bu alışılmışın dışında gibi gözükse de, üreticinin bu konuda bazı tespitleri olduğunu anlattı. Sistemde analog kaynak çok yakından tanıdığım Michell Orbe, Technoarm ve Benz Ace, dijital kaynak ise Rega'nın yeni DAC'ı ve Apollo CD çalardı. Rega DAC konusuna ilerleyen günlerde döneceğim ama tahminimin gerçekten ötesinde bir performansa sahipti, bunu belirtmem lazım.
Galas, dinlenmesi her açıdan zorlu bir isim. Her açıdan derken, gerçekten her açıdan...
Cihazları yakında inceledikten sonra sistemden Paul Bley plağından tınılar duyulmaya başladı. Daha ilk notalarda sistemin yine ustalıkla oluşturulduğu, sahnenin, detay seviyesinin olması gerektiği anlaşılmıştı. Zaten o noktadan sonra konser öncesi sohbetimize geri döndük. Plak bitince yerine yenisi takıldı ve çok çok az kişinin evinde dinleme fırsatım olacağını tahmin ettiğim bir plak dönmeye başladı. Reha bu çalan Diamanda Galas (2) değil mi diye sordum. Gülümseyerek evet dedi. Çalan "Malediction & Prayer" albümünün plağıydı. İlk yüzü bitince sevgili Reha başka bir plak aramak için kalkınca aman abi Galas bulmuşum sonuna kadar dinleyelim dedim. Dinlediğimiz yüzün en başını bir kez daha dinleyip sonra diğer yüze geçtik. Vay be, hala şaşırıyorum Diamanda Gallas, eh Reha'dan beklenilecek bir hareket :) O an çok keyif aldım, Allah razı olsun dedim. Ama akşamın devamında bunu bir çok kez söyleyecektim.
Solda KonstruKt'ün Peter Brötzmann sağda ise Marshall Allen ile yaptığı albüm görülüyor
Konser saati yaklaşınca Reha o akşam Radyo Babylon'da yapacağı programı hazırlarken bende Esma (3) ve afacanlarla sohbete devam ettim. Radyo programına ilerleyen günlerde geri döneceğim. Çünkü dönülmeyecek gibi değil. Program hazırlığı bitince sevgili Reha, elime iki adet CD tutuşturdu. Konser öncesi her türlü hazırlık yapılmıştı vallahi. KonstruKt'ün Peter Brötzmann ile yaptığı albümün yanında efsanevi saksafoncusu Marshall Allen (4) ile yaptıkları albüm.
Artık konserin yapılacağı Nublu'ya doğru yola çıkma zamanı gelmişti.
Tüm bunların sonucunda söyleyebileceğim tek bir şey var, bir sistem çok iyi çalabilir, çok iyi sinerjiye sahip olabilir, harika cihazlarla oluşturulmuş olabilir. Böylesine bir sistemi oturup yıllarca keyifle dinleyebilirsiniz. Sevgili Reha'nın sistemi işte öyle bir sistem. Ancak bir sistemi bence asıl değerli kılan şey, onun nasıl çaldığının yanında, neler çaldığıdır. Bu direkt müziği sevmek ile alakalı bir konu. Reha'nın farklı farklı sistemlerini her dinlediğimde şaşırdım. Hem nasıl çaldığına hemde neler çaldığına.
(1) Hoparlörleri içeri doğru açı vererek konumlandırmak (2) Bana neredeyse yüzlerce CD vererek Diamanda Gallas ve daha niceleri ile tanışmama vesile olan dostlara buradan selamlar. Onlar kendilerini biliyorlar. (3) Reha'nın eşi. Keyifli sohbet için tekrar teşekkürler. (4) Allen'ı Sun Ra'dan tanıyorsunuz.
Geçen yazımda plak toplamaya yeni başlayanların pikap seçimi yaparlarken dikkat etmeleri gereken konuları paylaşmış ve pazarımızdaki giriş seviyesi pikap seçeneklerden kısaca bahsetmiştim. Bu yazımda ise yavaş yavaş müzik setimizi toparlamaya başlayalım.
Eğer şansımız yaver gittiyse bütçemize en uygun pikabı seçtik ve seçimimizden mutluyuz. Eğer Dual HS serisi tarzı bir pikap-ampli ve hoparlör kombinasyonu edindiyseniz bu yazıyı pas geçebilirsiniz. Ancak çoğu kişi tarafından eski alışkanlıklarla kullanılmaya devam edildiği şekliyle deck bir pikap (1) satın aldıysanız bununla uyumlu bir müzik sistemi kurmamız gerekiyor. Eğer pikap katı olan bir müzik setiniz var veya müzik sisteminiz var ise yine bu yazıyı pas geçebilirsiniz.
İlk olarak dikkat etmemiz gereken şey bir pikap katı edinme zorunluluğumuz. Bu konuyu kapsamı şekildePlak Koleksiyonculuğu: Pre-amp Mevzuu yazımda ele almıştım ama şimdi olaya yeni giren bir kişinin bakış açısından ele alacağım. Neden bir pikap katına ihtiyaç duyduğumuz konusunu kısaca açıklamak gerekirse; pikaplar daha doğru bir tabirle iğneler (pikap kafaları) çok düşük bir sinyal üretirler. Onları duyulabilir seviyeye çıkartmamız için sinyali güçlendirmemiz gerekir. Bu güçlendirme için amplifikatör yeterli olmaz. Öncelikle iğnemizden gelen sinyali söz gelimi CD çalar veya diğer kaynak cihazların seviyesine yükseltmemiz gerekiyor. İşte pikap katı veya pikap pre-amplifikatörü tam burada devreye giriyor. Burada dikkat etmemiz gereken bir şey var; iğnemizin yapısı. İğneler MM ve MC olarak ikiye ayrılırlar. Bu konuyla Stereo Mecmuası'nda oldukça kapsamlı yazılar bulabilirsiniz. Bir tanesi için buraya bir diğer için buraya göz atabilirsiniz. Ancak bu yazımda genel olarak giriş seviyesi pikaplardan bahsettiğimize göre aldığınız pikap üzerinde kuvvetle muhtemel bir MM iğne olacaktır. O zaman bizim MM pikap katı almamız gerekiyor. Hemen bir ipucu, eğer gelecekte pikabınızı yükseltme veya farklı iğneler alma olasılığınız var ise hem MM hemde MC iğneleri destekleyen bir pikap katı almak daha mantıklı olacaktır. Yalnız şunu unutmayın MC destekli pikap katları her zaman biraz daha pahalı olur. Bu açıklamaların ışığında yerel pazarda neler bulabiliyoruz isterseniz kısaca bir göz atalım.
Öncelikle son dönemlerde yaşadığımız gelişmeler sayesinde biraz şanslı olduğunuzu söyleyebilirim. Analog severler için yerel çözümler bulabilmek mümkün. Bu yerel çözümlerin en büyük güzelliği hem performanslarının başarılı olması hemde fiyatları göreceli olarak son derece uygun!
İlk pikap katımız Sigma Ses'in meraklılara sunduğu MM yapılı pikap katı. Bu ürün 100TL gibi makul bir fiyat etiketine sahip. İkinci yerel çözüm Fil Elektronik'ten geliyor. 200TL fiyat etiketine sahip Audiophile Phono Box hem MM hemde MC iğne desteğine sahip. Bu desteğin yanında empedans ayarına da imkan veriyor. Bu konuyu uzun uzadıya açıklamaktansa kısaca ince ayar yapabilme imkanı sunuyor diyelim. Her iki ürününde son derece başarılı olduğunu söylemeliyim. Hatta fiyatlarına bakarak fiyat/performans oranı neredeyse mükemmel diyebilirim.
Bu iki ürünün haricinde ekonomik fiyat etiketine sahip daha bilindik markaların ürünlerine de göz atabiliriz kısaca. Pazarımızda 100 Euro seviyesinde gezinen pikap katlarından ilk örnek Thorens firmasının MM-001 modeli. Ancak son dönemlerde üreticiden kaynaklanan bir stok problemi olduğundan Thorens cephesinde alternatif olarak MM005 modeline göz atabilirsiniz. Ürün MM ve MC kafalara uygun ve 137 Euro fiyat etiketine sahip. ProJect markasında ise en uygun fiyat etiketine sahip olan ürün Phono Box MM. Ürünün fiyatı konusunda bir bilgim yok. ProJect'te ise hem MM hemde MC kafa desteğine sahip Phono Box II var. Bu ürünün fiyatı konusunda da bir bilgim yok. Aslında ülkemizdeki bir çok firma ile son derece verimli bilgi alışverişi yapabiliyoruz ancak ProJect'in Türkiye distribütörü olan Actual Power ile bu konuda pek başarılı olduğumuzu söyleyemem. Belki firmadan belki de bizden kaynaklanan bir sorundur. Ancak ProJect markası ülkemizdeki meraklılar tarafından sevilen markalardan birisi olduğundan yazılarımda yer veriyorum.
Bunlar haricinde ülkemizde bir çok alternatif bulabilmek mümkün. Music Hall PA1.2 (yaklaşık 220 Euro) ilk aklıma gelen. NAD, Creek ve bir çok önemli markanın ekonomik seçenekleri mevcut. Ancak bu yazımda genel olarak 100 Euro seviyelerindeki ürünlerden bahsetmek istediğimden konuyu uzatmayacağım.
Yukarıdaki alternatifler (ve benim gözüme çarpmayanlar) ışığında pikap katımızı da almış olunca sıra müzik sistemimizi kurmakta. Bir sonraki yazımızda müzik setimizi kurmaya başlıyoruz.
Uzun yıllardır bloğuma futbol ile alakalı bir şey yazdığımı hatırlamıyorum. Hatta üniversite döneminden beri futbol ile alakalı bir yazı yazdığımı bile hatırlamıyorum. En son seyrettiğim maçı sakın sormayın. O kadar uzun zaman oldu ki, gerçekten unuttum. Hangi takımı tutuyorsun diye sorduğunuzda ise Altay derim. Doğduğum ve neredeyse 35 sene yaşadığım semtin takımıdır Altay. Maçına bol bol gitmişliğim vardır hatta deplasmanlara bile. İlerleyen yıllarda futboldan soğuyunca ne maça gittim ne de futbol izledim. Sadece bir kaç kez Altay Store'dan bir kaç t-shirt aldım. En azından verebildiğim destek oydu. Benim için öyle bir şeydir işte Altay. Varlığı ile yokluğu bir...
Bu arada muhtemelen Altay'ın bugününe kahrolan çok insan vardır, birisi de Cem Sevinir'dir. Hani dedim ya maçlara hatta deplasmanlara bile gittim diye. Lise döneminde bu dünyaya beni sokan Cem'dir. Bugün bir arkadaşım düşme haberini verdi, üzüldüm. Zaten yapabileceğim başka bir şey de yok!
Geçen hafta yayınladığım Nosferatu filmi çok ilgi çekti. Sanırım bloğun okuyucuları ile benzer hobileri paylaşıyoruz. Gelen talep üzerine Pazar Sineması bölümümüzü geleneksel hale getirmeyi düşünüyorum.
Bu haftanın filmi: Der Golem, 1915 yapımı bir korku filmi. Film Alman yönetmenler Paul Wegener ve Henrik Galeen tarafından çekilmişti. Filmin senaryosu eski Musevi efsanelerinden etkilenerek yazılmış. Golem mevzuu oldukça ilginç. Bilinen en popüler hikaye haham Judah Loew ben Bezalel'in Prag'taki Musevi mahallesinde can verdiği Golem'in hikayesidir. Hikayeye göre 16. yüzyılda Prag'ta Musevilere karşı saldırılar başlayınca haham Golem'i yaratır. Aslında bu konuyu Çek Cumhuriyetinde bayağı araştırmıştım. Günümüzde bile Prag'ta yeraltında eski karanlık sanatlar yaşamaya devam ediyor ki, bu şehir yüzyıllar boyunca bu konuların merkezi olmuştur. Her zaman söylediğim gibi bir turistik gezide ne öğrenmek isterseniz onu öğrenirsiniz.
Filmde Alman dışavurumculuğunun ön etkilerini görebilmek mümkün.
Filmin telifi artık kalktığından çeşitli web sitelerinde izleyebilmek mümkün. Yukarıdaki videoda filmin tamamını bulabilirsiniz. Eğer kotalı internet kullanıyorsanız bir saatin üzerindeki film seyrederken 240dpi çözünürlüğü seçerseniz kotanızı çok fazla harcamamış olursunuz. Keyifli seyirler.
Titanic filminden nefret ediyor olsam da, yukarıdaki ev sineması sistemi için verilen emeğe saygı duymak lazım. Özel LED aydınlatmalar kullanılarak ve filmdeki sahnelere uygun şekilde tasarlanan aksesuarlar dikkat çekiyor. Son derece klasik bir mekan. Bu tarzı da sevenler mutlaka vardır diyerek ekleyeyim dedim.
"Les Trésors de Satan" veya Şeytanın Hazineleri. Belçikalı Jean Delville'in (1867 – 1953) en önemli eserlerinden bir tanesi. Delville aslında son derece karmaşık bir ressam. Sembolist akımın içerisinde sayabileceğimiz Deville aynı zamanda yazar ve okülist olduğu biliniyor. Salon d’Art Idealiste'i de kuran Delville Belçika resminde ve ayrıca gelişiminde son derece önemli bir isim. "Les Trésors de Satan" Brüksel Güzel Sanatlar Müzesinde sergileniyor. Bu arada eserin ilk sergilenme tarihi 1895.
Yine tam anlamı ile müzik sistemi sehpası sayılmayacak ancak hoşuma giden bir ayrıntıdan dolayı bloğuma taşıdığım bir ürün. Sehpa Techlink firmasının Dual serisinden. Yan tarafında ıvır zıvır koyabileceğiniz bir tasarım yapılmış. Hepimizin evinde ortalıkta atılan malzemeleri düzene sokmak için iyi bir çözüm olabilir.
Gelin bu yazımızda yeni başlayanlar için “pikap satın alma” konusunu ele alalım. Elime ulaşan çok sayıda elektronik posta ve çeşitli vesilelerle denk geldiğim bir çok okuyucumun -özellikle de yaşları genç olanlar- son dönemlerde en çok sorduğu soru hangi pikabı satın almalıyım oluyor. Bu soruya hep birlikte bir çözüm arayalım. Bu konuyu kapsamı şekilde Plak Koleksiyonculuğu, Pikaplar Mevzuu yazımda ele almıştım. Şimdi olaya yeni giren bir kişinin bakış açısından ele alacağım.
Aslında sorun pikabın seçiminden ziyade bütçelerimizde. Özellikle üniversite öğrencisi veya iş yaşamının başlarında olan bir çok okuyucumuzun pikaba ayıracak bütçelerinin kısıtlı olduğunu biliyorum. Bende aynı dönemleri yaşadım ve sizleri çok iyi anlıyorum. Sadece genç yaşlarda olan okuyucularım değil yaşamı boyunca hep bir şeylere para yetiştirmeye çalışan herkesin ortak sorunu bütçe.
Hepimizin ilk aklına gelen şey, bütçe yetmiyorsa, ikinci el pikap satın almaktır. Geçmişte ikinci el pikap pazarı kesinlikle göz atılması gereken bir yerdi. Çünkü makul fiyatlara çok temiz pikaplar bulabilmek mümkündü. Ancak pikaplar yeniden gözde olunca fiyatlar inanılmayacak şekilde artmaya başladı. Geçmişte 50TL'ye satın almayacağınız bir pikabı bugün 200TL gibi fiyatlara sarın alamıyorsunuz. Hele eBay gibi uluslararası satış sitelerine baktığınızda ülkemizdeki fiyatların anormal seviyelere geldiğini görebilmek mümkün. Fiyatların yükselmesi arz ve talep ile belki açıklanabilir. Sonuçta son 3-4 yıldır pikaplara anormal bir ilgi var. Ancak fiyatların yüksekliğinin yanında en önemli sorun alacağınız pikabın fiziksel durumu da mühim. Mekanik yönden sağlıklı çalışmayan bir pikabı satın almak, plak koleksiyonunuzun daha genişlemeden mahvolmasına sebep olmak gibi önemli bir tehdit unsuru içerir. Şunu asla unutmayın pikap her zaman satın alınabilir ancak az bulunan bir plağa zarar verdiğinizde aynısını tekrar satın almak gibi bir şansınız olmayabilir. Özellikle kolu oynanmış, kötü iğnelerle donatılmış ve ayarları olması gerektiği gibi yapılmamış bir pikap tıpkı bir kara saban gibi, plağınızın yivlerini mahveder.
Eğer yurt dışından ikinci el plak alıyorsanız, çoğu zaman ülkemizde temiz diye satılan bir çok plaktan daha iyi durumda olduğunu görürsünüz. Bu farkı yaratan şey kesinlikle pikaptır.
Pikaplar mekanik cihazlardır. Bazı pikaplar son derece karmaşık yapıdadır. Hele ki eskinin o gösterişli tam otomatik pikaplarından bahsediyorsak. Bunların bakımlarını olması gereken şekilde yapmazsanız zaman içerisinde sorunlar yaratır. Öyle ilginç şeylerle karşılaşıyorum ki inanamazsınız. Bu konuda daha önce yazmış olduğum bir yazıya bazı ikinci el pikap satıcılarından olumsuz tepkiler gelmişti. Nedense bu bakım işini hiç ciddiye almıyorlar. Aslında bu konu son derece açıktır. Pikabı üreten firmalar kullanım kılavuzlarında yapılması gereken periyodik bakımlardan bahsederler. Zaten aklın yolu bir değil mi, mekanik bir cihazın her zaman bakıma ihtiyacı vardır. Burada en önemli nokta ortaya çıkıyor. Eğer ikinci el bir pikap alacaksanız satıcıdan mutlaka emin olun.
Dual HS 141
Bir çok insan hala eski Dual pikapların hayalini kuruyor. Aslına bakarsanız bende Dual severim. Muhtemelen kimsenin el atmadığı bir konuya el atıp, Stereo Mecmuası'nda bu önemli marka için özel bir konu başlığımız bile var. Dual'lerin bu kadar popüler olmasının sebebi, döneminin en iyi pikabı olması filan değil, ülkemizde en yoğun şekilde bulunan marka olmasıdır. Dual'ler ile aynı dönemlerde öyle Japon ve Avrupa pikapları vardı ki, bunları gördükçe Dual'in en iyisi olmadığını ancak bu pikapları inceledikçe anlayabilmiştim. Dual'ler belki en iyisi değildir ama bazı modelleri gerçekten iyidir. Her şeyin ötesinde bu ülkede doğup büyüyen her pikap meraklısı için Dual önemlidir. Bunun yanında özellikle HS serisi Dual'ler zamanının ötesinde bir minimalist yaklaşıma sahiptir. Bunlardan bir tanesi aldığınızda hiç fena olmayan bir pikap ve ampliyi bir arada almış oluyordunuz. Hoparlörleri de olduğu için müzik sistemi düşünmenize gerek kalmadığı gibi pikap katı da dahil olmak üzere hiçbir ayrıntı ile uğraşmanıza gerek kalmıyordu. Plaklarınızı dinlemek için komple bir çözümdü ve işin güzel tarafı sesleri de hiç fena değildir. Eğer bir şekilde plak koleksiyonculuğunun başlarındaysanız ve temiz bir HS serisi Dual denk getirirseniz çok şanslısınız demektir. Bende dahil böyle bir çözüme hayır diyebilecek bir insan olacağın zannetmiyorum. Bunu yazarken gayet samimiyim. Bir çok insanın hayalini süsleyen bir pikap/kol/iğne kombinasyonuna sahip olan hatta kendi pikabını tasarlamış bir insan olarak bunu söylüyorum. Ancak sorun şu ki, günümüzde HS serisi bir Dual'in temizini bulmak çok büyük bir sorun ve fiyatlar genelde hiç mantıklı değil. Tabii ki HS serisi haricinde bir çok ikinci el pikap alma olasılığınız olsa da fiyatların abartıldığını düşünüyorsanız, sıfır pikaplara göz atmanız gerekecek.
Bu durumda ilk bakılacak nota 200-300TL aralığında satışa sunulan pikaplar. Bugün çeşitli büyük müzik marketlerde birkaç markanın pikaplarını bulabilmek mümkün. ION ve Numark ilk aklıma gelenler. Bu pikaplar genelde bir sürü fonksiyonla donatılmış durumdalar. USB bağlantı seçenekleri, kendi pikap katlarının olması avantajları. Dezavantajları ise kol ve iğnelerinin ne yazık ki çok sağlıklı olmaması. Zaten farklı markalarla pazara sürülen bu giriş seviyesi pikapların kolları ve iğneleri dikkat ederseniz hemen hemen aynıdır. Ben bu pikapları hiç tavsiye etmiyorum. Ses kaliteleri zaten vasat bir de yetmiyormuş gibi plaklarımıza zarar verme olasılıkları çok yüksek. Bu pikaplarla uğraşmak yerine ikinci el pazarında daha mantıklı bir pikap bulmak çok daha akıllıca bir iş olur.
Bunlar haricinde zaman zaman Denon gibi önemli markaların giriş seviyesindeki ürünlerine rastlamak mümkün. Bu pikaplar yukarıda saydığım pikaplardan biraz daha pahalı olmasına rağmen düzgün iğneleri ile verilen parayı hak ediyorlar. Ses olarak belki çok başarılı değiller ancak düzgün bir iğne ile donatılmış olmaları ve kendi pikap katlarına sahip olmaları bu tarz pikapları ilk başlayanlar için cazip hale getiriyor.
Thorens Mini
Bu klasmanın hemen üzerinde daha önce Stereo Mecmuası'nda kapsamlı şekilde incelediğim Thorens Mini geliyor. 500TL fiyat etiketine sahip olan ürün plak koleksiyonunu yeni oluşturacak bir meraklı için güzel bir başlangıç noktası.
500TL sınırının hemen ardından fiyatlar bir anda neredeyse iki katına çıkıyor. Ülkemizde bu pazarda iki ürün öne çıkıyor. ProJect Debut ve Thorens TD190-2 modelleri. Her iki ürününde ses kalitesi yukarıda saydığım ürünlerden çok daha başarılı. Ayrıca her iki pikapta son derece donanımlı. Yani ileriye yönelik iğne değiştirmek gibi düşünceleriniz varsa bunun için uygun donanıma sahipler. ProJect Debut daha minimalist bir yaklaşımla üretilmiş bir pikap. Başlangıç için gayet yeterli bir donanıma ve fiyatı gözününe alınınca gayet başarılı bir ses kalitesine sahip. Thorens TD190-2 modelini ise Stereo Mecmuası'nda zaten incelemiştim. Fikir sahibi olmak için bir göz atmanız yeterli.
Ancak sorun şu ki, yukarıdaki pikaplardan birisine sahip olduğunuzda sorunlarımız bitmiyor. Bunları bir müzik sistemine bağlamak gerekli. Bir sonraki yazımda plak dinlemek için kurduğumuz veya kurmayı planladığımız müzik sistemimizi tamamlamak konusuna değineceğim.
Bu yazıya ek olarak buradaki yazıyı da okumanızı tavsiye ederim.
Yine hoş bir fotoğraf. Bu fotoğraftaki tonlarda tıplı buradakiler gibi son derece pastel. Bunu fotoğraf çekilirken mi yapıyorlar yoksa daha sonra yazılım yardımı ile mi yapıyorlar merak ediyorum. Çok başarılı bir çalışma.